26. BASAMAK – 5. SAFHA;
ULUL’ELBAB MAKAMI – NEFSİN ALLAH’A TESLİMİ
“Dikkat Edin Vücutta Bir Et Parçası Vardır ki O İyi Olduğunda
Vücudun Tamamı İyi Olur. O Bozulduğu Zaman Vücudun Tamamı Bozulur. Haberiniz
Olsun O Kalptir.”
|
Hz. Muhammed Mustafa
(S.A.V) Efendimiz buyuruyor ki: “Dikkat
edin vücutta bir et parçası vardır ki o iyi olduğunda vücudun tamamı iyi olur.
O bozulduğu zaman vücudun tamamı bozulur. Haberiniz olsun o kalptir.” (K: Müslim,
II, 1219 vd.)
En şerefli varlık olan
insan nelerden müteşekkildir? 3 vücudumuz, aynı zamanda bir de cüz’i irademiz
(serbest irademiz) vardır. Hadîs-i şerifte konu olan kalp, fizik vücudumuzun
kalbi midir? Hayır. Fizik vücudumuzun kalbi, temiz kanı vücuda pompalayan ve
kirli kanı çeken iki özelliği vardır. Atardamarla temiz kanı vücuda dağıtır. Toplardamarla
da kirli kanı çeker ve devamlı olarak hayatımız için gerekli olan kanı
temizlemek suretiyle görevini yerine getirir. Hadîste konu olan kalp, ruhun
kalbi de değildir. Çünkü ruhun kalbinin bozulması söz konusu değildir. Ruhun
kalbi tamamen hasletlerden müteşekkildir. Öyleyse hadîs-i şerifte söz konusu
olan kalp nefsimizin manevî kalbidir.
ü Nefsin Manevî Kalbi Nurlarla Dolarsa, Fizik Vücudun Bütün Azaları Allah İçin Olur
Nefsimizin manevî kalbi
iyi olur, tamamen nurlarla dolar ve daimî zikre ulaşırsa, vücudun bütün azaları
artık Allah içindir. Fakat vücutta olan nefsimizin manevî kalbi tab edilirse,
bir daha açılmayacak duruma gelirse, o zaman vücudun hepsi bütünüyle gider.
Öyleyse kalbin bütünüyle ıslah olması, Allahû Tealâ’nın bütün emirlerine itaat
etmesi ve yasak ettiği fiilleri işlememesi için bize düşen görev nedir?
Herkes başlangıç
noktasında dalâlettedir ve devamlı olarak nefsinin emirlerini yerine getiren
bir muhtevaya sahiptir. Ruh, Allah’ın vücuttaki temsilcisidir ve fizik vücuda
devamlı olarak Allah'ın emirlerini ulaştırmaktadır. Nefsin manevî kalbinde ise
kin ve nefret, küfür, yalan, haksızlık ve zulüm, haset ve düşmanlık, cehalet,
cimrilik, öfke, isyan, sabırsızlık, kibir ve gurur, hırs ve şehvet, nankörlük,
gıybet, zan, iptilâlar, vefasızlık, mürayilik, fitne ve fesat olmak üzere 19
tane hastalık vardır. Dış düşman olan iblis bu 19 tane hastalığa başlangıç noktasında
%100 tesir edebilir. Nefs taleplerini fizik vücuda yaptırmak için devamlı
olarak akla ulaşır. Ruh da Allah'ın emirleriyle akla ulaşır. Sonuçta akıl hangi
ortamda şuurlanmışsa onun gereğini yerine getirecektir.
Başlangıç noktasında herkes nefsinin
emirlerine tâbîdir. Allahû Tealâ en şerefli varlık olarak yarattığı insanı,
ahiret ve dünya saadetine ulaştırmak için, katından bütün emirlerini
muhtevasına alan ve yasakların hepsini içeren kitaplar ve bu kitapları öğreten
resûller gönderir.
Her devirde yaşayan insanların içerisinde
Devrin İmamı mutlaka vardır. Nebîlerin yaşadığı dönemde asâleten Devrin İmamı
Allah'ın peygamberidir, nebîlerin olmadığı dönemlerde ise Allahû Tealâ vazifeli
kıldığı resûllerinin arasından bir tanesini vekâleten Devrin İmamı olarak
seçer. Allahû Tealâ bu resûlleri beş tane görevle vazifeli kılmıştır. Birinci
görev âyetleri tilâvet etmek, âyetleri açıklamaktır. Âyetlerin açıklanmasında
en önemli faktör, Allah'ın bize üfürdüğü ruh emanetinin hayattayken sahibi olan
Allah'a ulaştırılması, teslim edilmesidir. Kur’ân-ı Kerim’e baktığımız zaman
Rabbimizin bu istikamette açıkça uyarıları vardır.
30/RÛM-8: E ve lem yetefekkerû fî enfusihim, mâ
halakallâhus semâvâti vel arda ve mâ beynehumâ illâ bil hakkı ve ecelin
musemmâ(musemmen) ve inne kesîran minen nâsi bi likâi rabbihim le
kâfirûn(kâfirûne).
Onlar, kendi nefsleri hakkında tefekkür etmiyorlar mı (düşünmüyorlar
mı)? Allah gökleri ve yeri ve ikisinin arasındaki şeyleri ancak hak ile ve
belirlenmiş bir süre ile yarattı. Ve muhakkak ki insanların çoğu, Rab’lerine
mülâki olmayı (hayatta iken ruhlarını Allah’a ulaştırmayı) inkâr edenlerdir.
13/RA'D-2: Allâhullezî refeas semavâti bi gayri amedin
terevnehâ summestevâ alel arşı ve sehhareş şemse vel kamer(kamere), kullun
yecrî li ecelin musemmâ(musemmen), yudebbirul emre yufassılul âyâti leallekum
bi likâi rabbikum tûkınûn(tûkınûne).
Görmekte olduğunuz semaları (gök katlarını) direksiz olarak
yükselten Allah’tır. Sonra arşa istiva etti. Ve Güneş'i ve Ay'ı emri altına
aldı. Hepsi belirlenmiş bir süreye kadar akıp gider. İşleri düzenleyip idare
eder. Âyetleri ayrı ayrı açıklar ki; böylece Rabbinize mülâki olmaya
(ölmeden evvel ruhunuzu Allah’a ulaştırmaya) yakîn hasıl edersiniz.
İster devrin imamı olsun, ister kavim
resûlü olsun, ister Allah'ın irşadla vazifeli kıldığı birisi olsun, birinci
görev olan âyetlerin tilavetinden murat, onların dünya hayatını yaşarken
Allah'a mülâki olmaya yakîn hasıl etmeleridir.
2/BAKARA-151: Kemâ erselnâ fîkum resûlen minkum yetlû
aleykum âyâtinâ ve yuzekkîkum ve yuallimukumul kitâbe vel hikmete ve
yuallimukum mâ lem tekûnû ta’lemûn(ta’lemûne).
Nitekim size içinizde (görev yapmak üzere)
sizden bir Resûl (Peygamber) gönderdik ki; âyetlerimizi size tilâvet etsin
(okuyup açıklasın) ve sizi (nefsinizi) tezkiye etsin, size kitap ve hikmet
öğretsin ve (hikmetin de ötesinde) bilmediğiniz şeyleri öğretsin.
ü Kalbi Tab Edilen Kişi Yaşayan Bir Ölüdür
Herkes tebliğe muhatap
olur ve herkese mutlaka Allah'ın âyetleri okunur. Kendisine tebliğ yapılan kişi Allah'a ulaşmayı
dilemezse, Allahû Tealâ hassalarına engeller koyar. Eğer irşad kademesini yalanlarsa,
karşı çıkarsa o zaman da Allahû Tealâ uzuvlarına engeller koyar. Bunun mânâsı
kalp ifratta yani bozuk olur ve vücudun diğer azalarının da kalbe tâbî olması
sebebiyle tamamı ile Allah yolunda değildir. Bu kalp hadîs-i
şerifin muhtevasına göre bozulmuştur, hastadır. Allahû Tealâ ister
hassalara, ister uzuvlarına engeller koysun her iki durumda da
vücudun tamamı bozulur. Her iki halde de kalp artık ölü vaziyettedir, faal
halde değildir. Ama fizik beden, kendine has bir takım
ibadetleri yerine getirir. Böylesi bir kalbin
sahibi olan insan namaz kılar. Allahû Tealâ,
böylesi bir kalbin sahibi olan insanın namaz kıldığından bahsetmiş mi? Elbette.
107/MÂÛN-4: Fe
veylun lil musallîn(musallîne).
İşte o namaz kılanlara yazıklar olsun.
107/MÂÛN-5: Ellezîne
hum an salâtihim sâhûn(sâhûne).
Onlar ki, namazlarından gâfil olanlardır.
Bu âyetlerde namaz kılanlar kıldıkları
namazın idrakinde değiller. Neden? Namaz kılıyorlar ama o namazda kalp yoktur.
Kalp o namaza dahil değildir. Çünkü o namazı Allah'a ulaşma dileğiyle yerine
getirmemektedir. Kalp tamamen bozuk durumdadır. Kalbin bozulduğu bir
muhtevada vücudun diğer azaları da kendisine düşeni yapamaz. Çünkü vücudun
diğer azaları kalbe göre hareket eder.
Bir de fesat çıkaranlar
vardır. Kişi kendisi hidayette olmadığı gibi başkalarının da hidayetine mani
olursa, Allahû Tealâ o kişinin kalbini yeryüzünde fesat çıkarması sebebiyle tab
eder. Kalpleri tamamen bir daha dönülmeyecek bir noktaya ulaşmış olan insanlardır.
ü Tedebbür, Tefekkür, Tezekkür
Allahû Tealâ Muhammed
Suresinin 24. âyet-i kerimesinde şöyle buyuruyor:
47/MUHAMMED-24: E fe lâ yetedebberûnel kur’âne em alâ
kulûbin akfâluhâ.
Hâlâ Kur’ân’ı tefekkür etmezler mi? Yoksa kalpler üzerinde
kilitleri mi var?
Tefekkür; fikir îmâl etmek, aklın standartları içerisinde bir sonuca ulaşmaktır.
Tezekkür; tefekkürün bittiği noktada Allah'ın yardımıyla yeni bir ufkun
açılmasını ifade eder. Tedebbür ise tedbir almaktan gelir. Allah'ın emrini
yerine getirmektir. İşte eğer birisi tedebbür ve tefekkür etmiyorsa, tedbir
almıyorsa, Allah'ın emrini yerine getirmiyorsa o zaman onun kalbi kilitlidir. O
kalp tab edilmiştir. O kalp hastadır, bozuktur. Kalbin şifaya kavuşması ve
hastalıklarından kurtulması için ne lâzımdır? Allahû Tealâ, bu sualin cevabını
Yûnus Suresinin 57. âyet-i kerimesinde şöyle veriyor:
10/YÛNUS-57: Yâ eyyuhen nâsu kad câetkum mev'ızatun min
rabbikum ve şifâun limâ fîs sudûri ve huden ve rahmetun lil
mu'minîn(mu'minîne).
Ey insanlar! Size, Rabbinizden öğüt (vaaz) ve göğsünüzde olana
(nefsinizin kalbindeki hastalıklara) şifa ve mü’minlere hidayet ve rahmet gelmiştir.
Kur’ân-ı
Kerim öğüttür, şifadır, hidayettir ve rahmettir. Kişi Allah'a ulaşmayı
dileyip mürşidine ihsanla tâbî olduktan sonra zikirle nefs tezkiyesine, ıslah-ı
nefse başladığı taktirde kalpteki hastalıklar şifaya kavuşur.
42/ŞÛRÂ-13: Şerea lekum mined dîni mâ vassâ bihî nûhan
vellezî evhaynâ ileyke ve mâ vassaynâ bihî ibrâhîme ve mûsâ ve îsâ, en ekîmûd
dîne ve lâ teteferrekû fîh(fîhi), kebure alel muşrikîne mâ ted’ûhum
ileyh(ileyhi), allâhu yectebî ileyhi men yeşâu ve yehdî ileyhi men
yunîb(yunîbu).
(Allah) dînde, onunla Hz. Nuh’a vasiyet ettiği (farz kıldığı) şeyi
(şeriati); “Dîni ikame edin (ayakta, hayatta tutun) ve onda (dînde) fırkalara
ayrılmayın.” diye Hz. İbrâhîm’e, Hz. Musa’ya ve Hz. İsa’ya vasiyet ettiğimiz
şeyi sana da vahyederek, size de şeriat kıldı. Senin onları, kendisine çağırdığın
şey (Allah’a ulaşmayı dileme) müşriklere zor geldi. Allah, dilediğini Kendisine
seçer ve O’na yöneleni, Kendisine ulaştırır (ruhunu hayatta iken Kendisine
ulaştırır).
Allahû Tealâ bu talebi o
kişinin kalbinde görürse, o zaman hemen harekete geçer. Nebîler Sultanı
Peygamber Efendimiz (S.A.V) hadîs-i şerifinde şöyle buyurmuştur: “Şüphesiz ki Allahû Tealâ sizin bedenlerinize,
suretlerinize bakmaz. Fakat kalplerinize ve o kalplerdeki niyetlerinize tâbî
olarak işlediğiniz amellere bakar.”
Öyleyse Allahû Tealâ’nın
devamlı olarak insanda nazar ettiği yer kalptir. Kişi Allah’a ulaşmayı dilediği
taktirde Allahû Tealâ ona 7 tane furkan verir, bahsettiğimiz tüm engelleri
kaldırır ve ard arda ihsanlarını ulaştırır. %2’lik rahmet nuru kalpte
yerleşince kişi huşû sahibi olur ve Allahû Tealâ, ona mürşidini gösterir.
Akabinde ihsanla mürşidine tâbî olan bir insan, Allah'tan 7 ni’met alır ve
Allahû Tealâ vasıta emirleri kendisine sevdirir. En üst seviyede severek yerine
getirdiği vasıta emir zikirdir.
Nefsin manevî kalbinde
başlangıç noktasında afetlerden kaynaklanan zifirî bir karanlık vardır. Bozuk
olan kalbin ıslahı için nefs tezkiyesi söz konusudur. Nefs şerrin odağı, zulmün
kaynağıdır. Çünkü bütün şer talepler nefsin afetlerinden kaynaklanır. Zikirle
günbegün kalbimiz nurlanır, aydınlanır, Emmare, Levvame, Mülhime, Mutmainne,
Radiye, Mardiyye, Tezkiye kademelerini bir bir geçerken buna paralel olarak
emanet olan ruh da 7 tane gök katında yükselir ve Allah'ın Zat’ına ulaşır.
Fizik vücut ise Allah'a kul olur. Nefs de tezkiye olur. Nefsin tezkiye olması
nefsin manevî kalbinin %51 nurlanması demektir. Bu aynı zamanda dünya
saadetinin yarı yarıya gerçekleşmesi anlamına gelir. Dünya saadetinin tamamı
ise nefsin tasfiyesi yani kalbin tamamen afetlerden temizlenmesiyle
gerçekleşir. Kişi zikrini arttırarak önce fizik vücut teslimini, sonra da daimî
zikre ulaşarak nefsin teslimini gerçekleştirir.
4/NİSÂ-103: Fe izâ kadaytumus salâte fezkurûllâhe
kıyâmen ve kuûden ve alâ cunûbikum, fe izatma’nentum fe ekîmus salât(salâte),
innes salâte kânet alel mu’minîne kitâben mevkûtâ(mevkûten).
Böylece namazı bitirdiğiniz zaman, artık ayaktayken, otururken
ve yan üstü iken (yatarken), (devamlı) Allah'ı zikredin! Daha sonra
güvenliğe kavuştuğunuz zaman, namazı erkânıyla kılın. Muhakkak ki namaz,
mü'minlerin üzerine, “vakitleri belirlenmiş bir farz “ olmuştur.
Daimî zikre ulaşan kişinin
kalbi afetlerden temizlenir, nefsinin kalbi %100 aydınlanır. Nebîler Sultanı
Peygamber Efendimiz (S.A.V) hadîs-i şerifinde ne buyuruyor: “İyi bilin ki kalp afetlerden salim olmadıkça
kişi şerden emin olamaz.” Afetlerden salim olabilmesi için
kalbin afetlerden tamamen temizlenmesi lâzımdır. Neyle temizlenir? Daimî
zikirle. O zaman daimî zikirde olan bir insan şerden emindir. Çünkü şeytan
nefsin afetlerine, karanlıklarına tesir edebilir ama afetler yoktur. Bu
afetlerin yerine ruhtaki hasletler, fazilet olarak gelmiş yerleşmiştir. Kişi 19
tane faziletin sahibi olmuştur. Şeytan faziletlere pençelerini geçiremez.
O zaman otomatikman hadîs-i şerifin
manasına varıyoruz. “Dikkat edin vücutta
bir et parçası vardır ki o iyi olduğunda vücudun tamamı iyi olur. O bozulduğu
zaman da vücudun tamamı bozulur. Haberiniz olsun ki o kalptir.” Kişi daimî
zikirle şeytana açılan füccur kapısını ilelebet kapatır, takva kapısı ise
devamlı açık kalacaktır. Açık olan kapıdan kişinin kalbi Allah tarafından
devamlı beslenir, faziletlerle donanan bir insan sadece faziletlerin gereği
olan davranışları sergiler. O noktadan itibaren sonsuz bir huzur ve mutluluk
içerisinde hayatına devam eder.
Resûlullah (S.A.V) Efendimiz buyuruyor ki:
“Benim
gözlerim uyur ama kalbim uyumaz.” Gözleri uyuyan, kalbi uyumayan
Resûlullah (S.A.V) Efendimiz, kalbinin tamamen nurla dolu olduğunu daimî
zikirde olduğunu beyan ediyor. Bir başka hadîs-i şerifinde ise şöyle buyuruyor:
“Âlimin
uykusu cahilin ibadetinden iyidir.” Daimî zikre ulaşan hikmet sahibi âlim olmuştur.
Öyleyse âyetler
ve hadîsleri birlikte mütâlea ettiğimiz zaman net bir tabloyla karşılaşıyoruz. Hadîs bize çok önemli bir hedefi gösteriyor.
O hedef daimî zikir hedefidir. Kalbin tamamen ıslah olmasıdır. Kalbin
tamamen tasfiye olmasıdır ve vücudun azalarının hepsinin Allah için görev
yapmasıdır.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder
Not: Yalnızca bu blogun üyesi yorum gönderebilir.