15 Haziran 2016 Çarşamba

26. BASAMAK – 5. SAFHA; ULUL’ELBAB MAKAMI – NEFSİN ALLAH’A TESLİMİ

26. BASAMAK – 5. SAFHA;
ULUL’ELBAB MAKAMI – NEFSİN ALLAH’A TESLİMİ

“Dikkat Edin Vücutta Bir Et Parçası Vardır ki O İyi Olduğunda Vücudun Tamamı İyi Olur. O Bozulduğu Zaman Vücudun Tamamı Bozulur. Haberiniz Olsun O Kalptir.”


Hz. Muhammed Mustafa (S.A.V) Efendimiz buyuruyor ki: “Dikkat edin vücutta bir et parçası vardır ki o iyi olduğunda vücudun tamamı iyi olur. O bozulduğu zaman vücudun tamamı bozulur. Haberiniz olsun o kalptir.” (K: Müslim, II, 1219 vd.)
En şerefli varlık olan insan nelerden müteşekkildir? 3 vücudumuz, aynı zamanda bir de cüz’i irademiz (serbest irademiz) vardır. Hadîs-i şerifte konu olan kalp, fizik vücudumuzun kalbi midir? Hayır. Fizik vücudumuzun kalbi, temiz kanı vücuda pompalayan ve kirli kanı çeken iki özelliği vardır. Atardamarla temiz kanı vücuda dağıtır. Toplardamarla da kirli kanı çeker ve devamlı olarak hayatımız için gerekli olan kanı temizlemek suretiyle görevini yerine getirir. Hadîste konu olan kalp, ruhun kalbi de değildir. Çünkü ruhun kalbinin bozulması söz konusu değildir. Ruhun kalbi tamamen hasletlerden müteşekkildir. Öyleyse hadîs-i şerifte söz konusu olan kalp nefsimizin manevî kalbidir.

ü  Nefsin Manevî Kalbi Nurlarla Dolarsa, Fizik Vücudun Bütün Azaları Allah İçin Olur

Nefsimizin manevî kalbi iyi olur, tamamen nurlarla dolar ve daimî zikre ulaşırsa, vücudun bütün azaları artık Allah içindir. Fakat vücutta olan nefsimizin manevî kalbi tab edilirse, bir daha açılmayacak duruma gelirse, o zaman vücudun hepsi bütünüyle gider. Öyleyse kalbin bütünüyle ıslah olması, Allahû Tealâ’nın bütün emirlerine itaat etmesi ve yasak ettiği fiilleri işlememesi için bize düşen görev nedir?
Herkes başlangıç noktasında dalâlettedir ve devamlı olarak nefsinin emirlerini yerine getiren bir muhtevaya sahiptir. Ruh, Allah’ın vücuttaki temsilcisidir ve fizik vücuda devamlı olarak Allah'ın emirlerini ulaştırmaktadır. Nefsin manevî kalbinde ise kin ve nefret, küfür, yalan, haksızlık ve zulüm, haset ve düşmanlık, cehalet, cimrilik, öfke, isyan, sabırsızlık, kibir ve gurur, hırs ve şehvet, nankörlük, gıybet, zan, iptilâlar, vefasızlık, mürayilik, fitne ve fesat olmak üzere 19 tane hastalık vardır. Dış düşman olan iblis bu 19 tane hastalığa başlangıç noktasında %100 tesir edebilir. Nefs taleplerini fizik vücuda yaptırmak için devamlı olarak akla ulaşır. Ruh da Allah'ın emirleriyle akla ulaşır. Sonuçta akıl hangi ortamda şuurlanmışsa onun gereğini yerine getirecektir.
     Başlangıç noktasında herkes nefsinin emirlerine tâbîdir. Allahû Tealâ en şerefli varlık olarak yarattığı insanı, ahiret ve dünya saadetine ulaştırmak için, katından bütün emirlerini muhtevasına alan ve yasakların hepsini içeren kitaplar ve bu kitapları öğreten resûller gönderir.
     Her devirde yaşayan insanların içerisinde Devrin İmamı mutlaka vardır. Nebîlerin yaşadığı dönemde asâleten Devrin İmamı Allah'ın peygamberidir, nebîlerin olmadığı dönemlerde ise Allahû Tealâ vazifeli kıldığı resûllerinin arasından bir tanesini vekâleten Devrin İmamı olarak seçer. Allahû Tealâ bu resûlleri beş tane görevle vazifeli kılmıştır. Birinci görev âyetleri tilâvet etmek, âyetleri açıklamaktır. Âyetlerin açıklanmasında en önemli faktör, Allah'ın bize üfürdüğü ruh emanetinin hayattayken sahibi olan Allah'a ulaştırılması, teslim edilmesidir. Kur’ân-ı Kerim’e baktığımız zaman Rabbimizin bu istikamette açıkça uyarıları vardır.

30/RÛM-8: E ve lem yetefekkerû fî enfusihim, mâ halakallâhus semâvâti vel arda ve mâ beynehumâ illâ bil hakkı ve ecelin musemmâ(musemmen) ve inne kesîran minen nâsi bi likâi rabbihim le kâfirûn(kâfirûne).
Onlar, kendi nefsleri hakkında tefekkür etmiyorlar mı (düşünmüyorlar mı)? Allah gökleri ve yeri ve ikisinin arasındaki şeyleri ancak hak ile ve belirlenmiş bir süre ile yarattı. Ve muhakkak ki insanların çoğu, Rab’lerine mülâki olmayı (hayatta iken ruhlarını Allah’a ulaştırmayı) inkâr edenlerdir.

13/RA'D-2: Allâhullezî refeas semavâti bi gayri amedin terevnehâ summestevâ alel arşı ve sehhareş şemse vel kamer(kamere), kullun yecrî li ecelin musemmâ(musemmen), yudebbirul emre yufassılul âyâti leallekum bi likâi rabbikum tûkınûn(tûkınûne).
Görmekte olduğunuz semaları (gök katlarını) direksiz olarak yükselten Allah’tır. Sonra arşa istiva etti. Ve Güneş'i ve Ay'ı emri altına aldı. Hepsi belirlenmiş bir süreye kadar akıp gider. İşleri düzenleyip idare eder. Âyetleri ayrı ayrı açıklar ki; böylece Rabbinize mülâki olmaya (ölmeden evvel ruhunuzu Allah’a ulaştırmaya) yakîn hasıl edersiniz.

     İster devrin imamı olsun, ister kavim resûlü olsun, ister Allah'ın irşadla vazifeli kıldığı birisi olsun, birinci görev olan âyetlerin tilavetinden murat, onların dünya hayatını yaşarken Allah'a mülâki olmaya yakîn hasıl etmeleridir.

2/BAKARA-151: Kemâ erselnâ fîkum resûlen minkum yetlû aleykum âyâtinâ ve yuzekkîkum ve yuallimukumul kitâbe vel hikmete ve yuallimukum mâ lem tekûnû ta’lemûn(ta’lemûne).
Nitekim size içinizde (görev yapmak üzere) sizden bir Resûl (Peygamber) gönderdik ki; âyetlerimizi size tilâvet etsin (okuyup açıklasın) ve sizi (nefsinizi) tezkiye etsin, size kitap ve hikmet öğretsin ve (hikmetin de ötesinde) bilmediğiniz şeyleri öğretsin.

ü  Kalbi Tab Edilen Kişi Yaşayan Bir Ölüdür

Herkes tebliğe muhatap olur ve herkese mutlaka Allah'ın âyetleri okunur. Kendisine tebliğ yapılan kişi Allah'a ulaşmayı dilemezse, Allahû Tealâ hassalarına engeller koyar. Eğer irşad kademesini yalanlarsa, karşı çıkarsa o zaman da Allahû Tealâ uzuvlarına engeller koyar. Bunun mânâsı kalp ifratta yani bozuk olur ve vücudun diğer azalarının da kalbe tâbî olması sebebiyle tamamı ile Allah yolunda değildir. Bu kalp hadîs-i şerifin muhtevasına göre bozulmuştur, hastadır. Allahû Tealâ ister hassalara, ister uzuvlarına engeller koysun her iki durumda da vücudun tamamı bozulur. Her iki halde de kalp artık ölü vaziyettedir, faal halde değildir. Ama fizik beden, kendine has bir takım ibadetleri yerine getirir. Böylesi bir kalbin sahibi olan insan namaz kılar. Allahû Tealâ, böylesi bir kalbin sahibi olan insanın namaz kıldığından bahsetmiş mi? Elbette.

107/MÂÛN-4: Fe veylun lil musallîn(musallîne).
İşte o namaz kılanlara yazıklar olsun.
107/MÂÛN-5: Ellezîne hum an salâtihim sâhûn(sâhûne).
Onlar ki, namazlarından gâfil olanlardır.

     Bu âyetlerde namaz kılanlar kıldıkları namazın idrakinde değiller. Neden? Namaz kılıyorlar ama o namazda kalp yoktur. Kalp o namaza dahil değildir. Çünkü o namazı Allah'a ulaşma dileğiyle yerine getirmemektedir. Kalp tamamen bozuk durumdadır. Kalbin bozulduğu bir muhtevada vücudun diğer azaları da kendisine düşeni yapamaz. Çünkü vücudun diğer azaları kalbe göre hareket eder.
Bir de fesat çıkaranlar vardır. Kişi kendisi hidayette olmadığı gibi başkalarının da hidayetine mani olursa, Allahû Tealâ o kişinin kalbini yeryüzünde fesat çıkarması sebebiyle tab eder. Kalpleri tamamen bir daha dönülmeyecek bir noktaya ulaşmış olan insanlardır.

ü  Tedebbür, Tefekkür, Tezekkür

Allahû Tealâ Muhammed Suresinin 24. âyet-i kerimesinde şöyle buyuruyor:

47/MUHAMMED-24: E fe lâ yetedebberûnel kur’âne em alâ kulûbin akfâluhâ.
Hâlâ Kur’ân’ı tefekkür etmezler mi? Yoksa kalpler üzerinde kilitleri mi var?

Tefekkür; fikir îmâl etmek, aklın standartları içerisinde bir sonuca ulaşmaktır. Tezekkür; tefekkürün bittiği noktada Allah'ın yardımıyla yeni bir ufkun açılmasını ifade eder. Tedebbür ise tedbir almaktan gelir. Allah'ın emrini yerine getirmektir. İşte eğer birisi tedebbür ve tefekkür etmiyorsa, tedbir almıyorsa, Allah'ın emrini yerine getirmiyorsa o zaman onun kalbi kilitlidir. O kalp tab edilmiştir. O kalp hastadır, bozuktur. Kalbin şifaya kavuşması ve hastalıklarından kurtulması için ne lâzımdır? Allahû Tealâ, bu sualin cevabını Yûnus Suresinin 57. âyet-i kerimesinde şöyle veriyor:

10/YÛNUS-57: Yâ eyyuhen nâsu kad câetkum mev'ızatun min rabbikum ve şifâun limâ fîs sudûri ve huden ve rahmetun lil mu'minîn(mu'minîne).
Ey insanlar! Size, Rabbinizden öğüt (vaaz) ve göğsünüzde olana (nefsinizin kalbindeki hastalıklara) şifa ve mü’minlere hidayet ve rahmet gelmiştir.

Kur’ân-ı Kerim öğüttür, şifadır, hidayettir ve rahmettir. Kişi Allah'a ulaşmayı dileyip mürşidine ihsanla tâbî olduktan sonra zikirle nefs tezkiyesine, ıslah-ı nefse başladığı taktirde kalpteki hastalıklar şifaya kavuşur.

42/ŞÛRÂ-13: Şerea lekum mined dîni mâ vassâ bihî nûhan vellezî evhaynâ ileyke ve mâ vassaynâ bihî ibrâhîme ve mûsâ ve îsâ, en ekîmûd dîne ve lâ teteferrekû fîh(fîhi), kebure alel muşrikîne mâ ted’ûhum ileyh(ileyhi), allâhu yectebî ileyhi men yeşâu ve yehdî ileyhi men yunîb(yunîbu).
(Allah) dînde, onunla Hz. Nuh’a vasiyet ettiği (farz kıldığı) şeyi (şeriati); “Dîni ikame edin (ayakta, hayatta tutun) ve onda (dînde) fırkalara ayrılmayın.” diye Hz. İbrâhîm’e, Hz. Musa’ya ve Hz. İsa’ya vasiyet ettiğimiz şeyi sana da vahyederek, size de şeriat kıldı. Senin onları, kendisine çağırdığın şey (Allah’a ulaşmayı dileme) müşriklere zor geldi. Allah, dilediğini Kendisine seçer ve O’na yöneleni, Kendisine ulaştırır (ruhunu hayatta iken Kendisine ulaştırır).

Allahû Tealâ bu talebi o kişinin kalbinde görürse, o zaman hemen harekete geçer. Nebîler Sultanı Peygamber Efendimiz (S.A.V) hadîs-i şerifinde şöyle buyurmuştur: “Şüphesiz ki Allahû Tealâ sizin bedenlerinize, suretlerinize bakmaz. Fakat kalplerinize ve o kalplerdeki niyetlerinize tâbî olarak işlediğiniz amellere bakar.”
Öyleyse Allahû Tealâ’nın devamlı olarak insanda nazar ettiği yer kalptir. Kişi Allah’a ulaşmayı dilediği taktirde Allahû Tealâ ona 7 tane furkan verir, bahsettiğimiz tüm engelleri kaldırır ve ard arda ihsanlarını ulaştırır. %2’lik rahmet nuru kalpte yerleşince kişi huşû sahibi olur ve Allahû Tealâ, ona mürşidini gösterir. Akabinde ihsanla mürşidine tâbî olan bir insan, Allah'tan 7 ni’met alır ve Allahû Tealâ vasıta emirleri kendisine sevdirir. En üst seviyede severek yerine getirdiği vasıta emir zikirdir.
Nefsin manevî kalbinde başlangıç noktasında afetlerden kaynaklanan zifirî bir karanlık vardır. Bozuk olan kalbin ıslahı için nefs tezkiyesi söz konusudur. Nefs şerrin odağı, zulmün kaynağıdır. Çünkü bütün şer talepler nefsin afetlerinden kaynaklanır. Zikirle günbegün kalbimiz nurlanır, aydınlanır, Emmare, Levvame, Mülhime, Mutmainne, Radiye, Mardiyye, Tezkiye kademelerini bir bir geçerken buna paralel olarak emanet olan ruh da 7 tane gök katında yükselir ve Allah'ın Zat’ına ulaşır. Fizik vücut ise Allah'a kul olur. Nefs de tezkiye olur. Nefsin tezkiye olması nefsin manevî kalbinin %51 nurlanması demektir. Bu aynı zamanda dünya saadetinin yarı yarıya gerçekleşmesi anlamına gelir. Dünya saadetinin tamamı ise nefsin tasfiyesi yani kalbin tamamen afetlerden temizlenmesiyle gerçekleşir. Kişi zikrini arttırarak önce fizik vücut teslimini, sonra da daimî zikre ulaşarak nefsin teslimini gerçekleştirir.

4/NİSÂ-103: Fe izâ kadaytumus salâte fezkurûllâhe kıyâmen ve kuûden ve alâ cunûbikum, fe izatma’nentum fe ekîmus salât(salâte), innes salâte kânet alel mu’minîne kitâben mevkûtâ(mevkûten).
Böylece namazı bitirdiğiniz zaman, artık ayaktayken, otururken ve yan üstü iken (yatarken), (devamlı) Allah'ı zikredin! Daha sonra güvenliğe kavuştuğunuz zaman, namazı erkânıyla kılın. Muhakkak ki namaz, mü'minlerin üzerine, “vakitleri belirlenmiş bir farz “ olmuştur.

Daimî zikre ulaşan kişinin kalbi afetlerden temizlenir, nefsinin kalbi %100 aydınlanır. Nebîler Sultanı Peygamber Efendimiz (S.A.V) hadîs-i şerifinde ne buyuruyor: “İyi bilin ki kalp afetlerden salim olmadıkça kişi şerden emin olamaz.” Afetlerden salim olabilmesi için kalbin afetlerden tamamen temizlenmesi lâzımdır. Neyle temizlenir? Daimî zikirle. O zaman daimî zikirde olan bir insan şerden emindir. Çünkü şeytan nefsin afetlerine, karanlıklarına tesir edebilir ama afetler yoktur. Bu afetlerin yerine ruhtaki hasletler, fazilet olarak gelmiş yerleşmiştir. Kişi 19 tane faziletin sahibi olmuştur. Şeytan faziletlere pençelerini geçiremez.
     O zaman otomatikman hadîs-i şerifin manasına varıyoruz. “Dikkat edin vücutta bir et parçası vardır ki o iyi olduğunda vücudun tamamı iyi olur. O bozulduğu zaman da vücudun tamamı bozulur. Haberiniz olsun ki o kalptir.” Kişi daimî zikirle şeytana açılan füccur kapısını ilelebet kapatır, takva kapısı ise devamlı açık kalacaktır. Açık olan kapıdan kişinin kalbi Allah tarafından devamlı beslenir, faziletlerle donanan bir insan sadece faziletlerin gereği olan davranışları sergiler. O noktadan itibaren sonsuz bir huzur ve mutluluk içerisinde hayatına devam eder.
     Resûlullah (S.A.V) Efendimiz buyuruyor ki: “Benim gözlerim uyur ama kalbim uyumaz.” Gözleri uyuyan, kalbi uyumayan Resûlullah (S.A.V) Efendimiz, kalbinin tamamen nurla dolu olduğunu daimî zikirde olduğunu beyan ediyor. Bir başka hadîs-i şerifinde ise şöyle buyuruyor: “Âlimin uykusu cahilin ibadetinden iyidir. Daimî zikre ulaşan hikmet sahibi âlim olmuştur.
Öyleyse âyetler ve hadîsleri birlikte mütâlea ettiğimiz zaman net bir tabloyla karşılaşıyoruz. Hadîs bize çok önemli bir hedefi gösteriyor. O hedef daimî zikir hedefidir. Kalbin tamamen ıslah olmasıdır. Kalbin tamamen tasfiye olmasıdır ve vücudun azalarının hepsinin Allah için görev yapmasıdır.



Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Not: Yalnızca bu blogun üyesi yorum gönderebilir.