14. BASAMAK – 2. SAFHA; MÜRŞİDE ULAŞMA VE TÖVBE
“Her İnsan Hata Eder. Hata
İşleyenlerin En Hayırlıları Tövbe Edenlerdir.”
|
Nebîler
Sultanı Peygamber Efendimiz (S.A.V): “Her
insan hata eder. Hata işleyenlerin en
hayırlıları tövbe edenlerdir.” buyuruyor. (K: Tirmizî, Kiyâme, 49; Ibn Mâce, Zühd, 30).
ü
İnsanlar Niçin Hata Yapar?
Fizik
bedenimiz, nefsimiz ve ruhumuz için bir mekândır. Hata fizik vücut ve
nefsimizden kaynaklanmaktadır. Hadîste geçen “Her insan hata eder.” ifadesi,
nefsimizden kaynaklanan şerr taleplerin fizik vücudun kumandanı akla kabul
ettirilmesini ihata eder. Nefsimiz başlangıç noktasında; Kin ve nefret, küfür,
yalan, haksızlık ve zulüm, hased ve düşmanlık, cehalet, cimrilik, öfke, isyan,
sabırsızlık, kibir ve gurur, hırs ve şehvet, nankörlük, gıybet, zan, iptilâlar,
vefasızlık, mürailik, fitne ve fesat olmak üzere 19 tane afetle mücehhezdir.
Fizik
vücut hastalandığı zaman tedavi istikametinde nasıl doktorlara gidiyorsak,
nefsin de hastalıkları sebebiyle doktora gitmemiz, tedavi olmamız gerekir.
Mevlâna Hazretleri diyor ki: “Allah’ın peygamberleri
doktorlardır, Allah’ın velî kulları, velî mürşidleri de sağlık memurlarıdır.”
Bu doktorlar ve sağlık memurları elbetteki nefsimizin hastalıkları açısından
görevlidirler. Yüce Rabbimizin bizlere miras bıraktığı Kur’ân-ı Kerim’e
baktığımız zaman, Allahû Tealâ Yûnus Suresinin 57. âyet-i kerimesinde buyuruyor
ki:
10/YÛNUS-57: Yâ eyyuhen nâsu kad
câetkum mev'ızatun min rabbikum ve şifâun limâ fîs sudûri ve huden ve rahmetun
lil mu'minîn(mu'minîne).
Ey insanlar! Size, Rabbinizden öğüt (vaaz) ve göğsünüzde olana
(nefsinizin kalbindeki hastalıklara) şifa ve mü’minlere hidayet ve rahmet gelmiştir.
Öyleyse Kur’ân-ı Kerim, Allahû Tealâ’dan,
nefsimizin manevî kalbindeki hastalıklara şifadır. İnsanların hepsi başlangıç
noktasında dalâlette yani Nefs-i Emmare’dedir. Nefs-i Emmare’deki insanın durumuna
baktığımız zaman akıl fizik bedenin kumandanıdır. Şeytanın bizdeki
temsilcisi nefs ve Allah’ın bizdeki temsilcisi ruh kendi istikametlerinde aklı
ikna etmeye çalışırlar. Ruh aklı ikna ederse, fizik vücut hayır işler. Nefs
aklı ikna ederse, fizik vücut şerr işler.
Başlangıç
noktasında genellikle şuurdan yoksun olan aklımız hevasına uymakta, nefse tâbî
olmaktadır. Ama Allahû Tealâ insanı dalâlet standartlarında hayatını tüketsin
diye yaratmamıştır. Aksine onları o dalâlet çukurundan hidayete erdirmek üzere
katından hidayetçiler ve bu hidayetçilerin getirmiş olduğu öğüt mahiyetinde
olan, kalplerdeki hastalıklara şifa olan kutsal kitaplar göndermiştir. İnsanı
huzursuz ve mutsuz eden sadece kendi nefsidir. Allahû Tealâ bütün insanlar için
sadece bir tek şey ister: Âhiret ve dünya saadeti. Ve şeytan da Allah’ın
talebinin tam zıttı istikamette insana âhiret hayatında da, dünyada da cehennemi
yaşattırmak ister. Şeytan negatif etkisiyle devamlı nefsimize tesir eder ve
nefsimizi o başlangıç konumundan çok daha aşağılara esfel-i sâfilîne götürmeye
çalışır. Allahû Tealâ Tîn Suresinin 4 ve 5. âyet-i kerimelerinde şöyle
buyurmaktadır:
95/TÎN-4: Lekad halaknel insâne fî
ahseni takvîm(takvîmin).
Andolsun ki Biz, insanı (nefsini), ahseni takvim içinde (nefs tezkiyesi
ve tasfiyesi yaparak en güzele ulaşabilecek özellikte) yarattık.
95/TÎN-5: Summe redednâhu esfele
sâfîlîn(sâfîlîne).
Sonra onu, esfeli sâfilîne (en sefil hale, nefsinin
karanlıklarına) iade ettik (çevirdik).
Allahû Tealâ nefsimizi bir takvim, bir zaman
dilimi içerisinde ahsene ulaşabilecek muhtevada yaratmıştır.
Ama şeytan da Allah’ın ahsene ulaştırmak istediği nefsi, kendisi ile birlikte
esfeli sâfilîne götürmek niyetindedir. O zaman insanoğlu Allah’ın kendisine
verdiği serbest iradeyle ya düşmanı olan şeytandan yana tavır alarak şeytanla
birlikte esfeli sâfilîne doğru gidecektir veya Allahû Tealâ’nın emrine uyarak,
nefsini tezkiye ve tasfiye etmek suretiyle nefsini ahsen kılacaktır.
İnsanoğlunun önünde iki tane yol, alternatif veya seçim vardır. Bu seçimlerden
bir tanesini yapmakla mükelleftir. Hadîste geçen “Hata işleyenlerin en hayırlıları tövbe edenlerdir.” ifadesindeki
kişiler seçimlerini doğru istikamette yapanlardır.
7/A'RÂF-172: Ve iz ehaze rabbuke min
benî âdeme min zuhûrihim zurriyyetehum ve eşhedehum alâ enfusihim, e lestu
birabbikum, kâlû belâ, şehidnâ, en tekûlû yevmel kıyâmeti innâ kunnâ an hâzâ
gâfilîn(gâfilîne).
Ve kıyâmet günü, gerçekten biz bundan gâfildik (gâfilleriz)
dersiniz diye (dememeniz için), senin Rabbin, Âdemoğullarının sırtlarından
onların zürriyetlerini aldığı zaman onları, nefsleri üzerine şahit tuttu.
(Allahû Tealâ şöyle buyurdu): “Ben, sizin Rabbiniz değil miyim?” Dediler ki:
“Evet, (Sen, bizim Rabbimizsin), biz şahit olduk.”
Allahû
Tealâ, ruhumuz açısından sahibimizdir, fizik vücut açısından emir merciidir ve
nefsimiz açısından da nefsimiz için terbiyecidir, tezkiye ve tasfiye edicidir.
Allahû Tealâ kâlu belâ günü insanlara soruyor: “Ben sizin Rabbiniz değil
miyim?”. Hepimiz “kâlû belâ: evet.” diyoruz. Ama yeryüzü hayatına indiğimiz
zaman “kâlû belâ” diyen insanlar o sözü sanki unutuyorlar.
17/İSRÂ-48: Unzur keyfe darabû lekel
emsâle fe dallû fe lâ yestetîûne sebîlâ(sebîlen).
Bak, senin için nasıl misâller getirdiler (sana büyülenmiş,
mecnun, deli, şair dediler) ve böylece dalâlette kaldılar. Artık yola (Sıratı
Mustakîm’e) ulaşmaya güçleri yetmez.
Kişi
Allahû Tealâ’yı unutuyor ve kendisi nefsini tezkiye etmeye kalkıyor.
53/NECM-32: Ellezîne yectenibûne
kebâirel ismi vel fevâhışe illellemem(lememe), inne rabbeke vâsiul
magfireh(magfireti), huve a’lemu bikum iz enşeekum minel ardı ve iz entum e
cinnetun fî butûni ummehâtikum, fe lâ tuzekkû enfusekum, huve a’lemu bi
menittekâ.
Onlar ki, küçük günahlar hariç, büyük günahlardan ve fuhuştan
içtinap ederler (sakınırlar). Muhakkak ki Rabbin, mağfireti geniş olandır. O,
sizi daha iyi bilendir. O, sizi topraktan yaratmıştı. Ve siz, annelerinizin karnında
cenin idiniz. Öyleyse nefslerinizi temize çıkarmayın (nefslerinizi
tezkiye ettiğinizi iddia etmeyin). O (Allah), kimin takva sahibi olduğunu daha
iyi bilendir.
ü
İnsanı Kurtuluşa Ulaştıran Tövbe Hangisidir?
Nefsin
dünya hayatında envai çeşit istekleri vardır. Nefs her şeye talep
sahibidir. Ama ruhun bir tek talebi vardır ki, o da geldiği
yere Allahû Tealâ’ya dönebilmektir. Kişi ruhun talebine uyduğu takdirde yani
Allah’a ulaşmayı dilediği takdirde, Allahû Tealâ onu, nefsini tezkiye etmesi
için mutlaka mürşidine ulaştırır. Hadîs-i şerifte bahsi geçen tövbe hangi
tövbedir? Bu tövbe mürşid önünde yapılan tövbedir. Çünkü Allah’a ulaşmayı
dilemeyenlerin yaptığı tövbeler, devamlı iblis tarafından başka bir tövbeye
götürülür. Kişinin yaptığı hataların hepsi nefsin manevî kalbindeki afetlerden
kaynaklanır. Ve kişi nefs tezkiyesine başlamadığı takdirde günbegün her olayla
kalbi kararır, sertleşir. O halde kişinin tövbesinin kabulü için ne yapması
gerekir? O kişinin kendisine günahları işlettiren, nefsini, tezkiye ve tasfiye
etmesi için mürşid önünde tövbe etmesi gerekir.
4/NİSÂ-64: Ve mâ erselnâ min
resûlin illâ li yutâa bi iznillâh(iznillâhi), ve lev ennehum iz zalemû
enfusehum câûke festagferûllâhe vestagfere lehumur resûlu le vecedûllâhe
tevvâben rahîmâ(rahîmen).
Ve Biz, (hiç) bir resûlü, Allah’ın izniyle
kendilerine itaat edilmesinden başka birşey için göndermedik. Ve onlar
nefslerine zulmettikleri zaman, eğer sana gelselerdi, böylece Allah’tan
mağfiret dileselerdi ve Resûl de onlar için mağfiret dileseydi, mutlaka Allah’ı,
(iki tarafın da) tövbelerini (onların tövbesini ve Resûl’ün mağfiret talebini)
kabul eden ve rahmet edici olarak bulurlardı.
Başlangıç
noktasında hiç kimsede engel yoktur. Akil ve baliğ olan herkese hidayetçiler
hidayeti tebliğ ederler. Tebliğe muhatap olan kişi, serbest iradesiyle kalben
ulaşmayı dilediyse, Allahû Tealâ ona peş peşe furkanlar verir. Kişi tebliğe
muhatap olup da dilemedi, ilgisiz kaldıysa Allahû Tealâ o kişinin hassalarına
engeller koyar. Eğer tebliğciyi, yalanlarsa uzuvlarına engeller koyar. Ruhun
dünya hayatında Allah’a ulaşmasına mâni olursa, yeryüzünde fesat çıkarırsa tebliğciye
isyan bayrağını açarsa, o zaman da Allah o kişinin kalbini tab eder. Tamamen
kişinin kalbî talebine bağlı olarak Allahû Tealâ o kişi üzerinde gerekli işlemleri
vücuda getirmektedir. İnsanlara baktığımız zaman bir kısmı şeytan tarafından
kötümser bir halin içerisine konularak Allah’tan uzaklaştırılmaktadır.
39/ZUMER-53: Kul yâ ıbâdiyellezîne
esrefû alâ enfusihim lâ taknetû min rahmetillâh(rahmetillâhi), innallâhe
yagfiruz zunûbe cemîâ(cemîan), innehu huvel gafûrur rahîm(rahîmu).
De ki: "Ey nefsleri üzerine israf yüklemiş (haddi aşmış)
kullarım! Allah’ın rahmetinden ümit kesmeyin. Muhakkak ki Allah,
günahların üzerine hepsini mağfiret eder (sevaba çevirir). O, muhakkak ki O;
Gafûr’dur (mağfiret eden), Rahîm’dir (rahmet nuru gönderen)."
39/ZUMER-54: Ve enîbû ilâ rabbikum ve
eslimû lehu min kabli en ye’tiyekumul azâbu summe lâ tunsarûn(tunsarûne).
Ve Rabbinize
(Allah’a) yönelin (ruhunuzu Allah’a ulaştırmayı dileyin)! Ve size azap
gelmeden önce O’na (Allah’a) teslim olun (ruhunuzu, vechinizi, nefsinizi,
iradenizi Allah’a teslim edin). (Yoksa) sonra yardım olunmazsınız.
Nebîler
Sultanı Peygamber Efendimiz (S.A.V) amcasını şehid ettiren Vahşi’ye devamlı
mektup yazarak İslâm’la şereflenmesi için tebliğ etmiştir.
Vahşi, hem şirk içinde putlara tapan birisidir, hem de Peygamber Efendimiz
(S.A.V)’in en yakınını öldürmüş, şehit etmiştir. Bu açıdan büyük bir ümitsizlik
içerisinde artık kurtuluşunun mümkün olmadığını düşünmektedir. Her seferinde daveti reddederken, Resûllullah
(S.A.V) ona, Nisâ Suresinin 48. âyet-i kerimesiyle hitap etmiştir.
4/NİSÂ-48: İnnallâhe lâ yagfiru en
yuşreke bihî ve yagfiru mâ dûne zâlike li men yeşâu ve men yuşrik billâhi fe
kadifterâ ismen azîmâ(azîmen).
Muhakkak ki Allah, O'na
şirk koşulmasını bağışlamaz. Bunun dışındaki şeyleri dilediği kimse için
bağışlar. Ve kim Allah'a şirk koşarsa, o takdirde büyük bir günah işleyerek
iftira etmiştir.
25/FURKÂN-70: İllâ men tâbe ve âmene
ve amile amelen sâlihan fe ulâike yubeddilullâhu seyyiâtihim
hasenât(hasenâtin), ve kânallâhu gafûren rahîmâ(rahîmen).
Ancak kim (mürşidi
önünde) tövbe eder (böylece kalbine îmân yazılıp, îmânı artan) mü’min olur ve
sâlih amel (nefs tezkiyesi) yaparsa, o takdirde işte onların, Allah
seyyiatlerini (günahlarını) hasenata (sevaba) çevirir. Ve Allah, Gafur’dur
(günahları sevaba çevirendir), Rahîm’dir (rahmet gönderendir).
Vahşi,
Zumer Suresinin 53. âyet-i kerimesi kendisine okunduğu zaman “Tamam, ben şimdi
kesinlikle tâbî olacağım.” demiştir. Zumer-53 ile
Zumer-54 arasındaki illiyet rabıtasına göre, kişinin Allah’a ulaşmayı dilemesi
halinde evvelâ günahlarının örtülmesi, Furkan Suresi 70. âyet-i kerimesine göre
ise mürşid önünde tövbe etmesi halinde günahların
sevaba çevrilmesi ve îmânı artan mü’min olması gerçekleşecektir.
Öyleyse o kişi kalben
Allah’a ulaşmayı dileği takdirde Allahû Tealâ Enfal Suresi 29. âyet-i
kerimesine göre bütün günahlarını örter ve geriye kalan sadece sevaplarıdır. Ve böylece o kişi bir tek dilekle Mu’minûn
Suresinin 102. ayeti kerimesine göre felâha ulaşanlardan, cennete gideceklerden
birisi olur.
23/MU'MİNÛN-102: Fe men sekulet
mevâzînuhu fe ulâike humul muflihûn(muflihûne).
O zaman kimin mizanı (sevap tartıları) ağır gelirse işte onlar,
felâha erenlerdir.
Allahû
Tealâ, Allah’a ulaşmayı dileyen kişiye 1. kat cennetini verir. Daha sonra
Allahû Tealâ 7 furkanı vererek ilk 7 basamakta fizik vücudu diriltir. Daha
sonra da nefsi diriltir. Nefsin manevî kalbine hidayetle ulaşır. O kalbi
şeytana dönükken Kendisine çevirir. Sonra Allahû Tealâ fizik vücudun göğsünü
yarar, teslimlere açar yani rahmet yolunu açar. Ve kişi zikretmeye başladığı an
Allahû Tealâ o zikirle katından salâvât taşıyıcısıyla rahmeti o kişinin göğsüne
ve oradan da kalbine ulaştırır. Böylece o kişi nurun sahibi olur.
Nebîler
Sultanı Peygamber Efendimiz (S.A.V)’e sahâbe soruyor: “Göğsün genişlemesi ne demektir?” “Göğsün şerh edilmesidir.” buyuruyor.
Göğsün şerh edilmesi; o kişinin Allah’tan bir nur üzere olması demektir. Bu nur
kişiyi huşû sahibi kılar. Bakara Suresinin 45. âyet-i kerimesinde, huşû
sahiplerinin hacet namazı ile mürşidlerini Allah’tan talep etmeleri halinde,
mutlaka onlara mürşid göstereceğini Allahû Tealâ garanti etmektedir.
2/BAKARA-45: Vesteînû bis sabri ves
salât(sâlâti), ve innehâ le kebîretun illâ alel hâşiîn(hâşiîne).
(Allah’tan) sabırla ve namazla istiane (yardım) isteyin. Ve muhakkak
ki o (hacet namazı ile Allah’a ulaştıracak mürşidini sormak), huşû sahibi olanlardan
başkasına elbette ağır gelir.
ü
Mağfiret Nedir?
Allahû
Tealâ’nın gösterdiği mürşide kişi Furkân Suresinin 70. âyet-i kerimesine göre
tâbî olup, tövbe ederse o güne kadar işlemiş olduğu bütün günahları Allahû
Tealâ tarafından sevaba çevrilir. Hadîs-i şerifimize tekrar
dönecek olursak, insanlar hata işler ama en hayırlıları tövbe edenlerdir. Çünkü
Allahû Tealâ, mürşid önünde veya devrin imamı önünde tövbe eden kişinin
günahlarını örtmekle kalmaz, o kişiye mağfiret de eder. Yani günahlarını sevaba
çevirir. Mürşid önünde tövbe eden kişi, sıfır günahın sahibidir. Sıfır günahın
sahibi ama işlemiş olduğu bütün günahların sevaba çevrilmesiyle birlikte,
akîl-bâliğ olduğu noktadan o güne kadar işlemiş olduğu bütün
amellerin karşılığındaki sevapların sahibidir. O zaman hadîs-i şerifte bahsedilen
tövbenin mürşid önünde olduğunu net olarak anlıyoruz.
ü
Şefaat Nedir?
Allahû
Tealâ, mürşide tâbî olup tövbe eden kişinin Allah’tan mağfiret talebini kabul
eder, bir de devrin imamının o kişi için mağfiret talebini kabul eder. İki tane
af, mağfireti vücuda getirir ki; bu o kişi için günahların sevaba
çevrilmesidir. Bunun bir başka adı var mıdır? Elbette. Tövbe
eden kişiyle devrin imamı arasındaki bu olay şefaattir.
4/NİSÂ-64: Ve mâ erselnâ min resûlin
illâ li yutâa bi iznillâh(iznillâhi), ve lev ennehum iz zalemû enfusehum câûke
festagferûllâhe vestagfere lehumur resûlu le vecedûllâhe tevvâben
rahîmâ(rahîmen).
Ve Biz, (hiç) bir resûlü, Allah’ın izniyle kendilerine itaat
edilmesinden başka birşey için göndermedik. Ve onlar nefslerine zulmettikleri
zaman, eğer sana gelselerdi, böylece Allah’tan mağfiret dileselerdi ve Resûl de
onlar için mağfiret dileseydi, mutlaka Allah’ı, (iki tarafın da) tövbelerini
(onların tövbesini ve Resûl’ün mağfiret talebini) kabul eden ve rahmet edici
olarak bulurlardı.
Allahû
Tealâ’nın ne kadar peygamberi varsa hepsi kavimlerini mağfirete çağırmışlardır.
11/HÛD-3: Ve enistagfirû rabbekum
summe tûbû ileyhi yumetti’kum metâan hasenen ilâ ecelin musemmen ve yu’ti kulle
zî fadlin fadleh(fadlehu), ve in tevellev fe innî ehâfu aleykum azâbe yevmin kebîr(kebîrin).
Ve Rabbinizden mağfiret istemeniz, sonra O’na tövbe
etmeniz, belirlenmiş bir zamana kadar sizi güzel bir meta ile
metalandırması (geçindirmesi) ve her fazl sahibine, fazlını vermesi içindir. Ve
eğer (geri) dönerseniz o zaman ben, büyük günün azabının sizin üzerinize
olmasından korkarım.
11/HÛD-52: Ve yâ kavmistagfirû
rabbekum summe tûbû ileyhi yursilis semâe aleykum midrâran ve yezidkum kuvveten
ilâ kuvvetikum ve lâ tetevellev mucrimîn(mucrimîne).
Ya kavmim! Rabbinizin mağfiretini isteyin. Sonra O’na tövbe
edin (mürşidin önünde tövbe edip, zikre başlayın). Üzerinize sema(dan) bol
yağmur (bol rahmet) göndersin. Ve sizin kuvvetinizi, kuvvet ile arttırsın. Ve
mücrimler (suçlular) olarak yüz çevirmeyin.
Mağfiret
tövbe ile gerçekleştiğine göre o zaman aslında Allahû Tealâ’nın bütün
peygamberleri, resûlleri kavimlerini tövbeye ve mağfirete davet etmişlerdir.
Öyleyse hadîs-i şerifle âyet-i kerimeler birbiriyle %100 örtüşmektedir.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder
Not: Yalnızca bu blogun üyesi yorum gönderebilir.