NEFS TEZKİYESİ VE TASFİYESİ
32/SECDE-9: Summe sevvâhu ve nefeha fîhi min rûhihî ve ceale
lekumus sem’a vel ebsâre vel ef’ideh(efidete), kalîlen mâ teşkurûn(teşkurûne).
Sonra (Allah), onu dizayn etti ve onun içine (vechin, fizik
vücudun içine) ruhundan üfürdü ve sizler için sem’î (işitme hassası), basar
(görme hassası) ve fuad (idrak etme hassası) kıldı. Ne kadar az
şükrediyorsunuz.
39/ZUMER-54: Ve enîbû ilâ rabbikum ve eslimû lehu min kabli
en ye’tiyekumul azâbu summe lâ tunsarûn(tunsarûne).
Ve Rabbinize (Allah’a) yönelin (ruhunuzu Allah’a ulaştırmayı
dileyin)! Ve size azap gelmeden önce O’na (Allah’a) teslim olun (ruhunuzu,
vechinizi, nefsinizi, iradenizi Allah’a teslim edin). (Yoksa) sonra yardım
olunmazsınız.
57/HADÎD-16: E lem ye’ni lillezîne âmenû en tahşea kulûbuhum
li zikrillâhi ve mâ nezele minel hakkı ve lâ yekûnû kellezîne ûtûl kitâbe min
kablu fe tâle aleyhimul emedu fe kaset kulûbuhum, ve kesîrun minhum
fâsikûn(fâsikûne).
Allah’ın zikri ile ve Hakk’tan inen şeyle (Allah’ın nurları ile),
âmenû olanların (Allah’a ulaşmayı dileyenlerin) kalplerinin huşû duyma zamanı
gelmedi mi? Kendilerine daha önce kitap verilip de böylece üzerinden uzun zaman
geçince, artık (zikri unuttukları için) kalpleri katılaşan kimseler gibi
olmasınlar. Onlardan çoğu fasıklardır.
2/BAKARA-45: Vesteînû bis sabri ves salât(sâlâti), ve innehâ
le kebîretun illâ alel hâşiîn(hâşiîne).
(Allah’tan) sabırla ve namazla istiane (yardım) isteyin. Ve muhakkak
ki o (hacet namazı ile Allah’a ulaştıracak mürşidini sormak), huşû sahibi
olanlardan başkasına elbette ağır gelir.
2/BAKARA-46: Ellezîne yezunnûne ennehum mulâkû rabbihim ve
ennehum ileyhi râciûn(râciûne).
O (huşû sahipleri) ki; onlar, Rab’lerine (dünya hayatında)
muhakkak mülâki olacaklarına ve (sonunda ölümle) O’na döneceklerine yakîn
derecesinde inanırlar.
5/MÂİDE-35: Yâ eyyuhellezîne âmenûttekûllâhe vebtegû ileyhil
vesîlete ve câhidû fî sebîlihî leallekum tuflihûn(tuflihûne).
Ey âmenû olanlar (Allah’a ulaşmayı, teslim olmayı dileyenler);
Allah’a karşı takvâ sahibi olun ve O’na ulaştıracak vesileyi isteyin. Ve O’nun
yolunda cihad edin. Umulur ki böylece siz felâha erersiniz.
25/FURKÂN-70: İllâ men tâbe ve âmene ve amile amelen sâlihan
fe ulâike yubeddilullâhu seyyiâtihim hasenât(hasenâtin), ve kânallâhu gafûren
rahîmâ(rahîmen).
Ancak kim (mürşidi önünde) tövbe eder (böylece kalbine îmân
yazılıp, îmânı artan) mü’min olur ve salih amel (nefs tezkiyesi) yaparsa, o
taktirde işte onların, Allah seyyiatlerini (günahlarını) hasenata (sevaba)
çevirir. Ve Allah, Gafur’dur (günahları sevaba çevirendir), Rahîm’dir (rahmet
gönderendir).
58/MUCÂDELE-22: Lâ tecidu kavmen yu’minûne billâhi vel yevmil
âhıri yuvâddûne men hâddallâhe ve resûlehu ve lev kânû âbâehum ev ebnâehum ev
ihvânehum ev aşîretehum, ulâike ketebe fî kulûbihimul îmâne ve eyyedehum bi
rûhin minhu, ve yudhıluhum cennâtin tecrî min tahtihel enhâru hâlidîne fîhâ,
radıyallâhu anhum ve radû anhu, ulâike hızbullâh(hızbullâhi), e lâ inne
hızballâhi humul muflihûn(muflihûne).
Allah’a ve âhiret gününe (ölmeden önce Allah’a ulaşmaya) îmân eden
bir kavmi, Allah’a ve O’nun Resûl’üne karşı gelenlere muhabbet duyar
bulamazsın. Ve onların babaları, oğulları, kardeşleri veya kendi aşiretleri
olsa bile. İşte onlar ki, (Allah) onların kalplerinin içine îmânı yazdı. Ve
onları, Kendinden bir ruh ile destekledi (orada eğitilmiş olan, devrin imamının
ruhu onların başlarının üzerine yerleşir). Ve onları, altından nehirler akan
cennetlere dahil edecek. Onlar orada ebediyyen kalacak olanlardır. Allah,
onlardan razı oldu. Ve onlar da O’ndan (Allah’tan) razı oldular. İşte onlar,
Allah’ın taraftarlarıdır. Gerçekten Allah’ın taraftarları, onlar, felâha
erenler değil mi?
26/ŞUARÂ-215: Vahfıd cenâhake li menittebeake minel mu’minîn(mu’minîne).
Ve mü’minlerden, sana tâbî olan kimselere kanatlarını ger.
AÇIKLAMA
Bismillâhirrahmânirrahîm
Secde gününde Allahû Tealâ, Âdem (A.S)’ı gösterip: “Şimdi ona can
verdim ve ruhumdan üfürdüm. Şimdi hepiniz ona secde edin” diyor. Bütün melekler,
Âdem (A.S)’a derhal secde ediyorlar. Ama iblis secde etmiyor. Allahû Tealâ da
iblise emrine rağmen onu Âdem (A.S)’a secde etmekten men eden şeyi soruyor.
İblis de diyor ki: “Beni dumansız ateşten yani enerjiden yarattın, onu ise
çamurdan, balçıktan yarattın. Ben ondan üstünüm. Onun önünde secde etmem.”
Allahû Tealâ da diyor ki: “Seni huzurumdan kovuyorum ve sonsuza kadar
cehennemde cezalandıracağım.” İblis: “Yarabbi beni kıyâmet gününe kadar yaşat.
Eğer bana kıyâmet gününe kadar hayat verirsen, ben Âdemoğulları’nın Sıratı
Mustakîmler’i üzerine oturacağım. Önlerinden, arkalarından, sağlarından,
sollarından, onların Sıratı Mustakîm üzerinden sana ulaşmalarına mani olacağım.
pek azı hariç, hepsini kendime tâbî kılacağım.” diyor.
40/MU'MİN-15: Refîud derecâti zul
arş(arşi), yulkır rûha min emrihî alâ men yeşâu min ıbâdihî li yunzire yevmet
telâk(telâkı).
Dereceleri yükselten ve arşın sahibi olan Allah, kullarından
(Kendisine ulaştırmayı) dilediği kişinin (Allah’a ulaşmayı dilediği için
Allah’ın da Kendisine ulaştırmayı dilediği kişinin) üzerine (başının üzerine)
Allah’a ulaşma gününün geldiğini (o kişinin ruhuna) ihtar etmek için, emrinden
(Allah’ın emrini tebliğ edecek) bir ruh (devrin imamının ruhunu) ulaştırır.
Peygamber Efendimiz (S.A.V)’in ruhu her kendisine tâbî olanın başının
üzerinde Allah’ın bir ni’meti olarak mutlaka yer almıştır. Peygamber Efendimiz
(S.A.V)’in ruhu önden arkaya doğru uzanan bir hüviyettedir. Eğer kanatlarını da
gererse, sağdan sola olan kesim de kontrol altına alınmış olur. Bütün
devirlerde, devrin imamının ruhu, Allah’a ulaşmayı dileyip de tâbî olanlar için
bir muhafızdır. Allahû Tealâ, Kaf Suresinin 31 ve 32. âyetlerinde diyor ki:
50/KAF-31: Ve uzlifetil cennetu lil
muttekîne gayre baîdin.
Ve cennet, takva sahipleri için uzak olmayarak yaklaştırıldı.
50/KAF-32: Hâzâ mâ tûadûne li kulli
evvâbin hafîz(hafîzin).
İşte size vaadolunan şey budur (cennettir). Bütün evvab (ruhu
Allah’a ulaşarak sığınmış), ve hafîz olanlar (başlarının üzerine devrin
imamının ruhu ulaşmış olanlar) için.
Ruhunu Allah’a ulaştırıp, bir sığınak (meab) olan Allah’ın Zat’ında
ruhu yok olmuş olanlar, evvab adını alırlar. Başının üzerinde devrin imamının
ruhu gelmiş, muhafaza altına alınmış kişilere Allahû Tealâ “hafîz” demektedir.
12/YÛSUF-53: Ve mâ uberriu nefsî, innen nefse le emmâretun
bis sûı illâ mâ rahime rabbî, inne rabbî gafûrun rahîm(rahîmun).
Ve ben, nefsimi ibra edemem (temize çıkaramam). Çünkü nefs,
mutlaka sui olanı (şerri, kötülüğü) emreder. Rabbimin Rahîm esmasıyla tecelli
ettiği (nefsler) hariç. Muhakkak ki Rabbim, mağfiret edendir (günahları sevaba
çevirendir). Rahîm’dir (rahmet nurunu gönderen ve merhamet edendir).
AÇIKLAMA
Bismillâhirrahmânirrahîm
Doğuşlarından itibaren insanların nefslerinin kalpleri
afetlerle doludur.
Bir insan, Allah’a ulaşmayı
dilemedikçe, nefsinin tezkiye olması, temizlenebilmesi, kurtuluşu hiçbir zaman
mümkün değildir. O insan dünya hayatını yaşadığı halde Allah’a göre ölüdür.
Çünkü gözlerindeki hicab-ı mesture ile baktığı için irşad makamını başka
insanlardan ayıramaz. İrşad makamının söylediklerini kulakları duyar ama
kulaklarında vakra olduğu için anlayamaz, mânâsına varamaz. Kalbinde ekinnet
olduğu için kalbine indirdiği konuları idrak edemez. Bu ekinnet idraki önler.
Ne zaman bir insan Allah’a ulaşmayı dilerse, Allah onun kalbindeki
Allah’a ulaşma talebini işitir, bilir ve görür. Gördüğü anda da bu âyet
gereğince Rahmân esmasıyla o insana tecelliye başlar.
Bu tecelli, o insanı ölüyken diriltir. Kişinin gözlerindeki hicab-ı mestureyi
alır, basar hassasının üzerindeki gışavet isimli perdeyi alır. Kişinin
kulaklarındaki vakrayı kaldırır. Sem’î hassasının mührünü açar. Kişinin
kalbinin fıkıh hassasının mührünü açar. Kalbindeki ekinneti alır, yerine
ihbat koyar. Artık kişi irşad makamına sadece bakmaz, onu görmeye başlar.
Kişinin kulakları irşad makamının irşada dair söylediği şeylerin mânâsını
anlamaya başlar. Ve kişinin kalbindeki idraki önleyen ilâhi bilgisayar
(ekinnet) alınıp, yerine idraki sağlayan başka bir ilâhi bilgisayar (ihbat)
takılınca, kişi kalbiyle idrak etmeye başlar.
Ve böylece gözleri görmeyen, kulakları duymayan ve idrak edemeyen bir
kişi olması hasebiyle ölüyken; Allah’ın Rahîm esmasıyla tecellisi üzerine;
gören, işiten ve idrak eden birisi olur. Böylece kişi ölüyken
diriltilmiştir.
75/KIYÂME-2: Ve lâ uksimu bin nefsil levvâmeh(levvâmeti).
Ve hayır, levvame (kınayan) nefse yemin ederim.
AÇIKLAMA
Bismillâhirrahmânirrahîm
Allah kınayan nefse yemin ediyor. NEFS-İ LEVVAME kişinin yanlış
davranışlarını önlemeye çalıştığı, nefsini kınadığı, suçladığı, ama nefsinin
buna rağmen yanlışların bir kısmını işlemeye devam ettiği, nefs tezkiyesinin
yani arınmasının, temizlenmesinin ve terbiyesinin ikinci devresidir. Birinci
devre kişinin nefsinin emirlerine itaat ettiği Nefs-i Emmare devresidir.
91/ŞEMS-8: Fe elhemehâ fucûrehâ ve takvâhâ.
Sonra ona (nefse) fücurunu ve takvasını ilham etti.
13/RA'D-28: Ellezîne âmenû ve tatmainnu kulûbuhum bi
zikrillâh(zikrillâhi) e lâ bi zikrillâhi tatmainnul kulûb(kulûbu).
Onlar, âmenûdurlar ve kalpleri, Allah’ı zikretmekle mutmain
olmuştur. Kalpler ancak; Allah’ı zikretmekle mutmain olur, öyle değil mi?
AÇIKLAMA
Bismillâhirrahmânirrahîm
Zikir, kalplerin mutmain olması, doyuma ulaşması için tek yoldur. Bu
âyeti kerime bunun en kesin delilini vermektedir. Nesf-i Mutmainne kalbin
nurlanmasının 4. kademesidir.
Bu noktada kişi, Allah’ın kendisine verdiği malı, parayı herşeyi
yeterli bulur. Para ve mal hırsını yenmiştir. Doyuma ulaşmıştır.
89/FECR-27: Yâ eyyetuhen nefsul mutmainneh(mutmainnetu).
Ey mutmain olan nefs!
AÇIKLAMA
Bismillâhirrahmânirrahîm
Ey Allah’a ulaşmayı dilemiş, mürşidine tâbî olmuş ve emmare, levvame,
mülhime kademelerine ulaşmış sonra onları aşarak, mutmain olmuş, yani doyuma
ulaşmış ve nefsinde %30 nur birikimini
sağlamış olan nefs!
89/FECR-28: İrciî ilâ rabbiki râdıyeten
mardıyyeh(mardıyyeten).
Rabbine dön (Allah’tan) razı olarak ve Allah’ın rızasını kazanmış
olarak!
89/FECR-29: Fedhulî fî ibâdî.
(Ey fizik vücut!) O zaman, (nefsini tezkiye ettiğin ve ruhunu
Allah’a ulaştırdığın zaman Bana kul olursun) kullarımın arasına gir.
89/FECR-30: Vedhulî cennetî.
Ve cennetime gir.
AÇIKLAMA
Bismillâhirrahmânirrahîm
Allah’a ulaşmayı dileyen
kişi 1. kat cennete girer.
69/HÂKKA-19: Fe emmâ men ûtiye
kitâbehu bi yemînihî fe yekûlu hâumukreû kitâbiyeh.
O zaman kitabı (hayat filmi) sağından verilen kimse ise o zaman:
“Alınız, kitabımı okuyun.” der. 69/HÂKKA-20: İnnî zanentu ennî
mulâkın hısâbiyeh.
Muhakkak ki ben, hesabıma mülâki olacağımı (hesabımla
karşılaşacağımı) biliyordum.
69/HÂKKA-21: Fe huve fî îşetin râdıyetin.
İşte o razı olduğu bir yaşayış içindedir.
88/GÂŞİYE-8: Vucûhun yevme izin
nâımetun.
İzin günü naîm (güzel ve parlak) yüzler vardır.
88/GÂŞİYE-9: Li sa’yihâ râdiyetun.
(Dünyadaki) sa’yından (çalışmasından) razıdır.
88/GÂŞİYE-10: Fî cennetin âliyetin.
Âli cennettedir.
Mürşidine ulaşıp tâbî
olan kişi 2. kat cennete girer.
18/KEHF-107: İnnellezîne âmenû ve
amilûs sâlihâti kânet lehum cennâtul firdevsi nuzulâ(nuzulen).
Âmenû olanlar (ölmeden önce Allah’a ulaşmayı dileyenler) ve salih
amel (nefs tezkiyesi) yapanlar; onların ikramı, firdevs cennetleridir.
23/MU'MİNÛN-11: Ellezîne yerisûnel
firdevs(firdevse), hum fîhâ hâlidûn(hâlidûne).
Onlar, firdevs cennetine varis olacaklardır. Onlar, orada ebedî
kalacaklardır.
Ruhunu Allah’a ulaştıran
kişi 3. kat cennete girer.
25/FURKÂN-16: Lehum fîhâ mâ yeşâûne
hâlidîn(hâlidîne), kâne alâ rabbike va’den mes’ûlâ(mes’ûlen).
Orada onlar için, diledikleri herşey ebedî olarak vardır. (Bu),
Rabbinin üzerine olan (yüklendiği, aldığı) ve ondan istenen bir vaaddir.
91/ŞEMS-9: Kad efleha men zekkâhâ.
Kim onu (nefsini) tezkiye etmişse felâha (kurtuluşa) ermiştir.
29/ANKEBÛT-45: Utlu
mâ ûhıye ileyke minel kitâbi ve ekımıs salât(salâte), innes salâte tenhâ anil
fahşâi vel munker(munkeri), ve le zikrullâhi ekber(ekberu), vallâhu ya’lemu mâ
tasneûn(tasneûne).
Kitaptan sana vahyedilen
şeyi oku ve salâtı ikâme et (namazı kıl). Muhakkak ki salât (namaz), fuhuştan
ve münkerden nehyeder (men eder). Ve Allah’ı zikretmek mutlaka en büyüktür. Ve
Allah, yaptığınız şeyleri bilir.
73/MUZZEMMİL-8: Vezkurisme rabbike ve tebettel ileyhi
tebtîlâ(tebtîlen).
Ve Rabbinin İsmi'ni zikret ve herşeyden kesilerek O’na ulaş.
33/AHZÂB-41: Yâ eyyuhellezîne âmenûzkûrullâhe zikren
kesîrâ(kesîran).
Ey âmenû olanlar! Allah’ı çok zikirle (günün yarısından fazla)
zikredin.
3/ÂLİ İMRÂN-20: Fe in hâccûke fe kul eslemtu vechiye lillâhi
ve menittebean(menittebeani), ve kul lillezîne ûtûl kitâbe vel ummiyyîne e
eslemtum, fe in eslemû fe kadihtedev, ve in tevellev fe innemâ aleykel
belâg(belâgu), vallâhu basîrun bil ibâd(ibâdi).
Bundan sonra eğer seninle tartışırlarsa o zaman onlara de ki:
"Ben ve bana tâbi olanlar vechimizi (fizik vücudumuzu) Allah'a teslim
ettik. O kitab verilenlere ve ümmîlere: "Siz de vechinizi (fizik
vücudunuzu) (Allah'a) teslim ettiniz mi?" de. Eğer teslim ettilerse, o
taktirde, hidayete ermişlerdir. Ve eğer yüz çevirirlerse, o zaman sana düşen
sadece tebliğdir. Ve Allah, kullarını en iyi görendir.
3/ÂLİ İMRÂN-190: İnne fî halkıs semâvâti vel ardı vahtilâfil
leyli ven nehâri le âyâtin li ulîl elbâb(ulîl elbâbı).
Muhakkak ki, göklerin ve yerin yaratılışında, gece ile gündüzün
ardarda gelişinde, ulûl elbab için elbette âyetler (deliller) vardır.
3/ÂLİ İMRÂN-191: Ellezîne yezkurûnallâhe kıyâmen ve kuûden ve
alâ cunûbihim ve yetefekkerûne fî halkıs semâvâti vel ard(ardı), rabbenâ mâ
halakte hâzâ bâtılâ(bâtılan), subhâneke fekınâ azâben nâr(nârı).
Onlar (ulûl elbab, lüblerin, Allah'ın sır hazinelerinin
sahipleri), ayaktayken, otururken, yan üstü yatarken (daima ) Allah'ı
zikrederler. Ve göklerin ve yerin yaratılışı hakkında tefekkür ederler (ve
derler ki): "Ey Rabbimiz! Sen bunları bâtıl olarak (boşuna ) yaratmadın.
Sen Subhan'sın, artık bizi ateşin azabından koru.
4/NİSÂ-103: Fe izâ kadaytumus salâte fezkurûllâhe kıyâmen ve
kuûden ve alâ cunûbikum, fe izatma’nentum fe ekîmus salât(salâte), innes salâte
kânet alel mu’minîne kitâben mevkûtâ(mevkûten).
Böylece namazı bitirdiğiniz zaman, artık ayaktayken, otururken ve
yan üstü iken (yatarken), (devamlı) Allah'ı zikredin! Daha sonra güvenliğe
kavuştuğunuz zaman, namazı erkânıyla kılın. Muhakkak ki namaz, mü'minlerin
üzerine, “vakitleri belirlenmiş bir farz “ olmuştur.
98/BEYYİNE-5: Ve mâ umirû illâ li ya'budûllâhe muhlisîne
lehud dîne hunefâe ve yukîmûs salâte ve yu'tûz zekâte ve zâlike dînul
kayyimeh(kayyimeti).
Ve onlar, Allah için hanifler olarak dînde halis kullar olmaktan
(nefslerini halis kılmaktan) ve namazı ikame etmekten ve zekâtı vermekten başka
bir şeyle emrolunmadılar. İşte kayyum dîn (kıyâmete kadar devam edecek dîn)
budur.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder
Not: Yalnızca bu blogun üyesi yorum gönderebilir.