31 Mayıs 2016 Salı

NEFS TEZKİYESİ VE TASFİYESİ

NEFS TEZKİYESİ VE TASFİYESİ

32/SECDE-9: Summe sevvâhu ve nefeha fîhi min rûhihî ve ceale lekumus sem’a vel ebsâre vel ef’ideh(efidete), kalîlen mâ teşkurûn(teşkurûne).
Sonra (Allah), onu dizayn etti ve onun içine (vechin, fizik vücudun içine) ruhundan üfürdü ve sizler için sem’î (işitme hassası), basar (görme hassası) ve fuad (idrak etme hassası) kıldı. Ne kadar az şükrediyorsunuz.

39/ZUMER-54: Ve enîbû ilâ rabbikum ve eslimû lehu min kabli en ye’tiyekumul azâbu summe lâ tunsarûn(tunsarûne).
Ve Rabbinize (Allah’a) yönelin (ruhunuzu Allah’a ulaştırmayı dileyin)! Ve size azap gelmeden önce O’na (Allah’a) teslim olun (ruhunuzu, vechinizi, nefsinizi, iradenizi Allah’a teslim edin). (Yoksa) sonra yardım olunmazsınız.

57/HADÎD-16: E lem ye’ni lillezîne âmenû en tahşea kulûbuhum li zikrillâhi ve mâ nezele minel hakkı ve lâ yekûnû kellezîne ûtûl kitâbe min kablu fe tâle aleyhimul emedu fe kaset kulûbuhum, ve kesîrun minhum fâsikûn(fâsikûne).
Allah’ın zikri ile ve Hakk’tan inen şeyle (Allah’ın nurları ile), âmenû olanların (Allah’a ulaşmayı dileyenlerin) kalplerinin huşû duyma zamanı gelmedi mi? Kendilerine daha önce kitap verilip de böylece üzerinden uzun zaman geçince, artık (zikri unuttukları için) kalpleri katılaşan kimseler gibi olmasınlar. Onlardan çoğu fasıklardır.

2/BAKARA-45: Vesteînû bis sabri ves salât(sâlâti), ve innehâ le kebîretun illâ alel hâşiîn(hâşiîne).
(Allah’tan) sabırla ve namazla istiane (yardım) isteyin. Ve muhakkak ki o (hacet namazı ile Allah’a ulaştıracak mürşidini sormak), huşû sahibi olanlardan başkasına elbette ağır gelir.

2/BAKARA-46: Ellezîne yezunnûne ennehum mulâkû rabbihim ve ennehum ileyhi râciûn(râciûne).
O (huşû sahipleri) ki; onlar, Rab’lerine (dünya hayatında) muhakkak mülâki olacaklarına ve (sonunda ölümle) O’na döneceklerine yakîn derecesinde inanırlar.

5/MÂİDE-35: Yâ eyyuhellezîne âmenûttekûllâhe vebtegû ileyhil vesîlete ve câhidû fî sebîlihî leallekum tuflihûn(tuflihûne).
Ey âmenû olanlar (Allah’a ulaşmayı, teslim olmayı dileyenler); Allah’a karşı takvâ sahibi olun ve O’na ulaştıracak vesileyi isteyin. Ve O’nun yolunda cihad edin. Umulur ki böylece siz felâha erersiniz.

25/FURKÂN-70: İllâ men tâbe ve âmene ve amile amelen sâlihan fe ulâike yubeddilullâhu seyyiâtihim hasenât(hasenâtin), ve kânallâhu gafûren rahîmâ(rahîmen).
Ancak kim (mürşidi önünde) tövbe eder (böylece kalbine îmân yazılıp, îmânı artan) mü’min olur ve salih amel (nefs tezkiyesi) yaparsa, o taktirde işte onların, Allah seyyiatlerini (günahlarını) hasenata (sevaba) çevirir. Ve Allah, Gafur’dur (günahları sevaba çevirendir), Rahîm’dir (rahmet gönderendir).

58/MUCÂDELE-22: Lâ tecidu kavmen yu’minûne billâhi vel yevmil âhıri yuvâddûne men hâddallâhe ve resûlehu ve lev kânû âbâehum ev ebnâehum ev ihvânehum ev aşîretehum, ulâike ketebe fî kulûbihimul îmâne ve eyyedehum bi rûhin minhu, ve yudhıluhum cennâtin tecrî min tahtihel enhâru hâlidîne fîhâ, radıyallâhu anhum ve radû anhu, ulâike hızbullâh(hızbullâhi), e lâ inne hızballâhi humul muflihûn(muflihûne).
Allah’a ve âhiret gününe (ölmeden önce Allah’a ulaşmaya) îmân eden bir kavmi, Allah’a ve O’nun Resûl’üne karşı gelenlere muhabbet duyar bulamazsın. Ve onların babaları, oğulları, kardeşleri veya kendi aşiretleri olsa bile. İşte onlar ki, (Allah) onların kalplerinin içine îmânı yazdı. Ve onları, Kendinden bir ruh ile destekledi (orada eğitilmiş olan, devrin imamının ruhu onların başlarının üzerine yerleşir). Ve onları, altından nehirler akan cennetlere dahil edecek. Onlar orada ebediyyen kalacak olanlardır. Allah, onlardan razı oldu. Ve onlar da O’ndan (Allah’tan) razı oldular. İşte onlar, Allah’ın taraftarlarıdır. Gerçekten Allah’ın taraftarları, onlar, felâha erenler değil mi?

26/ŞUARÂ-215: Vahfıd cenâhake li menittebeake minel mu’minîn(mu’minîne).
Ve mü’minlerden, sana tâbî olan kimselere kanatlarını ger.
AÇIKLAMA
Bismillâhirrahmânirrahîm 
Secde gününde Allahû Tealâ, Âdem (A.S)’ı gösterip: “Şimdi ona can verdim ve ruhumdan üfürdüm. Şimdi hepiniz ona secde edin” diyor. Bütün melekler, Âdem (A.S)’a derhal secde ediyorlar. Ama iblis secde etmiyor. Allahû Tealâ da iblise emrine rağmen onu Âdem (A.S)’a secde etmekten men eden şeyi soruyor. İblis de diyor ki: “Beni dumansız ateşten yani enerjiden yarattın, onu ise çamurdan, balçıktan yarattın. Ben ondan üstünüm. Onun önünde secde etmem.” Allahû Tealâ da diyor ki: “Seni huzurumdan kovuyorum ve sonsuza kadar cehennemde cezalandıracağım.” İblis: “Yarabbi beni kıyâmet gününe kadar yaşat. Eğer bana kıyâmet gününe kadar hayat verirsen, ben Âdemoğulları’nın Sıratı Mustakîmler’i üzerine oturacağım. Önlerinden, arkalarından, sağlarından, sollarından, onların Sıratı Mustakîm üzerinden sana ulaşmalarına mani olacağım. pek azı hariç, hepsini kendime tâbî kılacağım.” diyor.

40/MU'MİN-15: Refîud derecâti zul arş(arşi), yulkır rûha min emrihî alâ men yeşâu min ıbâdihî li yunzire yevmet telâk(telâkı).
Dereceleri yükselten ve arşın sahibi olan Allah, kullarından (Kendisine ulaştırmayı) dilediği kişinin (Allah’a ulaşmayı dilediği için Allah’ın da Kendisine ulaştırmayı dilediği kişinin) üzerine (başının üzerine) Allah’a ulaşma gününün geldiğini (o kişinin ruhuna) ihtar etmek için, emrinden (Allah’ın emrini tebliğ edecek) bir ruh (devrin imamının ruhunu) ulaştırır.

Peygamber Efendimiz (S.A.V)’in ruhu her kendisine tâbî olanın başının üzerinde Allah’ın bir ni’meti olarak mutlaka yer almıştır. Peygamber Efendimiz (S.A.V)’in ruhu önden arkaya doğru uzanan bir hüviyettedir. Eğer kanatlarını da gererse, sağdan sola olan kesim de kontrol altına alınmış olur. Bütün devirlerde, devrin imamının ruhu, Allah’a ulaşmayı dileyip de tâbî olanlar için bir muhafızdır. Allahû Tealâ, Kaf Suresinin 31 ve 32. âyetlerinde diyor ki:

50/KAF-31: Ve uzlifetil cennetu lil muttekîne gayre baîdin.
Ve cennet, takva sahipleri için uzak olmayarak yaklaştırıldı.
50/KAF-32: Hâzâ mâ tûadûne li kulli evvâbin hafîz(hafîzin).
İşte size vaadolunan şey budur (cennettir). Bütün evvab (ruhu Allah’a ulaşarak sığınmış), ve hafîz olanlar (başlarının üzerine devrin imamının ruhu ulaşmış olanlar) için.

Ruhunu Allah’a ulaştırıp, bir sığınak (meab) olan Allah’ın Zat’ında ruhu yok olmuş olanlar, evvab adını alırlar. Başının üzerinde devrin imamının ruhu gelmiş, muhafaza altına alınmış kişilere Allahû Tealâ “hafîz” demektedir.

12/YÛSUF-53: Ve mâ uberriu nefsî, innen nefse le emmâretun bis sûı illâ mâ rahime rabbî, inne rabbî gafûrun rahîm(rahîmun).
Ve ben, nefsimi ibra edemem (temize çıkaramam). Çünkü nefs, mutlaka sui olanı (şerri, kötülüğü) emreder. Rabbimin Rahîm esmasıyla tecelli ettiği (nefsler) hariç. Muhakkak ki Rabbim, mağfiret edendir (günahları sevaba çevirendir). Rahîm’dir (rahmet nurunu gönderen ve merhamet edendir).
AÇIKLAMA
Bismillâhirrahmânirrahîm
            Doğuşlarından itibaren insanların nefslerinin kalpleri afetlerle doludur.
Bir insan, Allah’a ulaşmayı dilemedikçe, nefsinin tezkiye olması, temizlenebilmesi, kurtuluşu hiçbir zaman mümkün değildir. O insan dünya hayatını yaşadığı halde Allah’a göre ölüdür. Çünkü gözlerindeki hicab-ı mesture ile baktığı için irşad makamını başka insanlardan ayıramaz. İrşad makamının söylediklerini kulakları duyar ama kulaklarında vakra olduğu için anlayamaz, mânâsına varamaz. Kalbinde ekinnet olduğu için kalbine indirdiği konuları idrak edemez. Bu ekinnet idraki önler.
Ne zaman bir insan Allah’a ulaşmayı dilerse, Allah onun kalbindeki Allah’a ulaşma talebini işitir, bilir ve görür. Gördüğü anda da bu âyet gereğince Rahmân esmasıyla o insana tecelliye başlar. Bu tecelli, o insanı ölüyken diriltir. Kişinin gözlerindeki hicab-ı mestureyi alır, basar hassasının üzerindeki gışavet isimli perdeyi alır. Kişinin kulaklarındaki vakrayı kaldırır. Sem’î hassasının mührünü açar. Kişinin kalbinin fıkıh hassasının mührünü açar. Kalbindeki ekinneti alır, yerine ihbat koyar. Artık kişi irşad makamına sadece bakmaz, onu görmeye başlar. Kişinin kulakları irşad makamının irşada dair söylediği şeylerin mânâsını anlamaya başlar. Ve kişinin kalbindeki idraki önleyen ilâhi bilgisayar (ekinnet) alınıp, yerine idraki sağlayan başka bir ilâhi bilgisayar (ihbat) takılınca, kişi kalbiyle idrak etmeye başlar.
Ve böylece gözleri görmeyen, kulakları duymayan ve idrak edemeyen bir kişi olması hasebiyle ölüyken; Allah’ın Rahîm esmasıyla tecellisi üzerine; gören, işiten ve idrak eden birisi olur. Böylece kişi ölüyken diriltilmiştir.  

75/KIYÂME-2: Ve lâ uksimu bin nefsil levvâmeh(levvâmeti).
Ve hayır, levvame (kınayan) nefse yemin ederim.
AÇIKLAMA
Bismillâhirrahmânirrahîm
Allah kınayan nefse yemin ediyor. NEFS-İ LEVVAME kişinin yanlış davranışlarını önlemeye çalıştığı, nefsini kınadığı, suçladığı, ama nefsinin buna rağmen yanlışların bir kısmını işlemeye devam ettiği, nefs tezkiyesinin yani arınmasının, temizlenmesinin ve terbiyesinin ikinci devresidir. Birinci devre kişinin nefsinin emirlerine itaat ettiği Nefs-i Emmare devresidir.

91/ŞEMS-8: Fe elhemehâ fucûrehâ ve takvâhâ.
Sonra ona (nefse) fücurunu ve takvasını ilham etti.

13/RA'D-28: Ellezîne âmenû ve tatmainnu kulûbuhum bi zikrillâh(zikrillâhi) e lâ bi zikrillâhi tatmainnul kulûb(kulûbu).
Onlar, âmenûdurlar ve kalpleri, Allah’ı zikretmekle mutmain olmuştur. Kalpler ancak; Allah’ı zikretmekle mutmain olur, öyle değil mi?
AÇIKLAMA
Bismillâhirrahmânirrahîm
Zikir, kalplerin mutmain olması, doyuma ulaşması için tek yoldur. Bu âyeti kerime bunun en kesin delilini vermektedir. Nesf-i Mutmainne kalbin nurlanmasının 4. kademesidir.
Bu noktada kişi, Allah’ın kendisine verdiği malı, parayı herşeyi yeterli bulur. Para ve mal hırsını yenmiştir. Doyuma ulaşmıştır.

89/FECR-27: Yâ eyyetuhen nefsul mutmainneh(mutmainnetu).
Ey mutmain olan nefs!
AÇIKLAMA
Bismillâhirrahmânirrahîm
Ey Allah’a ulaşmayı dilemiş, mürşidine tâbî olmuş ve emmare, levvame, mülhime kademelerine ulaşmış sonra onları aşarak, mutmain olmuş, yani doyuma ulaşmış ve nefsinde %30 nur birikimini sağlamış olan nefs!

89/FECR-28: İrciî ilâ rabbiki râdıyeten mardıyyeh(mardıyyeten).
Rabbine dön (Allah’tan) razı olarak ve Allah’ın rızasını kazanmış olarak!

89/FECR-29: Fedhulî fî ibâdî.
(Ey fizik vücut!) O zaman, (nefsini tezkiye ettiğin ve ruhunu Allah’a ulaştırdığın zaman Bana kul olursun) kullarımın arasına gir.

89/FECR-30: Vedhulî cennetî.
Ve cennetime gir.
AÇIKLAMA
Bismillâhirrahmânirrahîm
Allah’a ulaşmayı dileyen kişi 1. kat cennete girer.

69/HÂKKA-19: Fe emmâ men ûtiye kitâbehu bi yemînihî fe yekûlu hâumukreû kitâbiyeh.
O zaman kitabı (hayat filmi) sağından verilen kimse ise o zaman: “Alınız, kitabımı okuyun.” der. 69/HÂKKA-20: İnnî zanentu ennî mulâkın hısâbiyeh.
Muhakkak ki ben, hesabıma mülâki olacağımı (hesabımla karşılaşacağımı) biliyordum.
69/HÂKKA-21: Fe huve fî îşetin râdıyetin.
İşte o razı olduğu bir yaşayış içindedir.

88/GÂŞİYE-8: Vucûhun yevme izin nâımetun.
İzin günü naîm (güzel ve parlak) yüzler vardır.
88/GÂŞİYE-9: Li sa’yihâ râdiyetun.
(Dünyadaki) sa’yından (çalışmasından) razıdır.
88/GÂŞİYE-10: Fî cennetin âliyetin.
Âli cennettedir.

Mürşidine ulaşıp tâbî olan kişi 2. kat cennete girer.

18/KEHF-107: İnnellezîne âmenû ve amilûs sâlihâti kânet lehum cennâtul firdevsi nuzulâ(nuzulen).
Âmenû olanlar (ölmeden önce Allah’a ulaşmayı dileyenler) ve salih amel (nefs tezkiyesi) yapanlar; onların ikramı, firdevs cennetleridir.

23/MU'MİNÛN-11: Ellezîne yerisûnel firdevs(firdevse), hum fîhâ hâlidûn(hâlidûne).
Onlar, firdevs cennetine varis olacaklardır. Onlar, orada ebedî kalacaklardır.

Ruhunu Allah’a ulaştıran kişi 3. kat cennete girer.

25/FURKÂN-16: Lehum fîhâ mâ yeşâûne hâlidîn(hâlidîne), kâne alâ rabbike va’den mes’ûlâ(mes’ûlen).
Orada onlar için, diledikleri herşey ebedî olarak vardır. (Bu), Rabbinin üzerine olan (yüklendiği, aldığı) ve ondan istenen bir vaaddir.

91/ŞEMS-9: Kad efleha men zekkâhâ.
Kim onu (nefsini) tezkiye etmişse felâha (kurtuluşa) ermiştir.

29/ANKEBÛT-45: Utlu mâ ûhıye ileyke minel kitâbi ve ekımıs salât(salâte), innes salâte tenhâ anil fahşâi vel munker(munkeri), ve le zikrullâhi ekber(ekberu), vallâhu ya’lemu mâ tasneûn(tasneûne).
Kitaptan sana vahyedilen şeyi oku ve salâtı ikâme et (namazı kıl). Muhakkak ki salât (namaz), fuhuştan ve münkerden nehyeder (men eder). Ve Allah’ı zikretmek mutlaka en büyüktür. Ve Allah, yaptığınız şeyleri bilir.

73/MUZZEMMİL-8: Vezkurisme rabbike ve tebettel ileyhi tebtîlâ(tebtîlen).
Ve Rabbinin İsmi'ni zikret ve herşeyden kesilerek O’na ulaş.

33/AHZÂB-41: Yâ eyyuhellezîne âmenûzkûrullâhe zikren kesîrâ(kesîran).
Ey âmenû olanlar! Allah’ı çok zikirle (günün yarısından fazla) zikredin.

3/ÂLİ İMRÂN-20: Fe in hâccûke fe kul eslemtu vechiye lillâhi ve menittebean(menittebeani), ve kul lillezîne ûtûl kitâbe vel ummiyyîne e eslemtum, fe in eslemû fe kadihtedev, ve in tevellev fe innemâ aleykel belâg(belâgu), vallâhu basîrun bil ibâd(ibâdi).
Bundan sonra eğer seninle tartışırlarsa o zaman onlara de ki: "Ben ve bana tâbi olanlar vechimizi (fizik vücudumuzu) Allah'a teslim ettik. O kitab verilenlere ve ümmîlere: "Siz de vechinizi (fizik vücudunuzu) (Allah'a) teslim ettiniz mi?" de. Eğer teslim ettilerse, o taktirde, hidayete ermişlerdir. Ve eğer yüz çevirirlerse, o zaman sana düşen sadece tebliğdir. Ve Allah, kullarını en iyi görendir.

3/ÂLİ İMRÂN-190: İnne fî halkıs semâvâti vel ardı vahtilâfil leyli ven nehâri le âyâtin li ulîl elbâb(ulîl elbâbı).
Muhakkak ki, göklerin ve yerin yaratılışında, gece ile gündüzün ardarda gelişinde, ulûl elbab için elbette âyetler (deliller) vardır.

3/ÂLİ İMRÂN-191: Ellezîne yezkurûnallâhe kıyâmen ve kuûden ve alâ cunûbihim ve yetefekkerûne fî halkıs semâvâti vel ard(ardı), rabbenâ mâ halakte hâzâ bâtılâ(bâtılan), subhâneke fekınâ azâben nâr(nârı).
Onlar (ulûl elbab, lüblerin, Allah'ın sır hazinelerinin sahipleri), ayaktayken, otururken, yan üstü yatarken (daima ) Allah'ı zikrederler. Ve göklerin ve yerin yaratılışı hakkında tefekkür ederler (ve derler ki): "Ey Rabbimiz! Sen bunları bâtıl olarak (boşuna ) yaratmadın. Sen Subhan'sın, artık bizi ateşin azabından koru.

4/NİSÂ-103: Fe izâ kadaytumus salâte fezkurûllâhe kıyâmen ve kuûden ve alâ cunûbikum, fe izatma’nentum fe ekîmus salât(salâte), innes salâte kânet alel mu’minîne kitâben mevkûtâ(mevkûten).
Böylece namazı bitirdiğiniz zaman, artık ayaktayken, otururken ve yan üstü iken (yatarken), (devamlı) Allah'ı zikredin! Daha sonra güvenliğe kavuştuğunuz zaman, namazı erkânıyla kılın. Muhakkak ki namaz, mü'minlerin üzerine, “vakitleri belirlenmiş bir farz “ olmuştur.

98/BEYYİNE-5: Ve mâ umirû illâ li ya'budûllâhe muhlisîne lehud dîne hunefâe ve yukîmûs salâte ve yu'tûz zekâte ve zâlike dînul kayyimeh(kayyimeti).
Ve onlar, Allah için hanifler olarak dînde halis kullar olmaktan (nefslerini halis kılmaktan) ve namazı ikame etmekten ve zekâtı vermekten başka bir şeyle emrolunmadılar. İşte kayyum dîn (kıyâmete kadar devam edecek dîn) budur.



Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Not: Yalnızca bu blogun üyesi yorum gönderebilir.