23 Nisan 2016 Cumartesi

HUŞÛ

HUŞÛ

42/ŞÛRÂ-13: Şerea lekum mined dîni mâ vassâ bihî nûhan vellezî evhaynâ ileyke ve mâ vassaynâ bihî ibrâhîme ve mûsâ ve îsâ, en ekîmûd dîne ve lâ teteferrekû fîh(fîhi), kebure alel muşrikîne mâ ted’ûhum ileyh(ileyhi), allâhu yectebî ileyhi men yeşâu ve yehdî ileyhi men yunîb(yunîbu).
(Allah) dînde, onunla Hz. Nuh’a vasiyet ettiği (farz kıldığı) şeyi (şeriati); “Dîni ikame edin (ayakta, hayatta tutun) ve onda (dînde) fırkalara ayrılmayın.” diye Hz. İbrâhîm’e, Hz. Musa’ya ve Hz. İsa’ya vasiyet ettiğimiz şeyi sana da vahyederek, size de şeriat kıldı. Senin onları, kendisine çağırdığın şey (Allah’a ulaşmayı dileme) müşriklere zor geldi. Allah, dilediğini Kendisine seçer ve O’na yöneleni, Kendisine ulaştırır (ruhunu hayatta iken Kendisine ulaştırır).
AÇIKLAMA
Bismillâhirrahmânirrahîm
          Şura Suresinin 13. âyet-i kerimesi Kur’ân-ı Kerim’in en önemli âyetlerinden biridir. Allahû Tealâ, Allah’a ulaşmayı dileyen; yani Allah’a yönelen kişiyi mutlaka Kendisine ulaştıracağını ifade etmektedir. Allahû Tealâ, insanlardan bir kısmını seçeceğini, seçtiklerinden de Allah’a ulaşmayı dileyenleri Kendisine ulaştıracağını söylemektedir, garanti etmektedir. Bu âyet açık bir şekilde Rum Suresinin 30, 31, ve 32. âyetleriyle alâkalıdır.

30/RÛM-30: Fe ekim vecheke lid dîni hanîfâ(hanîfen), fıtratallâhilletî fataran nâse aleyhâ, lâ tebdîle li halkıllâh(halkıllâhi), zâliked dînul kayyimu ve lâkinne ekseren nâsi lâ ya’lemûn(ya’lemûne).
Artık hanif olarak kendini (vechini) dîn için ikame et, Allah’ın hanif fıtratıyla ki; Allah, insanları onun üzerine (hanif fıtratıyla) yaratmıştır. Allah’ın yaratmasında değişme olmaz. Kayyum olan (kaim olacak, ezelden ebede kadar yaşayacak) dîn budur. Fakat insanların çoğu bilmez.

          Allahû Tealâ sadece tek bir dînin olduğunu, bütün insanları hanif fıtratıyla yarattığını ve yaratmasında değişiklik görülemeyeceğini ifade etmektedir. Allahû Tealâ, bütün insanları kıyâmete kadar hep hanif fıtratıyla yani hanif dînini yaşayabilecek olan özelliklerle yaratacaktır.

30/RÛM-31: Munîbîne ileyhi vettekûhu ve ekîmûs salâte ve lâ tekûnû minel muşrikîn(muşrikîne).
O’na (Allah’a) yönelin (Allah’a ulaşmayı dileyin) ve takva sahibi olun. Ve namazı ikame edin (namaz kılın). Ve (böylece) müşriklerden olmayın.

          Müşriklerden olmayan (şirke düşmeyen) kişinin, Allah’a ulaşmayı dileyen kişi olduğu kesinleşmektedir. Allahû Tealâ, Rum Suresinin 32. âyet-i kerimesinde şirki anlatmaktadır:

30/RÛM-32: Minellezîne ferrakû dînehum ve kânû şiyeâ(şiyean), kullu hızbin bimâ ledeyhim ferihûn(ferihûne).
(O müşriklerden olmayın ki) onlar, dînlerinde fırkalara ayrıldılar ve grup grup oldular. Bütün gruplar, kendilerinde olanla ferahlanırlar.

          Allahû Tealâ’nın şirk tarifi açık ve kesin bir şekilde burada yerli yerine oturmaktadır: Şirk içinde olanlar Allah’a ulaşmayı dilemeyenlerdir, Allah’a yönelmeyenlerdir. Allah’a yönelmiş olsalardı tek bir fırka oluşturacaklardı (73. fırka) ve diğer bütün fırkalar bunun dışında kalacaklardı (72 fırka). Müşrikler Allah’a ulaşmayı kesinlikle dilemiyorlar, dileseler gizli şirkten kurtulacaklar. Rum-32 ve Şura-13’te gizli şirkten bahsedilmektedir.
          Allah’a yönelip de takva sahibi olanların içinde bulunduğu tek fırka bütün insanlar için bir kurtuluştur. Allah kimi dilerse onu Kendisine seçer ve bu seçtiklerinden Allah’a ulaşmayı dileyenleri mutlaka Kendisine ulaştırır. Allah’ın seçtiği ve seçmediği insanlar vardır. Allahû Tealâ insanların %90’dan fazlasını seçer. Allah’a ulaşmayı dilemekten insanları men etmeyen herkes seçilir. Seçilenlerin de hepsinin kalbi kasiyet bağlamıştır. Henüz o kişi Allah’a ulaşmayı dilememiştir ve kalbi kapkaranlıktır. Bu karanlık kalpliler Allah’a ulaşmayı dilemedikleri gibi başka insanların da Allah’a ulaşmasına mani olurlarsa, Allah onları dalâlette ve şirkte bırakır, onları seçmez. Bu şirk; gizli şirktir.         
          Âyet-i kerime açık ve kesin bir şekilde insanların ikiye ayrıldığını, bir kısmının Allah’a ulaşmayı dilediğini ve şirkten kurtulduğunu diğer kesimin şirkte kaldığını söylemektedir. 
          Allah’ın insanlardan beklediği şey Allah’a ulaşmayı dilemeleridir. Allah, Kendisine ulaşmayı dileyenleri Kendisine ulaştıracaktır. O insanlar ruhlarını Allah’a ulaştırmayacaklardır. Allah, onların ruhlarını Kendisine ulaştıracaktır. Bu kişilere namazı, orucu, zikri, bütün ibadetleri sevdiren Allah’tır. Allah’ın sevdirmesiyle kişi bütün ibadetlerini yerine getirir.

8/ENFÂL-29: Yâ eyyuhellezîne âmenû in tettekullâhe yec’al lekum furkânen ve yukeffir ankum seyyiâtikum ve yagfir lekum, vallâhu zul fadlil azîm(azîmi).
Ey âmenû olanlar, Allah’a karşı takva sahibi olursanız sizi furkan (hak ve bâtılı ayırma özelliği) sahibi kılar! Ve sizden (sizin) günahlarınızı örter ve size mağfiret eder (günahlarınızı sevaba çevirir). Ve Allah, büyük fazl sahibidir.
AÇIKLAMA
Bismillâhirrahmânirrahîm
Kim âmenû olursa ve bunun sonunda Allah’a karşı takva sahibi olursa, Allah, o insanlara doğruyu yanlıştan ayırma özelliği verir. Buna rağmen nefsin tesiri altında insanlar yine yanlışları, hataları işleyeceklerdir; ama en azından, doğruyu yanlıştan ayırma özelliğinin sahibi olacaklardır. Doğru yanlıştan ayırılırsa, Allah’ın emirlerine mutlaka itaat artar, Allah’ın yasak ettiği fiiller işlenmez. Böylece kişi, Allah’a şu veya bu olayda ihanet etmemiş olur. Bir başka ifadeyle, mürşide ulaşmadan evvel, bir insan nefsini kendine ilâh ediniyordu. Çünkü Allah’ın emirleri ona güç geliyordu ve gerçekleştirmiyordu. Böylece o emri veren Allah’a değil, o emre karşı gelen nefsine itaat ediyordu ve nefsini o olayda Allah’ın yerine koyuyordu:
 45/CÂSİYE-23: E fe reeyte menittehaze ilâhehu hevâhu ve edallehullâhu alâ ilmin ve hateme alâ sem’ihî ve kalbihî ve ceale alâ basarihî gışâveh(gışâveten), fe men yehdîhi min ba’dillâh(ba’dillâhi), e fe lâ tezekkerûn(tezekkerûne).
Hevasını kendisine ilâh edinen kişiyi gördün mü? Ve Allah, onu ilim (onun faydasız ilmi) üzere dalâlette bıraktı. Ve onun işitme hassasını ve kalbini mühürledi. Ve onun basar (görme) hassasının üzerine gışavet (perde) kıldı (çekti). Bu durumda Allah’tan sonra onu kim hidayete erdirir? Hâlâ tezekkür etmez misiniz?

Bu muhteva içerisinde insanların güzele ulaşması için, doğruyu yanlıştan ayırması lâzımdır. İşte burası, kişinin Allah’a ulaşmayı dilediği noktadır. Çünkü âyet-i kerime: “Ve sizler takva sahibi olun” diyor. Olduğunuz andan itibaren Allahû Tealâ, sizi öyle bir noktaya ulaştıracak ki; günahlarınızı örtecek. Kalbinizin mührünü açacak küfür kelimesini ve ekinneti alacak ve yerine ihbat koyacaktır. Kalbinize konulan ihbat, furkandır. Mü’min olacaksınız. İrşad makamına tâbî olduğunuz an, 7 tane ni’met almanız söz konusu. Bu ni’metlerden bir tanesi, günahlarınızın sevaba çevrilmesi ve Allah’ın 1’e 10 yerine 1’e 100 vermeye başlamasıdır:

2/BAKARA-261: Meselullezîne yunfikûne emvâlehum fî sebîlillâhi ke meseli habbetin enbetet seb’a senâbile fî kulli sunbuletin mietu habbeh(habbetin), vallâhu yudâifu li men yeşâu, vallâhu vâsiun alîm(alîmun).
Mallarını Allah yolunda harcayanların durumu, her sünbülünde (başağında) yüz adet tane (tohum) olmak üzere, yedi sünbül (başak) veren bir tek tohumun durumu gibidir. Allah, dilediği kimse için (onun rızkını) kat kat artırıp verir. Ve Allah Vâsi’dir, Alîm’dir.

Böylece nefs tezkiyesi başlar. Tövbe merasimi sırasında ikisi birden gerçekleşir:

25/FURKÂN-70: İllâ men tâbe ve âmene ve amile amelen sâlihan fe ulâike yubeddilullâhu seyyiâtihim hasenât(hasenâtin), ve kânallâhu gafûren rahîmâ(rahîmen).
Ancak kim (mürşidi önünde) tövbe eder (böylece kalbine îmân yazılıp, îmânı artan) mü’min olur ve salih amel (nefs tezkiyesi) yaparsa, o taktirde işte onların, Allah seyyiatlerini (günahlarını) hasenata (sevaba) çevirir. Ve Allah, Gafur’dur (günahları sevaba çevirendir), Rahîm’dir (rahmet gönderendir).
             
Nefsin kalbinde faziletler biriktiği sürece o kişi, nefs tezkiyesini adım adım gerçekleştirecektir. Nefs tezkiyesi boyunca hedefe yürümek söz konusudur. Nefs tezkiyesi boyunca devamlı, Allah’ın âyetlerine, Allah’ın emirlerine daha çok itaat, yasak ettiklerini işlememek konusunda daha büyük başarı söz konusu olacaktır. Ve yine doğruyu yanlıştan ayırma özelliği “furkan” kelimesiyle ifade edilmektedir.

6/EN'ÂM-125: Fe men yuridillâhu en yehdiyehu yeşrah sadrehu lil islâm(islâmi), ve men yurid en yudıllehu yec’al sadrehu dayyikan haracen, ke ennemâ yassa’adu fîs semâi, kezâlike yec’alûllâhur ricse alâllezîne lâ yu’minûn(yu’minûn).
Öyleyse Allah kimi Kendisine ulaştırmayı dilerse onun göğsünü yarar ve (Allah’a) teslime (İslâm’a) açar. Kimi dalâlette bırakmayı dilerse, onun göğsünü semada yükseliyormuş gibi daralmış, sıkıntılı yapar. Böylece Allah, mü’min olmayanların üzerine pislik (azap, darlık, güçlük) verir.
AÇIKLAMA
Bismillâhirrahmânirrahîm
            Burada önemli bir olgu vardır: “Allah’ın dilemesi” Allah’ın hidayete erdirmeyi dilediği kişi-ler vardır, dilemediği kişiler vardır. İnsanlar olayları yaşar ve olaylardan müspet veya menfi sonuçlar çıkarırlar. Olayları yaşadıkları zaman başka insanların hidayet üzere olmasına mani olmayan yani onların dalâlette kalmasını sağlayacak kötü niyetli bir hareket halinde olmayanları Allah seçer ve 2. basamağa ulaştırır. Bu basamaktaki kişi eğer Allah’a ulaşmayı dilerse 3. basamağa geçer ve bundan sonraki basamakları yaşayabilecek ehliyetin sahibi olur. Olgular dizisine baktığımız zaman Allahû Tealâ’nın kişiyi seçtiğini, onu karar arifesine getirdiğini, kararını Allah’a ulaşmayı dilemek istikametinde vermesi için ona birçok şeyler gösterdiğini, etrafındaki olaylarla ispat ettiğini görürüz. Ve kişi, Allah’ın kendisinden beklediği şeyi yaparak Allah’a ulaşmayı diler.
            Allahû Tealâ bu âyette iki nevi insandan bahsediyor: “Kimi de dalalette bırakmayı dilerse onların da göğsünü açmaz. Onları, göğüsleri sıkışarak, nefes alamaz bir şekilde göğe yükseliyormuş gibi hissettirir. Bu, azaplı bir yükseliştir.” Allah’ın dalâlette bırakmayı dilemesinin nedeni bu kişilerin Allah’a ulaşmayı dilememeleridir. Yani biz neyi dilesek Allah da bizim için onu diliyor.
            Burada kesin bir olgu vardır. Allah’ın, Allah’a ulaştırmayı dilediği insanların varlığı ortaya çıkıyor. Kim Allah’a ulaşmayı dilerse, Allah da onu Kendisine ulaştırmayı diler. Bir insan Allah’a ulaşmayı dilemezse gideceği yer cehennem olur.

10/YÛNUS-7: İnnellezîne lâ yercûne likâenâ ve radû bil hayâtid dunyâ vatme'ennû bihâ vellezîne hum an âyâtinâ gâfilûn(gâfilûne).
Muhakkak ki onlar, Bize ulaşmayı (hayatta iken ruhlarını Allah’a ulaştırmayı) dilemezler. Dünya hayatından razı olmuşlardır ve onunla doyuma ulaşmışlardır ve onlar âyetlerimizden gâfil olanlardır.
10/YÛNUS-8: Ulâike me'vâhumun nâru bimâ kânû yeksibûn(yeksibûne).
İşte onların kazandıkları (dereceler) gereğince varacakları yer ateştir (cehennemdir).

            Kim Allah’a ulaşmayı dilerse, Allah’ın tayin ettiği o gün mutlaka gelecektir.

29/ANKEBÛT-5: Men kâne yercû likâallâhi fe inne ecelallâhi leât(leâtin), ve huves semîul alîm(alîmu).
Kim Allah’a mülâki olmayı (hayattayken Allah’a ulaşmayı) dilerse, o taktirde muhakkak ki Allah’ın tayin ettiği zaman mutlaka gelecektir (ruhu mutlaka hayattayken Allah’a ulaşacaktır). Ve O; en iyi işiten, en iyi bilendir.  

            Allah, o kişiyi mutlaka Kendisine ulaştıracaktır. Allahû Tealâ garanti veriyor. Ve Allah’ın kişiyi cennetine ulaştıracağı da kesindir.

89/FECR-27: Yâ eyyetuhen nefsul mutmainneh(mutmainnetu).
Ey mutmain olan nefs!
89/FECR-28: İrciî ilâ rabbiki râdıyeten mardıyyeh(mardıyyeten).
Rabbine dön (Allah’tan) razı olarak ve Allah’ın rızasını kazanmış olarak!
89/FECR-29: Fedhulî fî ibâdî.
(Ey fizik vücut!) O zaman, (nefsini tezkiye ettiğin ve ruhunu Allah’a ulaştırdığın zaman Bana kul olursun) kullarımın arasına gir.
89/FECR-30: Vedhulî cennetî.
Ve cennetime gir.

            Burada Allahû Tealâ’nın Allah’a ulaştırmayı dilediği kişinin göğsünü, İslâm’a açtığı kesin
lik kazanmaktadır. Allah, kişinin göğsünü şerheder, yarar ve İslâm’a hazırlar. Allahû Tealâ, onun kalbindeki nur kapısını Allah’a çevirdikten sonra kişi zikir yapmaya başlarsa Allah’tan gelen rahmetle fazl, o kişinin göğsüne geldiğinde göğsünden kalbine ulaşması için, Allah kişinin göğsünü şerheder, yarar ve göğsünden kalbine bir nur yolu açar.

39/ZUMER-22: E fe men şerehallâhu sadrehu lil islâmi fe huve alâ nûrin min rabbih(rabbihi), fe veylun lil kâsiyeti kulûbuhum min zikrillâh(zikrillâhi), ulâike fî dalâlin mubîn(mubînin).
Allah kimin göğsünü İslâm için (Allah’a teslim için) yarmışsa artık o, Rabbinden bir nur üzere olur, değil mi? Allah’ın zikrinden kalpleri kasiyet bağlayanların vay haline! İşte onlar, apaçık dalâlet içindedirler.
           
Nurların kişinin kalbine ulaşıp, kalbinin içinde yerleşmesi ve parıldamaya başlaması ve “îmân” kelimesinin etrafında fazılların toplanması lâzımdır. Böylece nefsin afetleri, fazılların toplanması oranında yok olur. Allahû Tealâ  buna “nefs tezkiyesi” diyor.
            Göğsünden kalbine açtığı bu nur yolunu da veriyor:
            “Hiç kalpleri kapkaranlık olan, kasiyet bağlamış insanların kalbi, göğüslerinden kalplerine yol açılanlar gibi olur mu?” buyuruyor. Sadece Allah’ın göğüslerinden kalplerine yol açtığı, göğüslerini Allah’ın şerhettiği kişilerin kalplerine Allah’ın nuru ulaşabilir.
            Öyleyse bu âyet-i kerimede, Allah kişinin göğsünden kalbine nur yolunu açar. Rahmân esmasıyla Allahû Tealâ’nın tecelli ettiği kişi zikir yapınca açılan bu nur yolundan salâvat taşıyıcısıyla Allah’ın nuru gelir. Kişinin göğsüne açılmış olan şifreli yolu takip ederek kişinin kalbine ulaşır ve kişiyi huşû sahibi kılar. İşte bu rahmetin %2 çevresinde o kişinin kalbine ulaşması halinde kişi huşû sahibi olur. Burada Allahû Tealâ’ nın Allah’a ulaştırmayı dilediği kişilerin varlığı kesinlik kazanıyor. Öyleyse Allah’ın dilemediği kişiler de var. Allah’a ulaşmayı dilemeyen kişileri, Allah da Kendisine ulaştırmayı dilemez. Böyle bir dizaynda, Allahû Tealâ’ nın Kendine ulaştırmayı dilemediği insanların varlığı da kesindir.

2/BAKARA-46: Ellezîne yezunnûne ennehum mulâkû rabbihim ve ennehum ileyhi râciûn(râciûne).
O (huşû sahipleri) ki; onlar, Rab’lerine (dünya hayatında) muhakkak mülâki olacaklarına ve (sonunda ölümle) O’na döneceklerine yakîn derecesinde inanırlar.
AÇIKLAMA
Bismillâhirrahmânirrahîm
            Allahû Tealâ mürşide ulaşmayı herkesin üzerine farz kılmıştır. Bu bir emirdir. herkes sabırla ve hacet namazını kılarak Allah’tan mürşidini istemek mecburiyetindedir. Allah’a ulaşmayı dilemeyenler, Bakara-45 ve 46. ayetlerin muhtevasına girmezler. onların Allah’tan istiane istemeleri netice vermez. Allah onlara mürşidlerini göstermez. Çünkü gerçekten dilemiş olsalardı Allahû Tealâ bu talebi mutlaka o kişinin kalbinde işitecek, görecek ve bilecekti. Allahû Tealâ, mürşidi sadece huşû sahiplerine gösterir.
            Allah’a ulaşmayı istemiyorsanız huşû sahibi değilsinizdir. Çünkü insanlar Allah’a ulaşmayı dilemezlerse Allah da onları kendisine ulaştırmayı dilemez. Allah hep kalbe bakar. Kalpte böyle bir talep varsa o zaman talebiniz üzerine mürşidi gösterir. Kişi huşû sahibi değilse, Allah’a ulaşacağına inanmıyorsa hiçbir zaman hacet namazı da kılmayacaktır: (5/MÂİDE-35)

            Kim Allah’a ulaşmayı dilerse, o kişi Allahû Tealâ’dan Allah’a ulaştırmaya vesile olacak kişiyi isteyecektir. Devrin imamı vesile değildir, ulaştırandır. Ulaştırma keyfiyetini bu dünya üzerinde gerçekleştirebilen kişi sadece devrin huzur namazının imamıdır. Kim Allah’a ulaşmayı diliyorsa ve  ruhunu hayattayken Allah’a ulaştıracağına mutlaka inanıyorsa o kişi huşû sahibidir ve hacet namazını kıldığı gece mutlaka Allah ona mürşidini gösterecektir.
            Hacet namazının ardındaki neticeyi Bakara-46’da açıklıyor: Huşû sahipleri için mürşidlerine ulaşmak zor değildir. Allahû Tealâ onlara mürşidlerini gösterir. Huşû sahiplerinin vasfı ise ölmeden evvel ruhlarını Allah’a ulaştıracaklarına kesin şekilde inanmalarıdır.
            O halde öldüğü zaman kişinin vücudundan ruh çıkmayacaktır; çünkü kişinin vücudunda ruh yoktur. Azrail (A.S)’ ın görevini yapması için ruh Allah’ın katından geri gelir. Ve Azrail (A.S)’ın yardımcıları onu alır, tekrar Allah’ın katına çıkarır. Rücu kelimesi ruhun Allah’a geri dönüşüdür.

HUŞÛ’NUN 7 SAFHASI

1. SAFHA
50/KAF-33: Men haşiyer rahmâne bil gaybi ve câe bi kalbin munîbin.
Gaybda Rahmân’a huşu duyanlar ve münib (Allah’a ulaşmayı dileyen) bir kalple (Allah’ın huzuruna) gelenler (için).
AÇIKLAMA
Bismillâhirrahmânirrahîm
Kalpler Allah’a döner, yönelir ve Allah’ı görmediği halde Allah’a karşı huşû duyanlardan bahsediliyor.

36/YÂSÎN-11: İnnemâ tunziru menittebeaz zikre ve haşiyer rahmâne bil gayb(gaybi), fe beşşirhu bi magfiretin ve ecrin kerîm(kerîmin).
Sen sadece zikre tâbî olanı ve gaybte Rahmân’a huşû duyanı uyarırsın. Öyleyse onu mağfiret ile (günahların sevaba çevrilmesiyle) ve "kerim ecir" ile müjdele.
AÇIKLAMA
Bismillâhirrahmânirrahîm
Kişi uyarılırsa, mutlaka evvelâ kendisine düşeni yapacak sonra da adım adım bir hedefe gidecek, kerim bir ecirle müjdelenecektir. O kişinin uyarılabilmesi için, zikre (Kur’ân’a) tâbî olması gerekir. Huşû, gaybte Allah’a ulaşmayı dilemek konusunda kişinin kalbinde oluşan başlangıç zeminidir. Kişi bu zemin üzerinde haşyet duyarsa o zikre tâbî olmuştur.

2. SAFHA
2/BAKARA-45: Vesteînû bis sabri ves salât(sâlâti), ve innehâ le kebîretun illâ alel hâşiîn(hâşiîne).
(Allah’tan) sabırla ve namazla istiane (yardım) isteyin. Ve muhakkak ki o (hacet namazı ile Allah’a ulaştıracak mürşidini sormak), huşû sahibi olanlardan başkasına elbette ağır gelir.
AÇIKLAMA 
Bismillâhirrahmânirrahîm
            İstiane sabırla ve namazla yalnız Allah’tan istenebilir.
            Peygamber Efendimiz (S.A.V) buyurmaktadır: “Cebrail kardeşimin bana öğrettiği iki namazdan biri İSTİHARE, diğeri HACET namazıdır.”
            Kişi bir kararın kendisi için uygun olup olmadığını İSTİHARE namazı kılarak Allah’tan sorabilir. Bu iki rekâtlık namazda Fatiha’dan sonra Kâfirun Suresi okunur. İkinci rekâtta da Fatiha’dan sonra İhlâs Suresi okunur ve Allah’tan yapmak istenen şeyin ya da kararın uygun olup olmadığı sorulur. Eğer Allahû Tealâ beyaz veya yeşil renklerin hakim olduğu bir rüya göstermişse kararın uygun, siyah veya kırmızı renklerin olduğu bir rüya göstermişse uygun olmadığı anlaşılır.
            2. namazın adı HACET namazıdır ve şöyle kılınır:

            1. Rekât: Subhaneke + Fatiha + 3 Âyetel Kursî
            2. Rekât: Fatiha + İhlâs + Felâk + Nâs
    Oturuş: Ettehiyyatu
            3. Rekât: Fatiha + İhlâs + Felâk + Nâs
            4. Rekât: Fatiha + İhlâs + Felâk + Nâs
     Oturuş: Ettehiyyatu + Allahumme Salli + Allahumme Barik + Rabbena
           
            Ve kişi Allah’tan hacette bulunur: “Ya Rabbi benim mürşidim kim, bana onu göstermeni dilerim. “Dünyaya ya da manevî âleme ait birşey isteniyorsa yine hacet namazı kılınır. Allahû Tealâ “namazla”sözüyle hacet namazını ifade etmektedir. İnsanlar vardır hem Allah’a ulaşmayı dilemezler hem de hacet namazını kılarak Allah’tan devamlı mürşidlerini sorarlar. Allahû Tealâ da onlara sabırlı da olsalar mürşidlerini hiç göstermez. Bu insanlar kendi kendilerini aldatırlar: “Ben Allah’a ulaşmayı diliyorum ama Allah bana mürşidimi göstermiyor” diyerek yalan söylerler. Çünkü Allahû Tealâ buyurmaktadır: (29/ANKEBUT-5)
            Eğer kişiler huşû sahibiyse kesin şekilde inanırlarki ruhlarını ölmeden evvel Allah’a ulaştıracaklardır ve ölümden sonra da ruhları tekrar Allah’a bir defa daha geri dönecektir.
            Hacet namazı kılınıpta Allah’tan sorulduğu zaman o şeye ehil olunmalıdır.
            Hacet namazını kılan kişi huşû sahibiyse yani Allah’a ulaşmayı gerçekten diliyorsa ve mürşidini Allah’tan sorduysa Allah’ın o kişiye mürşidini daha ilk seferde göstermemesi mümkün değildir. İşte bu dizayn içerisinde âyet-i kerime  Allah’tan istianenin nasıl istenmesi gerektiğini ifade etmektedir. Ve kişi huşû sahibi olmuşsa Allahû Tealâ mutlaka mutlaka mürşidini gösterecektir ve istianeyi ona ulaştıracaktır.

57/HADÎD-16: E lem ye’ni lillezîne âmenû en tahşea kulûbuhum li zikrillâhi ve mâ nezele minel hakkı ve lâ yekûnû kellezîne ûtûl kitâbe min kablu fe tâle aleyhimul emedu fe kaset kulûbuhum, ve kesîrun minhum fâsikûn(fâsikûne).
Allah’ın zikri ile ve Hakk’tan inen şeyle (Allah’ın nurları ile), âmenû olanların (Allah’a ulaşmayı dileyenlerin) kalplerinin huşû duyma zamanı gelmedi mi? Kendilerine daha önce kitap verilip de böylece üzerinden uzun zaman geçince, artık (zikri unuttukları için) kalpleri katılaşan kimseler gibi olmasınlar. Onlardan çoğu fasıklardır.
AÇIKLAMA
Bismillâhirrahmânirrahîm
Allah’ın zikri kalplere rahmet, fazl ve salâvât nurlarını ulaştırır. Bu nurlar kalpte HUŞÛ oluşturur. Zikir yapılmazsa kalpler katılaşır. Onların çoğu fasıktırlar.

3. SAFHA
79/NÂZİÂT-19: Ve ehdiyeke ilâ rabbike fe tahşâ.
Ve: “Seni Rabbine ulaştırayım (hidayete erdireyim).” de. Böylece huşû sahibi ol
AÇIKLAMA
Bismillâhirrahmânirrahîm
Ve firavuna de ki: “Ve seni Rabbine ulaştırayım, yani hidayete erdireyim ve böylece aynı zamanda huşû sahibi de olursun.”

3/ÂLİ İMRÂN-199: Ve inne min ehlil kitâbi le men yu’minu billâhi ve mâ unzile ileykum ve mâ unzile ileyhim hâşiîne lillâhi, lâ yeşterûne bi âyâtillâhi semenen kalîlâ(kalîlen), ulâike lehum ecruhum inde rabbihim innallâhe serîul hısâb(hısâbi).
Ve muhakkak ki kitap ehlinden öyle kimseler var ki, Allah'a, size indirilene ve kendilerine indirilene mutlaka iman ederler. Allah'a karşı huşû duyarlar. Allah'ın ayetlerini az bir değere satmazlar. İşte onlar, onların mükâfatları, Rab'lerinin katındadır. Muhakkak ki Allah, hesabı çabuk görendir.
AÇIKLAMA
Bismillâhirrahmânirrahîm
Allahû Tealâ burada hem kendi kitaplarına hem de diğer kitaplara inananlardan bahsediyor. Meselâ yahudilerden bir grup, Tevrat’a da inanıyorlar, Peygamber Efendimiz (S.A.V)‘e indirilen Kur’ân-ı Kerim’e de. Hristiyanlardan bir grup, Tevrat’a da inanıyorlar, İncil’e de inanıyorlar, Kur’ân-ı Kerim’e de inanıyorlar. Allahû Teala bu insanlar Allahın dininde bir ayırım yapmadıkları için onların Allahın katında mükafatı vardır buyuruyor.
Allahın katında yalnız bir tek din olmuştur: Hanif dini. Bunun anlamı yalnızca 7 safhada 4 teslimi muhtevi bir din ve şeriat vardır Allahın katında. Ezelden ebede tek din Hanif dini Rabbimizin katında ve Rabbimiz bizi Hanif fıtratıyla yaratmış. Hanif fıtratı, Hanif dinini yaşayabilecek Allahın insanı yaradış dizaynıdır.

30/RÛM-30: Fe ekim vecheke lid dîni hanîfâ(hanîfen), fıtratallâhilletî fataran nâse aleyhâ, lâ tebdîle li halkıllâh(halkıllâhi), zâliked dînul kayyimu ve lâkinne ekseren nâsi lâ ya’lemûn(ya’lemûne). Artık hanif olarak kendini (vechini) dîn için ikame et, Allah’ın hanif fıtratıyla ki; Allah, insanları onun üzerine (hanif fıtratıyla) yaratmıştır. Allah’ın yaratmasında değişme olmaz. Kayyum olan (kaim olacak, ezelden ebede kadar yaşayacak) dîn budur. Fakat insanların çoğu bilmez.

(42/ŞÛRÂ-13)

4. SAFHA
35/FÂTIR-28: Ve minen nâsi ved devâbbi vel en’âmi muhtelifun elvânuhu kezâlik(kezâlike), innemâ yahşâllâhe min ibâdihil ulemâu, innallâhe azîzun gafûr(gafûrun).
Ve bunun gibi insanlardan, davarlardan, yürüyen hayvanlardan da çeşitli renkte olanlar vardır. Ancak kullarından ulema (âlimler), Allah’a karşı huşû duyar. Muhakkak ki Allah; Azîz’dir (üstün, yüce), Gafûr’dur (mağfiret eden).
AÇIKLAMA
Bismillâhirrahmânirrahîm
Allahû Tealâ’nın öğrettiklerini bilenler ve Allah’a karşı huşû duyanlar âlimlerdir. Huşû müessesesinin başladığı nokta Allah’a ulaşmayı dileme noktasıdır. Neden acaba Allahû Tealâ huşû sahibi olanlara ulema (âlimler) diyor? Yunus Suresinin 7 ve 8. âyet-i kerimelerinde şöyle buyuruyor:

10/YÛNUS-7: İnnellezîne lâ yercûne likâenâ ve radû bil hayâtid dunyâ vatme'ennû bihâ vellezîne hum an âyâtinâ gâfilûn(gâfilûne).
Muhakkak ki onlar, Bize ulaşmayı (hayatta iken ruhlarını Allah’a ulaştırmayı) dilemezler. Dünya hayatından razı olmuşlardır ve onunla doyuma ulaşmışlardır ve onlar âyetlerimizden gâfil olanlardır.
10/YÛNUS-8: Ulâike me'vâhumun nâru bimâ kânû yeksibûn(yeksibûne).
İşte onların kazandıkları (dereceler) gereğince varacakları yer ateştir (cehennemdir).

Allah’a ulaşmayı dilemeyenler ilim sahibi kabul edilmiyor, Allahû Tealâ tarafından. Dünyaya ait ilimlerin sahipleri Allah’ın âyetlerinden gâfil olanlardır. Allah’a ulaşmayı dileyenler Allah’ın âyetlerinden gâfil olmayı aşarlar. Bu sebeple bu âyet-i kerime Allah’a ulaşmayı dileyenleri âlim standatlarına sokmuştur.
Anlaşılıyor ki Allah’a mülâki olmayı dilemeyen insanların Allah’ın âyetlerinden gâfil olmaları, onları ulema sınıfının dışında tutuyor. Onlar âlim değiller.

5. SAFHA
17/İSRÂ-109: Ve yahırrûne lil ezkâni yebkûne ve yezîduhum huşûâ(huşûan).
Ve çeneleri (alınları) üstüne kapanırlar. Ve huşûları artarak ağlarlar.
AÇIKLAMA
Bismillâhirrahmânirrahîm
Kur’ân-ı Kerim’den önce kendilerine ilim verilen kimseler, Kur’ân-ı Kerim’i duydukları zaman, Kur’ân’ın pozitif etkisinde kalarak çeneleri üzerine kapanıp ağlarlar.

6. SAFHA
33/AHZÂB-35: İnnel muslimîne vel muslimâti vel mu’minîne vel mu’minâti vel kânitîne vel kânitâti ves sâdikîne ves sâdikâti ves sâbirîne ves sâbirâti vel hâşiîne vel hâşiâti vel mutesaddikîne vel mutesaddikâti ves sâimîne ves sâimâti vel hâfızîne furûcehum vel hâfızâti furûcehum vel hâfizâti vez zâkirînallâhe kesîren vez zâkirâti eaddallâhu lehum magfireten ve ecren azîmâ(azîmen).
Gerçekten İslâm olan (Allah’a teslim olan) erkekler ve İslâm olan kadınlar ve mü’min erkekler ve mü’min kadınlar, kanitin olan erkekler ve kanitin olan kadınlar, sadık erkekler ve sadık kadınlar, sabreden erkekler ve sabreden kadınlar, (Rabbine) huşû duyan erkekler ve huşû duyan kadınlar, sadaka veren erkekler ve sadaka veren kadınlar, oruç tutan erkekler ve oruç tutan kadınlar, ırzlarını koruyan erkekler ve ırzlarını koruyan kadınlar ve Allah’ı çok zikreden erkekler ve (çok) zikreden kadınlar! Allah, onlar için mağfiret ve azîm bir ecir (mükâfat) hazırladı.
AÇIKLAMA
Bismillâhirrahmânirrahîm
Burada ruhunu, vechini, nefsini, iradesini Allah’a teslim etmiş olan erkekler ve kadınlar kastedilmektedir. Bütün bu âyete renk veren, âyetin muhtevasını tayin eden, başlangıçtaki “innel muslimîne vel muslimâti” ifadesidir.
Muslimîne vel muslimâti (teslim olan erkekler ve teslim olan kadınlar), Allah’a ruhlarını da vechlerini de nefslerini de iradelerini de teslim edenlerdir. Âyet-i kerimenin sonunda “ecren azîma” buyrularak en yüksek ecir verilenler anlatılmaktadır. Onlar, ecren azîm seviyesinde teslim olanlar; ruhlarını da vechlerini de nefslerini de iradelerini de Allah’a teslim edenlerdir. Allahû Tealâ Tevbe Suresinin 100. âyet-i kerimesinde sahâbeden bahsetmektedir:

9/TEVBE-100: Ves sâbikûnel evvelûne minel muhâcirîne vel ensâri vellezînettebeûhum bi ıhsânin radıyallâhu anhum ve radû anhu ve eadde lehum cennâtin tecrî tahtehel enhâru hâlidîne fîhâ ebedâ(ebeden), zâlikel fevzul azîm(azîmu).
O sabikûn-el evvelîn (evvelki hayırlarda yarışanlardan salâh makamında iradesini Allah'a teslim ederek irşada memur ve mezun kılınanlar): Onların bir kısmı muhacirînden (Mekke'den Medine'ye göç edenlerden) bir kısmı ensardan (Medine'deki yardımcılardan) ve bir kısmı da onlara (ensar ve muhacirîne) ihsanla tâbî olanlardandı. (Sahâbe irşad makamına sahip oldukları için onlara tâbî olundu). Allah, onlardan razı ve onlar da O'ndan (Allah'tan) razıdır. Onlara Allah, altlarından ırmaklar akan cennetler hazırladı ve orada ebediyyen kalacaklardır. İşte bu, en büyük (azîm) mükâfattır.

Sabikûn-el evvelîn hayırlarda yarışanlardır. Daimî zikrin sahipleri; yani ulûl’elbab, ihlâs, salâh makamlarının sahipleri hayırlarda yarışanlardır. Her an deracat kazanan ve üzerine yenilerini ekleyenlerdir.
Ensara da, Mekke’den Medine’ye hicret eden muhacirîne de tâbî olunmuştur. Bu iki gruba tâbî olanların adı ise tabiindir.
Âyet-i kerime, hepsinin irşad makamının sahibi olduklarını kesinleştiriyor çünkü tâbiin de fevz-ül azîmin sahibidir. Öyle bir durum ki tâbiin sahâbeye (ensara ve muhacirîne) tâbî olmuş onlar da irşad makamının sahibi olmuşlardır. Tebe-i tâbiin de onlara tâbî olmuşlar. Onlar da irşad makamının ve fevz-ül azîmin sahibi olmuşlardır.
Sahâbeden sonra tâbiin, tebe-i tâbiinin mürşidi olmuştur. Ecrul azîmin sahipleri fevz-ül azîmin, adn cennetlerinin ve azîm mükâfatın sahibi olanlardır.
Onların teslimiyetleri irade teslimini de içerir, çünkü onlar ecrul azîmin sahipleridir.

7.SAFHA
5/MÂİDE-83: Ve izâ semiû mâ unzile iler resûli terâ a'yunehum tefîdu mined dem'ı mimmâ arefû minel hakkı, yekûlûne rabbenâ âmennâ fektubnâ meaş şâhidîn(şâhidîne).
Ve Resûl'e indirileni (Kur'ân'ı) işittikleri zaman, Hakk'tan olan şeylere ârif olduklarından dolayı, onların gözlerinin yaşla dolup taştığını görürsün. “Rabb'imiz, biz imân ettik (âmenu olduk), artık bizi şâhidlerle beraber yaz...” derler.
AÇIKLAMA
Bismillâhirrahmânirrahîm
Allahû Tealâ: “Onlar resûle indirileni yani Kur’ân’ı işittikleri zaman Hak’tan olan şeylere arif olduklarından dolayı onların gözlerinin kanlı yaşla dolup taştığını görürsün.” diyor. “Ey Rabbimiz biz îmân ettik, âmenû olduk, artık bizi şahitlerle beraber yaz, derler” diyor. Burada Allahû Tealâ’nın söylediği kişiler, hristiyan rahiplerin bir kısmı ile gene hristiyan keşişlerin bir kısmı. Özellikle keşişler yani manastırlarda yaşayan tasavvufî hayatın içinde bulunan insanlar. Tabiatıyla onların arasında bir kısmı irfan ehli, yani ilmin ötesine geçmişler, kalp gözleri açık, kalp kulakları açık.
Ali İmran-53’te beyan edildiği gibi Hz. İsa’ya inen İncil’e îmân eden ve Hz. İsa’ya tâbî olanlar da bizi şahitler ile beraber yaz diyenler gibi kendi peygamberlerine inen esaslarla aynı olduğunu kendileri yaşadıkları için, bu büyük olay onları çok mutlu kılıyor ve onlar Peygamber Efendimiz (S.A.V)’in şahidi olarak Allah’ın huzurunda bulunuyorlar ve “Biz de şahidiz, bizi de şahitlerle beraber yaz.” diyorlar.

3/ÂLİ İMRÂN-53: Rabbenâ âmennâ bi mâ enzelte vetteba’nâr resûle fektubnâ meaş şâhidîn(şâhidîne).
Rabbimiz, Senin indirdiğin şeye inandık ve Resûl’e tâbî olduk, artık bizi şahitlerle beraber yaz.

Burada çıkan sonuç; Hz. İsa zamanından beri tek dînin bütün esaslarını devam ettiren insanların Peygamber Efendimiz (S.A.V) devrinde de var olduğunu, onu tasdik ettiklerini, ona şahit olduklarını, ona indirilenle kendi peygamberlerine indirilenlerin aynı olduğunu ifade etmeleridir. Ve bu insanlar irfan ehli, yani kalp gözleri ve kalp kulakları açık.

98/BEYYİNE-8: Cezâuhum inde rabbihim cennâtu adnin tecrî min tahtihel enhâru hâlidîne fîhâ ebedâ(ebeden), radıyallâhu anhum ve radû anh(anhu), zâlike li men haşiye rabbehu.
Rab’leri Katı’nda onların mükâfatı, altlarından nehirler akan adn cennetleridir, orada ebediyyen kalacak olanlardır. Allah onlardan razı ve onlar O’ndan (Allah’tan) razıdır. İşte bu, Rabbine huşû duyan kimseler içindir.
AÇIKLAMA
Bismillâhirrahmânirrahîm
Bir evvelki âyette geçen daimî zikrin sahiplerinin ihlâs makamını aşan ve salâh makamına geçenler olduğu kesinleşiyor. Çünkü gidecekleri yer ADN cennetleridir.

13/RA'D-23: Cennâtu adnin yedhulûnehâ ve men salaha min âbâihim ve ezvâcihim ve zurriyyâtihim vel melâiketu yedhulûne aleyhim min kulli bâb(bâbin).
Adn cennetleri (vardır). Onların babalarından ve eşlerinden ve zürriyyetlerinden salâha ulaşan kimseler, ona (adn cennetlerine) girerler. Ve her kapıdan melekler, onların yanlarına girerler.

40/MU'MİN-8: Rabbenâ ve edhilhum cennâti adninilletî vaadtehum ve men salaha min âbâihim ve ezvâcihim ve zurriyyâtihim inneke entel azîzul hakîm(hakîmu).
Rabbimiz, onlara vaadettiğin adn cennetlerine, onları ve onların babalarından, zevcelerinden ve zürriyetlerinden salâha ulaşanları dahil et. Muhakkak ki Sen, Sen Azîz’sin, Hakîm’sin (hüküm ve hikmet sahibisin).

66/TAHRÎM-8: Yâ eyyuhellezîne âmenû tûbû ilâllâhi tevbeten nasûhâ(nasûhan), asâ rabbukum en yukeffire ankum seyyiâtikum ve yudhılekum cennâtin tecrî min tahtihel enhâru yevme lâ yuhzîllâhun nebiyye vellezîne âmenû meahu, nûruhum yes'â beyne eydîhim ve bi eymânihim yekûlûne rabbenâ etmim lenâ nûrenâ vagfirlenâ, inneke alâ kulli şey'in kadîr(kadîrun).
Ey âmenû olanlar (Allah’a ulaşmayı dileyenler)! Allah’a Nasuh Tövbesi ile tövbe edin! Umulur ki Rabbiniz, sizin günahlarınızı örter ve sizi altından nehirler akan cennetlere koyar. O gün Allah, nebîleri ve O’nunla beraber olanları mahzun etmez. Onların nurları, önlerinde ve sağlarında koşar. “Rabbimiz, bizim nurumuzu tamamla ve bize mağfiret et (günahlarımızı sevaba çevir). Muhakkak ki Sen, herşeye kaadirsin.” derler.

21/ENBİYÂ-90: Festecebnâ leh(lehu), ve vehebnâ lehu yahyâ ve aslahnâ lehu zevceh(zevcehu), innehum kânû yusâriûne fil hayrâti ve yed’ûnenâ regaben ve rehebâ(reheben), ve kânû lenâ hâşiîn(hâşiîne).
Bunun üzerine ona icabet ettik (duasını kabul ettik). Ve ona, Yahya (A.S)’ı hibe (armağan) ettik. Ve onun için, zevcesini de ıslâh ettik (çocuğu olabilecek duruma getirdik). Muhakkak ki onlar, hayırlarda yarışırlardı. Ve Bize, rağbet ederek ve korkarak dua ederlerdi. Ve onlar, Bize huşû duyanlardı.
AÇIKLAMA
Bismillâhirrahmânirrahîm
Allahû Tealâ kendisine varis isteyen Hz. Zekeriya’yı bir varisle müjdelemektedir. Bu varis Hz. Yahya’dır. Hz. Zekeriya da hanımı da yaşlıdır. Çocukları olabilecek durumda değillerdir ama Allah ikisine de bir imkân verir. Ve onlara Yahya’yı armağan eder. Allahû Tealâ diğer peygamberlerle beraber Hz. Zekeriya’nın da Hz. Yahya’nın da hayırlarda yarışanlar olduğunu (sabikun) ifade etmektedir. Sahâbe de sabikundu. hayırlarda yarışanlardı. (9/TEVBE-100)
Allahû Tealâ hayırlarda yarışmaktan neyi murad ediyor?
Ne zaman insan hayırlarda yarışır hüviyete girer?
Velâyetin salâh makamına ulaşanlar genel çerçeve içerisinde hayırlarda yarışanlardır. Ama asıl yarışanlar iradelerini de Allah’a teslim edenlerdir. Allahû Tealâ kalın çizgilerle sabikun konusunda üçe ayırmış insanları:
1- Nefslerine zulmedenler: Allah’a ulaşmayı dilemeyenler.
2- Ashabel yemin (yeminlerini yerine getiren evliya olanlar): Kitapları sağlarından verilenler Allah’a ulaşmayı dileyenlerden başlar fizik vücutlarını Allah’a teslim eden insanlara kadar ulaşır.
3- Sabikun (hayırlarda yapılan müsabakalarda yarışanlar): Daimî zikirdekiler ise hayırlarda yarışanlardır. Daimî zikrin sahipleri hayır sahipleridir. Çünkü daimî zikrin sahipleri uykudayken de zikrettikleri için, her saniye derecat kazananlardır. Allah 1 saniyelik bir zikre 700 katını verecekse, bir Allah kelimesine 1 derecat verse bile her saniye daimî zikrin sahibine 700 derecat verir. İşte bu insanlar her an derecat kazanırlar ve kesintisiz bir şekilde hayırlarda, kendilerine derecat kazandıran o zikirde yarışırlar. Böyle bir insanın herkese sadece iyilik için yaşadığını, hiç kimseye bir zararının olmayacağını da konumuza eklersek kişilerin hayırda ne kadar üst seviyeleri işgal ettiklerini görürüz.

  

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Not: Yalnızca bu blogun üyesi yorum gönderebilir.