HUŞÛ
42/ŞÛRÂ-13: Şerea
lekum mined dîni mâ vassâ bihî nûhan vellezî evhaynâ ileyke ve mâ vassaynâ bihî
ibrâhîme ve mûsâ ve îsâ, en ekîmûd dîne ve lâ teteferrekû fîh(fîhi), kebure
alel muşrikîne mâ ted’ûhum ileyh(ileyhi), allâhu yectebî ileyhi men yeşâu ve
yehdî ileyhi men yunîb(yunîbu).
(Allah) dînde, onunla Hz. Nuh’a vasiyet
ettiği (farz kıldığı) şeyi (şeriati); “Dîni ikame edin (ayakta, hayatta tutun)
ve onda (dînde) fırkalara ayrılmayın.” diye Hz. İbrâhîm’e, Hz. Musa’ya ve Hz.
İsa’ya vasiyet ettiğimiz şeyi sana da vahyederek, size de şeriat kıldı. Senin
onları, kendisine çağırdığın şey (Allah’a ulaşmayı dileme) müşriklere zor
geldi. Allah, dilediğini Kendisine seçer ve O’na yöneleni, Kendisine ulaştırır
(ruhunu hayatta iken Kendisine ulaştırır).
AÇIKLAMA
Bismillâhirrahmânirrahîm
Şura
Suresinin 13. âyet-i kerimesi Kur’ân-ı Kerim’in en önemli âyetlerinden biridir.
Allahû Tealâ, Allah’a ulaşmayı dileyen; yani Allah’a yönelen kişiyi mutlaka
Kendisine ulaştıracağını ifade etmektedir. Allahû Tealâ, insanlardan bir
kısmını seçeceğini, seçtiklerinden de Allah’a ulaşmayı dileyenleri Kendisine
ulaştıracağını söylemektedir, garanti etmektedir. Bu âyet açık bir şekilde Rum
Suresinin 30, 31, ve 32. âyetleriyle alâkalıdır.
30/RÛM-30: Fe ekim vecheke lid dîni
hanîfâ(hanîfen), fıtratallâhilletî fataran nâse aleyhâ, lâ tebdîle li
halkıllâh(halkıllâhi), zâliked dînul kayyimu ve lâkinne ekseren nâsi lâ
ya’lemûn(ya’lemûne).
Artık hanif olarak kendini (vechini) dîn için ikame et, Allah’ın
hanif fıtratıyla ki; Allah, insanları onun üzerine (hanif fıtratıyla)
yaratmıştır. Allah’ın yaratmasında değişme olmaz. Kayyum olan (kaim olacak,
ezelden ebede kadar yaşayacak) dîn budur. Fakat insanların çoğu bilmez.
Allahû
Tealâ sadece tek bir dînin olduğunu, bütün insanları hanif fıtratıyla
yarattığını ve yaratmasında değişiklik görülemeyeceğini ifade etmektedir.
Allahû Tealâ, bütün insanları kıyâmete kadar hep hanif fıtratıyla yani hanif
dînini yaşayabilecek olan özelliklerle yaratacaktır.
30/RÛM-31: Munîbîne ileyhi vettekûhu
ve ekîmûs salâte ve lâ tekûnû minel muşrikîn(muşrikîne).
O’na (Allah’a) yönelin (Allah’a ulaşmayı dileyin) ve takva sahibi
olun. Ve namazı ikame edin (namaz kılın). Ve (böylece) müşriklerden olmayın.
Müşriklerden
olmayan (şirke düşmeyen) kişinin, Allah’a ulaşmayı dileyen kişi olduğu kesinleşmektedir.
Allahû Tealâ, Rum Suresinin 32. âyet-i kerimesinde şirki anlatmaktadır:
30/RÛM-32: Minellezîne ferrakû dînehum
ve kânû şiyeâ(şiyean), kullu hızbin bimâ ledeyhim ferihûn(ferihûne).
(O müşriklerden olmayın ki) onlar, dînlerinde fırkalara ayrıldılar
ve grup grup oldular. Bütün gruplar, kendilerinde olanla ferahlanırlar.
Allahû
Tealâ’nın şirk tarifi açık ve kesin bir şekilde burada yerli yerine oturmaktadır:
Şirk içinde olanlar Allah’a ulaşmayı dilemeyenlerdir, Allah’a yönelmeyenlerdir.
Allah’a yönelmiş olsalardı tek bir fırka oluşturacaklardı (73. fırka) ve diğer
bütün fırkalar bunun dışında kalacaklardı (72 fırka). Müşrikler Allah’a
ulaşmayı kesinlikle dilemiyorlar, dileseler gizli şirkten kurtulacaklar. Rum-32
ve Şura-13’te gizli şirkten bahsedilmektedir.
Allah’a
yönelip de takva sahibi olanların içinde bulunduğu tek fırka bütün insanlar
için bir kurtuluştur. Allah kimi dilerse onu Kendisine seçer ve bu
seçtiklerinden Allah’a ulaşmayı dileyenleri mutlaka Kendisine ulaştırır.
Allah’ın seçtiği ve seçmediği insanlar vardır. Allahû Tealâ insanların %90’dan
fazlasını seçer. Allah’a ulaşmayı dilemekten insanları men etmeyen herkes
seçilir. Seçilenlerin de hepsinin kalbi kasiyet bağlamıştır. Henüz o kişi
Allah’a ulaşmayı dilememiştir ve kalbi kapkaranlıktır. Bu karanlık kalpliler
Allah’a ulaşmayı dilemedikleri gibi başka insanların da Allah’a ulaşmasına mani
olurlarsa, Allah onları dalâlette ve şirkte bırakır, onları seçmez. Bu şirk;
gizli şirktir.
Âyet-i
kerime açık ve kesin bir şekilde insanların ikiye ayrıldığını, bir kısmının
Allah’a ulaşmayı dilediğini ve şirkten kurtulduğunu diğer kesimin şirkte
kaldığını söylemektedir.
Allah’ın
insanlardan beklediği şey Allah’a ulaşmayı dilemeleridir. Allah, Kendisine
ulaşmayı dileyenleri Kendisine ulaştıracaktır. O insanlar ruhlarını Allah’a
ulaştırmayacaklardır. Allah, onların ruhlarını Kendisine ulaştıracaktır. Bu
kişilere namazı, orucu, zikri, bütün ibadetleri sevdiren Allah’tır. Allah’ın
sevdirmesiyle kişi bütün ibadetlerini yerine getirir.
8/ENFÂL-29: Yâ
eyyuhellezîne âmenû in tettekullâhe yec’al lekum furkânen ve yukeffir ankum
seyyiâtikum ve yagfir lekum, vallâhu zul fadlil azîm(azîmi).
Ey âmenû olanlar, Allah’a karşı takva
sahibi olursanız sizi furkan (hak ve bâtılı ayırma özelliği) sahibi kılar! Ve
sizden (sizin) günahlarınızı örter ve size mağfiret eder (günahlarınızı sevaba
çevirir). Ve Allah, büyük fazl sahibidir.
AÇIKLAMA
Bismillâhirrahmânirrahîm
Kim âmenû olursa ve bunun sonunda Allah’a
karşı takva sahibi olursa, Allah, o insanlara doğruyu yanlıştan ayırma özelliği
verir. Buna rağmen nefsin tesiri altında insanlar yine yanlışları, hataları
işleyeceklerdir; ama en azından, doğruyu yanlıştan ayırma özelliğinin sahibi
olacaklardır. Doğru yanlıştan ayırılırsa, Allah’ın emirlerine mutlaka itaat
artar, Allah’ın yasak ettiği fiiller işlenmez. Böylece kişi, Allah’a şu veya bu
olayda ihanet etmemiş olur. Bir başka ifadeyle, mürşide ulaşmadan evvel, bir insan
nefsini kendine ilâh ediniyordu. Çünkü Allah’ın emirleri ona güç geliyordu ve
gerçekleştirmiyordu. Böylece o emri veren Allah’a değil, o emre karşı gelen
nefsine itaat ediyordu ve nefsini o olayda Allah’ın yerine koyuyordu:
45/CÂSİYE-23: E fe reeyte menittehaze
ilâhehu hevâhu ve edallehullâhu alâ ilmin ve hateme alâ sem’ihî ve kalbihî ve
ceale alâ basarihî gışâveh(gışâveten), fe men yehdîhi min
ba’dillâh(ba’dillâhi), e fe lâ tezekkerûn(tezekkerûne).
Hevasını kendisine ilâh edinen kişiyi gördün mü? Ve Allah, onu
ilim (onun faydasız ilmi) üzere dalâlette bıraktı. Ve onun işitme hassasını ve
kalbini mühürledi. Ve onun basar (görme) hassasının üzerine gışavet (perde)
kıldı (çekti). Bu durumda Allah’tan sonra onu kim hidayete erdirir? Hâlâ
tezekkür etmez misiniz?
Bu muhteva içerisinde insanların güzele
ulaşması için, doğruyu yanlıştan ayırması lâzımdır. İşte burası, kişinin
Allah’a ulaşmayı dilediği noktadır. Çünkü âyet-i kerime: “Ve sizler takva
sahibi olun” diyor. Olduğunuz andan itibaren Allahû Tealâ, sizi öyle bir
noktaya ulaştıracak ki; günahlarınızı örtecek. Kalbinizin mührünü açacak küfür
kelimesini ve ekinneti alacak ve yerine ihbat koyacaktır. Kalbinize konulan
ihbat, furkandır. Mü’min olacaksınız. İrşad makamına tâbî olduğunuz an, 7 tane
ni’met almanız söz konusu. Bu ni’metlerden bir tanesi, günahlarınızın sevaba
çevrilmesi ve Allah’ın 1’e 10 yerine 1’e 100 vermeye başlamasıdır:
2/BAKARA-261: Meselullezîne yunfikûne
emvâlehum fî sebîlillâhi ke meseli habbetin enbetet seb’a senâbile fî kulli
sunbuletin mietu habbeh(habbetin), vallâhu yudâifu li men yeşâu, vallâhu vâsiun
alîm(alîmun).
Mallarını Allah yolunda harcayanların durumu, her sünbülünde
(başağında) yüz adet tane (tohum) olmak üzere, yedi sünbül (başak) veren bir
tek tohumun durumu gibidir. Allah, dilediği kimse için (onun rızkını) kat kat
artırıp verir. Ve Allah Vâsi’dir, Alîm’dir.
Böylece nefs tezkiyesi başlar. Tövbe merasimi
sırasında ikisi birden gerçekleşir:
25/FURKÂN-70: İllâ men tâbe ve âmene
ve amile amelen sâlihan fe ulâike yubeddilullâhu seyyiâtihim
hasenât(hasenâtin), ve kânallâhu gafûren rahîmâ(rahîmen).
Ancak kim (mürşidi önünde) tövbe eder (böylece kalbine îmân
yazılıp, îmânı artan) mü’min olur ve salih amel (nefs tezkiyesi) yaparsa, o
taktirde işte onların, Allah seyyiatlerini (günahlarını) hasenata (sevaba)
çevirir. Ve Allah, Gafur’dur (günahları sevaba çevirendir), Rahîm’dir (rahmet
gönderendir).
Nefsin kalbinde faziletler biriktiği sürece o
kişi, nefs tezkiyesini adım adım gerçekleştirecektir. Nefs tezkiyesi boyunca hedefe
yürümek söz konusudur. Nefs tezkiyesi boyunca devamlı, Allah’ın âyetlerine,
Allah’ın emirlerine daha çok itaat, yasak ettiklerini işlememek konusunda daha
büyük başarı söz konusu olacaktır. Ve yine doğruyu yanlıştan ayırma özelliği
“furkan” kelimesiyle ifade edilmektedir.
6/EN'ÂM-125: Fe men
yuridillâhu en yehdiyehu yeşrah sadrehu lil islâm(islâmi), ve men yurid en
yudıllehu yec’al sadrehu dayyikan haracen, ke ennemâ yassa’adu fîs semâi,
kezâlike yec’alûllâhur ricse alâllezîne lâ yu’minûn(yu’minûn).
Öyleyse Allah kimi Kendisine ulaştırmayı
dilerse onun göğsünü yarar ve (Allah’a) teslime (İslâm’a) açar. Kimi dalâlette
bırakmayı dilerse, onun göğsünü semada yükseliyormuş gibi daralmış, sıkıntılı
yapar. Böylece Allah, mü’min olmayanların üzerine pislik (azap, darlık, güçlük)
verir.
AÇIKLAMA
Bismillâhirrahmânirrahîm
Burada önemli bir
olgu vardır: “Allah’ın dilemesi” Allah’ın hidayete erdirmeyi dilediği kişi-ler
vardır, dilemediği kişiler vardır. İnsanlar olayları yaşar ve olaylardan müspet
veya menfi sonuçlar çıkarırlar. Olayları yaşadıkları zaman başka insanların
hidayet üzere olmasına mani olmayan yani onların dalâlette kalmasını sağlayacak
kötü niyetli bir hareket halinde olmayanları Allah seçer ve 2. basamağa
ulaştırır. Bu basamaktaki kişi eğer Allah’a ulaşmayı dilerse 3. basamağa geçer
ve bundan sonraki basamakları yaşayabilecek ehliyetin sahibi olur. Olgular
dizisine baktığımız zaman Allahû Tealâ’nın kişiyi seçtiğini, onu karar
arifesine getirdiğini, kararını Allah’a ulaşmayı dilemek istikametinde vermesi
için ona birçok şeyler gösterdiğini, etrafındaki olaylarla ispat ettiğini
görürüz. Ve kişi, Allah’ın kendisinden beklediği şeyi yaparak Allah’a ulaşmayı
diler.
Allahû Tealâ bu
âyette iki nevi insandan bahsediyor: “Kimi de dalalette bırakmayı dilerse
onların da göğsünü açmaz. Onları, göğüsleri sıkışarak, nefes alamaz bir şekilde
göğe yükseliyormuş gibi hissettirir. Bu, azaplı bir yükseliştir.” Allah’ın
dalâlette bırakmayı dilemesinin nedeni bu kişilerin Allah’a ulaşmayı
dilememeleridir. Yani biz neyi dilesek Allah da bizim için onu diliyor.
Burada kesin bir
olgu vardır. Allah’ın, Allah’a ulaştırmayı dilediği insanların varlığı ortaya
çıkıyor. Kim Allah’a ulaşmayı dilerse, Allah da onu Kendisine ulaştırmayı
diler. Bir insan Allah’a ulaşmayı dilemezse gideceği yer cehennem olur.
10/YÛNUS-7: İnnellezîne lâ yercûne
likâenâ ve radû bil hayâtid dunyâ vatme'ennû bihâ vellezîne hum an âyâtinâ
gâfilûn(gâfilûne).
Muhakkak ki onlar, Bize ulaşmayı (hayatta iken ruhlarını Allah’a
ulaştırmayı) dilemezler. Dünya hayatından razı olmuşlardır ve onunla doyuma
ulaşmışlardır ve onlar âyetlerimizden gâfil olanlardır.
10/YÛNUS-8: Ulâike me'vâhumun nâru
bimâ kânû yeksibûn(yeksibûne).
İşte onların kazandıkları (dereceler) gereğince varacakları yer
ateştir (cehennemdir).
Kim Allah’a ulaşmayı dilerse, Allah’ın tayin ettiği o gün
mutlaka gelecektir.
29/ANKEBÛT-5: Men kâne yercû
likâallâhi fe inne ecelallâhi leât(leâtin), ve huves semîul alîm(alîmu).
Kim Allah’a mülâki olmayı (hayattayken Allah’a ulaşmayı) dilerse,
o taktirde muhakkak ki Allah’ın tayin ettiği zaman mutlaka gelecektir (ruhu
mutlaka hayattayken Allah’a ulaşacaktır). Ve O; en iyi işiten, en iyi bilendir.
Allah, o kişiyi
mutlaka Kendisine ulaştıracaktır. Allahû Tealâ garanti veriyor. Ve Allah’ın
kişiyi cennetine ulaştıracağı da kesindir.
89/FECR-27: Yâ eyyetuhen nefsul
mutmainneh(mutmainnetu).
Ey mutmain olan nefs!
89/FECR-28: İrciî ilâ rabbiki
râdıyeten mardıyyeh(mardıyyeten).
Rabbine dön (Allah’tan) razı olarak ve Allah’ın rızasını kazanmış
olarak!
89/FECR-29: Fedhulî fî ibâdî.
(Ey fizik vücut!) O zaman, (nefsini tezkiye ettiğin ve ruhunu
Allah’a ulaştırdığın zaman Bana kul olursun) kullarımın arasına gir.
89/FECR-30: Vedhulî cennetî.
Ve cennetime gir.
Burada Allahû Tealâ’nın Allah’a ulaştırmayı dilediği
kişinin göğsünü, İslâm’a açtığı kesin
lik kazanmaktadır.
Allah, kişinin göğsünü şerheder, yarar ve İslâm’a hazırlar. Allahû Tealâ, onun
kalbindeki nur kapısını Allah’a çevirdikten sonra kişi zikir yapmaya başlarsa
Allah’tan gelen rahmetle fazl, o kişinin göğsüne geldiğinde göğsünden kalbine
ulaşması için, Allah kişinin göğsünü şerheder, yarar ve göğsünden kalbine bir
nur yolu açar.
39/ZUMER-22: E fe
men şerehallâhu sadrehu lil islâmi fe huve alâ nûrin min rabbih(rabbihi), fe
veylun lil kâsiyeti kulûbuhum min zikrillâh(zikrillâhi), ulâike fî dalâlin
mubîn(mubînin).
Allah kimin göğsünü
İslâm için (Allah’a teslim için) yarmışsa artık o, Rabbinden bir nur üzere
olur, değil mi? Allah’ın zikrinden kalpleri kasiyet bağlayanların vay haline!
İşte onlar, apaçık dalâlet içindedirler.
Nurların kişinin kalbine
ulaşıp, kalbinin içinde yerleşmesi ve parıldamaya başlaması ve “îmân”
kelimesinin etrafında fazılların toplanması lâzımdır. Böylece nefsin afetleri,
fazılların toplanması oranında yok olur. Allahû Tealâ buna “nefs tezkiyesi” diyor.
Göğsünden kalbine
açtığı bu nur yolunu da veriyor:
“Hiç kalpleri
kapkaranlık olan, kasiyet bağlamış insanların kalbi, göğüslerinden kalplerine
yol açılanlar gibi olur mu?” buyuruyor. Sadece Allah’ın göğüslerinden
kalplerine yol açtığı, göğüslerini Allah’ın şerhettiği kişilerin kalplerine
Allah’ın nuru ulaşabilir.
Öyleyse bu âyet-i
kerimede, Allah kişinin göğsünden kalbine nur yolunu açar. Rahmân esmasıyla
Allahû Tealâ’nın tecelli ettiği kişi zikir yapınca açılan bu nur yolundan
salâvat taşıyıcısıyla Allah’ın nuru gelir. Kişinin göğsüne açılmış olan şifreli
yolu takip ederek kişinin kalbine ulaşır ve kişiyi huşû sahibi kılar. İşte bu
rahmetin %2 çevresinde o kişinin kalbine ulaşması halinde kişi huşû sahibi
olur. Burada Allahû Tealâ’ nın Allah’a ulaştırmayı dilediği kişilerin varlığı
kesinlik kazanıyor. Öyleyse Allah’ın dilemediği kişiler de var. Allah’a
ulaşmayı dilemeyen kişileri, Allah da Kendisine ulaştırmayı dilemez. Böyle bir
dizaynda, Allahû Tealâ’ nın Kendine ulaştırmayı dilemediği insanların varlığı
da kesindir.
2/BAKARA-46: Ellezîne
yezunnûne ennehum mulâkû rabbihim ve ennehum ileyhi râciûn(râciûne).
O (huşû sahipleri) ki; onlar, Rab’lerine
(dünya hayatında) muhakkak mülâki olacaklarına ve (sonunda ölümle) O’na döneceklerine
yakîn derecesinde inanırlar.
AÇIKLAMA
Bismillâhirrahmânirrahîm
Allahû Tealâ
mürşide ulaşmayı herkesin üzerine farz kılmıştır. Bu bir emirdir. herkes
sabırla ve hacet namazını kılarak Allah’tan mürşidini istemek
mecburiyetindedir. Allah’a ulaşmayı dilemeyenler, Bakara-45 ve 46. ayetlerin
muhtevasına girmezler. onların Allah’tan istiane istemeleri netice vermez.
Allah onlara mürşidlerini göstermez. Çünkü gerçekten dilemiş olsalardı Allahû
Tealâ bu talebi mutlaka o kişinin kalbinde işitecek, görecek ve bilecekti.
Allahû Tealâ, mürşidi sadece huşû sahiplerine gösterir.
Allah’a ulaşmayı
istemiyorsanız huşû sahibi değilsinizdir. Çünkü insanlar Allah’a ulaşmayı
dilemezlerse Allah da onları kendisine ulaştırmayı dilemez. Allah hep kalbe
bakar. Kalpte böyle bir talep varsa o zaman talebiniz üzerine mürşidi gösterir.
Kişi huşû sahibi değilse, Allah’a ulaşacağına inanmıyorsa hiçbir zaman hacet
namazı da kılmayacaktır: (5/MÂİDE-35)
Kim Allah’a
ulaşmayı dilerse, o kişi Allahû Tealâ’dan Allah’a ulaştırmaya vesile olacak
kişiyi isteyecektir. Devrin imamı vesile değildir, ulaştırandır. Ulaştırma
keyfiyetini bu dünya üzerinde gerçekleştirebilen kişi sadece devrin huzur
namazının imamıdır. Kim Allah’a ulaşmayı diliyorsa ve ruhunu hayattayken Allah’a ulaştıracağına mutlaka
inanıyorsa o kişi huşû sahibidir ve hacet namazını kıldığı gece mutlaka Allah
ona mürşidini gösterecektir.
Hacet namazının
ardındaki neticeyi Bakara-46’da açıklıyor: Huşû sahipleri için mürşidlerine
ulaşmak zor değildir. Allahû Tealâ onlara mürşidlerini gösterir. Huşû
sahiplerinin vasfı ise ölmeden evvel ruhlarını Allah’a ulaştıracaklarına kesin
şekilde inanmalarıdır.
O halde öldüğü
zaman kişinin vücudundan ruh çıkmayacaktır; çünkü kişinin vücudunda ruh yoktur.
Azrail (A.S)’ ın görevini yapması için ruh Allah’ın katından geri gelir. Ve
Azrail (A.S)’ın yardımcıları onu alır, tekrar Allah’ın katına çıkarır. Rücu
kelimesi ruhun Allah’a geri dönüşüdür.
HUŞÛ’NUN 7 SAFHASI
1. SAFHA
50/KAF-33: Men
haşiyer rahmâne bil gaybi ve câe bi kalbin munîbin.
Gaybda Rahmân’a huşu duyanlar ve münib
(Allah’a ulaşmayı dileyen) bir kalple (Allah’ın huzuruna) gelenler (için).
AÇIKLAMA
Bismillâhirrahmânirrahîm
Kalpler Allah’a döner,
yönelir ve Allah’ı görmediği halde Allah’a karşı huşû duyanlardan bahsediliyor.
36/YÂSÎN-11: İnnemâ
tunziru menittebeaz zikre ve haşiyer rahmâne bil gayb(gaybi), fe beşşirhu bi
magfiretin ve ecrin kerîm(kerîmin).
Sen sadece zikre tâbî olanı ve gaybte
Rahmân’a huşû duyanı uyarırsın. Öyleyse onu mağfiret ile (günahların sevaba
çevrilmesiyle) ve "kerim ecir" ile müjdele.
AÇIKLAMA
Bismillâhirrahmânirrahîm
Kişi uyarılırsa, mutlaka evvelâ
kendisine düşeni yapacak sonra da adım adım bir hedefe gidecek, kerim bir ecirle
müjdelenecektir. O kişinin uyarılabilmesi için, zikre (Kur’ân’a) tâbî olması
gerekir. Huşû, gaybte Allah’a ulaşmayı dilemek konusunda kişinin kalbinde
oluşan başlangıç zeminidir. Kişi bu zemin üzerinde haşyet duyarsa o zikre tâbî
olmuştur.
2. SAFHA
2/BAKARA-45: Vesteînû
bis sabri ves salât(sâlâti), ve innehâ le kebîretun illâ alel hâşiîn(hâşiîne).
(Allah’tan) sabırla ve namazla istiane
(yardım) isteyin. Ve muhakkak ki o (hacet namazı ile Allah’a ulaştıracak
mürşidini sormak), huşû sahibi olanlardan başkasına elbette ağır gelir.
AÇIKLAMA
Bismillâhirrahmânirrahîm
İstiane sabırla
ve namazla yalnız Allah’tan istenebilir.
Peygamber
Efendimiz (S.A.V) buyurmaktadır: “Cebrail kardeşimin bana öğrettiği iki
namazdan biri İSTİHARE, diğeri HACET namazıdır.”
Kişi bir kararın
kendisi için uygun olup olmadığını İSTİHARE namazı kılarak Allah’tan sorabilir.
Bu iki rekâtlık namazda Fatiha’dan sonra Kâfirun Suresi okunur. İkinci rekâtta
da Fatiha’dan sonra İhlâs Suresi okunur ve Allah’tan yapmak istenen şeyin ya da
kararın uygun olup olmadığı sorulur. Eğer Allahû Tealâ beyaz veya yeşil
renklerin hakim olduğu bir rüya göstermişse kararın uygun, siyah veya kırmızı
renklerin olduğu bir rüya göstermişse uygun olmadığı anlaşılır.
2. namazın adı
HACET namazıdır ve şöyle kılınır:
1. Rekât:
Subhaneke + Fatiha + 3 Âyetel Kursî
2. Rekât: Fatiha
+ İhlâs + Felâk + Nâs
Oturuş: Ettehiyyatu
3. Rekât: Fatiha
+ İhlâs + Felâk + Nâs
4. Rekât: Fatiha
+ İhlâs + Felâk + Nâs
Oturuş: Ettehiyyatu +
Allahumme Salli + Allahumme Barik + Rabbena
Ve kişi Allah’tan
hacette bulunur: “Ya Rabbi benim mürşidim kim, bana onu göstermeni dilerim.
“Dünyaya ya da manevî âleme ait birşey isteniyorsa yine hacet namazı kılınır.
Allahû Tealâ “namazla”sözüyle hacet namazını ifade etmektedir. İnsanlar vardır
hem Allah’a ulaşmayı dilemezler hem de hacet namazını kılarak Allah’tan devamlı
mürşidlerini sorarlar. Allahû Tealâ da onlara sabırlı da olsalar mürşidlerini
hiç göstermez. Bu insanlar kendi kendilerini aldatırlar: “Ben Allah’a ulaşmayı
diliyorum ama Allah bana mürşidimi göstermiyor” diyerek yalan söylerler. Çünkü
Allahû Tealâ buyurmaktadır: (29/ANKEBUT-5)
Eğer kişiler huşû
sahibiyse kesin şekilde inanırlarki ruhlarını ölmeden evvel Allah’a
ulaştıracaklardır ve ölümden sonra da ruhları tekrar Allah’a bir defa daha geri
dönecektir.
Hacet namazı
kılınıpta Allah’tan sorulduğu zaman o şeye ehil olunmalıdır.
Hacet namazını
kılan kişi huşû sahibiyse yani Allah’a ulaşmayı gerçekten diliyorsa ve
mürşidini Allah’tan sorduysa Allah’ın o kişiye mürşidini daha ilk seferde
göstermemesi mümkün değildir. İşte bu dizayn içerisinde âyet-i kerime Allah’tan istianenin nasıl istenmesi
gerektiğini ifade etmektedir. Ve kişi huşû sahibi olmuşsa Allahû Tealâ mutlaka
mutlaka mürşidini gösterecektir ve istianeyi ona ulaştıracaktır.
57/HADÎD-16: E lem
ye’ni lillezîne âmenû en tahşea kulûbuhum li zikrillâhi ve mâ nezele minel
hakkı ve lâ yekûnû kellezîne ûtûl kitâbe min kablu fe tâle aleyhimul emedu fe
kaset kulûbuhum, ve kesîrun minhum fâsikûn(fâsikûne).
Allah’ın zikri ile ve Hakk’tan inen şeyle
(Allah’ın nurları ile), âmenû olanların (Allah’a ulaşmayı dileyenlerin)
kalplerinin huşû duyma zamanı gelmedi mi? Kendilerine daha önce kitap verilip
de böylece üzerinden uzun zaman geçince, artık (zikri unuttukları için) kalpleri
katılaşan kimseler gibi olmasınlar. Onlardan çoğu fasıklardır.
AÇIKLAMA
Bismillâhirrahmânirrahîm
Allah’ın zikri kalplere
rahmet, fazl ve salâvât nurlarını ulaştırır. Bu nurlar kalpte HUŞÛ oluşturur.
Zikir yapılmazsa kalpler katılaşır. Onların çoğu fasıktırlar.
3. SAFHA
79/NÂZİÂT-19: Ve
ehdiyeke ilâ rabbike fe tahşâ.
Ve: “Seni Rabbine ulaştırayım (hidayete
erdireyim).” de. Böylece huşû sahibi ol
AÇIKLAMA
Bismillâhirrahmânirrahîm
Ve
firavuna de ki: “Ve seni Rabbine ulaştırayım, yani hidayete erdireyim ve
böylece aynı zamanda huşû sahibi de olursun.”
3/ÂLİ İMRÂN-199: Ve
inne min ehlil kitâbi le men yu’minu billâhi ve mâ unzile ileykum ve mâ unzile
ileyhim hâşiîne lillâhi, lâ yeşterûne bi âyâtillâhi semenen kalîlâ(kalîlen),
ulâike lehum ecruhum inde rabbihim innallâhe serîul hısâb(hısâbi).
Ve muhakkak ki kitap ehlinden öyle kimseler
var ki, Allah'a, size indirilene ve kendilerine indirilene mutlaka iman
ederler. Allah'a karşı huşû duyarlar. Allah'ın ayetlerini az bir değere
satmazlar. İşte onlar, onların mükâfatları, Rab'lerinin katındadır. Muhakkak ki
Allah, hesabı çabuk görendir.
AÇIKLAMA
Bismillâhirrahmânirrahîm
Allahû Tealâ burada hem kendi
kitaplarına hem de diğer kitaplara inananlardan bahsediyor. Meselâ yahudilerden
bir grup, Tevrat’a da inanıyorlar, Peygamber Efendimiz (S.A.V)‘e indirilen
Kur’ân-ı Kerim’e de. Hristiyanlardan bir grup, Tevrat’a da inanıyorlar, İncil’e
de inanıyorlar, Kur’ân-ı Kerim’e de inanıyorlar. Allahû Teala bu insanlar
Allahın dininde bir ayırım yapmadıkları için onların Allahın katında mükafatı
vardır buyuruyor.
Allahın katında yalnız bir tek din
olmuştur: Hanif dini. Bunun anlamı yalnızca 7 safhada 4 teslimi muhtevi bir din
ve şeriat vardır Allahın katında. Ezelden ebede tek din Hanif dini Rabbimizin
katında ve Rabbimiz bizi Hanif fıtratıyla yaratmış. Hanif fıtratı, Hanif dinini
yaşayabilecek Allahın insanı yaradış dizaynıdır.
30/RÛM-30: Fe ekim vecheke lid dîni
hanîfâ(hanîfen), fıtratallâhilletî fataran nâse aleyhâ, lâ tebdîle li
halkıllâh(halkıllâhi), zâliked dînul kayyimu ve lâkinne ekseren nâsi lâ
ya’lemûn(ya’lemûne). Artık hanif olarak kendini (vechini) dîn için ikame et, Allah’ın
hanif fıtratıyla ki; Allah, insanları onun üzerine (hanif fıtratıyla)
yaratmıştır. Allah’ın yaratmasında değişme olmaz. Kayyum olan (kaim olacak,
ezelden ebede kadar yaşayacak) dîn budur. Fakat insanların çoğu bilmez.
(42/ŞÛRÂ-13)
4. SAFHA
35/FÂTIR-28: Ve minen nâsi ved devâbbi vel en’âmi muhtelifun
elvânuhu kezâlik(kezâlike), innemâ yahşâllâhe min ibâdihil ulemâu, innallâhe
azîzun gafûr(gafûrun).
Ve bunun gibi insanlardan, davarlardan, yürüyen hayvanlardan da
çeşitli renkte olanlar vardır. Ancak kullarından ulema (âlimler), Allah’a karşı
huşû duyar. Muhakkak ki Allah; Azîz’dir (üstün, yüce), Gafûr’dur (mağfiret
eden).
AÇIKLAMA
Bismillâhirrahmânirrahîm
Allahû Tealâ’nın öğrettiklerini
bilenler ve Allah’a karşı huşû duyanlar âlimlerdir. Huşû müessesesinin
başladığı nokta Allah’a ulaşmayı dileme noktasıdır. Neden acaba Allahû Tealâ
huşû sahibi olanlara ulema (âlimler) diyor? Yunus Suresinin 7 ve 8. âyet-i
kerimelerinde şöyle buyuruyor:
10/YÛNUS-7: İnnellezîne lâ yercûne
likâenâ ve radû bil hayâtid dunyâ vatme'ennû bihâ vellezîne hum an âyâtinâ
gâfilûn(gâfilûne).
Muhakkak ki onlar, Bize ulaşmayı (hayatta iken ruhlarını Allah’a
ulaştırmayı) dilemezler. Dünya hayatından razı olmuşlardır ve onunla doyuma
ulaşmışlardır ve onlar âyetlerimizden gâfil olanlardır.
10/YÛNUS-8: Ulâike
me'vâhumun nâru bimâ kânû yeksibûn(yeksibûne).
İşte onların kazandıkları (dereceler) gereğince varacakları yer
ateştir (cehennemdir).
Allah’a ulaşmayı dilemeyenler ilim
sahibi kabul edilmiyor, Allahû Tealâ tarafından. Dünyaya ait ilimlerin
sahipleri Allah’ın âyetlerinden gâfil olanlardır. Allah’a ulaşmayı dileyenler
Allah’ın âyetlerinden gâfil olmayı aşarlar. Bu sebeple bu âyet-i kerime Allah’a
ulaşmayı dileyenleri âlim standatlarına sokmuştur.
Anlaşılıyor
ki Allah’a mülâki olmayı dilemeyen insanların Allah’ın âyetlerinden gâfil
olmaları, onları ulema sınıfının dışında tutuyor. Onlar âlim değiller.
5. SAFHA
17/İSRÂ-109: Ve yahırrûne
lil ezkâni yebkûne ve yezîduhum huşûâ(huşûan).
Ve çeneleri (alınları) üstüne kapanırlar.
Ve huşûları artarak ağlarlar.
AÇIKLAMA
Bismillâhirrahmânirrahîm
Kur’ân-ı
Kerim’den önce kendilerine ilim verilen kimseler, Kur’ân-ı Kerim’i duydukları
zaman, Kur’ân’ın pozitif etkisinde kalarak
çeneleri üzerine kapanıp ağlarlar.
6. SAFHA
33/AHZÂB-35: İnnel
muslimîne vel muslimâti vel mu’minîne vel mu’minâti vel kânitîne vel kânitâti
ves sâdikîne ves sâdikâti ves sâbirîne ves sâbirâti vel hâşiîne vel hâşiâti vel
mutesaddikîne vel mutesaddikâti ves sâimîne ves sâimâti vel hâfızîne furûcehum
vel hâfızâti furûcehum vel hâfizâti vez zâkirînallâhe kesîren vez zâkirâti
eaddallâhu lehum magfireten ve ecren azîmâ(azîmen).
Gerçekten İslâm olan (Allah’a teslim olan)
erkekler ve İslâm olan kadınlar ve mü’min erkekler ve mü’min kadınlar, kanitin
olan erkekler ve kanitin olan kadınlar, sadık erkekler ve sadık kadınlar,
sabreden erkekler ve sabreden kadınlar, (Rabbine) huşû duyan erkekler ve huşû
duyan kadınlar, sadaka veren erkekler ve sadaka veren kadınlar, oruç tutan
erkekler ve oruç tutan kadınlar, ırzlarını koruyan erkekler ve ırzlarını
koruyan kadınlar ve Allah’ı çok zikreden erkekler ve (çok) zikreden kadınlar!
Allah, onlar için mağfiret ve azîm bir ecir (mükâfat) hazırladı.
AÇIKLAMA
Bismillâhirrahmânirrahîm
Burada ruhunu, vechini, nefsini,
iradesini Allah’a teslim etmiş olan erkekler ve kadınlar kastedilmektedir.
Bütün bu âyete renk veren, âyetin muhtevasını tayin eden, başlangıçtaki “innel
muslimîne vel muslimâti” ifadesidir.
Muslimîne vel muslimâti (teslim olan
erkekler ve teslim olan kadınlar), Allah’a ruhlarını da vechlerini de
nefslerini de iradelerini de teslim edenlerdir. Âyet-i kerimenin sonunda “ecren
azîma” buyrularak en yüksek ecir verilenler anlatılmaktadır. Onlar, ecren azîm
seviyesinde teslim olanlar; ruhlarını da vechlerini de nefslerini de
iradelerini de Allah’a teslim edenlerdir. Allahû Tealâ Tevbe Suresinin 100.
âyet-i kerimesinde sahâbeden bahsetmektedir:
9/TEVBE-100: Ves sâbikûnel evvelûne
minel muhâcirîne vel ensâri vellezînettebeûhum bi ıhsânin radıyallâhu anhum ve
radû anhu ve eadde lehum cennâtin tecrî tahtehel enhâru hâlidîne fîhâ
ebedâ(ebeden), zâlikel fevzul azîm(azîmu).
O sabikûn-el evvelîn (evvelki hayırlarda yarışanlardan salâh
makamında iradesini Allah'a teslim ederek irşada memur ve mezun kılınanlar):
Onların bir kısmı muhacirînden (Mekke'den Medine'ye göç edenlerden) bir kısmı
ensardan (Medine'deki yardımcılardan) ve bir kısmı da onlara (ensar ve
muhacirîne) ihsanla tâbî olanlardandı. (Sahâbe irşad makamına sahip oldukları
için onlara tâbî olundu). Allah, onlardan razı ve onlar da O'ndan (Allah'tan)
razıdır. Onlara Allah, altlarından ırmaklar akan cennetler hazırladı ve orada
ebediyyen kalacaklardır. İşte bu, en büyük (azîm) mükâfattır.
Sabikûn-el evvelîn hayırlarda
yarışanlardır. Daimî zikrin sahipleri; yani ulûl’elbab, ihlâs, salâh
makamlarının sahipleri hayırlarda yarışanlardır. Her an deracat kazanan ve
üzerine yenilerini ekleyenlerdir.
Ensara da, Mekke’den Medine’ye
hicret eden muhacirîne de tâbî olunmuştur. Bu iki gruba tâbî olanların adı ise
tabiindir.
Âyet-i kerime, hepsinin irşad
makamının sahibi olduklarını kesinleştiriyor çünkü tâbiin de fevz-ül azîmin
sahibidir. Öyle bir durum ki tâbiin sahâbeye (ensara ve muhacirîne) tâbî olmuş
onlar da irşad makamının sahibi olmuşlardır. Tebe-i tâbiin de onlara tâbî
olmuşlar. Onlar da irşad makamının ve fevz-ül azîmin sahibi olmuşlardır.
Sahâbeden sonra tâbiin, tebe-i
tâbiinin mürşidi olmuştur. Ecrul azîmin sahipleri fevz-ül azîmin, adn cennetlerinin
ve azîm mükâfatın sahibi olanlardır.
Onların teslimiyetleri irade
teslimini de içerir, çünkü onlar ecrul azîmin sahipleridir.
7.SAFHA
5/MÂİDE-83: Ve izâ
semiû mâ unzile iler resûli terâ a'yunehum tefîdu mined dem'ı mimmâ arefû minel
hakkı, yekûlûne rabbenâ âmennâ fektubnâ meaş şâhidîn(şâhidîne).
Ve Resûl'e indirileni (Kur'ân'ı)
işittikleri zaman, Hakk'tan olan şeylere ârif olduklarından dolayı, onların
gözlerinin yaşla dolup taştığını görürsün. “Rabb'imiz, biz imân ettik (âmenu
olduk), artık bizi şâhidlerle beraber yaz...” derler.
AÇIKLAMA
Bismillâhirrahmânirrahîm
Allahû Tealâ: “Onlar
resûle indirileni yani Kur’ân’ı işittikleri zaman Hak’tan olan şeylere arif
olduklarından dolayı onların gözlerinin kanlı yaşla dolup taştığını görürsün.”
diyor. “Ey Rabbimiz biz îmân ettik, âmenû olduk, artık bizi şahitlerle beraber
yaz, derler” diyor. Burada Allahû Tealâ’nın söylediği kişiler, hristiyan
rahiplerin bir kısmı ile gene hristiyan keşişlerin bir kısmı. Özellikle
keşişler yani manastırlarda yaşayan tasavvufî hayatın içinde bulunan insanlar.
Tabiatıyla onların arasında bir kısmı irfan ehli, yani ilmin ötesine geçmişler,
kalp gözleri açık, kalp kulakları açık.
Ali İmran-53’te beyan
edildiği gibi Hz. İsa’ya inen İncil’e îmân eden ve Hz. İsa’ya tâbî olanlar da
bizi şahitler ile beraber yaz diyenler gibi kendi peygamberlerine inen
esaslarla aynı olduğunu kendileri yaşadıkları için, bu büyük olay onları çok
mutlu kılıyor ve onlar Peygamber Efendimiz (S.A.V)’in şahidi olarak Allah’ın
huzurunda bulunuyorlar ve “Biz de şahidiz, bizi de şahitlerle beraber yaz.”
diyorlar.
3/ÂLİ İMRÂN-53: Rabbenâ âmennâ bi mâ
enzelte vetteba’nâr resûle fektubnâ meaş şâhidîn(şâhidîne).
Rabbimiz, Senin indirdiğin şeye inandık ve Resûl’e tâbî olduk,
artık bizi şahitlerle beraber yaz.
Burada çıkan sonuç; Hz.
İsa zamanından beri tek dînin bütün esaslarını devam ettiren insanların
Peygamber Efendimiz (S.A.V) devrinde de var olduğunu, onu tasdik ettiklerini,
ona şahit olduklarını, ona indirilenle kendi peygamberlerine indirilenlerin
aynı olduğunu ifade etmeleridir. Ve bu insanlar irfan ehli, yani kalp gözleri
ve kalp kulakları açık.
98/BEYYİNE-8: Cezâuhum
inde rabbihim cennâtu adnin tecrî min tahtihel enhâru hâlidîne fîhâ
ebedâ(ebeden), radıyallâhu anhum ve radû anh(anhu), zâlike li men haşiye
rabbehu.
Rab’leri Katı’nda onların mükâfatı,
altlarından nehirler akan adn cennetleridir, orada ebediyyen kalacak
olanlardır. Allah onlardan razı ve onlar O’ndan (Allah’tan) razıdır. İşte bu,
Rabbine huşû duyan kimseler içindir.
AÇIKLAMA
Bismillâhirrahmânirrahîm
Bir evvelki âyette geçen
daimî zikrin sahiplerinin ihlâs makamını aşan ve salâh makamına geçenler olduğu
kesinleşiyor. Çünkü gidecekleri yer ADN cennetleridir.
13/RA'D-23: Cennâtu adnin yedhulûnehâ
ve men salaha min âbâihim ve ezvâcihim ve zurriyyâtihim vel melâiketu yedhulûne
aleyhim min kulli bâb(bâbin).
Adn cennetleri (vardır). Onların babalarından ve eşlerinden ve
zürriyyetlerinden salâha ulaşan kimseler, ona (adn cennetlerine) girerler. Ve
her kapıdan melekler, onların yanlarına girerler.
40/MU'MİN-8: Rabbenâ ve edhilhum
cennâti adninilletî vaadtehum ve men salaha min âbâihim ve ezvâcihim ve
zurriyyâtihim inneke entel azîzul hakîm(hakîmu).
Rabbimiz, onlara vaadettiğin adn cennetlerine, onları ve onların
babalarından, zevcelerinden ve zürriyetlerinden salâha ulaşanları dahil et.
Muhakkak ki Sen, Sen Azîz’sin, Hakîm’sin (hüküm ve hikmet sahibisin).
66/TAHRÎM-8: Yâ eyyuhellezîne âmenû
tûbû ilâllâhi tevbeten nasûhâ(nasûhan), asâ rabbukum en yukeffire ankum
seyyiâtikum ve yudhılekum cennâtin tecrî min tahtihel enhâru yevme lâ
yuhzîllâhun nebiyye vellezîne âmenû meahu, nûruhum yes'â beyne eydîhim ve bi
eymânihim yekûlûne rabbenâ etmim lenâ nûrenâ vagfirlenâ, inneke alâ kulli
şey'in kadîr(kadîrun).
Ey âmenû olanlar (Allah’a ulaşmayı dileyenler)! Allah’a Nasuh
Tövbesi ile tövbe edin! Umulur ki Rabbiniz, sizin günahlarınızı örter ve sizi
altından nehirler akan cennetlere koyar. O gün Allah, nebîleri ve O’nunla
beraber olanları mahzun etmez. Onların nurları, önlerinde ve sağlarında koşar.
“Rabbimiz, bizim nurumuzu tamamla ve bize mağfiret et (günahlarımızı sevaba
çevir). Muhakkak ki Sen, herşeye kaadirsin.” derler.
21/ENBİYÂ-90: Festecebnâ
leh(lehu), ve vehebnâ lehu yahyâ ve aslahnâ lehu zevceh(zevcehu), innehum kânû
yusâriûne fil hayrâti ve yed’ûnenâ regaben ve rehebâ(reheben), ve kânû lenâ
hâşiîn(hâşiîne).
Bunun üzerine ona icabet ettik (duasını
kabul ettik). Ve ona, Yahya (A.S)’ı hibe (armağan) ettik. Ve onun için,
zevcesini de ıslâh ettik (çocuğu olabilecek duruma getirdik). Muhakkak ki onlar,
hayırlarda yarışırlardı. Ve Bize, rağbet ederek ve korkarak dua ederlerdi. Ve
onlar, Bize huşû duyanlardı.
AÇIKLAMA
Bismillâhirrahmânirrahîm
Allahû Tealâ kendisine
varis isteyen Hz. Zekeriya’yı bir varisle müjdelemektedir. Bu varis Hz.
Yahya’dır. Hz. Zekeriya da hanımı da yaşlıdır. Çocukları olabilecek durumda
değillerdir ama Allah ikisine de bir imkân verir. Ve onlara Yahya’yı armağan
eder. Allahû Tealâ diğer peygamberlerle beraber Hz. Zekeriya’nın da Hz.
Yahya’nın da hayırlarda yarışanlar olduğunu (sabikun) ifade etmektedir. Sahâbe
de sabikundu. hayırlarda yarışanlardı. (9/TEVBE-100)
Allahû Tealâ hayırlarda
yarışmaktan neyi murad ediyor?
Ne zaman insan
hayırlarda yarışır hüviyete girer?
Velâyetin salâh makamına
ulaşanlar genel çerçeve içerisinde hayırlarda yarışanlardır. Ama asıl
yarışanlar iradelerini de Allah’a teslim edenlerdir. Allahû Tealâ kalın
çizgilerle sabikun konusunda üçe ayırmış insanları:
1- Nefslerine
zulmedenler: Allah’a ulaşmayı dilemeyenler.
2- Ashabel yemin
(yeminlerini yerine getiren evliya olanlar): Kitapları sağlarından verilenler
Allah’a ulaşmayı dileyenlerden başlar fizik vücutlarını Allah’a teslim eden
insanlara kadar ulaşır.
3- Sabikun (hayırlarda
yapılan müsabakalarda yarışanlar): Daimî zikirdekiler ise hayırlarda
yarışanlardır. Daimî zikrin sahipleri hayır sahipleridir. Çünkü daimî zikrin
sahipleri uykudayken de zikrettikleri için, her saniye derecat kazananlardır.
Allah 1 saniyelik bir zikre 700 katını verecekse, bir Allah kelimesine 1
derecat verse bile her saniye daimî zikrin sahibine 700 derecat verir. İşte bu
insanlar her an derecat kazanırlar ve kesintisiz bir şekilde hayırlarda,
kendilerine derecat kazandıran o zikirde yarışırlar. Böyle bir insanın herkese
sadece iyilik için yaşadığını, hiç kimseye bir zararının olmayacağını da
konumuza eklersek kişilerin hayırda ne kadar üst seviyeleri işgal ettiklerini
görürüz.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder
Not: Yalnızca bu blogun üyesi yorum gönderebilir.