Yemin – Misak - Ahd
Sevgili kardeşlerim, Allahû Tealâ’nın bizleri nasıl ve neden yarattığını hatırlayalım
inşallah.
Allahû
Tealâ ilk insan ve ilk Peygamber olan Hz.Adem’i salsalin ve hamein mesnun adlı
bir balçığa şekil vermiş ve bu balçığın fahhar haline (kuru hale) (Rahman-14)
geldikten sonra nefsi sevva ederek ruhundan üfürmek sureti ile (Sad-72)
yaratmıştır.
Ondan
sonra gelen nesli de alakadan (Mu’min-67) yarattığını belirtmiştir.
55/RAHMÂN-14: Halakal
insâne min salsâlin kel fehhâr(fehhâri).
(Allah)
insanı, fahhar gibi ses veren salsalinden yarattı.
38/SÂD-72: Fe izâ
sevveytuhu ve nefahtu fîhi min rûhî fe kaû lehu sâcidîn(sâcidîne).
Böylece
onu sevva ettiğim ve onun içine ruhumdan üflediğim zaman, derhal ona secde
ederek yere kapanın!
40/MU'MİN-67: Huvellezî
halakakum min turâbin summe min nutfetin summe min alakatin summe yuhricukum
tıflen summe li teblugû eşuddekum summe li tekûnû şuyûhâ(şuyûhan), ve minkum
men yuteveffâ min kablu ve li teblugû ecelen musemmen ve leallekum
ta’kılûn(ta’kılûne).
O
ki, sizi topraktan yarattı. Sonra bir nutfeden, sonra bir alakadan (rahim
duvarına asılı bir damladan). Sonra sizi bir çocuk olarak çıkarır ki sizin en
kuvvetli çağınıza ulaşmanız, daha sonra da yaşlanmanız için. Ve sizden bir kısmı,
ihtiyarlamadan önce vefat ettirilir (öldürülür). Ve (bir kısmınızın da)
belirlenmiş bir süreye ulaşmanız için. Ve umulur ki siz böylece akıl edersiniz.
Doğuşumuzdan
itibaren fizik vücudumuzda bir emanet taşıyoruz; Allahû Tealâ tarafından
üfürülen ruhumuz.
32/SECDE-9: Summe
sevvâhu ve nefeha fîhi min rûhihî ve ceale lekumus sem’a vel ebsâre vel
ef’ideh(efidete), kalîlen mâ teşkurûn(teşkurûne).
Sonra
(Allah), onu dizayn etti ve onun içine (vechin, fizik vücudun içine) ruhundan
üfürdü ve sizler için sem'î (işitme hassası), basar (görme hassası) ve fuad
(idrak etme hassası) kıldı. Ne kadar az şükrediyorsunuz.
Bir
rehine taşıyoruz; nefsimiz. Nefsimizin rehine olma özelliği başlangıçtan
itibaren hep vardır.(Müdessir-38)
74/MUDDESSİR-38: Kullu
nefsin bimâ kesebet rehîneh(rehînetun).
Bütün
nefsler, iktisap ettikleri (kazandıkları) dereceler sebebiyle (karşılığı
olarak) rehinedirler (bağlıdırlar).
Bunlarla
birlikte Allahû Tealâ bizlere bir de serbest irade ve akıl vermiştir.
Allahû
Tealâ’nın bizlere serbest irade verdiği konusunda İnsan (Dehr)-3.ayeti
kerimesinde: “Dileyen şükredenlerden, dileyen de küfredenlerden olur”
buyurmakla bir insanın serbest iradesinin varlığını anlıyoruz inşallah.
76/İNSÂN (DEHR)-3: İnnâ
hedeynâhus sebîle immâ şâkiren ve immâ kefûrâ(kefûren).
Muhakkak
ki Biz, onu (Allah'a ulaştıran) yola hidayet ettik. Fakat o, ya (Allah'a
ulaşmayı diler) şükreden olur, ya da (Allah'a ulaşmayı dilemez) küfreden olur.
Allahû
Tealâ bizlere akıl verdiğini birçok âyet-i kerîmede dile getirmiştir. Mesela Mülk-10.
âyet-i kerîmesinden bunu net olarak anlıyoruz:
67/MULK-10: Ve kâlû
lev kunnâ nesmeu ev na'kılu mâ kunnâ fî ashâbis saîr(saîri).
Ve:
“Eğer biz işitmiş veya akıl etmiş olsaydık, alevli ateş halkı arasında
olmazdık.” dediler.
Öyleyse
Allahû Tealâ’nın bizi neden yarattığının sırrı açıkça ortadadır. Allahû Tealâ
ezelde hepimizi bir araya getiriyor. Nasıl? Allahû Tealâ Âdem (A.S)’ın
sırtından zürriyetini, bütün Âdemoğullarını bir araya getiriyor ve diyor ki:
7/A'RÂF-172: Ve iz
ehaze rabbuke min benî âdeme min zuhûrihim zurriyyetehum ve eşhedehum alâ
enfusihim, e lestu birabbikum, kâlû belâ, şehidnâ, en tekûlû yevmel kıyâmeti
innâ kunnâ an hâzâ gâfilîn(gâfilîne).
Ve
kıyâmet günü, gerçekten biz bundan gâfildik (gâfilleriz) dersiniz diye
(dememeniz için), senin Rabbin, Âdemoğullarının sırtlarından onların
zürriyetlerini aldığı zaman onları, nefsleri üzerine şahit tuttu. (Allahû Tealâ
şöyle buyurdu): “Ben, sizin Rabbiniz değil miyim?” Dediler ki: “Evet, (Sen,
bizim Rabbimizsin), biz şahit olduk.”
kâlû: Dediler ki;
belâ: Evet.”
Hepimiz
oradaydık ve hepimiz Allahû Tealâ’ya “Evet.” dedik. Bunun hiç istisnası yok,
ezeldeki elest bezminde herkes oradaydı ve Allah’ın “Ben sizin Rabbiniz değil
miyim?” sualine herkes cevap verdi. “Evet, Sen bizim Rabbimizsin.”
Onun
üzerine Allahû Tealâ buyurdu ki: “Ben sizin Rabbiniz olduğuma göre ey nefsler!
Ben sizlerden yemin istiyorum, Bana teslim olacağınıza dair. Yani nefsinizdeki
bütün afetleri yok edeceğinize dair, tasfiye olacağınıza dair.
Ey
fizik vücutlar! Sizlerden ahd istiyorum; Bana teslim olacağınıza, teslim olarak
Benim kulum olacağınıza dair.
Ey
ruhlar! Sizlerden de misak istiyorum; Bana fizik vücudunuz hayattayken geri
dönüp Benim Zat’ımda yok olmanız için, ifna olmanız için.”
İşte
böyle bir dizaynla Allahû Tealâ bizim üç vücudumuza da sesleniyor ve diyor ki:
“Sözlerimi işittiniz mi?” Hepimiz elest bezminde Allahû Tealâ’ya, “İşittik.”
diyoruz. Allahû Tealâ da buyuruyor ki: “Öyleyse itaat edin.”
5/MÂİDE-7: Vezkurû
ni’metellâhi aleykum ve mîsâkahullezî vâsekakum bihî iz kultum semi’nâ ve
ata’nâ vettekûllâh(vettekûllâhe) innallâhe alîmun bizâtis sudûr(sudûri).
Allah'ın,
sizin üzerinizdeki ni'metini ve: “İşittik ve itaat ettik” dediğiniz zaman,
onunla sizi bağladığı misakını hatırlayın. Allah'a karşı takvâ sahibi olun,
muhakkak ki O, göğüslerde (sinelerde) olanı en iyi bilir.
Yani
ruhlar, nefsler ve vechler Allah’a verdikleri yemin misak ve ahdi
gerçekleştirmekle vazifeliler. Bu durumda, üzerimize aldığımız yeminleri
gerçekleştirmemiz söz konusudur.
İşte
sevgili kardeşlerim, böyle bir olayda Allahû Tealâ’nın iradesi de devreye
giriyor ve bizim irademizden onun da Allahû Tealâ’ya teslim olması konusunda
misak alıyor. Bu, Allah’ın ahdidir.
İrademizin
Allah’a teslimi, Allah’ın ahdidir. Bizim mutlaka gerçekleştirmemiz lâzım gelen
bir husustur. Şimdi biz diyoruz ki: “Allahû Tealâ bizi Allah’a kul olalım diye
yaratmış ve Allahû Tealâ bunu açıkça üzerimize farz kılmıştır.”
Yasin Suresinin 60 ve 61. âyetlerinde buyuruyor ki:
Yasin Suresinin 60 ve 61. âyetlerinde buyuruyor ki:
36/YÂSÎN-60: E lem
a’had ileykum yâ benî âdeme en lâ ta’budûş şeytân(şeytâne), innehu lekum
aduvvun mubîn(mubinun).
Ey Âdemoğulları! Ben, sizlerden şeytana kul
olmayacağınıza dair ahd almadım mı? Muhakkak ki o (şeytan), size apaçık bir
düşmandır.
36/YÂSÎN-61: Ve
eni’budûnî, hâzâ sırâtun mustekîm(mustekîmun).
Ve
Ben, sizden Bana kul olmanıza (dair ahd almadım mı?) Bu da Sıratı Mustakîm
(üzerinde bulunmak)tır.
İşte
Allahû Tealâ’nın bizi yaratmasının arkasında aslî faktör olarak bu emir vardır;
Allah’a kul olma emri, şeytanın hegemonyasından kurtulmak, şeytanın
hâkimiyetinden kurtulmak ve Allah’a kul olmak. Bu hedefe dayalı olarak
yaratılmışız. Allahû Tealâ sadece bu hedefe yönelenleri sever ve Allah onların
dostu olur ama bu hedefe yönelmeyenleri sevmez. Onlar, tagutun yani insan ve
cin şeytanların kulu olurlar.
Fatiha
Suresine baktığımız zaman Allah’ın bizi gerçekten kul olarak yaratmak istemesi
çok açık bir şekilde ortaya çıkıyor. Çünkü Fatiha Suresinde diyoruz ki (Fatiha
Suresi bizim Allah’a müracaatımızdır, Allah’a yakarmamızdır.):
1/FÂTİHA-1: Bismillâhir
rahmânir rahîm.
Rahmân ve rahîm olan Allah'ın ismi ile.
1/FÂTİHA-2: El
hamdu lillâhi rabbil âlemîn(âlemîne).
Hamd; âlemlerin Rabbi olan Allah'adır.
1/FÂTİHA-3: Er
rahmânir rahîm(rahîmi).
Rahmân'dır,
Rahîm'dir.
Rahmân
esması sadece Allah’a ulaşmayı dileyenlere teceli eder. Allahû Tealâ onun
ötesine tesir sahası oluşturmamıştır.
1/FÂTİHA-4: Mâliki yevmid dîn(dînî).
Dîn
gününün mâlikidir.
Dîn
günü, ruhun Allah’a ulaştığı gündür. Dünya hayatını yaşarken kim Allah’a
ulaşmayı dilerse, ruhu o kişinin vücudundan ayrılır; seyr-i sülûk isimli bir
yolculukla Allah’a ulaşır. Ulaştığı gün dîn günüdür. Ama aynı zamanda dîn
gününü Allahû Tealâ kıyâmet günü için de kullanıyor. Aynı zamanda dîn gününü
mürşide tâbî olduğumuz gün için de kullanıyor. Öyleyse Allahû Tealâ’nın
kullandığı bu muhtevada kişinin dîn gününün sahibi olması, Allah’a kul
olmasıyla paralel bir olgudur.
Demek
ki ruhumuzun Allah’a ulaşması, Allah’a ulaşmayı dilemesi farzdır. Bu 1.
davettir. Ruhun Allah’a ulaşması da farzdır. Bu da 2. davettir. 3.’sü fizik
vücudumuzun Allah’a teslimi, 4.’sü nefsimizin Allah’a teslimi, 5. de irademizin
de Allah’a teslimidir.
Allahû
Tealâ’nın dizaynına baktığımız zaman, ruhumuzu ölmeden evvel Allahû Tealâ’ya
mutlaka teslim etmek mecburiyetinde olduğumuzu görüyoruz. Sonraki safhada fizik
vücudumuzu, nefsimizi de teslim etmek mecburiyetindeyiz. Ama teslimlerde çok
büyük bir farklılık vardır. Nefsimizi Allah’a teslim etmemiz, hiçbir zaman
nefsimizin vücudumuzdan ayrılıp Allah’a ulaşması demek değildir. Nefsimiz yine
aynı özelliklerle yaşamaya devam eder. Yalnız muhtevasındaki bütün afetler yok
olmuştur. Nefsimizin ve irademizin Allah’a teslimi
vardır.
İslâm
merdiveni 28 basamaktan oluşur. 3. basamak Allah’a ulaşmayı dilemektir. 4.
basamakta Allahû Tealâ Rahmân esmasıyla tecelli eder. 5., 6., 7. basamaklarda
gözlerimizi görür hale getirir, kulaklarımızı işitir hale getirir, kalbimizi
idrak eder hale getirir. Ve bize 7 tane furkan verir. Böylece her furkanda
sevap hanemize rakamlar yazarak günahlarımızı tamamen örter. 7 tane furkanla
günahlarımız tamamen örtülür. Görmeyen gözler görmeye, işitmeyen kulaklar
işitmeye, idrak etmeyen kalpler idrak etmeye başlar. Çünkü kalbimize Allahû Tealâ ihbat
koyar. Biz muhbit oluruz. Yani idrak edebilen bir hüviyete gireriz. Ruhumuz
Allah’a geri dönüp ulaşmak mecburiyetindedir. Nefsimiz de tezkiye olmaya
mecburdur. Allahû Teâlâ bu konuda şöyle buyurmaktadır:
35/FÂTIR-18: Ve lâ
tezirû vâziretun vizre uhrâ, ve in ted’u muskaletun ilâ himlihâ lâ yuhmel minhu
şey’un ve lev kâne zâ kurbâ, innemâ tunzirullezîne yahşevne rabbehum bil gaybi
ve ekâmûs salâh(salâte), ve men tezekkâ fe innemâ yetezekkâ li nefsih(nefsihî),
ve ilâllâhil masîr(masîru).
Ve
yük taşıyan birisi (bir günahkâr) başka birinin yükünü (günahını) yüklenmez.
Eğer ağır yüklü kimse, onu (günahlarını) yüklenmeye (başkasını) çağırsa bile
ondan hiçbir şey yükletilmez, onun yakını olsa dahi. Sen ancak gaybte Rabbine
huşû duyanları ve namazı ikame edenleri uyarırsın. Ve kim tezkiye olursa (nefsini
tezkiye ederse), o taktirde bunu sadece kendi nefsi için yapar. Ve dönüş
Allah'adır (Nefs tezkiyesi ile ruh Allah'a döner, ulaşır).
Ruhumuzun
da nefsimizin de fizik vücudumuzun da ezelde Allah’a verdiği yeminler vardır: Yemin,
misak ve ahd. Daha sonra irademizin teslim olayı ile karşılaşacağız. Ama şu
anda bizi alâkadar eden, ruhumuzla nefsimiz arasındaki ilişkidir. Ruhumuzla
nefsimiz arasındaki ilişkiye dikkatle baktığımız zaman şunu görürüz. Ruhumuz
Allah’a ulaşmak mecburiyetindedir. Bu üzerimize 12 defa farz kılınmıştır.
Allah’a ulaşmayı dilemek, Allah’a yönelmek ve Allah’a ulaşmak…
Peki,
nefsimiz neyle emr olunmuştur? Tezkiye olmakla. Nefsimiz tezkiye olacaktır.
Yani afetlerinden temizlenecektir. Tasfiye olacaktır, hiç afet kalmayacaktır.
Tezkiye, nefsimizin kalbinin yarı yarıya afetlerden kurtulmasıdır. Ruhumuzla
alâkalı olan kesim de buraya
kadardır. Baştan başlayarak nefsimizle ruhumuz arasındaki ilişkileri
irdeleyelim ve sona gidelim. 1. basamakta olayları yaşarız, herkes yaşar. 2.
basamakta olayları değerlendiririz, herkes değerlendirir. Bu değerlendirme
sırasında yaşantımızı Allahû Teâlâ devamlı kontrol altında tutar.
Her
sene bizi birkaç defa
musîbetlerle imtihan eder. Bu musîbetlere karşı nasıl davranıyoruz? Ve de
bundan daha önemlisi Allahû Teâlâ’nın bizi dikkatle izlemesidir. Acaba biz
kendimiz Allah’ın yoluna ulaşmayıp da, Allah’a ulaşmayı dilemeyip de başka
insanları da Allah’ın yolundan uzaklaştırmaya çalışıyor muyuz?
Eğer
böyle bir olay varsa, Allahû Teâlâ o kişiyi asla seçmez. Seçilmeyenler
bunlardır. Kendileri Allah’a ulaşmayı dilemeyen, ama başka insanların da
Allah’a ulaşmasına mani olanlar.
Allahû Teâlâ bu konuda şöyle
buyurmaktadır:
4/NİSÂ-167: İnnellezîne
keferû ve saddû an sebîlillâhi kad dallû dalâlen baîdâ(baîden).
Muhakkak
ki inkâr edenler ve Allah'ın yolundan alıkoyanlar (saptırmış olanlar),
(mürşidlerine ulaşmadıkları için) uzak bir dalâletle sapmışlardır.
İşte
bu insanları Allahû Teâlâ seçmez. Allahû Tealâ bir başka âyeti kerîmede de
şöyle buyuruyor:
2/BAKARA-159: İnnellezîne
yektumûne mâ enzelnâ min el beyyinâti vel hudâ min ba’di mâ beyyennâhu lin nâsi
fîl kitâbi, ulâike yel’anuhumullâhu ve yel’anuhumul lâinûn(lâinûne).
İndirdiğimiz
o beyyinelerden olan şeyleri ve hidayeti (ölmeden evvel ruhun Allah'a
ulaştırılmasını) Kitap'ta Allah insanlara açıkladıktan sonra gizleyenler (var
ya), onlara, hem Allah lânet eder hem de lânet ediciler lânet eder.
Birtakım
insanlar vardır ki bunlar seçilmezler. Seçilmeyenler Allah’ın lânet ettiği
insanlardır. Onlar, başka insanları da Allah’ın yolundan men ederler. Geri
kalanların hepsi seçilir. Çok sayıda insan seçilir. Ama bu seçilenlerin %10’undan daha azı Allah’a ulaşmayı
diler. Kim Allah’a ulaşmayı dilerse o 3. basamaktadır. 2. basamakta seçilir.
İşte
2. basamakta seçilenlerden kim Allah’a ulaşmayı dilerse, sadece onlar emaneti Allah’a teslim
etmek üzere harekete geçenlerdir. Bu dünya hayatını yaşarken, hayattayken.
Allahû Teâlâ buyuruyor ki:
39/ZUMER-54: Ve
enîbû ilâ rabbikum ve eslimû lehu min kabli en ye’tiyekumul azâbu summe lâ
tunsarûn(tunsarûne).
Ve
Rabbinize (Allah'a) yönelin (ruhunuzu Allah'a ulaştırmayı dileyin)! Ve size
azap gelmeden önce O'na (Allah'a) teslim olun (ruhunuzu, vechinizi, nefsinizi,
iradenizi Allah'a teslim edin). (Yoksa) sonra yardım olunmazsınız.
Allah’a
ulaşmayı dilemek serbest irademizle yapılan bir bir dilek olduğu için en büyük
önemi arz etmektedir. “Rabbinize yönelin, Rabbinize ulaşmayı dileyin, ruhunuzu
Rabbinize ulaştırmayı dileyin ve O’na
teslim olun.” Ulaştırmayı dilediğiniz yer 3.
basamaktır. 22. basamakta ruhunuzu teslim edeceksiniz. 25. basamakta fizik
vücudunuzu teslim edeceksiniz. 26. basamakta nefsinizi teslim edeceksiniz.
Kişi
eğer Allah’a ulaşmayı dilemezse 3. basamağa hiçbir zaman ulaşamaz. Serbest
iradesi ile kalben “Yarabbi bana emanet olarak vermiş olduğun ruhu sana ölmeden
evvel ulaştırmak istiyorum” diye samimi bir dilekle dileyen kişi 3. basamağa
ulaşır.
Allah
bizi o kadar çok seviyor ki. Sadece bir tek dileğiniz, Allah’a ulaşmayı
dilemeniz, kurtuluşunuz için yeterlidir. Burada Allahû Tealâ anında bu talebin
sahibi olan kişiyi işitir, bilir ve görür. Ve Râhmân esmasıyla tecelliye
başlar, 4. basamak. Ve bu tecelli o kişide 7 tane sonuç oluşturur. Allahû Tealâ
bu konuda şöyle buyurmaktadır:
8/ENFÂL-29: Yâ
eyyuhellezîne âmenû in tettekullâhe yec’al lekum furkânen ve yukeffir ankum
seyyiâtikum ve yagfir lekum, vallâhu zul fadlil azîm(azîmi).
Ey
âmenû olanlar, Allah'a karşı takva sahibi olursanız sizi furkan (hak ve bâtılı
ayırma özelliği) sahibi kılar! Ve sizden (sizin) günahlarınızı örter ve size mağfiret
eder (günahlarınızı sevaba çevirir). Ve Allah, büyük fazl sahibidir.
Bu
noktada kişiye 7 tane furkan verilir.
1.Allahû
Teâlâ o kişinin görme hassasının üzerindeki gışaveti, perdeyi kaldırır.
2.Gözlerinin
üzerindeki hicab-ı mestureyi alır.
3.Kulaklarındaki
vakrayı alır.(Enam-46)
4.İşitme
hassasının mührünü açar.
5.Kalpteki
mührü açar.
6.Kalbin
içindeki ekinneti ve küfrü alır. Ekinnet ile beraber küfür de kalpten alınır.
7.Allahû
Teâlâ o kişinin kalbine ihbat koyar.(Hacc-54)
İşte
bunlar 7 tane furkan oluşturur. Ne
oldu? Kişi bu her bir furkan alışında günahların 7 de 1’i örtülür. Bu 7 tane
furkanı verdiği zaman, Allahû Tealâ o kişiye 7 defa derecat kazandırır. Ve
kişinin kazandırdığı dereceler, kaybettiği derecelere eşittir. Öyleyse Allah’ın
herkeste, Allah’a ulaşmayı diledikten sonra oluşturduğu derecat, onlara verdiği
günahların örtülmesi imkânı farklıdır. Herkes ne kadar derecat kaybetmişse
Allahû Tealâ ona o kadar derecat hediye eder. Ne olur? Kişinin günahlarını
örter.
Ve
7 furkan birkaç dakika içinde bu kişiye teslim edilir. Görmeyen gözleri
görmeye, işitmeyen kulakları işitmeye ve idrak etmeyen kalbi idrak etmeye
başlar. Kişi 7. basamaktadır.
Bir
kimse Allah’a ulaşmayı dilediği andan itibaren artık dalâlette değildir.
Hidayet üzeredir. Artık küfürde değildir, mü’min olmuştur. Kalbindeki küfür
kelimesi dışarı alınmıştır. Kişinin kalbine Allah’a ulaşmayı dilediği an îmân
girmiştir. Kalbine îmân yazılmamıştır, îmân girmiştir.
Sonra
Allah o kişinin kalbine ulaşır. Kalbinin mührünü Allah’a çevirir, göğsünden
kalbine bir nur yolu açar ve kişi zikretmeye başlar. Zikrettiği zaman Allahû Teâlâ’dan gelen rahmetle
fazl kişinin göğsüne gelir. O yarılmış olan göğüsten içeri girerek kalbine
ulaşır. Rahmetle Fazl isimli 2 tane nur. Bu nurlar Allah’ın zikri ile gelir.
Bunları taşıyan nur ise Salevattır. Allahû Tealâ buyuruyor ki:
73/MUZZEMMİL-8: Vezkurisme
rabbike ve tebettel ileyhi tebtîlâ(tebtîlen).
Ve
Rabbinin İsmi'ni zikret ve herşeyden kesilerek O'na ulaş.
Bu
ruha hitaptır, farzdır. Ama görülüyor ki; ruhu Allah’a ulaştırabilecek olan
şey, Allah’ı zikretmektir. Öyleyse Allah’ın zikri asıldır. Zikredecek olan
fizik vücudumuzdur. Böyle bir dizayn da Allah’ın zikri neyi sağlar?
Kişinin
nefsinin kalbine rahmetle fazlın ulaşmasını sağlar. Kalbe henüz îmân yazılmadığı
için fazl kalbin içine çekilemez. Kalpte çekim kuvveti yoktur. Ama rahmet
nurları kalbe sızarlar, kalbe girerler. Ve kalbe giren rahmet nurları %2
nispetinde orada yerleşirler. Bu nokta o kişinin huşûya ulaştığı noktadır.
Nefsin
kalbinde %2 rahmet nuru oluşmuştur. Kişi huşûya ulaşmıştır. Huşûya ulaşınca
Allahû Tealâ o kişiye bir yetki verir. O kişinin hacet namazı kılması halinde
mürşidi Allahû Tealâ tarafından kendisine mutlaka gösterilir. Allahû Tealâ
irşad makamını hacet namazıyla Allah’tan istememizi “vesteinü- İstianeyi
isteyin” buyurmakla bizlere emretmektedir.
2/BAKARA-45: Vesteînû
bis sabri ves salât(sâlâti), ve innehâ le kebîretun illâ alel hâşiîn(hâşiîne).
(Allah'tan)
sabırla ve namazla istiane (yardım) isteyin. Ve muhakkak ki o (hacet namazı ile
Allah'a ulaştıracak mürşidini sormak), huşû sahibi olanlardan başkasına elbette
ağır gelir.
Bu
emrin yerine getirilmesi için, kişinin hacet namazını kılması lâzımdır. Ama
hacet namazını kılıp da onu görebilenler huşûya ulaşanlardır. Huşûya da burada
ulaşılır. Nefsin kalbinde %2 rahmet birikimi gerçekleştiği zaman. Ve kişi hacet
namazını kılar, mürşidini görür. Ona ulaşıp tâbî olduğu taktirde Allahû Tealâ’dan tam 7
tane nimet alır.
1.
nimet, devrin imamının ruhunun Allahû Tealâ tarafından o kişinin başının
üzerine gönderilmesidir.
2.
nimet, kalbe îmân yazılmasıdır.
3.
nimet, bütün günahların sevaba çevrilmesi ve sevapların 1’e 10’ dan 100’e
çıkarılarak derecat sisteminin değişmesidir.
4.
nimet, ruhun Sıratı Mustakîm üzerine çıkmasıdır.
5.
nimet, fizik vücudun Allahû Teâlâ’ya kul olmaya başlamasıdır.
6.
nimet, nefis tezkiyesinin başlamasıdır.
7.
nimet, iradenin güçlenmeye başlamasıdır.
7
tane nimeti alan bu kişinin ruhu Allah’a ulaşabilmesi için vücudundan
ayrılmıştır. Devrin imamının yardımı ile gök katlarındaki kapılarını açması
lâzımdır. Böyle bir yetki ile mücehhez olmuştur. Ve bunu yapmak
mecburiyetindedir. Ama fizik vücut nefs tezkiyesine başlarsa bu mümkündür.
Kişinin
Mürşide tabi olduktan sonra yaptığı zikir artık Allah’ın katından gelen salevat
rahmetten sonra bir de salevat fazl isimli nur da aynı yolu takip ederek bu
kişinin göğsüne, göğsünden kalbine ulaşır.
Allah’ın
yarmış olduğu, şerh etmiş olduğu yerden girer ve kişinin kalbine ulaşır. Kalbin
mührünün üzerine baskı yaparak, mührü zülmanî kapıya kadar indirir ve zikir
boyunca hep oraya Allah’ın rahmeti fazlı ve salâvâtı geleceği için baskı
oluşturur. Bu mührün üzerinde aşağıdan zorlayan şeytanın zülmanî karanlıkları o
kişinin kalbine giremez. Ve kalbin içine ulaşan salevat rahmet ve salevat fazl
nurlarından sadece fazıllar, îmân kelimesiyle ters manyetik alana sahip
oldukları için birbirlerini çekerler ve kalbin duvarına Allah’ın yazdığı îmân
kelimesinin etrafında fazıllar birikmeye başlarlar. İşte bunun adı nefs
tezkiyesidir.
Nefsin
tezkiye edilmesiyle ruhun Allah’a ulaşması arasında tam bir paralellik söz
konusudur.
Sevgili
kardeşlerim, görüyoruz ki Ahd müessesesi, Allah ile olan ilişkilerimizde önemli
bir yer işgal eder. Ruhlar biz hayattayken, dünya hayatını yaşarken, ruhumuzu
Allah’a ulaştıracağımıza dair Allah’a misak veriyor. Fizik vücutlar, biz dünya
hayatını yaşarken, fizik vücudumuzu Allah’a teslim edeceğimize dair ahd
veriyor. Nefsler ise Allahû Tealâ’ya nefsimizi Allah’a teslim edeceğimize dair
yemin veriyor.
Peki
burada her şey bitiyor mu? Hayır, bitmiyor. Âyeti kerîme “İşittik ve itaat
ettik. Dediniz.” diyor. Allahû Teâlâ’nın ”Sözlerimi işittiniz mi?” talebi
üzerine diyoruz ki: “semi’nâ:
İşittik.” Allahû Teâlâ da ruhumuzdan, vechimizden, nefsimizden; ruhumuzu,
vechimizi ve nefsimizi Allah’a teslim edeceğimize dair yemin, misak ve ahd
istiyor. Biz de bu yemini, misak ve ahdi veriyoruz, emre itaat ediyoruz.
Herşey
bitiyor mu? Hayır, bitmiyor. Bu noktadan sonra olay devam ediyor ve farklı bir
olayla karşı karşıya kalıyoruz. Allahû Teâlâ’nın İlâhi İradesi devreye giriyor
ve bizim irademize sesleniyor: “Senden de misak istiyorum. Sen de bana teslim
olacaksın.” diyor. İrademiz de Allahû Teâlâ’ya Allah’a teslim olması konusunda
misak veriyor.
Öyleyse
ruhumuz Allah’a misak vermiş ama irademiz de irademizin Allah’a teslimi
sadedinde Allah’a misak vermiş. İşte bu misak a baktığımız zaman, bu iradenin
teslimi misakının gerçekleşebilmesi, önce ruhumuzun sonra fizik vücudumuzun,
sonra da nefsimizin Allah’a teslim olmasını gerektirir. Bu üçü Allah’a teslim
olmamışsa, irademizin Allah’a teslimi hiçbir zaman mümkün değildir.
22.
basamakta ruhumuz Allah’a teslim olur, Allah’ın Zat’ında yok olarak. 25.
basamakta fizik vücudumuz Allah’a teslim olur. 26. basamakta nefsimiz Allah’a
teslim olur. 28. basamağın 4. kademesinde irademiz Allah’a teslim olur. 28.
basamağın 5. kademesinde ise irşada memur ve mezun kılınırız. Böylece Allah’a
verdiğimiz yeminimizi de misakimizi de ahdimizi de irademizin Allah’a verdiği
misaki de gerçekleştiririz.
Peki,
hepsi bu kadar mı? Hayır. Allahû Tealâ bir de bizden ahd istiyor. İşte Allahû
Tealâ’nın bizden istediği bu ahd ın adı, Ahdillahi; ruhumuzu, vechimizi,
nefsimizi ve irademizi Allah’a teslim etmemizi bütünüyle emreden bir
müessesedir.
Ne
olmuştu? Ruhumuz teslim olacağına dair Allah’a misak vermişti. Fizik vücudumuz
ahd vermişti, nefsimiz yemin vermişti. Bunları yerine getirmek yeminimizi,
misakimizi ve ahdimizi yerine getirmekti.
Bunların
ötesinde Allahû Tealâ irademizden misak istiyor, irademizi Allahû Tealâ’ya
teslim etmek için. Her birisi ait olduğu asıldan isteniyor. Ruhtan isteniyor,
fizik vücuttan isteniyor, neftsen isteniyor ve iradeden isteniyor. Peki,
bunların hepsinden birden istenen bir yemin var mı? Böyle bir yemin türü var,
onun da adı ahd; ruhumuzun da vechimizin de nefsimizin de irademizin de Allah’a
teslimi emri.
Allahû
Tealâ Kur’ân-ı Kerîm’inde bu konuları muhteşem bir şekilde açıklamıştır. Nasıl
biz Allah’a yemin misak ve ahd vermişsek, arkasından irademiz Allah’a bir de
misak vermişse, arkasından dört tanesi birden Allahû Teâlâ’ya ahd vermişlerse,
toplamı birden hepsi bir arada iken Allah’a verdikleri yeminin türü ahddir.
Allahû
Teâlâ’nın cephesinden de duruma bakıyoruz. Allahû Teâlâ buyuruyor:
6/EN'ÂM-152: Ve lâ
takrebû mâlel yetîmi illâ billetî hiye ahsenu hattâ yebluga eşuddeh(eşuddehu),
ve evfûl keyle vel mîzâne bil kıst(kıstı), lâ nukellifu nefsen illâ vus’ahâ ve
izâ kultum fa’dilû ve lev kâne zâ kurbâ, ve bi ahdillâhi evfû, zâlikum vassâkum
bihî leallekum tezekkerûn(tezekkerûne).
Yetimin
malına, o en kuvvetli çağına gelinceye kadar, en güzel şekliyle olmadıkça
yaklaşmayın. Ölçü ve tartıyı adaletle yerine getirin. Kimseyi gücünün dışında
(bir şey ile) sorumlu tutmayız. Söylediğiniz zaman, yakınınız olsa bile, artık
adaletle söyleyin. Allah'ın ahdini yerine getirin (ifa edin). Böylece tezekkür
edersiniz diye, (Allah) işte böyle, size onunla vasiyet (emir) etti.
6/EN'ÂM-153: Ve
enne hâzâ sırâtî mustekîmen fettebiûh(fettebiûhu), ve lâ tettebiûs subule fe
teferreka bikum an sebîlih(sebîlihi), zâlikum vassâkum bihî leallekum
tettekûn(tettekûne).
Ve
muhakkak ki; bu, Benim mustakîm olan yolumdur. Öyleyse ona tâbî olun. Ve
(başka) yollara tâbî olmayın ki; o taktirde sizi, onun yolundan ayırır. İşte
böyle size onunla vasiyet etti(emretti). Böylece siz takva sahibi olursunuz.
Allahû
Tealâ diyor ki: “Allah’ın ahdini ifa edin, yerine getirin. İşte bu Sıratı
Mustakîm’dir. Sıratı Mustakim’e tabi olun ve müşriklerden olmayın.” Ama âyeti
kerîme orada bitmiyor ve şöyle devam ediyor: “Allah’ın vasiyetini yerine
getirin ki takva sahibi olasınız. İşte bu takva, son takvadır. Sakın Allah’ın
Sıratı Mustakîm’inden ayrılmayın. Sıratı Mustakîm’in üzerinde olun.”
Burada
Allah’ın ahdi ve vasiyeti geçiyor. Konuyu incelediğimiz zaman şunu görüyoruz:
Allah’ın ahdi, sadece irademizi Allah’a teslim etmemiz için Allah’ın bizden
aldığı misaktir. İrademizin Allah’a teslim olmak konusunda Allah’a verdiği
bizim misakimiz, Allah’ın ahdini oluşturuyor.
Allah’ın
vasiyeti ise bizim ahdimizi oluşturuyor. Ruhumuzu, vechimizi, nefsimizi ve
irademizi hepsini birden Allah’a teslim etmemiz Allah’ın vasiyetidir. “O vasiyeti
yerine getirin ki asıl takvanın sahibi olasınız.” diyor Allahû Tealâ.
Bu
takva, bihakkın takvadır, takvaların en üst kademesidir. Ruhun da vechin de
nefsin de iradenin de Allah’a teslimini ifade eder.
Allahû
Tealâ insanların Allah’a verdiği misaklerini ve yeminlerini yerine
getirmelerini istiyor. İnsanların Allah’a verdiği yeminler, ruhumuzun,
vechimizin ve nefsimizin Allah’a verdiği yeminlerdir. Buna irademizin Allah’a
verdiği misak eklendiği zaman, bu hepimizin ahdi oluyor. Bu ahd ruhumuzun, vechimizin,
nefsimizin ve irademizin Allah’a verdiği yemin, misak, ahd ve misakin bütününü
içeriyor ve sadece ahd adını alıyor. Dört teslim birden içeriyor: ruhun,
vechin, nefsin ve iradenin Allah’a teslimi.
Allah
cephesinden baktığımız zaman bu, Allah’ın bize olan vasiyetidir. “Böyle olun
ki; Allah’ın vasiyetini yerine getirin ki bihakkın takvaya ulaşasınız.” diyor.
Nihai takvaya ancak böyle ulaşılabiliyor.
Ra’d
Sûresinin 20. ve 21. âyetlerine bakıyoruz. Allahû Tealâ burada da konuya aynı
standartlarda açıklama getirmiş.
13/RA'D-20: Ellezîne
yûfûne bi ahdillâhi ve lâ yenkudûnel misâk(misâka).
Onlar, Allah'ın ahdini ifa ederler (ruhlarını,
vechlerini, nefslerini ve iradelerini Allah'a teslim ederler). Ve misaklerini
(diğer teslimlerle birlikte iradelerini de Allah'a teslim edeceklerine dair
misaklerini) bozmazlar.
13/RA'D-21: Vellezîne
yasılûne mâ emerallâhu bihî en yûsale ve yahşevne rabbehum ve yehâfûne sûel
hisâb(hisâbi).
Ve
onlar Allah'ın (ölümden evvel), Allah'a ulaştırılmasını emrettiği şeyi
(ruhlarını), O'na (Allah'a) ulaştırırlar. Ve Rab'lerine karşı huşû duyarlar ve
kötü hesaptan (cehenneme girmekten) korkarlar.
“Ellezîne yûfûne bi ahdillâhi: Onlar Allah’ın ahdini
yerine getirirler.”
Ellezîne: Onlar ki;
Yûfûne: İfa
ederler,
bi ahdillâhi:
Allah’ın ahdini.
Yani
iradelerini Allah’a teslim ederler. Allah’ın ahdi, irademizi Allah’a teslim
etmekti. “Allah’ın ahdini ifa ederler ve iradelerini Allah’a teslim ederler.”
“Ve lâ yenkudûnel misâk: Böylece misaklerini bozmazlar.”
İşte
her kim Allah’ın ahdini ifa ederse, misakini bozmaz. Allah’ın ahdi neydi?
İrademizin Allah’a teslimiydi. Bizim irademizin Allah’a verdiği misak neydi?
İrademizin Allah’a teslimiydi. Öyleyse Allah’ın ahdini yerine getiren kişi,
iradesini Allah’a teslim eden kişidir. Ve iradenin Allah’a teslimi, bizim
irademizin Allah’a verdiği misaki ifade eder. Allah açısından da irademizin
teslimini isteyen emir, Allah’ın ahdidir.
Öyleyse
âyet-i kerime son derece açık bir şekilde bunu içeriyor. Ruhumuzun, vechimizin,
nefsimizin ve irademizin Allah’a tesliminin hepsini değil, irademizin Allah’a
teslimini içeriyor. Ama ne var ki ruhumuzu, vechimizi ve nefsimizi Allah’a
teslim etmezsek irademizi hiçbir şekilde Allah’a teslim etmemiz mümkün
değildir. Ne diyor Allahû Tealâ: “Onlar Allah’ın ahdini ifa ederler ve
misaklerini bozmazlar.”
Allah’ın
ahdi, irademizin teslimi; misakimiz, irademizin teslimi. Allah’ın ahdini ifa
eden, iradesini Allah’a teslim etmiştir. Ama daha evvel mutlaka ruhunu,
vechini, nefsini Allah’a teslim etmiş olması da asıldır.
Burada
“ve lâ yenkudûnel misâk: Onlar misaklerini
bozmazlar.” sözü, bir sonraki âyet-i kerimede çok güzel bir netice
değişikliğine sebebiyet veriyor. Allahû Tealâ “Onlar misaklerini bozmazlar.”
dedikten sonra, Rad Suresi 21. âyette diyor ki:
“Vellezîne yasılûne mâ emerallâhu bihî en
yûsale: Ve onlar
Allah’ın Allah’a ulaştırılmasını emrettiği şeyi yani ruhlarını O’na
ulaştırırlar.”
Ruhlarını
Allah’a ulaştıran bu insanlar ne yapmışlar? Misaklerini bozmamışlar. Ne
demiştik? Ruhumuz Allah’a ezelde misak vermiş, sadece ruhumuzun Allah’a teslimi
konusunda. Fizik vücudumuz Allah’a ahd vermiş, fizik vücudumuzun Allah’a
teslimi konusunda. Nefsimiz
Allahû Tealâ’ya yemin vermiş, Allah’a nefsimizin teslimi konusunda. Ruhumuzun
yemini misak, fizik vücudumuzun yemini ahd ve nefsimizin yemini yemin. Buradan,
Allahû Tealâ Rad suresi 20. Âyet-i kerimede “Onlar misaklerini bozmaz.”
dedikten sonra ruhumuzun misaki çıkıyor ortaya.
Allahû
Tealâ “Ve onlar Allah’ın Allah’a ulaştırılmasını emrettiği şeyi Allah’a
ulaştırırlar, misaklerini bozmazlar. Misakleri, ruhlarını Allah’a ulaştırmaktı.
Onu gerçekleştirirler.” diyor. “Onlar Allah’a, Allah’ın Allah’a ulaştırılmasını
emrettiği şeyi O’na, Allah’a ulaştırırlar.” diyor.
Öyleyse
irademizi Allah’a ulaştırmak gibi ruhumuzu Allah’a ulaştırmak gibi bir temel
görevimiz var. Bu, ruhumuzun Allah’a ulaştırılmasıdır. Adı da misaktir. Öyleyse
Rad Suresinin 20. âyet-i kerimesindeki “Ve onlar misaklerini bozmazlar.” ile
21. âyet-i kerimeyi birleştirdiğimiz zaman ruhumuzun misaki ortaya çıkıyor. Ama
Rad Suresinin 20. âyet-i kerimesini tek başına alırsak, o zaman da irademizin
misaki ortaya çıkıyor. İkisi, birbirinden çok farklı iki hüküm doğuruyor.
Allahû
Tealâ’nın indinde herşey en güzel standartlarda oluşuyor. Âyet-i kerimenin
devamında Allahû Tealâ diyor ki:
“Onlar
Allah’ı, Allah’ın vechini dileyenlerdir. Onlar misaklerini bozmazlar.”
“Ve yehâfûne sûel hisâb: Kötü hesaptan korkarlar yani kazandıkları derecelerin
kaybettikleri derecelerden az oluşundan korkarlar.”
“Ve yahşevne rabbehum: Ve
Rab’lerine karşı huşû duyarlar.”
“Vellezîne saberûbtigâe vechi rabbihim: Onlar sabırla Allah’ın Zat’ını
dileyenlerdir.”
İşte
sevgili kardeşlerim, bu âyette bulunan, bu Allah’ın Zat’ını dileme müessesesi,
iki nevi dilemeyi ifade eder.
1-
Allah’ın Zat’ına insan ruhunun ulaşması, 21. basamaktaki bir olaydır. Allah’a
ulaşmayı dileriz. Mürşidimize ulaşıp tâbî oluruz ve 7 safhada ruhumuzu Allah’a
ulaştırırız. 7 tane gök katı aşar ruhumuz ve Allah’a ulaşır. Ruhumuzu Allah’a
ulaştırmak, Allah’ın Zat’ını dilemeyi
ifade eder.
2-
Ama bir de Allah’ın Zat’ını görmek üzere Allah’ı dilemek vardır. Bu dilek,
Allah’ın Zat’ını böyle dilemek, en son basamağı ifade eder; 28. basamağın 5.
kademesini.
Öyleyse
28. basamağın 5. kademesi, iradenin Allah’a teslimi bize neyi sağlar? Allah’ın
Zat’ını görmeyi sağlar. Öyleyse Allah’ın Zat’ı görülebilir mi? Evet,
görülebilir ama bu gözlerle değil, baş gözleriyle değil, kalp gözüyle. Allahû
Teâlâ iradesini Allah’a teslim eden kişiye rüyetullahı nasip eder; Allah’ın
Zat’ının görülmesini.
İşte
Allah ile olan ilişkilerimizde muhtevaya baktığımız zaman gördüğümüz şey nedir?
Gördüğümüz şey, Allah’ın Zat’ını dilemek iki safha içerir:
1.
safhada Allah’ın Zat’ına insanın ruhu ulaşır. Bu Allah’ı dilemenin 1.
safhasıdır. Son safhada ise Allah’ın Zat’ı görülür. Allah’a ulaşmayı dileyen
kişi Allah’a ulaştıktan sonra, daimî zikre ulaşmayı Allahû Tealâ ona nasip
kılmışsa, o kişi mutlaka iradesini Allah’a teslim edecektir ve irşad makamının
sahibi olacaktır.
O
noktadan sonra olaylar birbirini takip eder. Kişi Allahû Teâlâ’dan tam 19
mertebe müzeyyen olma müessesesini, Allah’ın kendisine ihsan etmesini
bekleyerek bu istikamette Allah’a devamlı taleplerle ulaşır. Zikrini
arttırmıştır, Allahû Teâlâ onun günahlarını örtmüştür, salâh nuru vermiştir,
günahlarını sevaba çevirmiştir ve onun iradesini teslim almıştır. Ardarda bu
olaylar vücuda gelir ve kişi iradesini de Allah’a teslim eder.
Görülüyor
ki Allahû Teâlâ hem iradenin Allah’a teslimini hem ruhun Allah’a teslimini
misak adıyla öyle ustaca kullanmış ki; konunun başı ile sonu arasında tam bir
denge, tam bir ahenk kuruluyor.
Rad
Suresi 20. âyet-i kerimesini bütün olarak alanlar için Allah’ın Zat’ının
görülmesi söz konusudur. Rad Suresinin 20. âyet-i kerimesinin “Onlar
misaklerini bozmazlar.” kesimini Rad Suresi 21. âyet-i kerimesindeki “Ve onlar
Allah’ın Allah’a ulaştırılmasını emrettiği şeyi Allah’a ulaştırırlar.”
ifadesiyle birleştirirseniz, o zaman yine Allah’ı dilemek söz konusudur ama bu
Allah’a ruhu ulaştırmayı dilemek şeklindedir.
Rad
Suresi 20. âyet-i kerimesininAllah’ın Zat’ının görülmesini de ifade ettiğini
nereden anlıyoruz? Rad Suresinin 21. âyet-i kerimesinden sonra 22. ve 23.
âyet-i kerimelerine baktığımız zaman; Allahû Tealâ o kişilerin gideceği yerden
bahsettiğini görüyoruz: “Onlar Adn cennetlerine girerler.” diyor.
13/RA'D-22: Vellezîne
saberûbtigâe vechi rabbihim ve ekâmûs salâte ve enfekû mimmâ rezaknâhum sirren
ve alâniyeten ve yedreûne bil hasenetis seyyiete ulâike lehum ukbed dâr(dâri).
Onlar, sabırla Rab'lerinin vechini (Zat'ını, Zat'a ulaşmayı
ve Allah'ın Zat'ını görmeyi) dileyenler ve namazı ikame edenler, onları
rızıklandırdığımız şeylerden gizli ve açıkça infâk edenlerdir. Ve seyyiati,
hasenat ile (iyilikle) savan kimselerdir. İşte onlar için, bu dünyanın (güzel
bir) akıbeti (sonucu) vardır.
13/RA'D-23: Cennâtu
adnin yedhulûnehâ ve men salaha min âbâihim ve ezvâcihim ve zurriyyâtihim vel
melâiketu yedhulûne aleyhim min kulli bâb(bâbin).
Adn
cennetleri (vardır). Onların babalarından ve eşlerinden ve zürriyyetlerinden
salâha ulaşan kimseler, ona (adn cennetlerine) girerler. Ve her kapıdan
melekler, onların yanlarına girerler.
Burada
Allahû Tealâ iradelerini de Allah’a teslim eden o kişilerden bahsediyor.
Onlardan her zaman “Onlar kötülüğe iyilikle mukabele edenlerdir.” şeklinde bir
bahisle bahsediyor.
İşte
burada bir sonuç var. Allahû Tealâ muhteşem bir statü içinde, hem ruhumuzu
Allah’a ulaştırmaya misak adını vermiş, bizim Allah’a verdiğimiz misakimiz
olarak değerlendiriyor. Hem de sadece irademizin teslimine de yine misak diyor.
Hem fizik vücudumuzun Allah’a teslimine ahd diyor. Hem de Allahû Tealâ bizim
ahdimize ruhumuzu, vechimizi, nefsimizi ve irademizi, hepsini birden teslim
ettiğimiz bir statü içinde bir açıklamayı getiriyor.
Allahû
Tealâ bir de verilen misaki bozanlardan haber vermektedir:
13/RA'D-25: Vellezîne
yankudûne ahdallâhi min ba’di mîsâkıhi ve yaktaûne mâ emerallâhu bihi en yûsale
ve yufsidûne fîl ardı ulâike lehumul la’netu ve lehum sûud dâr(dâri).
Onlar,
misaklerinden sonra (Allah'a ruhlarını, vechlerini, nefslerini ve iradelerini
teslim edeceklerine dair ezelde Allah'a misak verdikten sonra) Allah'ın ahdini
bozarlar (ruhlarını, vechlerini, nefslerini ve iradelerini Allah'a teslim
etmezler). Ve Allah'ın, O'na (Allah'a) ulaştırılmasını emrettiği şeyi keserler
(ruhlarını Allah'a ulaştırmazlar). Ve yeryüzünde fesat çıkarırlar (başka
insanların da Sıratı Mustakîm'e ulaşmalarına mani oldukları için fesat
çıkarırlar). Lânet onlar içindir. Ve yurdun kötüsü (cehennem) onlar içindir.
Allahû
Tealâ’nın indinde öyle bir muhteşem dizayn kurulmuş ki; âyetlerin muhtevasına
baktığımız zaman, her âyette birbirini tamamlayan bir açıklama buluyorsunuz ve
karmaşık olan hüviyet, neticede çok açık bir hüviyete dönüşüyor.
İşte
bu yemin, misak ve ahd müessesesi de iki ahd, iki misaktan oluşan, bir de
yeminden oluşan, Kur’an-ı Kerîm’in açıklamalar dizisidir. Ancak Allahû Tealâ
açıklamayı yaparsa aydınlanır. Yoksa insanlar çok karmaşık mefhumlar olarak
değerlendirir.
Allahû
Tealâ Ali İmran Suresinin 76. âyet-i kerimesinde: “Kim yeminlerini ve ahdini
ifa ederse.” diye bir ifade kullanıyor.
3/ÂLİ İMRÂN-76: Belâ
men evfâ bi ahdihî vettekâ fe innallâhe yuhibbul muttekîn(muttekîne).
Hayır,
(öyle değil)! Kim (Allah ile olan) ahdini yerine getirir ve takva sahibi
olursa, o taktirde muhakkak ki Allah, takva sahiplerini sever.
Yeminleri,
ruhun, vechin, nefsin teslim edilmesini ifade ediyor. Yemin, misak ve ahd.
“Allah’ın ahdini” deyince Allahû Tealâ, yemin, misak ve ahdin arkasından
Allah’ın ahdi geliyor yani irademizin teslimi geliyor.
4/NİSÂ-58: İnnallâhe
ye’murukum en tueddûl emânâti ilâ ehlihâ ve izâ hakemtum beynen nâsi en tahkumû
bil adl(adli), innallâhe niımmâ yeızukum bih(bihî), innallâhe kâne semîan
basîrâ(basîran).
Muhakkak
ki Allah, emanetleri sahibine teslim etmenizi ve insanlar arasında hakemlik
yaptığınız zaman adaletle hükmetmenizi emreder. Muhakkak ki Allah, onunla size
ne güzel öğüt veriyor. Ve muhakkak ki Allah, en iyi işiten ve en iyi görendir.
İşte
emanet iade edilmiştir. Allah’a tevdi edilmiştir: 21. basamak. 22. basamakta, o
kişinin ruhu Allah’ta yok olur. Artık ruhu göremezsiniz. O Allah’ta fani
olmuştur. Rehine hâlâ rehinedir. Sonra Allahû Tealâ kişiye bir altın taht ihsan
eder: 23. basamak. Kişi daha sonra zühd sahibi olur: 24. basamak. Nefsinin
kalbinde Allah’ın nurları %80’i aşınca, kişinin fizik vücudu da Allah’a teslim
olur. Ve 25. basamakta fizik vücudun Allah’a teslim olmasıyla nefs emanet olur.
Ve 26. basamakta nefs de Allah’a teslim olur. Ulûl’elbab makamında ona yerlerin
melekûtu gösterilir.
Kişinin
nefsinin kalbi 7 kademe müzeyyen olur: Ulûl’elbab makamı. İhlâs makamında
göklerin melekûtü gösterilir. 7 defa daha müzeyyen olur. Kişi Tövbe-i Nasuh’a
davet edilir. Salâh makamında, tâbî olduktan sonraki günahları örtülür, sâlah
nuru verilir ve örtülen günahları sevaba çevrilir. Kişiye mağfiret edilir. Emanet olan iradesini de Allahû Tealâ, Kendi
iradesine bağlar, emaneti kabul eder. Ve serbest irade de Allah’a teslim olur.
5 defa daha müzeyyen olan kalp, toplam 19 defa müzeyyen olur. Ve kişinin
emaneti artık irade olur. Ve teslimler burada biter. Allah’a verdiğimiz yemin,
misak ve ahdimizi ifa etmiş oluruz inşallah.
Allah
razı olsun.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder
Not: Yalnızca bu blogun üyesi yorum gönderebilir.