Vel Asr Sûresi – İlk 14 Basamak
Sevgili kardeşlerim, bu konumuzda sizlere Vel Asr sûresinin ilk 14 basamağını içeren
bölümünü anlatmaya çalışacağız inşallah.
Vel
Asr sûresi Kur’ân-ı Kerim’in tamamını içeren
bir sûredir. İmamı Şafi Hz.’lerinin de bu sure ile ilgili olarak : “Kur’ân-ı Kerim kaybolmaz ama şayet kaybolsaydı Vel
Asr sûresi Kur’ân-ı Kerim’i açıklamaya
yeterdi” ifadesini kullanmıştır.
103/ASR-1: Vel asr(asri).
Asra yemin olsun.
103/ASR-2: İnnel insâne le fî husr(husrin).
Muhakkak ki insan, gerçekten hüsrandadır.
103/ASR-3: İllellezîne âmenû ve amilûs sâlihâti ve
tevâsav bil hakkı ve tevâsav bis sabr(sabrı).
Ama
âmenû olanlar (ilk 7 basamağı aşanlar), nefs tezkiyesi yapanlar (ikinci 7
basamağı aşanlar), Allah'a ruhu ulaşıp Hakk'ı tavsiye edenler (üçüncü 7
basamağı aşanlar) ve sabrı tavsiye edenler (dördüncü 7 basamağı aşanlar) hariç.
Allahû
Tealâ burada her zaman parçasında insanların başlangıçta hüsranda olduğunu
belirtiyor. Allahû Tealâ bu âyet-i kerimede Allah’a ulaşmayı dilemeyenlerin
negatif açıdan 12 özelliği olan bir tanesinden bahsediyor. Bir hatırlatma
amacıyla bu özelliklerin neler olduğuna bakalım:
Allah’a ulaşmayı dilemeyen insanlar:
1 ve
2. negatif özellikleri takva sahibi değildirler ve şirktedirler. (Rum-31)
3 ve 4. negatif özellikleri âyetlerden gafillerdir
ve gidecekleri yer cehennemdir. (Yunus-7,8)
5 ve 6.negatif
özellikleri Allah’ın dostu değil, şeytanın dostudurlar. (Bakara-257)
7 ve 8.
negatif özellikleri şeytanın kuludurlar, Allah’ın kulu değildirler. (Zümer-17)
9 ve 10.
negatif özellikleri amelleri boşa gider ve hüsrandadırlar. (Yunus-45, Zümer-65)
11 ve 12. negatif
özellikleri küfürdedirler ve fısktadırlar. (Sebe-20, Hadid-27)
İşte
bu negatif özelliklerden biri, hüsranda olmak. İnsanlar akıllarının muhtevası
içinde ne yaparlarsa yapsınlar bu hüsrandan kendilerini kurtaramazlar.
Kurtulabilmeleri için mutlaka kendilerine yapılan tebliğlere önem vermeye
başlayarak serbest iradeleri ile ölmeden evvel Allah’a ulaşmayı talep etmeleri
gerekiyor.
Peygamber Efendimiz (S.A.V.) bu konuda şöyle
buyuruyor: “Ey insanlar hepiniz dalalettesiniz. Hidayete erdirdiklerim
müstesna. Dileyin ki sizi hidayete erdireyim. Hepiniz muhtaçsınız.
Niyetlendirdiklerim müstesna. Dileyin ki sizi de niyetlendireyim.” (Hadis-i kutsi - Riyazussalihin/137)
Bu
talebin sahibi olan insanların yavaş yavaş Allah'ın yoluna girdiğini göreceğiz.
Her
asırda olduğu gibi günümüzde de insanlar, Allah’a imân etmekle kurtulacaklarını
zannediyorlar. Acaba bir insanın Allah’a imân etmesi ile kurtulması mümkün olur
mu? Kesinlikle hayır. Çünkü bir insanın kurtulabilmesi için Allahû Tealâ’ya imân
etmenin ötesine geçerek takva sahibi olan âmenûlerden olması gerekiyor.
28
basamaklık İslam merdiveninin ilk yedi basamağı yani Vel Asr sûresinde geçen “İllellezine âmenû” ifadesini
kapsayan bölüme bakacak olursak, İlk yedi kademede âmenû olmaya ulaşılıyor. Bu
sıralama:
l.Basamak
– Yaşadığımız olaylar:
2/BAKARA-216: Kutibe aleykumul kitâlu ve huve
kurhun lekum, ve asâ en tekrehû şey’en ve huve hayrun lekum, ve asâ en tuhıbbû
şey’en ve huve şerrun lekum vallâhu ya’lemu ve entum lâ ta’lemûn(ta’lemûne).
Savaş,
o sizin için kerih olsa da (hoşunuza gitmese de) üzerinize farz kılındı. Ve
hoşlanmayacağınız bir şey olur ki, o sizin için bir hayırdır. Ve seveceğiniz
bir şey olur ki, o sizin için bir şerrdir. Ve (bütün bunları) Allah bilir, siz
bilmezsiniz.
2.Basamak
- Bu olaylar karşısındaki intibalar ve davranış biçimlerine göre Allah’ın bizi
seçmesi:
42/ŞÛRÂ-13: Şerea lekum mined dîni mâ vassâ bihî
nûhan vellezî evhaynâ ileyke ve mâ vassaynâ bihî ibrâhîme ve mûsâ ve îsâ, en
ekîmûd dîne ve lâ teteferrekû fîh(fîhi), kebure alel muşrikîne mâ ted’ûhum
ileyh(ileyhi), allâhu yectebî ileyhi men yeşâu ve yehdî ileyhi men
yunîb(yunîbu).
(Allah)
dînde, onunla Hz. Nuh'a vasiyet ettiği (farz kıldığı) şeyi (şeriati); “Dîni
ikame edin (ayakta, hayatta tutun) ve onda (dînde) fırkalara ayrılmayın.” diye
Hz. İbrâhîm'e, Hz. Musa'ya ve Hz. İsa'ya vasiyet ettiğimiz şeyi Sana da
vahyederek, size de şeriat kıldı. Senin onları, kendisine çağırdığın şey
(Allah'a ulaşmayı dileme) müşriklere zor geldi. Allah, dilediğini Kendisine
seçer ve O'na yöneleni, Kendisine ulaştırır (ruhunu hayatta iken Kendisine
ulaştırır).
Başlangıçta
bütün insanların nefslerinin kalplerinde görme özelliği olan basar ve işitme
özelliği olan sem’i vardır. Bütün insanların baş gözlerinde bakma özelliği,
kulaklarında duyma özelliği, kalplerinde idrak etme özelliği vardır. İnsanlar
yaşarlar, hayattadırlar ama Allahû Tealâ onlara "ölü" diyor. Çünkü
baş gözleriyle bakarlar ama görmezler. Karşılarında gördükleri kişi Allah ile
nasıl bir ilişki içindedir, onu göremezler. Görmek imkânının sahibi değiller
çünkü gözlerinde hicab-ı mesture adlı bir gizli perde var. Kalpleri mühürlü,
kalplerinin içinde ekinnet var. Ekinnet, idraki önleyen bir ilâhi
bilgisayardır. Kalplerinde ekinnet var ve idrak edemezler. Kulaklarında vakra
var, engel var. Kulakları duyar ama işitemezler, irşada müteallik söylenen
sözlerin manasına varamazlar.
Yapmış
olduğumuz tebliğlerin neticesinde seçilen insanların içinde karşımıza 4 grup
insan çıkar:
1.
Grup: Bu insanlar, o güne kadar
öğrenmiş oldukları emaniyye bilgiler, kendilerine yapılan tebliği idrak
etmesini engelliyor. Allahû Tealâ Câsiye
sûresinin 23. âyet-i kerîmesinde buyurduğu gibi; ”Biz onları ilimleri
sebebiyle dalalette bırakırız.” Bunlar hem kendileri Allah’a ulaşmayı
dilemedikleri halde başkalarını da Allah’ın yolundan alıkoymaya çalışanlar.
Bunlar bütün uzuvlarında, bütün hassalarında engeller olanlardır.
2.
Grup: Bu insanlar, o güne kadar
öğrenmiş oldukları emaniyye bilgiler sebebiyle tebliğe muhatap olup nefretle
oradan ayrılmışlardır. Allahû Tealâ bunların sadece uzuvlarına engel koyuyor.
(İSRÂ- 45,46)
3.
Grup: Bu insanlar, kendilerine
yapılan tebliğe sadece duyarsız kalmıştır. Hiçbir şey anlamamıştır. Allahû Tealâ
bu insanların sadece hassalarına engel koyuyor.
47 /
MUHAMMED - 16 : Ve minhum
men yestemiu ileyke, hattâ izâ harecû min indike kâlû lillezîne ûtûl ilme mâzâ
kâle ânifâ(ânifen), ulâikellezîne tabaallâhu alâ kulûbihim vettebeû ehvâehum.
Ve seni
dinleyenlerden bir kısmı, senin yanından çıktıkları zaman, kendilerine ilim
verilenlere: “Biraz önce (O) ne dedi?” dediler. İşte onlar, Allah'ın,
kalplerini mühürledikleri kişilerdir ve onlar hevalarına tâbî olanlardır.
4.
Grup: Bu insanların daha önce
engelleri varsa onları kaldırıyor. Daha önce muhatap olduğunda davranış biçimi
eğer negatif değilse, ilk defa tebliğe muhatapsa ve ilk defa bu gerçekleri
öğrenmişse, tebliği anında idrak etmişse onların sadece kalbindeki mührü alıyor
Allahû Tealâ, o kadar. Kalbinin mührünü açıyor, ihbatı koyuyor ve onların idrak
etmesini sağlıyor. Bu insanlar ancak, Allahû Tealâ’nın razı olduğu istikamette
bir tavır alıyor. Allahû Tealâ bu olaya “Allah’a ulaşma dileği” diyor. (HACC-54)
İşte
bu tebliğlerin neticesinde bu dört grup insandan hangisi olursa olsun eğer
kalben Allah’a ulaşmayı dilerse 3. basamağa ulaşır.
3.Basamak:
Nefsin kalbinde irşad yoluna doğru bir meyil oluşması, yani kişinin kendi
serbest iradesi ile Allah’a ulaşmayı dilemesi.
2/BAKARA-256: Lâ ikrâhe fîd dîni kad tebeyyener
ruşdu minel gayy(gayyi), fe men yekfur bit tâgûti ve yu’min billâhi fe
kadistemseke bil urvetil vuskâ, lenfisâme lehâ, vallâhu semîun alîm(alîmun).
Dînde
zorlama yoktur. irşad yolu (hidayet yolu, Allah'a ulaştıran yol), gayy yolundan
(dalâlet yolundan, şeytana, cehenneme ulaştıran yoldan) açıkça (ayrılıp) ortaya
çıkmıştır. Artık kim tagutu (şeytanı ve şeytana ulaştıran yolu) inkâr edip de
Allah'a îmân ederse (mü'min olur, Allah'a ulaştıran yolu tercih ederse),
böylece o, (Allah'tan) kopması mümkün olmayan urvetul vuskaya (sağlam bir
kulba, mürşidin eline) tutunmuştur. Allah Sem'î'dir, Alîm'dir.
76/İNSÂN (DEHR)-3: İnnâ hedeynâhus sebîle immâ
şâkiren ve immâ kefûrâ(kefûren).
Muhakkak ki
Biz, onu (Allah'a ulaştıran) yola hidayet ettik. Fakat o, ya (Allah'a ulaşmayı
diler) şükreden olur, ya da (Allah'a ulaşmayı dilemez) küfreden olur.
29/ANKEBÛT-5: Men kâne yercû likâallâhi fe inne
ecelallâhi leât(leâtin), ve huves semîul alîm(alîmu).
Kim Allah'a
mülâki olmayı (hayattayken Allah'a ulaşmayı) dilerse, o taktirde muhakkak ki
Allah'ın tayin ettiği zaman mutlaka gelecektir (ruhu mutlaka hayattayken
Allah'a ulaşacaktır). Ve O; en iyi işiten, en iyi bilendir.
Bu üç âyet-i
kerîmede Allahû Tealâ insanların serbest iradelerine hitap ederek, Allah’a
ulaşmayı dilemelerine işaret etmektedir.
Peygamber
Efendimiz (S.A.V.)’in bu konuda Hz. Ayşe’den rivayet ettiği hadiste:
“Kale
Resulullah Men habbebe LİKAALLAH e habbeballahü LİKAİHİ men kerihe LİKAALLAH
kerihallahu LİKAİHİ”
“Kim Allah’a
ulaşmayı (Mülaki olmayı) muhabbetle arzu ederse, Allah’ta onu muhabbetle
kendisine ulaştırır (Mülaki kılar.) Kim de ulaşmayı kerih görürse (Ulaşmayı
arzu etmezse, yalanlarsa, inkâr ederse ) Allah‘ta onu kendisine ulaştırmaz.
(Kerih Görür) Ruhunu ölmeden evvel kendisine Hidayet etmez.” (S.Buhari 12.cilt 2043 nolu Hadis)
4.Basamak:
Allah'ın Rahmân esmasının kişi üzerinde tecellisi:
2/BAKARA-105: Mâ yeveddullezîne keferû min ehlil
kitâbi ve lel muşrikîne en yunezzele aleykum min hayrin min rabbikum vallâhu
yahtassu bi rahmetihî men yeşâu, vallâhu zul fadlil azîm(azîmi).
Ehli
kitaptan kâfir olanlar ve müşrikler, Rabbinizden sizin üzerinize hayırdan
(rahmet ve fazl) indirilmesini istemezler. Ve Allah, rahmetini dilediği kimseye
tahsis eder. Ve Allah, “büyük fazıl” sahibidir.
Âyet-i
kerîmede Allahû Tealâ “rahmetini dilediği kimseye tahsis eder” buyuruyor. Dilediği
kişi kimdir? Dilediği kişi, Allahû Tealâ’nın seçmiş olduğu insanlardan serbest
iradesi ile Allah’a ulaşmayı dileyenlerdir.
Demek
ki kim Allah'a ulaşmayı dilerse, Allah o kişiyi rahmetinin içine dâhil eder.
Kendi ilahi iradesi ile bizim cüzi irademizi kontrolü altına almak sureti ile
koruyucu bir kalkan verir. Kişi Allah'a ulaşmayı dilemekle aynı zamanda nefsine
zulmetmekten de başlangıç seviyede kurtulmuş olur.
Bir
insan Allah'a ulaşmayı dileyip dilemediğini nasıl anlar?
Eğer
bu kişi, kendisine yapılan tebliği ciddiye almak sureti ile üzerinde bir vebal
olduğunun farkına vardıysa ve aynı zamanda kendisine yapılan tebliği başka
insanlara da anlatmaya başlamış ise bu kişi Allah'a ulaşmayı dilemiştir.
Bir
insanın Allah’a ulaşmayı dileyerek takva sahibi olması (Rum-31) ile birlikte
Allahû Tealâ Enfal-29. âyet-i kerimesindeki sözünü yerine getiriyor ve furkanlarını
vererek kişinin aynı zamanda günahlarını örtüyor.
8/ENFÂL-29: Yâ eyyuhellezîne âmenû in tettekullâhe
yec’al lekum furkânen ve yukeffir ankum seyyiâtikum ve yagfir lekum, vallâhu
zul fadlil azîm(azîmi).
Ey
âmenû olanlar! Allah'a karşı takva sahibi olursanız sizi furkan (hak ve bâtılı
ayırma özelliği) sahibi kılar! Ve sizden (sizin) günahlarınızı örter ve size
mağfiret eder (günahlarınızı sevaba çevirir). Ve Allah, büyük fazl sahibidir.
Allahû
Tealâ Furkanlarını yukarıda bahsettiğimiz grupların özelliklerine göre verir. 5.
6. ve 7. basamaklarda verilen Furkanların yanında bu basamaklardan itibaren Allahû
Tealâ bir de ihsanlarını vermeye başlıyor:
5.
Basamakta 1.Furkan ve 1.İhsan olarak kişinin gözlerindeki hicab-ı mesture
alınıyor, 2. furkan ve 2.ihsan olarak basar hassasının üzerindeki gışavet
alınıyor.
6/EN'ÂM-46: Kul e reeytum in ehazallâhu sem’akum
ve ebsârekum ve hateme alâ kulûbikum men ilâhun gayrullâhi ye’tîkum bih(bihî),
unzur keyfe nusarriful âyâti summe hum yasdifûn (yasdifûne).
(Ya
Muhammed müşriklere) de ki: “Gördünüz mü? (aczinizi anladınız mı?) Şâyet Allah
sizin işitme hassanızı ve görme özelliğinizi alsa ve sizin kalplerinizi
mühürlese, Allah'tan başka hangi ilâh onları size (geri) getirir?” Bak,
âyetlerimizi nasıl açıklıyoruz! Sonra onlar yüz çeviriyorlar.
Bu, kişinin
başlangıç noktasındaki durumudur. Eğer kişi Allah'a ulaşmayı hiç dilemezse ömür
boyu ölü olarak kalır. Allahû Tealâ burada da kalplerin açılmasından
bahsediyor. Allah tarafından kalpler açılır ve Allah mutlaka onu velâyet
hedefine ulaştırır. Hiçbir kuvvet buna engel olamaz. Ama kişi liyakatini
kaybederse, o noktadan itibaren her şey değişir. Allahû Tealâ'nın indinde böyle
bir sonuca baktığımız zaman kalbimizin mührünü açan, içindeki küfür kelimesini
dışarı alan ve içine imânı yazan Allah'ın,
bu işlemlerin zıttını da yaptığını görüyoruz. İşte burada Allah:
"İşitme, görme hassanızı alırım ve kalbinizi tekrar mühürlerim, sizi
başlangıç noktasına geri döndürürüm." diyor.
Ama eğer
kalben Allah'a ulaşmayı dilerse, Allahû Tealâ derhal onu kişinin kalbinde
görür, işitir ve bilir. Allahû Tealâ önce hicab-ı mestureyi alır. Kişi irşad
sahibi olanı başkalarından ayırt etmeye başlar. Gözleri sadece bakmaz, görür.
İrşad açısından mürşidi seçebilir. Vakra alındığı için kulakları sadece duymaz,
zihin artık kulaklara ulaşanın manasını, irşada müteallik şeylerin manasını
anlamaya başlar. Allah onun kalbindeki ekinneti alıp yerine ihbat koyduğu için,
kişi anladığını kalbine indirdiği zaman kalbinde idrak müessesesi oluşur. Kişi
idrak eder, Allah'ın güzelliklerini kendisine mâl eder. Allah'ın söylediklerini
anlamaya, hangi istikamette hareket etmesi lâzım geldiğini kesinlikle tespit
etmeye ve o istikamette gayret etmeye başlar.
6.
Basamakta 3. Furkan ve 3.İhsan, kulaklardaki vakra alınıyor, 4. Furkan ve 4. İhsan,
semi hassası üzerindeki mühür açılıyor:
6/EN'ÂM-36: İnnemâ yestecîbullezîne
yesmeûn(yesmeûne), vel mevtâ yeb’asuhumullâhu summe ileyhi yurceûn(yurceûne).
(Davete)
ancak işitenler icabet eder. Ve Allah, ölüleri (ölü olan sem'î isimli işitme
hassasını, ölü olan fuad isimli idrak hassasını, ölü olan basar isimli görme
hassasını) diriltir. Sonra ona döndürülürler. (Hayatta iken ruhu mürşid eliyle
Allah'a döndürülür.)
Allah
nereye davet ediyor? Kendi Zatına davet ediyor. Vuslat daveti 12 defa üzerimize
farz kılmıştır.
Allah’a
ulaşmayı dileme konusunda tebliğcinin yapmış olduğu davete icabet etmiş
olanlara Allahû Tealâ kulaklarındaki vakrayı, gözlerindeki hicab-ı mestureyi,
kalplerindeki ekinneti aldığı noktadan itibaren insanlar bakarlar ama aynı
zamanda görürler. Kulakları duyar, zihinleri de işitir, manaya varır ve idrak
etmeye başlarlar. Görmeye başlamışlardır, duymaya başlamışlardır, idrak etmeye
başlamışlardır. Bu insanlar artık dirilmişlerdir. Allahû Tealâ insanları
böylece canlandırıyor ve sözü gereğince onları Kendisine ölmeden evvel
ulaştırıyor.
7.
Basamakta 5. Furkan ve 5.İhsan, kalbin fuad isimli idrak hassası üzerindeki
mührü açılıyor, 6. Furkan ve 6. İhsan, kalpteki ekinnet alınıyor. 7.Furkan ve
7.İhsan, ekinnetin yerine ihbat konuluyor:
22/HACC-54: Ve li ya’lemellezîne ûtul ılme ennehul
hakku min rabbike fe yu’minû bihî fe tuhbite lehu kulûbuhum, ve innallâhe le
hâdillezîne âmenû ilâ sırâtın mustakîm(mustakîmin).
Ve
kendilerine ilim verilenlerin, onun (irşad makamının, Velî Resûl'ün, Nebî
Resûl'ün) söylediklerinin Rabbinden bir hak olduğunu bilmeleri, O'na îmân
etmeleri, onların kalplerinin O'nu (Allah'ı) idrak etmesi (kalplerinden
ekinnetin alınıp yerine ihbat sistemi konarak kalplerin mutmain olması)
içindir. Muhakkak ki Allah, âmenû olanları (Allah'a ulaşmayı dileyenleri)
mutlaka Sıratı Mustakîm'e hidayet edendir.
İşte
size başlangıçtan itibaren 7 tane basamaktan bahsettik. Bu 7 basamak Allah’a
ulaşmayı dileyenleri âmenû olma noktasına getiriyor. (Hacc sûresinin 54'üncü âyet-i
kerîmesine göre). Önemli mi? Eğer insanların hedefi cennetse son derece önemli.
Çünkü işitmeden ve idrak etmeden cennete gitmenin mümkün olmadığını açık açık
söylüyor.
Bu
noktadan sonra Bakara-186. âyete göre Allah’ın sadece âmenû olma davetine icabet
eden, Enfal-29. âyetinde takva sahibi olmaya davet edilerek Rum-31. âyete göre
takva sahibi olan bu âmenûlere Allahû Tealâ hediyelerini vermeye devam ediyor.
8.Basamakta
8. ihsan, Allah kişinin kalbine ulaşıyor ve hidayeti koyuyor.
64/TEGÂBUN-11: Mâ esâbe min musîbetin illâ bi
iznillâh(bi iznillâhi), ve men yu'min billâhi yehdi kalbeh(kalbehu), vallâhu
bikulli şey'in alîm(alîmun).
Allah'ın
izni olmadıkça bir musîbet isabet etmez. Ve kim Allah'a îmân ederse (âmenû
olursa), (Allah) onun kalbine ulaşır. Ve Allah, herşeyi en iyi bilendir.
Âmenû
olanlara Allahû Tealâ bir hediye veriyor, kalplerine hidayet koyuyor. Niçin? O
kalbi Allah'a döndürmek için. Bir çeşme düşünün. Çeşme akıyor. Siz de elinizde
sürahiyle çeşmeye ulaşıyorsunuz ama sürahiyi ters tutuyorsunuz. Bu sürahinin
içine bir damla bile su giremez. Ama sürahiyi doğrultursanız ve çeşmenin altına
getirirseniz sürahi o rahmetle, suyla dolacaktır. İşte bunu sağlamak üzere
kalplerinizi Allah'tan gelecek olan rahmet ve fazla eriştirmek üzere Allahû Tealâ
kalplerinize hidayet koyuyor ve bu hidayet kalplerinizi Allah'a döndürüyor. Nefslerinizin
kalbini. Önemli olan da nefslerin kalbi. Çünkü o kalp 19 tane afetin sahibi, o
kalp kapkaranlık. Hacc sûresinin 53'üncü âyet-i kerîmesinde Allahû Tealâ :
22/HACC-53: Li yec’ale mâ yulkış şeytânu fitneten
lillezîne fî kulûbihim maradun vel kâsiyeti kulûbuhum, ve innez zâlimîne le fî
şikâkın baîd(baîdin).
Kalplerinde
maraz (hastalık) olan ve kalpleri kasiyet bağlamış (kararmış ve sertleşmiş)
olanlara, şeytanın ilka ettiği (ulaştırdığı) şeyi fitne (imtihan) kılmak
içindir. Ve muhakkak ki zalimler, elbette uzak bir ayrılık içindedirler (Sıratı
Mustakîm'den uzaklaşmışlardır, ayrılmışlardır).
"Bütün kalpler kasiyet bağlamıştır, hem
karanlıktır hem de sertleşmiştir" buyuruyor Allahû Tealâ. Arkasından da
"kalpleri hastadır" diyor. Başlangıçta bütün insanların nefslerine
ait kalpleri hastadır. Çünkü bünyesinde sadece afetler var. 19 tane afet. İşte
bu afetlerden kurtulmamız için evvela Allah’a ulaşmayı dilememiz gerekiyor.
Allahû
Tealâ insanları her yıl birkaç defa musibetlerle imtihan eder (Tevbe-126). Bu
musibetlere uğrayan insanlar Allah’a ulaşmayı dilemek sureti ile “Biz muhakkak
ki Allah içiniz ve mutlaka O'na (Allah'a) ruhumuzu hayatta iken
ulaştıracağız." diyenlerin üzerine Allahû Tealâ taşıyıcı olan salavat nuru
ile birlikte rahmet nuru gönderileceğini Bakara sûresinin 156. ve 157. âyetlerinde
ifade etmektedir. İşte kim ruhunu hayatta iken Allah'a ulaştırmayı dileyerek
âmenû olursa, Allah onun kalbine ulaşır.
2/BAKARA-156: Ellezîne izâ esâbethum musîbetun, kâlû innâ lillâhi ve innâ ileyhi râciûn(râciûne).
Onlar ki, kendilerine bir musîbet isabet ettiği zaman:
“Biz muhakkak ki Allah içiniz (O'na ulaşmak ve teslim olmak için yaratıldık) ve
muhakkak O'na döneceğiz (ulaşacağız).” derler.
2/BAKARA-157: Ulâike aleyhim salâvâtun min
rabbihim ve rahmetun ve ulâike humul muhtedûn(muhtedûne).
İşte
onlar (dünya hayatında Allah'a mutlaka döneceklerinden emin olanlar) ki
Rab'lerinden salâvât ve rahmet onların üzerinedir. İşte onlar, onlar hidayete
ermiş olanlardır.
9.
Basamakta 9. ihsan, Allahû Tealâ kişinin kalbinin nur kapısını Kendisine
çeviriyor.
50/KAF-33: Men haşiyer rahmâne bil gaybi ve câe bi
kalbin munîbin.
Gaybda
Rahmân'a huşu duyanlar ve münib (Allah'a ulaşmayı dileyen) bir kalple (Allah'ın
huzuruna) gelenler (için).
10.
Basamakta 10.ihsan, Allahû Tealâ kişinin göğsünden kalbine nur yolu açıyor.
6/EN'ÂM-125: Fe men yuridillâhu en yehdiyehu
yeşrah sadrehu lil islâm(islâmi), ve men yurid en yudıllehu yec’al sadrehu dayyikan
haracen, ke ennemâ yassa’adu fîs semâi, kezâlike yec’alûllâhur ricse alâllezîne
lâ yu’minûn(yu’minûne).
Öyleyse
Allah kimi Kendisine ulaştırmayı dilerse onun göğsünü yarar ve (Allah'a)
teslime (İslâm'a) açar. Kimi dalâlette bırakmayı dilerse, onun göğsünü semada
yükseliyormuş gibi daralmış, sıkıntılı yapar. Böylece Allah, mü'min
olmayanların üzerine azap verir.
11.
Basamakta 11.ihsan, kişi zikir yaptıkça rahmet nurları kalbe girmeye başlıyor.
39/ZUMER-22: E fe men şerehallâhu sadrehu lil
islâmi fe huve alâ nûrin min rabbih(rabbihi), fe veylun lil kâsiyeti kulûbuhum
min zikrillâh(zikrillâhi), ulâike fî dalâlin mubîn(mubînin).
Allah
kimin göğsünü İslâm için (Allah'a teslim için) yarmışsa artık o, Rabbinden bir
nur üzere olur, değil mi? Allah'ın zikrinden kalpleri kasiyet bağlayanların vay
haline! İşte onlar, apaçık dalâlet içindedirler.
"Kim
Beni çağırırsa onun davetine icabet ederim" diyor. Ne demek bu? Zikir, Allah’ın
ismini bir biri ardından tekrar etmek. Yani Allah, Allah diye Allah’ın ismini biteviye
bir sıra dâhilinde tekrar etmek.
Allah'ın
ismi bir şifredir. Arapça harflerin kendilerine has frekansları var, titreşim
sayıları var. Bu titreşimler her harfte değişiktir ve Allahû Tealâ Allah
kelimesinde bu harfleri öyle bir sıraya oturtmuştur ki, bu frekans, bu titreşim
sayısı sesli de söyleseniz, içinizden de söyleseniz “Allah” kelimesini kim
tekrar ederse Allah'ın salavat rahmet ve salavat fazlı mutlaka o tekrar eden
sisteme ulaşır.
Biz
insanların Allah'ı sesle tekrar etmemiz halinde, hançerenize Allah'ın salavat
rahmet ve salavat fazıl nurları mutlaka göğsümüze geliyor. Şifreli yolu takip
ediyor, nefsimizin kalbine ulaşıyor ama kalp mühürlü, mührün kenarından salavat
rahmet nuru içeri sızarak salavat nuru nefsin kalbinin içinde bulunan karanlıklardan
%2 karanlığı alıyor ve yerine %2 Rahmet nuru yerleştiriyor. Ve o kalpte hafif
bir aydınlığı husule getiren nurlanma oluşuyor. İşte bir insanın Allah’a kalben
ulaşmayı dilemesi halinde Allahû Tealâ buraya kadar sıraladığımız bu işlemleri
bir kaç dakikada gerçekleştiriyor ve kişi 12. basamakta huşûya ulaşıyor.
12.
Basamakta Nefsin kalbinde %2 nurla huşû oluşuyor.
57/HADÎD-16: E lem ye’ni lillezîne âmenû en tahşea
kulûbuhum li zikrillâhi ve mâ nezele minel hakkı ve lâ yekûnû kellezîne ûtûl
kitâbe min kablu fe tâle aleyhimul emedu fe kaset kulûbuhum, ve kesîrun minhum
fâsikûn(fâsikûne).
Allah'ın
zikri ile ve Hakk'tan inen şeyle (Allah'ın nurları ile), âmenû olanların
(Allah'a ulaşmayı dileyenlerin) kalplerinin huşû duyma zamanı gelmedi mi?
Kendilerine daha önce kitap verilip de böylece üzerinden uzun zaman geçince,
artık (zikri unuttukları için) kalpleri katılaşan kimseler gibi olmasınlar.
Onlardan çoğu fasıklardır.
Âyet-i
kerime son derece açık olarak bize huşûnun ne olduğunu söylüyor. Zikredeceksiniz.
Allah'tan rahmet ulaşacak göğsünüze, göğsünüzden kalbinize ulaşacak ve
kalbinizi hafif bir aydınlığa döndürecek ve kalbinizdeki bu hafif aydınlığın
oluşması halinde Hadîd sûresinin 16. âyet-i kerîmesine göre huşû noktasına
ulaşmış olacaksınız. Bu nokta çok önemli, çünkü eğer bir insan mürşidini görmek
istiyorsa, Allah'tan sorup mutlaka cevap almak istiyorsa bu huşû noktasına
ulaşmış olmalı.
13.
Basamakta 12. ihsan, huşû sahibi olan kişinin Allah’tan mürşidini hacet namazı
kılmak sûreti ile sorması ve Allah’ın son ihsanı olarak ona göstermesi.
5/MÂİDE-35: Yâ eyyuhellezîne âmenûttekûllâhe
vebtegû ileyhil vesîlete ve câhidû fî sebîlihi leallekum tuflihûn(tuflihûne).
Ey
âmenû olanlar (Allah'a ulaşmayı, teslim olmayı dileyenler); Allah'a karşı takva
sahibi olun ve O'na ulaştıracak vesileyi isteyin. Ve O'nun yolunda cihad edin.
Umulur ki böylece siz felâha erersiniz.
16/NAHL-9: Ve alallâhi kasdus sebîli ve minhâ
câir(câirun), ve lev şâe le hedâkum ecmaîn(ecmaîne).
Ve
sebîllerin (dergâhlardan Sıratı Mustakîm'e ulaşan bütün yolların yani
mürşidlerin) tayini, Allah'ın üzerinedir. Ve ondan sapanlar vardır. Ve eğer O
dileseydi, sizin hepinizi hidayete erdirirdi.
1/FÂTİHA-5: İyyâke na’budu ve iyyâke
nestaîn(nestaînu).
(Allah'ım!)
Yalnız Sana kul oluruz ve yalnız Senden İSTİANE (mürşidimizi) isteriz.
2/BAKARA-45: Vesteînû bis sabri ves salât(sâlâti),
ve innehâ le kebîretun illâ alel hâşiîn(hâşiîne).
(Allah'tan) sabırla ve namazla istiane (özel yardım)
isteyin. Ve muhakkak ki o (hacet namazı ile Allah'a ulaştıracak mürşidini
sormak), huşû sahibi olanlardan başkasına elbette ağır gelir.
2/BAKARA-46: Ellezîne yezunnûne ennehum mulâkû
rabbihim ve ennehum ileyhi râciûn(râciûne).
Onlar
(o huşû sahipleri) ki, Rab'lerine (dünya hayatında) muhakkak mülâki
olacaklarına ve (sonunda ölümle) O'na döneceklerine yakîn derecesinde
inanırlar.
Bu
âyet-i kerimelerin nüzulü sırasında Peygamber Efendimiz (S.A.V.) sahabeye
okumasıyla birlikte sahabe soruyor: “Ya resulullah bu âyette geçen namaz Allah’ın
bize farz kılmış olduğu vakit namazı mı?” Resulullah (S.A.V.) cevaben: “Hayır
bu namazı bana Cebrail (A.s.) öğretti, bu namaz hacet namazıdır.”dedi ve ne
istikamette kılınası gerektiğini izah etti.
Allahû
Tealâ diyor ki: “Sabırla ve namazla (Bu namaz, hacet namazıdır), Allah’tan istianeyi
isteyin.” “Yalnız Senden istiane isteriz.” sözünün tamamlandığı yer burasıdır.
“Allah’tan istianeyi isteyin. Bu zor bir iştir.” Kimler için? Allah’a ulaşmayı
dilemeyenler için zor bir iştir. Allahû Tealâ: “İllâ alel hâşiîn: Ama huşû
sahipleri için zor değildir. Onlar hariç.” diyor. Bu âyet-i kerimede, “Huşû
sahipleri Allah’a mülâki olacaklarına (ruhlarını ölmeden evvel Allah’a
ulaştıracaklarına) kesin şekilde inananlardır.” diyor.
Öyleyse
huşû sahibi olan bu kişi kimdir?
1-
Allah’a inanan birisidir.
2-
Allah’a insan ruhunun hayatta iken ulaşacağına inanan birisidir.
3-
Hayattayken insan ruhunun Allah’a ulaşmasının farz olduğuna inanan birisidir.
4-
Huşû sahibi olan kişi ruhunu Allah’a ulaştırmayı dilerse, mutlaka Allah’ın o
kişinin ruhunu Kendisine ulaştıracağına da kesin şekilde inanan birisidir.
İşte
bu 4 vasfın sahibi olan kişi huşû sahibidir.
“Men
ra'ni fegad ra'ni feinneş şeytane lâ yetemesselü bî velâ bî sûretişşeyhi tâbian
linnebiyyi sallallâhu teâlâ aleyhi vesellem.)
“Beni
gören, mutlaka beni görmüş demektir. Zira şeytan benim suretime giremez ve
benim gibi görünemez. Bana tâbi olan Şeyhlerde aynen böyledir.” (Müzekki-n-Nüfus,
s.551)
14.
Basamakta mürşidin önünde tövbe ediliyor.
25/FURKÂN-70: İllâ men tâbe ve âmene ve amile
amelen sâlihan fe ulâike yubeddilullâhu seyyiâtihim hasenât(hasenâtin), ve
kânallâhu gafûren rahîmâ(rahîmen).
Ancak
kim (mürşidi önünde) tövbe eder (böylece kalbine îmân yazılıp, îmânı artan)
mü'min olur ve salih amel (nefs tezkiyesi) yaparsa, o taktirde işte onların,
Allah seyyiatlerini (günahlarını) hasenata (sevaba) çevirir. Ve Allah,
Gafur'dur (günahları sevaba çevirendir), Rahîm'dir (rahmet nuru gönderendir).
48/FETİH-10: İnnellezîne yubâyiûneke innemâ
yubâyiûnallâh(yubâyiûnallâhe), yedullâhi fevka eydîhim, fe men nekese fe innemâ
yenkusu alâ nefsih(nefsihî), ve men evfâ bi mâ âhede aleyhullâhe fe se yu’tîhi
ecren azîmâ(azîmen).
Muhakkak
ki onlar, sana tâbî oldukları zaman Allah'a tâbî olurlar. Onların ellerinin
üzerinde (Allah senin bütün vücudunda tecelli ettiği için ellerinde de tecelli
etmiş olduğundan) Allah'ın eli vardır. Bundan sonra kim (ahdini) bozarsa, o
taktirde sadece kendi nefsi aleyhine bozar (Allah'a verdiği yeminleri, ahdleri
yerine getirmediği için derecesini nakısa düşürür). Ve kim de Allah'a olan
ahdlerine vefa ederse (yeminini, misakini ve ahdini yerine getirirse), o zaman
ona en büyük mükâfat (ecir) verilecektir (cennet saadetine ve dünya saadetine
erdirilecektir).
60/MUMTEHİNE-12: Yâ eyyuhen nebiyyu izâ câekel
mu'minâtu yubâyi'neke alâ en lâ yuşrikne billâhi şey'en ve lâ yesrikne ve lâ
yeznîne ve lâ yaktulne evlâdehunne ve lâ ye'tîne bi buhtânin yefterînehu beyne
eydîhinne ve erculihinne ve lâ ya'sîneke fî ma'rûfin fe bâyı'hunne
vestagfirlehunnallâh(vestagfirlehunnallâhe) innallâhe gafûrun rahîm(rahîmun).
Ey
nebî (peygamber)! Mü'min kadınlar; Allah'a hiçbir şeyi ortak koşmamak,
hırsızlık yapmamak, zinada bulunmamak, evlâtlarını öldürmemek, elleri ve
ayakları arasında bir iftira uydurmamak, maruf bir iş konusunda sana asi
olmamak üzere, sana tâbî olmak için geldikleri zaman, artık onların biatlerini
kabul et ve onlar için Allah'tan mağfiret dile. Muhakkak ki Allah; Gafur'dur
(mağfiret edendir, günahları sevaba çevirendir), Rahîm'dir (Rahîm esması ile
tecelli edendir).
Mürşide tâbîyetle Allahû Tealâ 7
tane NİMET veriyor:
1.Nimet; Devrin
imamının ruhu başımızın üzerine geliyor.(Mümin-15)
2.Nimet;
Kalbe iman yazılıyor.( Mücadele-22)
3.Nimet;
1-Günahlar sevaba çevrilir,( Furkan-70)
2-Sevapların
1 e 10 dan, 1 e700 e çıkarılması (Bakara-261)
4.Nimet;
Ruhun Allah’a doğru yola çıkması(Nebe-39, Müzemmil-8)
5.Nimet;
Nefs teskiyesinin başlaması (Zümer-22,23,Nur-21, Şems-9)
6.Nimet;
Fizik vücudun şeytana kul olmaktan kurtulup, Allah’a kul olmaya başlaması
(Rad-36, Ankebut-56)
7.Nimet;
İradenin güçlenmesi (Ahzap-43, Bakara-257)
Allah razı olsun.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder
Not: Yalnızca bu blogun üyesi yorum gönderebilir.