17 Şubat 2016 Çarşamba

Vel Asr Sûresi – İlk 14 Basamak

                          Vel Asr Sûresi – İlk 14 Basamak


Sevgili kardeşlerim, bu konumuzda sizlere Vel Asr sûresinin ilk 14 basamağını içeren bölümünü anlatmaya çalışacağız inşallah.

Vel Asr sûresi Kur’ân-ı Kerim’in tamamını içeren bir sûredir. İmamı Şafi Hz.’lerinin de bu sure ile ilgili olarak : “Kur’ân-ı Kerim kaybolmaz ama şayet kaybolsaydı Vel Asr sûresi Kur’ân-ı Kerim’i açıklamaya yeterdi” ifadesini kullanmıştır.

103/ASR-1: Vel asr(asri).
Asra yemin olsun.
103/ASR-2: İnnel insâne le fî husr(husrin).
Muhakkak ki insan, gerçekten hüsrandadır.
103/ASR-3: İllellezîne âmenû ve amilûs sâlihâti ve tevâsav bil hakkı ve tevâsav bis sabr(sabrı).
Ama âmenû olanlar (ilk 7 basamağı aşanlar), nefs tezkiyesi yapanlar (ikinci 7 basamağı aşanlar), Allah'a ruhu ulaşıp Hakk'ı tavsiye edenler (üçüncü 7 basamağı aşanlar) ve sabrı tavsiye edenler (dördüncü 7 basamağı aşanlar) hariç.

Allahû Tealâ burada her zaman parçasında insanların başlangıçta hüsranda olduğunu belirtiyor. Allahû Tealâ bu âyet-i kerimede Allah’a ulaşmayı dilemeyenlerin negatif açıdan 12 özelliği olan bir tanesinden bahsediyor. Bir hatırlatma amacıyla bu özelliklerin neler olduğuna bakalım:

Allah’a ulaşmayı dilemeyen insanlar:

 1 ve 2. negatif özellikleri takva sahibi değildirler ve şirktedirler. (Rum-31)
 3 ve 4. negatif özellikleri âyetlerden gafillerdir  ve  gidecekleri yer cehennemdir. (Yunus-7,8)
5 ve 6.negatif özellikleri Allah’ın dostu değil, şeytanın dostudurlar. (Bakara-257)
7 ve 8. negatif özellikleri şeytanın kuludurlar, Allah’ın kulu değildirler. (Zümer-17)
9 ve 10. negatif özellikleri amelleri boşa gider ve hüsrandadırlar. (Yunus-45, Zümer-65)
11 ve 12. negatif özellikleri küfürdedirler ve fısktadırlar. (Sebe-20, Hadid-27)             
İşte bu negatif özelliklerden biri, hüsranda olmak. İnsanlar akıllarının muhtevası içinde ne yaparlarsa yapsınlar bu hüsrandan kendilerini kurtaramazlar. Kurtulabilmeleri için mutlaka kendilerine yapılan tebliğlere önem vermeye başlayarak serbest iradeleri ile ölmeden evvel Allah’a ulaşmayı talep etmeleri gerekiyor.

Peygamber Efendimiz (S.A.V.) bu konuda şöyle buyuruyor: “Ey insanlar hepiniz dalalettesiniz. Hidayete erdirdiklerim müstesna. Dileyin ki sizi hidayete erdireyim. Hepiniz muhtaçsınız. Niyetlendirdiklerim müstesna. Dileyin ki sizi de niyetlendireyim.” (Hadis-i kutsi - Riyazussalihin/137)

Bu talebin sahibi olan insanların yavaş yavaş Allah'ın yoluna girdiğini göreceğiz.

Her asırda olduğu gibi günümüzde de insanlar, Allah’a imân etmekle kurtulacaklarını zannediyorlar. Acaba bir insanın Allah’a imân etmesi ile kurtulması mümkün olur mu? Kesinlikle hayır. Çünkü bir insanın kurtulabilmesi için Allahû Tealâ’ya imân etmenin ötesine geçerek takva sahibi olan âmenûlerden olması gerekiyor.

28 basamaklık İslam merdiveninin ilk yedi basamağı yani Vel Asr sûresinde geçen “İllellezine âmenû” ifadesini kapsayan bölüme bakacak olursak, İlk yedi kademede âmenû olmaya ulaşılıyor. Bu sıralama:

l.Basamak – Yaşadığımız olaylar:

2/BAKARA-216: Kutibe aleykumul kitâlu ve huve kurhun lekum, ve asâ en tekrehû şey’en ve huve hayrun lekum, ve asâ en tuhıbbû şey’en ve huve şerrun lekum vallâhu ya’lemu ve entum lâ ta’lemûn(ta’lemûne).
Savaş, o sizin için kerih olsa da (hoşunuza gitmese de) üzerinize farz kılındı. Ve hoşlanmayacağınız bir şey olur ki, o sizin için bir hayırdır. Ve seveceğiniz bir şey olur ki, o sizin için bir şerrdir. Ve (bütün bunları) Allah bilir, siz bilmezsiniz.

2.Basamak - Bu olaylar karşısındaki intibalar ve davranış biçimlerine göre Allah’ın bizi seçmesi:

42/ŞÛRÂ-13: Şerea lekum mined dîni mâ vassâ bihî nûhan vellezî evhaynâ ileyke ve mâ vassaynâ bihî ibrâhîme ve mûsâ ve îsâ, en ekîmûd dîne ve lâ teteferrekû fîh(fîhi), kebure alel muşrikîne mâ ted’ûhum ileyh(ileyhi), allâhu yectebî ileyhi men yeşâu ve yehdî ileyhi men yunîb(yunîbu).
(Allah) dînde, onunla Hz. Nuh'a vasiyet ettiği (farz kıldığı) şeyi (şeriati); “Dîni ikame edin (ayakta, hayatta tutun) ve onda (dînde) fırkalara ayrılmayın.” diye Hz. İbrâhîm'e, Hz. Musa'ya ve Hz. İsa'ya vasiyet ettiğimiz şeyi Sana da vahyederek, size de şeriat kıldı. Senin onları, kendisine çağırdığın şey (Allah'a ulaşmayı dileme) müşriklere zor geldi. Allah, dilediğini Kendisine seçer ve O'na yöneleni, Kendisine ulaştırır (ruhunu hayatta iken Kendisine ulaştırır).

Başlangıçta bütün insanların nefslerinin kalplerinde görme özelliği olan basar ve işitme özelliği olan sem’i vardır. Bütün insanların baş gözlerinde bakma özelliği, kulaklarında duyma özelliği, kalplerinde idrak etme özelliği vardır. İnsanlar yaşarlar, hayattadırlar ama Allahû Tealâ onlara "ölü" diyor. Çünkü baş gözleriyle bakarlar ama görmezler. Karşılarında gördükleri kişi Allah ile nasıl bir ilişki içindedir, onu göremezler. Görmek imkânının sahibi değiller çünkü gözlerinde hicab-ı mesture adlı bir gizli perde var. Kalpleri mühürlü, kalplerinin içinde ekinnet var. Ekinnet, idraki önleyen bir ilâhi bilgisayardır. Kalplerinde ekinnet var ve idrak edemezler. Kulaklarında vakra var, engel var. Kulakları duyar ama işitemezler, irşada müteallik söylenen sözlerin manasına varamazlar.

Yapmış olduğumuz tebliğlerin neticesinde seçilen insanların içinde karşımıza 4 grup insan çıkar:

1.     Grup: Bu insanlar, o güne kadar öğrenmiş oldukları emaniyye bilgiler, kendilerine yapılan tebliği idrak etmesini engelliyor. Allahû Tealâ Câsiye sûresinin 23. âyet-i kerîmesinde buyurduğu gibi; ”Biz onları ilimleri sebebiyle dalalette bırakırız.” Bunlar hem kendileri Allah’a ulaşmayı dilemedikleri halde başkalarını da Allah’ın yolundan alıkoymaya çalışanlar. Bunlar bütün uzuvlarında, bütün hassalarında engeller olanlardır.

2.       Grup: Bu insanlar, o güne kadar öğrenmiş oldukları emaniyye bilgiler sebebiyle tebliğe muhatap olup nefretle oradan ayrılmışlardır. Allahû Tealâ bunların sadece uzuvlarına engel koyuyor. (İSRÂ- 45,46)

3.       Grup: Bu insanlar, kendilerine yapılan tebliğe sadece duyarsız kalmıştır. Hiçbir şey anlamamıştır. Allahû Tealâ bu insanların sadece hassalarına engel koyuyor.

47 / MUHAMMED - 16 : Ve minhum men yestemiu ileyke, hattâ izâ harecû min indike kâlû lillezîne ûtûl ilme mâzâ kâle ânifâ(ânifen), ulâikellezîne tabaallâhu alâ kulûbihim vettebeû ehvâehum.
Ve seni dinleyenlerden bir kısmı, senin yanından çıktıkları zaman, kendilerine ilim verilenlere: “Biraz önce (O) ne dedi?” dediler. İşte onlar, Allah'ın, kalplerini mühürledikleri kişilerdir ve onlar hevalarına tâbî olanlardır.
4.       Grup: Bu insanların daha önce engelleri varsa onları kaldırıyor. Daha önce muhatap olduğunda davranış biçimi eğer negatif değilse, ilk defa tebliğe muhatapsa ve ilk defa bu gerçekleri öğrenmişse, tebliği anında idrak etmişse onların sadece kalbindeki mührü alıyor Allahû Tealâ, o kadar. Kalbinin mührünü açıyor, ihbatı koyuyor ve onların idrak etmesini sağlıyor. Bu insanlar ancak, Allahû Tealâ’nın razı olduğu istikamette bir tavır alıyor. Allahû Tealâ bu olaya “Allah’a ulaşma dileği” diyor. (HACC-54)

İşte bu tebliğlerin neticesinde bu dört grup insandan hangisi olursa olsun eğer kalben Allah’a ulaşmayı dilerse 3. basamağa ulaşır.

3.Basamak: Nefsin kalbinde irşad yoluna doğru bir meyil oluşması, yani kişinin kendi serbest iradesi ile Allah’a ulaşmayı dilemesi.

2/BAKARA-256: Lâ ikrâhe fîd dîni kad tebeyyener ruşdu minel gayy(gayyi), fe men yekfur bit tâgûti ve yu’min billâhi fe kadistemseke bil urvetil vuskâ, lenfisâme lehâ, vallâhu semîun alîm(alîmun).
Dînde zorlama yoktur. irşad yolu (hidayet yolu, Allah'a ulaştıran yol), gayy yolundan (dalâlet yolundan, şeytana, cehenneme ulaştıran yoldan) açıkça (ayrılıp) ortaya çıkmıştır. Artık kim tagutu (şeytanı ve şeytana ulaştıran yolu) inkâr edip de Allah'a îmân ederse (mü'min olur, Allah'a ulaştıran yolu tercih ederse), böylece o, (Allah'tan) kopması mümkün olmayan urvetul vuskaya (sağlam bir kulba, mürşidin eline) tutunmuştur. Allah Sem'î'dir, Alîm'dir.

76/İNSÂN (DEHR)-3: İnnâ hedeynâhus sebîle immâ şâkiren ve immâ kefûrâ(kefûren).
Muhakkak ki Biz, onu (Allah'a ulaştıran) yola hidayet ettik. Fakat o, ya (Allah'a ulaşmayı diler) şükreden olur, ya da (Allah'a ulaşmayı dilemez) küfreden olur.

29/ANKEBÛT-5: Men kâne yercû likâallâhi fe inne ecelallâhi leât(leâtin), ve huves semîul alîm(alîmu).
Kim Allah'a mülâki olmayı (hayattayken Allah'a ulaşmayı) dilerse, o taktirde muhakkak ki Allah'ın tayin ettiği zaman mutlaka gelecektir (ruhu mutlaka hayattayken Allah'a ulaşacaktır). Ve O; en iyi işiten, en iyi bilendir.

Bu üç âyet-i kerîmede Allahû Tealâ insanların serbest iradelerine hitap ederek, Allah’a ulaşmayı dilemelerine işaret etmektedir.
Peygamber Efendimiz (S.A.V.)’in bu konuda Hz. Ayşe’den rivayet ettiği hadiste:
Kale Resulullah Men habbebe LİKAALLAH e habbeballahü LİKAİHİ men kerihe LİKAALLAH kerihallahu LİKAİHİ
“Kim Allah’a ulaşmayı (Mülaki olmayı) muhabbetle arzu ederse, Allah’ta onu muhabbetle kendisine ulaştırır (Mülaki kılar.) Kim de ulaşmayı kerih görürse (Ulaşmayı arzu etmezse, yalanlarsa, inkâr ederse ) Allah‘ta onu kendisine ulaştırmaz. (Kerih Görür) Ruhunu ölmeden evvel kendisine Hidayet etmez.” (S.Buhari 12.cilt 2043 nolu Hadis)

4.Basamak: Allah'ın Rahmân esmasının kişi üzerinde tecellisi:

2/BAKARA-105: Mâ yeveddullezîne keferû min ehlil kitâbi ve lel muşrikîne en yunezzele aleykum min hayrin min rabbikum vallâhu yahtassu bi rahmetihî men yeşâu, vallâhu zul fadlil azîm(azîmi).
Ehli kitaptan kâfir olanlar ve müşrikler, Rabbinizden sizin üzerinize hayırdan (rahmet ve fazl) indirilmesini istemezler. Ve Allah, rahmetini dilediği kimseye tahsis eder. Ve Allah, “büyük fazıl” sahibidir.
Âyet-i kerîmede Allahû Tealâ “rahmetini dilediği kimseye tahsis eder” buyuruyor. Dilediği kişi kimdir? Dilediği kişi, Allahû Tealâ’nın seçmiş olduğu insanlardan serbest iradesi ile Allah’a ulaşmayı dileyenlerdir.

Demek ki kim Allah'a ulaşmayı dilerse, Allah o kişiyi rahmetinin içine dâhil eder. Kendi ilahi iradesi ile bizim cüzi irademizi kontrolü altına almak sureti ile koruyucu bir kalkan verir. Kişi Allah'a ulaşmayı dilemekle aynı zamanda nefsine zulmetmekten de başlangıç seviyede kurtulmuş olur.

Bir insan Allah'a ulaşmayı dileyip dilemediğini nasıl anlar?

Eğer bu kişi, kendisine yapılan tebliği ciddiye almak sureti ile üzerinde bir vebal olduğunun farkına vardıysa ve aynı zamanda kendisine yapılan tebliği başka insanlara da anlatmaya başlamış ise bu kişi Allah'a ulaşmayı dilemiştir.

Bir insanın Allah’a ulaşmayı dileyerek takva sahibi olması (Rum-31) ile birlikte Allahû Tealâ Enfal-29. âyet-i kerimesindeki sözünü yerine getiriyor ve furkanlarını vererek kişinin aynı zamanda günahlarını örtüyor.

8/ENFÂL-29: Yâ eyyuhellezîne âmenû in tettekullâhe yec’al lekum furkânen ve yukeffir ankum seyyiâtikum ve yagfir lekum, vallâhu zul fadlil azîm(azîmi).
Ey âmenû olanlar! Allah'a karşı takva sahibi olursanız sizi furkan (hak ve bâtılı ayırma özelliği) sahibi kılar! Ve sizden (sizin) günahlarınızı örter ve size mağfiret eder (günahlarınızı sevaba çevirir). Ve Allah, büyük fazl sahibidir.

Allahû Tealâ Furkanlarını yukarıda bahsettiğimiz grupların özelliklerine göre verir. 5. 6. ve 7. basamaklarda verilen Furkanların yanında bu basamaklardan itibaren Allahû Tealâ bir de ihsanlarını vermeye başlıyor:

5. Basamakta 1.Furkan ve 1.İhsan olarak kişinin gözlerindeki hicab-ı mesture alınıyor, 2. furkan ve 2.ihsan olarak basar hassasının üzerindeki gışavet alınıyor.  

6/EN'ÂM-46: Kul e reeytum in ehazallâhu sem’akum ve ebsârekum ve hateme alâ kulûbikum men ilâhun gayrullâhi ye’tîkum bih(bihî), unzur keyfe nusarriful âyâti summe hum yasdifûn (yasdifûne).
(Ya Muhammed müşriklere) de ki: “Gördünüz mü? (aczinizi anladınız mı?) Şâyet Allah sizin işitme hassanızı ve görme özelliğinizi alsa ve sizin kalplerinizi mühürlese, Allah'tan başka hangi ilâh onları size (geri) getirir?” Bak, âyetlerimizi nasıl açıklıyoruz! Sonra onlar yüz çeviriyorlar.

Bu, kişinin başlangıç noktasındaki durumudur. Eğer kişi Allah'a ulaşmayı hiç dilemezse ömür boyu ölü olarak kalır. Allahû Tealâ burada da kalplerin açılmasından bahsediyor. Allah tarafından kalpler açılır ve Allah mutlaka onu velâyet hedefine ulaştırır. Hiçbir kuvvet buna engel olamaz. Ama kişi liyakatini kaybederse, o noktadan itibaren her şey değişir. Allahû Tealâ'nın indinde böyle bir sonuca baktığımız zaman kalbimizin mührünü açan, içindeki küfür kelimesini dışarı alan ve içine imânı yazan Allah'ın,  bu işlemlerin zıttını da yaptığını görüyoruz. İşte burada Allah: "İşitme, görme hassanızı alırım ve kalbinizi tekrar mühürlerim, sizi başlangıç noktasına geri döndürürüm." diyor.
Ama eğer kalben Allah'a ulaşmayı dilerse, Allahû Tealâ derhal onu kişinin kalbinde görür, işitir ve bilir. Allahû Tealâ önce hicab-ı mestureyi alır. Kişi irşad sahibi olanı başkalarından ayırt etmeye başlar. Gözleri sadece bakmaz, görür. İrşad açısından mürşidi seçebilir. Vakra alındığı için kulakları sadece duymaz, zihin artık kulaklara ulaşanın manasını, irşada müteallik şeylerin manasını anlamaya başlar. Allah onun kalbindeki ekinneti alıp yerine ihbat koyduğu için, kişi anladığını kalbine indirdiği zaman kalbinde idrak müessesesi oluşur. Kişi idrak eder, Allah'ın güzelliklerini kendisine mâl eder. Allah'ın söylediklerini anlamaya, hangi istikamette hareket etmesi lâzım geldiğini kesinlikle tespit etmeye ve o istikamette gayret etmeye başlar.

6. Basamakta 3. Furkan ve 3.İhsan, kulaklardaki vakra alınıyor, 4. Furkan ve 4. İhsan, semi hassası üzerindeki mühür açılıyor:

6/EN'ÂM-36: İnnemâ yestecîbullezîne yesmeûn(yesmeûne), vel mevtâ yeb’asuhumullâhu summe ileyhi yurceûn(yurceûne).
(Davete) ancak işitenler icabet eder. Ve Allah, ölüleri (ölü olan sem'î isimli işitme hassasını, ölü olan fuad isimli idrak hassasını, ölü olan basar isimli görme hassasını) diriltir. Sonra ona döndürülürler. (Hayatta iken ruhu mürşid eliyle Allah'a döndürülür.)

Allah nereye davet ediyor? Kendi Zatına davet ediyor. Vuslat daveti 12 defa üzerimize farz kılmıştır.

Allah’a ulaşmayı dileme konusunda tebliğcinin yapmış olduğu davete icabet etmiş olanlara Allahû Tealâ kulaklarındaki vakrayı, gözlerindeki hicab-ı mestureyi, kalplerindeki ekinneti aldığı noktadan itibaren insanlar bakarlar ama aynı zamanda görürler. Kulakları duyar, zihinleri de işitir, manaya varır ve idrak etmeye başlarlar. Görmeye başlamışlardır, duymaya başlamışlardır, idrak etmeye başlamışlardır. Bu insanlar artık dirilmişlerdir. Allahû Tealâ insanları böylece canlandırıyor ve sözü gereğince onları Kendisine ölmeden evvel ulaştırıyor.

7. Basamakta 5. Furkan ve 5.İhsan, kalbin fuad isimli idrak hassası üzerindeki mührü açılıyor, 6. Furkan ve 6. İhsan, kalpteki ekinnet alınıyor. 7.Furkan ve 7.İhsan, ekinnetin yerine ihbat konuluyor:
22/HACC-54: Ve li ya’lemellezîne ûtul ılme ennehul hakku min rabbike fe yu’minû bihî fe tuhbite lehu kulûbuhum, ve innallâhe le hâdillezîne âmenû ilâ sırâtın mustakîm(mustakîmin).
Ve kendilerine ilim verilenlerin, onun (irşad makamının, Velî Resûl'ün, Nebî Resûl'ün) söylediklerinin Rabbinden bir hak olduğunu bilmeleri, O'na îmân etmeleri, onların kalplerinin O'nu (Allah'ı) idrak etmesi (kalplerinden ekinnetin alınıp yerine ihbat sistemi konarak kalplerin mutmain olması) içindir. Muhakkak ki Allah, âmenû olanları (Allah'a ulaşmayı dileyenleri) mutlaka Sıratı Mustakîm'e hidayet edendir.

İşte size başlangıçtan itibaren 7 tane basamaktan bahsettik. Bu 7 basamak Allah’a ulaşmayı dileyenleri âmenû olma noktasına getiriyor. (Hacc sûresinin 54'üncü âyet-i kerîmesine göre). Önemli mi? Eğer insanların hedefi cennetse son derece önemli. Çünkü işitmeden ve idrak etmeden cennete gitmenin mümkün olmadığını açık açık söylüyor.

Bu noktadan sonra Bakara-186. âyete göre Allah’ın sadece âmenû olma davetine icabet eden, Enfal-29. âyetinde takva sahibi olmaya davet edilerek Rum-31. âyete göre takva sahibi olan bu âmenûlere Allahû Tealâ hediyelerini vermeye devam ediyor.

8.Basamakta 8. ihsan, Allah kişinin kalbine ulaşıyor ve hidayeti koyuyor.

64/TEGÂBUN-11: Mâ esâbe min musîbetin illâ bi iznillâh(bi iznillâhi), ve men yu'min billâhi yehdi kalbeh(kalbehu), vallâhu bikulli şey'in alîm(alîmun).
Allah'ın izni olmadıkça bir musîbet isabet etmez. Ve kim Allah'a îmân ederse (âmenû olursa), (Allah) onun kalbine ulaşır. Ve Allah, herşeyi en iyi bilendir.

Âmenû olanlara Allahû Tealâ bir hediye veriyor, kalplerine hidayet koyuyor. Niçin? O kalbi Allah'a döndürmek için. Bir çeşme düşünün. Çeşme akıyor. Siz de elinizde sürahiyle çeşmeye ulaşıyorsunuz ama sürahiyi ters tutuyorsunuz. Bu sürahinin içine bir damla bile su giremez. Ama sürahiyi doğrultursanız ve çeşmenin altına getirirseniz sürahi o rahmetle, suyla dolacaktır. İşte bunu sağlamak üzere kalplerinizi Allah'tan gelecek olan rahmet ve fazla eriştirmek üzere Allahû Tealâ kalplerinize hidayet koyuyor ve bu hidayet kalplerinizi Allah'a döndürüyor. Nefslerinizin kalbini. Önemli olan da nefslerin kalbi. Çünkü o kalp 19 tane afetin sahibi, o kalp kapkaranlık. Hacc sûresinin 53'üncü âyet-i kerîmesinde Allahû Tealâ :

22/HACC-53: Li yec’ale mâ yulkış şeytânu fitneten lillezîne fî kulûbihim maradun vel kâsiyeti kulûbuhum, ve innez zâlimîne le fî şikâkın baîd(baîdin).
Kalplerinde maraz (hastalık) olan ve kalpleri kasiyet bağlamış (kararmış ve sertleşmiş) olanlara, şeytanın ilka ettiği (ulaştırdığı) şeyi fitne (imtihan) kılmak içindir. Ve muhakkak ki zalimler, elbette uzak bir ayrılık içindedirler (Sıratı Mustakîm'den uzaklaşmışlardır, ayrılmışlardır).

 "Bütün kalpler kasiyet bağlamıştır, hem karanlıktır hem de sertleşmiştir" buyuruyor Allahû Tealâ. Arkasından da "kalpleri hastadır" diyor. Başlangıçta bütün insanların nefslerine ait kalpleri hastadır. Çünkü bünyesinde sadece afetler var. 19 tane afet. İşte bu afetlerden kurtulmamız için evvela Allah’a ulaşmayı dilememiz gerekiyor.

Allahû Tealâ insanları her yıl birkaç defa musibetlerle imtihan eder (Tevbe-126). Bu musibetlere uğrayan insanlar Allah’a ulaşmayı dilemek sureti ile “Biz muhakkak ki Allah içiniz ve mutlaka O'na (Allah'a) ruhumuzu hayatta iken ulaştıracağız." diyenlerin üzerine Allahû Tealâ taşıyıcı olan salavat nuru ile birlikte rahmet nuru gönderileceğini Bakara sûresinin 156. ve 157. âyetlerinde ifade etmektedir. İşte kim ruhunu hayatta iken Allah'a ulaştırmayı dileyerek âmenû olursa, Allah onun kalbine ulaşır.

2/BAKARA-156: Ellezîne izâ esâbethum musîbetun, kâlû innâ lillâhi ve innâ ileyhi râciûn(râciûne).
Onlar ki, kendilerine bir musîbet isabet ettiği zaman: “Biz muhakkak ki Allah içiniz (O'na ulaşmak ve teslim olmak için yaratıldık) ve muhakkak O'na döneceğiz (ulaşacağız).” derler.
2/BAKARA-157: Ulâike aleyhim salâvâtun min rabbihim ve rahmetun ve ulâike humul muhtedûn(muhtedûne).
İşte onlar (dünya hayatında Allah'a mutlaka döneceklerinden emin olanlar) ki Rab'lerinden salâvât ve rahmet onların üzerinedir. İşte onlar, onlar hidayete ermiş olanlardır. 

9. Basamakta 9. ihsan, Allahû Tealâ kişinin kalbinin nur kapısını Kendisine çeviriyor.

50/KAF-33: Men haşiyer rahmâne bil gaybi ve câe bi kalbin munîbin.
Gaybda Rahmân'a huşu duyanlar ve münib (Allah'a ulaşmayı dileyen) bir kalple (Allah'ın huzuruna) gelenler (için).

10. Basamakta 10.ihsan, Allahû Tealâ kişinin göğsünden kalbine nur yolu açıyor.  

6/EN'ÂM-125: Fe men yuridillâhu en yehdiyehu yeşrah sadrehu lil islâm(islâmi), ve men yurid en yudıllehu yec’al sadrehu dayyikan haracen, ke ennemâ yassa’adu fîs semâi, kezâlike yec’alûllâhur ricse alâllezîne lâ yu’minûn(yu’minûne).
Öyleyse Allah kimi Kendisine ulaştırmayı dilerse onun göğsünü yarar ve (Allah'a) teslime (İslâm'a) açar. Kimi dalâlette bırakmayı dilerse, onun göğsünü semada yükseliyormuş gibi daralmış, sıkıntılı yapar. Böylece Allah, mü'min olmayanların üzerine azap verir.
11. Basamakta 11.ihsan, kişi zikir yaptıkça rahmet nurları kalbe girmeye başlıyor.  

39/ZUMER-22: E fe men şerehallâhu sadrehu lil islâmi fe huve alâ nûrin min rabbih(rabbihi), fe veylun lil kâsiyeti kulûbuhum min zikrillâh(zikrillâhi), ulâike fî dalâlin mubîn(mubînin).
Allah kimin göğsünü İslâm için (Allah'a teslim için) yarmışsa artık o, Rabbinden bir nur üzere olur, değil mi? Allah'ın zikrinden kalpleri kasiyet bağlayanların vay haline! İşte onlar, apaçık dalâlet içindedirler.

"Kim Beni çağırırsa onun davetine icabet ederim" diyor. Ne demek bu? Zikir, Allah’ın ismini bir biri ardından tekrar etmek. Yani Allah, Allah diye Allah’ın ismini biteviye bir sıra dâhilinde tekrar etmek.  

Allah'ın ismi bir şifredir. Arapça harflerin kendilerine has frekansları var, titreşim sayıları var. Bu titreşimler her harfte değişiktir ve Allahû Tealâ Allah kelimesinde bu harfleri öyle bir sıraya oturtmuştur ki, bu frekans, bu titreşim sayısı sesli de söyleseniz, içinizden de söyleseniz “Allah” kelimesini kim tekrar ederse Allah'ın salavat rahmet ve salavat fazlı mutlaka o tekrar eden sisteme ulaşır.

Biz insanların Allah'ı sesle tekrar etmemiz halinde, hançerenize Allah'ın salavat rahmet ve salavat fazıl nurları mutlaka göğsümüze geliyor. Şifreli yolu takip ediyor, nefsimizin kalbine ulaşıyor ama kalp mühürlü, mührün kenarından salavat rahmet nuru içeri sızarak salavat nuru nefsin kalbinin içinde bulunan karanlıklardan %2 karanlığı alıyor ve yerine %2 Rahmet nuru yerleştiriyor. Ve o kalpte hafif bir aydınlığı husule getiren nurlanma oluşuyor. İşte bir insanın Allah’a kalben ulaşmayı dilemesi halinde Allahû Tealâ buraya kadar sıraladığımız bu işlemleri bir kaç dakikada gerçekleştiriyor ve kişi 12. basamakta huşûya ulaşıyor.

12. Basamakta Nefsin kalbinde %2 nurla huşû oluşuyor.

57/HADÎD-16: E lem ye’ni lillezîne âmenû en tahşea kulûbuhum li zikrillâhi ve mâ nezele minel hakkı ve lâ yekûnû kellezîne ûtûl kitâbe min kablu fe tâle aleyhimul emedu fe kaset kulûbuhum, ve kesîrun minhum fâsikûn(fâsikûne).
Allah'ın zikri ile ve Hakk'tan inen şeyle (Allah'ın nurları ile), âmenû olanların (Allah'a ulaşmayı dileyenlerin) kalplerinin huşû duyma zamanı gelmedi mi? Kendilerine daha önce kitap verilip de böylece üzerinden uzun zaman geçince, artık (zikri unuttukları için) kalpleri katılaşan kimseler gibi olmasınlar. Onlardan çoğu fasıklardır.

Âyet-i kerime son derece açık olarak bize huşûnun ne olduğunu söylüyor. Zikredeceksiniz. Allah'tan rahmet ulaşacak göğsünüze, göğsünüzden kalbinize ulaşacak ve kalbinizi hafif bir aydınlığa döndürecek ve kalbinizdeki bu hafif aydınlığın oluşması halinde Hadîd sûresinin 16. âyet-i kerîmesine göre huşû noktasına ulaşmış olacaksınız. Bu nokta çok önemli, çünkü eğer bir insan mürşidini görmek istiyorsa, Allah'tan sorup mutlaka cevap almak istiyorsa bu huşû noktasına ulaşmış olmalı.

13. Basamakta 12. ihsan, huşû sahibi olan kişinin Allah’tan mürşidini hacet namazı kılmak sûreti ile sorması ve Allah’ın son ihsanı olarak ona göstermesi.

5/MÂİDE-35: Yâ eyyuhellezîne âmenûttekûllâhe vebtegû ileyhil vesîlete ve câhidû fî sebîlihi leallekum tuflihûn(tuflihûne).
Ey âmenû olanlar (Allah'a ulaşmayı, teslim olmayı dileyenler); Allah'a karşı takva sahibi olun ve O'na ulaştıracak vesileyi isteyin. Ve O'nun yolunda cihad edin. Umulur ki böylece siz felâha erersiniz.

16/NAHL-9: Ve alallâhi kasdus sebîli ve minhâ câir(câirun), ve lev şâe le hedâkum ecmaîn(ecmaîne).
Ve sebîllerin (dergâhlardan Sıratı Mustakîm'e ulaşan bütün yolların yani mürşidlerin) tayini, Allah'ın üzerinedir. Ve ondan sapanlar vardır. Ve eğer O dileseydi, sizin hepinizi hidayete erdirirdi.

1/FÂTİHA-5: İyyâke na’budu ve iyyâke nestaîn(nestaînu).
(Allah'ım!) Yalnız Sana kul oluruz ve yalnız Senden İSTİANE (mürşidimizi) isteriz.

2/BAKARA-45: Vesteînû bis sabri ves salât(sâlâti), ve innehâ le kebîretun illâ alel hâşiîn(hâşiîne).
(Allah'tan) sabırla ve namazla istiane (özel yardım) isteyin. Ve muhakkak ki o (hacet namazı ile Allah'a ulaştıracak mürşidini sormak), huşû sahibi olanlardan başkasına elbette ağır gelir.
2/BAKARA-46: Ellezîne yezunnûne ennehum mulâkû rabbihim ve ennehum ileyhi râciûn(râciûne).
Onlar (o huşû sahipleri) ki, Rab'lerine (dünya hayatında) muhakkak mülâki olacaklarına ve (sonunda ölümle) O'na döneceklerine yakîn derecesinde inanırlar.

Bu âyet-i kerimelerin nüzulü sırasında Peygamber Efendimiz (S.A.V.) sahabeye okumasıyla birlikte sahabe soruyor: “Ya resulullah bu âyette geçen namaz Allah’ın bize farz kılmış olduğu vakit namazı mı?” Resulullah (S.A.V.) cevaben: “Hayır bu namazı bana Cebrail (A.s.) öğretti, bu namaz hacet namazıdır.”dedi ve ne istikamette kılınası gerektiğini izah etti.

Allahû Tealâ diyor ki: “Sabırla ve namazla (Bu namaz, hacet namazıdır), Allah’tan istianeyi isteyin.” “Yalnız Senden istiane isteriz.” sözünün tamamlandığı yer burasıdır. “Allah’tan istianeyi isteyin. Bu zor bir iştir.” Kimler için? Allah’a ulaşmayı dilemeyenler için zor bir iştir. Allahû Tealâ: “İllâ alel hâşiîn: Ama huşû sahipleri için zor değildir. Onlar hariç.” diyor. Bu âyet-i kerimede, “Huşû sahipleri Allah’a mülâki olacaklarına (ruhlarını ölmeden evvel Allah’a ulaştıracaklarına) kesin şekilde inananlardır.” diyor.

Öyleyse huşû sahibi olan bu kişi kimdir?
1- Allah’a inanan birisidir.
2- Allah’a insan ruhunun hayatta iken ulaşacağına inanan birisidir.
3- Hayattayken insan ruhunun Allah’a ulaşmasının farz olduğuna inanan birisidir.
4- Huşû sahibi olan kişi ruhunu Allah’a ulaştırmayı dilerse, mutlaka Allah’ın o kişinin ruhunu Kendisine ulaştıracağına da kesin şekilde inanan birisidir.
İşte bu 4 vasfın sahibi olan kişi huşû sahibidir.

“Men ra'ni fegad ra'ni feinneş şeytane lâ yetemesselü bî velâ bî sûretişşeyhi tâbian linnebiyyi sallallâhu teâlâ aleyhi vesellem.)

“Beni gören, mutlaka beni görmüş demektir. Zira şeytan benim suretime giremez ve benim gibi görünemez. Bana tâbi olan Şeyhlerde aynen böyledir.”         (Müzekki-n-Nüfus, s.551)

14. Basamakta mürşidin önünde tövbe ediliyor.

25/FURKÂN-70: İllâ men tâbe ve âmene ve amile amelen sâlihan fe ulâike yubeddilullâhu seyyiâtihim hasenât(hasenâtin), ve kânallâhu gafûren rahîmâ(rahîmen).
Ancak kim (mürşidi önünde) tövbe eder (böylece kalbine îmân yazılıp, îmânı artan) mü'min olur ve salih amel (nefs tezkiyesi) yaparsa, o taktirde işte onların, Allah seyyiatlerini (günahlarını) hasenata (sevaba) çevirir. Ve Allah, Gafur'dur (günahları sevaba çevirendir), Rahîm'dir (rahmet nuru gönderendir).

48/FETİH-10: İnnellezîne yubâyiûneke innemâ yubâyiûnallâh(yubâyiûnallâhe), yedullâhi fevka eydîhim, fe men nekese fe innemâ yenkusu alâ nefsih(nefsihî), ve men evfâ bi mâ âhede aleyhullâhe fe se yu’tîhi ecren azîmâ(azîmen).
Muhakkak ki onlar, sana tâbî oldukları zaman Allah'a tâbî olurlar. Onların ellerinin üzerinde (Allah senin bütün vücudunda tecelli ettiği için ellerinde de tecelli etmiş olduğundan) Allah'ın eli vardır. Bundan sonra kim (ahdini) bozarsa, o taktirde sadece kendi nefsi aleyhine bozar (Allah'a verdiği yeminleri, ahdleri yerine getirmediği için derecesini nakısa düşürür). Ve kim de Allah'a olan ahdlerine vefa ederse (yeminini, misakini ve ahdini yerine getirirse), o zaman ona en büyük mükâfat (ecir) verilecektir (cennet saadetine ve dünya saadetine erdirilecektir).



60/MUMTEHİNE-12: Yâ eyyuhen nebiyyu izâ câekel mu'minâtu yubâyi'neke alâ en lâ yuşrikne billâhi şey'en ve lâ yesrikne ve lâ yeznîne ve lâ yaktulne evlâdehunne ve lâ ye'tîne bi buhtânin yefterînehu beyne eydîhinne ve erculihinne ve lâ ya'sîneke fî ma'rûfin fe bâyı'hunne vestagfirlehunnallâh(vestagfirlehunnallâhe) innallâhe gafûrun rahîm(rahîmun).
Ey nebî (peygamber)! Mü'min kadınlar; Allah'a hiçbir şeyi ortak koşmamak, hırsızlık yapmamak, zinada bulunmamak, evlâtlarını öldürmemek, elleri ve ayakları arasında bir iftira uydurmamak, maruf bir iş konusunda sana asi olmamak üzere, sana tâbî olmak için geldikleri zaman, artık onların biatlerini kabul et ve onlar için Allah'tan mağfiret dile. Muhakkak ki Allah; Gafur'dur (mağfiret edendir, günahları sevaba çevirendir), Rahîm'dir (Rahîm esması ile tecelli edendir).

Mürşide tâbîyetle Allahû Tealâ 7 tane NİMET veriyor:

          1.Nimet; Devrin imamının ruhu başımızın üzerine geliyor.(Mümin-15)

         2.Nimet; Kalbe iman yazılıyor.( Mücadele-22)

         3.Nimet;  1-Günahlar sevaba çevrilir,( Furkan-70)
                         2-Sevapların 1 e 10 dan, 1 e700 e çıkarılması (Bakara-261)

         4.Nimet; Ruhun Allah’a doğru yola çıkması(Nebe-39, Müzemmil-8)

         5.Nimet; Nefs teskiyesinin başlaması (Zümer-22,23,Nur-21, Şems-9)

         6.Nimet; Fizik vücudun şeytana kul olmaktan kurtulup, Allah’a kul olmaya başlaması (Rad-36, Ankebut-56)

7.Nimet; İradenin güçlenmesi (Ahzap-43, Bakara-257)


Allah razı olsun.


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Not: Yalnızca bu blogun üyesi yorum gönderebilir.