RUH
Allahû
Tealâ’ya sonsuz hamd ve şükrederiz ki; bir defa daha bir dersimizde “Ruh” kavramını tezekkür etmek üzere Allahû Tealâ bizleri birlikte kıldı.
Biz insanlar fizik vücut,
nefs ve ruh olmak üzere üç ayrı vücudu sahipleniriz. Allahû Tealâ insanın fizik
bedenini salsalin veya tîn denilen bir balçıktan halk etmiştir (yaratmıştır). Nefs
bedenini sevva etmiştir. Sonra da fizik bedenin içine ruhundan üfürmüştür.
Allahû Tealâ Hicr Suresi 28 ve 29. âyet-i kerimelerinde
buyuruyor ki:
15/HİCR-28: Ve iz kâle rabbuke lil melâiketi
innî hâlikun beşeren min salsâlin min hamein mesnûn(mesnûnin).
Rabbin meleklere şöyle demişti: "Ben mutlaka, “hamein mesnûn olan
salsalin”den (standart insan şekli verilmiş ve organik dönüşüme uğramış
salsalinden) bir beşer (insan) halkedeceğim.”
15/HİCR-29: Fe izâ sevveytuhu ve nefahtu fîhi
min rûhî fekaû lehu sâcidîn(sâcidîne).
Artık onu dizayn edip, içine ruhumdan üflediğim zaman, hemen ona secde
ederek yere kapanın!
Allahû Tealâ insana
evvelâ can vermiş sonra da ruhundan üfürmüştür. Daha sonra da etrafındaki bütün
meleklere ve şeytana: ”Ben ona ruhumdan üfürdüm. Şimdi hepiniz onun önünde
secde edin.” emrini vermiştir.
Allahû Tealâ Araf Suresi 11.
âyet-i kerimesinde buyuruyor ki:
7/A'RÂF-11: Ve lekad halaknâkum summe savvernâkum
summe kulnâ lil melâiketiscudû li âdeme fe secedû illâ iblîs(iblîse), lem yekun
mines sâcidîn(sâcidîne).
Ve andolsun ki; sizi Biz yarattık. Sonra size
suret (şekil) verdik. Sonra meleklere: “Âdem (A.S)'a secde edin.” dedik. İblis
hariç, secde ettiler. O, secde edenlerden olmadı.
Hiçbir mahlûkuna
vermediği ruhu insana verdiği için insan diğer mahlûktan üstündür. Fizik vücud
bir mekândır. Nefs de o mekânın içindeki bir varlıktır ve rehinedir. Ruh da o
mekânın içindeki bir emanettir.
Allahû Tealâ Azab Suresi 72. âyet-i kerimesinde
buyuruyor ki:
33/AHZÂB-72: İnnâ aradnel emânete ales
semâvâti vel ardı vel cibâli fe ebeyne en yahmilnehâ ve eşfakne minhâ ve
hamelehal insân(insânu), innehu kâne zalûmen cehûlâ(cehûlen).
Muhakkak ki Biz, emaneti göklere, arza ve
dağlara arz ettik (sunduk, teklif ettik). Onu yüklenmekten çekindiler ve ondan
korktular. Ve insan onu yüklendi. Muhakkak ki o (Nefs), çok zalimdir, çok
cahildir.
Allahû Tealâ İsra Suresi 85.
âyet-i kerimesinde buyuruyor ki:
17/İSRÂ-85: Ve yes’elûneke anir rûh(rûhı),
kulir rûhu min emri rabbî ve mâ ûtîtum minel ilmi illâ kalîlâ(kalîlen).
Ve sana Ruhtan sorarlar. De ki: “Ruh, Rabbimin
emrindendir.” Ve size, (Ruha ait) ilimden sadece az bir şey verildi.
Allahû Tealâ “Ruh
Rabbinin emrindendir.” buyurmaktadır. Allah’ın katından gelen, bir görev yapan, bu
görevden sonra tekrar Allah’ın katına geri dönen herşey emirdir. Nötrinolar’da
bir emirdir.
Allahû Tealâ Sebe Suresi 2. âyet-i kerimesinde
buyuruyor ki:
34/SEBE-2: Ya’lemu mâ yelicu fîl ardı ve mâ
yahrucu minhâ ve mâ yenzilu mines semâi ve mâ yarucu fîhâ, ve huver rahîmul
gafûr(gafûru).
(O, Allah) yere gireni ve ondan çıkanı,
semadan ineni ve oraya yükseleni bilir. Ve O; Rahîm'dir (rahmet nuru
gönderendir), Gafûr'dur (mağfiret eden, günahları sevaba çeviren).
Allahû Tealâ İsra Suresi 44. âyet-i kerimesinde
buyuruyor ki:
17/İSRÂ-44: Tusebbihu lehus semâvâtus seb’u
vel ardu ve men fîhinn(fîhinne), ve in min şey’in illâ yusebbihu bi hamdihî ve
lâkin lâ tefkahûne tesbîhahum, innehu kâne halîmen gafûrâ(gafûren).
7 kat gökler ve yeryüzü ve onlarda bulunanlar,
O'nu (Allah'ı) tesbih ederler. O'nu hamd ile tesbih etmeyen bir şey yoktur. Ve
fakat onların tesbihlerini siz fıkıh edemezsiniz (anlayamazsınız, idrak
edemezsiniz). Muhakkak ki O; Hakîm'dir, Gafûr'dur (mağfiret edendir).
Nötrinolar, enerji
partikülleridir. Bu enerji partikülleri, Allah’ın katından kâinatın her
noktasına ulaşırlar. O noktalar elektronlardan ve karşıt elektronlardan
oluşmuştur. Nötrinolar, elektronlara; karşıt nötrinolar karşıt elektronlara
gelirler. Ve dönerek gelirler. Bu dönüş enerjilerinden onlara aktararak, tekrar
geriye dönerler. Belirli periyotlarda, birbirinin ardından gelen nötrinolar,
ulaştıkları her elektronu, mutlaka dönüş hızlarını onlara aktarmak suretiyle,
döndürürler, dönmelerini sağlarlar.
Her elektron
programlanmıştır. Nasıl bir düdüğe kim üfürürse üfürsün, düdük aynı sesi
çıkarıyorsa, düdükten mutlaka bir hava akımının geçmesi lâzımsa, elektronun da
dönmesi söz konusudur. Her dönüşünde bir ismi tekrar eder. Bu onların kendi
lisanlarına göre Allah lafzıdır. Allahû Tealâ, İsra Suresinin 44. âyet-i kerimesinde
“Ama siz onların lisanını anlayamazsınız.” buyurmaktadır. Bütün laboratuarlarda
yapılan araştırmaların sonucu aynıdır. Bütün elektronlar ses çıkartır. Bu ses kendi
lisanlarıyla Allah ismini telaffuz ederek, tekrar etmeleridir.
Nötrinolar, birer
emirdir. Ama elektronlar emir değildir. Allahû Tealâ’nın gönderdiği sekinet isimli
enerji de bir emirdir. Allah’ın gönderdiği rahmet, fazl ve salâvât nurları da
bir emirdir. Bütün emirler, görev yapmak üzere gelirler, görevlerini
tamamlarlar. Misyonu tamamlamış olarak tekrar Rablerinin huzuruna, İndi
İlâhi’ye geri dönerler.
Allahû Tealâ Âli İmrân Suresinin 109. âyet-i
kerimesinde buyuruyor ki:
3/ÂLİ İMRÂN-109:Ve lillâhi mâ fîs semâvâti ve mâ fîl
ard(ardı), ve ilâllâhi turceul umûr(umûru).
Göklerde ve yerlerde ne varsa Allah'ındır. Ve
emirler (bütün işler), Allah'a döndürülür.
İşte bunlardan bir tanesi
de ruhtur. Ruh; insana üfürülen bir emanettir. Birçok dîn âlimi zannederler ki:
“Ruh ile nefs aynı şeydir. İyi olursa ruh adını alır, kötü olursa nefs adını
alır.” Bu, baştan aşağı yanlış bir ifadedir. Dînin bütün kesimlerinin insanlar
tarafından şeytanın telkinleriyle asırlar boyunca aslından uzaklaştırıldığını
görüyoruz. İşte ruh ve nefs kavramları da tıpkı bunun gibidir.
Ruh, Allah’tan bize
verilen bir emanettir. Ruhumuz Allah’tan gelir, bir emanettir ve mutlaka
Allah’a geri dönecektir. Nefsimiz Allah’tan gelmemiştir ve Allah’a geri
dönmeyecektir.
Nefs ve ruh iki ayrı
varlıktır. Kıyâmet günü, nefsimiz ve fizik vücudumuz tekrar birleşecektir. Ve
cehennemde bir azap söz konusuysa beraber çekeceklerdir. Cennette bir mutluluk
söz konusuysa, bu mutluluğu beraber yaşayacaklardır.
Ruh bünyesinde %100
hasletler vardır. Bütün ruhlar, sadece hasletlerden oluşur. Kalplerinde sadece
hasletler vardır. Ruhun bünyesinde afetlerden hiçbir şey yoktur. Yani nefsteki;
öfke, kin, düşmanlık, haset gibi afetlerin hiçbirisi ruhta mevcut değildir.
Ruh, 19 grup hasletin bütününe sahiptir. Ruhun kalbinde asla afet oluşması
mümkün değildir. Zaten Ruhun kalbi hiç değişmez 19 hasletle mücehhezdir.
RUHUN 19 HASLETİ:
|
01-Sevgi
(Âli İmrân 119)
|
02-Îmân
(En’âm-82)
|
03-Doğruluk
(Ankebût-3)
|
04-Adalet
(A’râf -181)
|
05-Edep
(Furkân -63)
|
06-Kemalat (Kasas-14)
|
07-Cömertlik (Âli İmrân -134)
|
08-Sükûnet (Fetih- 4)
|
09-İtaat (Enfâl 46)
|
10-Sabır (Secde-24)
|
11-Tevazu (Furkan 63)
|
12-Kanaat (Nahl-30)
|
13-Şükür (İbrâhîm-7)
|
14-Ketumiyet (Nisâ-83)
|
15-Hakikat (İsrâ-81)
|
16-Meziyet (Furkân-64,72)
|
17-Vefa (Mutaffifîn-2)
|
18-Samimiyet (Fussilet-14)
|
19-Tevhid (Âli İmrân -103)
|
Ruhumuz, nefsimiz ve fizik
vücudumuz hayata beraberce başlar. Nefsimizin kalbi %100 afetlerle doludur, ruhumuzun
kalbi %100 hasletlerle doludur. Ve Ruhumuzun kalbi pırıl pırıl nurdur.
Nefsimizin kalbi ise zifiri karanlıktır. Doğuşumuzdan itibaren bu olayla karşı
karşıyayız. İki ayrı vücut…
İçinizde nefsini görmeyen
hiç kimse yoktur. Her rüyada nefsinizin gözleriyle olaylara bakarsınız. Ama ruhunuzu
görebilmeniz için mutlaka Allahû Tealâ’nın kalp gözünüzü açması ve size gök
katlarını göstermesi lâzımdır. Başka ruhları gördükten sonra, kendi ruhunuzu da
Allahû Tealâ bir gün gösterecektir. Ruhun görüntüsüne baktığınız zaman görüntü
itibariyle bu fizik vücudunuzdan hiçbir farkının olmadığını göreceksiniz.
Allahû Tealâ herşeyi
öylesine güzel bir dizayn içinde kurmuş ki; O’na sadece hayranlık duyarsınız.
Demiştik ki; Ruhumuz Allah’tan bize verilen bir emanettir.
Allahû Tealâ Secde Suresi 9.
âyet-i kerimesinde buyuruyor ki:
32/SECDE-9: Summe sevvâhu ve nefeha fîhi min
rûhihî ve ceale lekumus sem’a vel ebsâre vel ef’ideh(efidete), kalîlen mâ
teşkurûn(teşkurûne).
Sonra (Allah), onu dizayn etti ve onun içine
(vechin, Fizik vücudun içine) Ruhundan üfürdü ve sizler için sem'î (işitme
hassası), basar (görme hassası) ve fuad (idrak etme hassası) kıldı. Ne kadar az
şükür ediyorsunuz.
Allahû Tealâ: “İnsanın
içine Ruhumdan üfürdüm.” diyor. Allahû Tealâ Âdem (A.S)’a ve hepimize ruhundan üfürmüştür. Ruhumuz, fizik
vücudumuzun aynı görüntüsüne sahip olan bir dizayn içerisindedir. Allah ile
olan ilişkilerimizde her şeye dikkatle bakın. Ruh, Allah’ı temsil eder. İnsanın
kâinattaki bütün varlıklardan üstünlüğü, muhtevasında ruh adı verilen bir
emanetin var olmasından kaynaklanır. Onun için Allahû Tealâ’nın meleklere ve iblise verdiği secde emri, Âdem
(A.S)’ın zatına değildir. Âdem (A.S)’ın topraktan yaratılmış olan zatına secde
edilmiyor. O zatın içinde bulunan Allah’ın emanetine, ruha secde edilmektedir.
Ve iblis, her zamanki şeytanlığıyla Âdem (A.S)’a secde etmiyor. Allahû
Tealâ’nın: “Ey iblis, seni Âdem (A.S)’a secde etmekten men eden nedir?”
sualine, “Beni enerjiden, dumansız ateşten yarattın, onu topraktan yarattın.
Ben ondan üstünüm.” diyor. Toprağı necis olarak kirli olarak görüyor. Âdem
(A.S)’da ruh var, ibliste yok. Âdem (A.S) Allah’tan bir varlığı, bir emaneti
bünyesinde taşıyor, iblis taşımıyor. Ve secde edilmesi lâzımgelen Âdem (A.S)’ın
zatı değil, O’nun muhtevasında bulunan ruhtur.
Allahû Tealâ Araf Suresi 12.
âyet-i kerimesinde buyuruyor ki:
7/A'RÂF-12: Kâle mâ meneake ellâ tescude iz
emertuk(emertuke), kâle ene hayrun minh(minhu), halaktenî min nârin ve
halaktehu min tîn(tînin).
(Allahû Tealâ) şöyle buyurdu: “Sana (secde
etmeyi) emrettiğim zaman, seni secde etmekten men eden nedir?” İblis: “Ben
ondan hayırlıyım, beni ateşten ve onu nemli topraktan (balçıktan) yarattın.”
dedi.
Ruhun dizaynına dikkatle
bakın. Ruh, fizik vücudumuzdan dilediği an ayrılmak yetkisinin sahibidir. Kim ruhunu
Allah’a göndermemişse, ruh onun fizik vücudundaysa, hiçbir günaha iştirak
etmez. Mutlaka fizik vücuttan ayrılır. Nefs ve fizik vücut günahı işlerler. Ruh
elindeki mizanla olayı gözlemektedir. Ve arkasından nefse bir azap tatbik edecektir.
Nasıl her işlediğimiz günahtan sonra, Allahû Tealâ biz insanlara azap ediyorsa,
her kötülük yapan insan o kötülüğü işledikten sonra içinde bir azap duyuyorsa,
aslında bu, o kişinin Allah tarafından kendisine verilmiş olan cezasıdır.
Allah, fizik vücudu azaplandırır.
Duygu sistemi orada fizik
vücuda aittir. Allah onu azaplandırır. Kişi, azap duyar, mutsuzluk duyar,
sıkıntı duyar. Azabı hisseder. Kendisine sıkıntı verildiğini, Allahû Tealâ’nın
kendisine azap ettiğini hisseder. Buna insanlar, “vicdan azabı” derler. Ama ruh
da nefse huzursuzluk verir, sıkıntı verir.
Ruhumuzu ölmeden evvel
Allah’a ulaştırmayı dilemek Allahû Tealâ’nın 12 defa üzerimize farz emridir. Bu
ulaşma, nefsin kendine düşen görevi yapmasıyla mümkündür. 7 kademede Nefsimizin
kalbinin %100 olan karanlıklardan, afetlerden, %51 nura dönüşmesi, afetlerden
kurtularak %51 nura dönüşmesi söz konusudur. Bunun %49’u fazilettir, fazıldır,
%2’si de rahmettir. Her iki grup da nurdur. Rahmet nuru ve fazl nuru.
Ruhumuzun durumunda bir
değişiklik yok. Ruhumuz bizim doğumumuzdan sonra bizde kaldığı sürece hiçbir
değişiklik göstermez. Tekâmülün zirvesinde bir varlıktır. Allah’ın bütün
emirlerine mutlak itaat eden, yasak ettiği hiçbir fiili işlemeyen bir özelliğin
sahibidir. Bütün hasletler, Ruhumuzda mevcut olan 19 grup hasletin hepsi,
Allah’ın bütün emirlerine mutlak itaat eden, yasak ettiği hiçbir fiili
işlemeyen özelliklerden oluşur. Vücudumuzun emir ve kumanda mekanizması,
Allah’ın herkese eşit olarak dağıttığı akıldan kaynaklanır. Vücudumuza hükümferma
olan akıldır.
Ruhunuz dilediği zaman
vücudunuzu terk edebilir. Hiçbir günaha iştirak etmez, günah işlendiği an
dışardadır. Elindeki mizanla işlenen günahın derecesine bakar. Aynı miktarda
azabı, mutlaka huzursuzluk olarak nefse çektirecektir. Allahû Tealâ fizik
vücudumuza azap eder. Bu vicdan azabıdır. Ruhunuz da nefsinize azap eder, bu
duyduğunuz huzursuzluktur, sıkıntıdır.
Allahû Tealâ Kur’ân-ı
Kerim’de, ölmeden önce ruhun Allah’a ulaştırılmasını
12 defa üzerimize farz kılmıştır.
1-) Nisâ-58
4/NİSA-58: İnnallâhe
ye’murukum en tueddûl emânâti ilâ ehlihâ ve izâ hakemtum beynen nâsi en tahkumû
bil adl(adli), innallâhe niımmâ yeızukum bih(bihî), innallâhe kâne semîan
basîrâ(basîran).
Muhakkak ki Allah, emanetleri (ruhu,vechi,nefsi ve serbest iradeyi) sahibine teslim etmenizi emreder. İnsanlar arasında hakemlik ettiğiniz zaman adaletle hükmetmenizi emreder. Muhakkak ki; Allah, bununla size ne güzel öğüt veriyor. Ve muhakkak ki; Allah, işiten ve görendir.
Muhakkak ki Allah, emanetleri (ruhu,vechi,nefsi ve serbest iradeyi) sahibine teslim etmenizi emreder. İnsanlar arasında hakemlik ettiğiniz zaman adaletle hükmetmenizi emreder. Muhakkak ki; Allah, bununla size ne güzel öğüt veriyor. Ve muhakkak ki; Allah, işiten ve görendir.
“Allah, emanetleri o emanetlerin ehline teslim
etmenizi, tevdi etmenizi emreder.” Tevdi etmek bir şeyin üzerindeki haklardan
vazgeçerek, kullanmak üzere başka birine vermektir. Meselâ bir para bankaya
tevdi edilir. Adı mevduattır. Mevduat, tevdi edilen demektir. Bankaya teslim
edilmiştir. Paranın sahibi onu kullandığı sürece, müşteri parasını çekmediği
sürece, paranın kullanım hakkı bankadadır. Ne zaman kişi parasını çekerse,
tekrar para kendisine teslim edildiği anda para onundur. Ama bankada bulunduğu
sürece bir tevdiat olarak, bir mevduat olarak, banka parayı kullanmak
yetkisinin sahibidir. Paranın gerçek sahibi, bankanın parayı hangi istikamette
kullanmasına karışmak yetkisine sahip değildir.
2-)
Muzemmil-8
73/MUZEMMİL-8: Vezkurisme rabbike ve
tebettel ileyhi tebtîlâ(tebtîlen).
Rabbinin (Allah’ın) ismiyle zikret ve
herşeyden kesilerek O’na (Allah’a) dön (ulaş, vasıl ol).
Zikirle Allah’a
ulaşacağımızı, bu âyet-i kerime kesin olarak ifade etmektedir. Zikir, nefsin
tezkiyesini sağlayan bir müessesedir. Ancak Nefsin tezkiyesiyle Allah’a
ulaşacağımız, bu âyetle kesinleşmiştir.
3-)
Zumer-54
39/ZUMER-54: Ve enîbû ilâ rabbikum ve
eslimû lehu min kabli en ye'tiyekumul azâbu summe lâ tunsarûn(tunsarûne).
Rabbinize (Allah’a) yönelin (ruhunuzu Allah’a ulaştırmayı dileyin) ve O’na (Allah’a) teslim olun. Üzerinize azap (kabir azabı) gelmeden önce (ölümden önce). Yoksa sonra yardım olunmazsınız.
Rabbinize (Allah’a) yönelin (ruhunuzu Allah’a ulaştırmayı dileyin) ve O’na (Allah’a) teslim olun. Üzerinize azap (kabir azabı) gelmeden önce (ölümden önce). Yoksa sonra yardım olunmazsınız.
Allahû Tealâ: “Üzerinize azap gelmeden
önce” ifadesini kullanmaktadır. İster ölüm azabı deyin, ister cehennem azabı
deyin netice değişmez. Azaptan evvel olduğuna göre Allahû Tealâ bu dünya
hayatından bahsediyor. Yani “Bu dünya hayatını yaşarken, Rabbinize yönelin.
Allah’a Ruhunuzu ulaştırmayı dileyin. Sonra da Allah’a teslim olun. Yani
ruhunuzu da vechinizi de nefsinizi de iradenizi de Allah’a teslim edin.” diyor.
Ruhunuzun Allah’a teslimi, bir emanet olan ruhunuzun emanetin sahibine geri
verilmesi şekli ile tecelli eder.
4-) Rûm-31
30/RÛM-31: Munîbîne ileyhi vettekûhu ve ekîmûs salâte ve lâ tekûnû minel
muşrikîn(muşrikîne).
O'na (Allah'a) yönelin (Allah'a ulaşmayı dileyin) ve O'na karşı takva
sahibi olun. Ve namazı ikame edin (namaz kılın). Ve (böylece) müşriklerden
olmayın.
5-) Fecr-28
89/FECR-28: İrciî ilâ rabbiki râdıyeten
mardıyyeh(mardıyyeten).
Allah’tan razı ol ve Allah’ın rızasını kazan.
(Ey ruh!) Allah’a (Rabbine) geri dönerek ulaş.
6-) Zâriyât-50
51/ZÂRİYÂT-50: Fe firrû ilâllâh(ilâllâhi), innî lekum minhu nezîrun
mubîn(mubînun).
Öyleyse Allah'a firar edin (kaçın ve sığının). Muhakkak ki ben, sizin için
O'ndan (Allah tarafından gönderilmiş) apaçık bir nezirim.
7-)
Lokmân-15
31/LOKMÂN-15: Ve in câhedâke alâ en tuşrike bî mâ leyse leke bihî ilmun fe
lâ tutı’humâ ve sâhibhumâ fîd dunyâ magrûfen vettebi’ sebîle men enâbe
ileyy(ileyye), summe ileyye merciukum fe unebbiukum bi mâ kuntum
ta’melûn(ta’melûne).
Ve bilgin olmayan bir şey hakkında, şirk koşman için seninle mücâdele
ederlerse, ikisine de itaat etme! Ve dünyada onlara güzellikle sahip ol. Bana
yönelenlerin (ruhunu Allah'a ulaştırmayı dileyenlerin) yoluna tâbî ol. Sonra
dönüşünüz Banadır. O zaman yaptığınız şeyleri size haber vereceğim.
8-)
Şûrâ-47
42/ŞÛRÂ-47: İstecîbû li rabbikum min kabli en ye’tiye yevmun lâ meredde
lehu minallâh(minallâhi), mâ lekum min melcein yevme izin ve mâ lekum min
nekîr(nekîrin).
Rabbinize icabet edin (Allah'a ulaşmayı dileyin), Allah tarafından geri
döndürülmeyecek olan günün gelmesinden önce. İzin günü, sizin için bir sığınak
yoktur. Ve sizin için bir inkâr yoktur (yaptıklarınızı inkâr edemezsiniz).
9-)
Yûnus-25
10/YÛNUS-25: Vallâhu yed'û ilâ dâris selâm(selâmi), ve yehdî men yeşâu ilâ
sırâtin mustekîm(mustekîmin).
Ve Allah, teslim (selâm) yurduna davet eder ve (teslim yurduna, Zat'ına
ulaştırmayı) dilediği kimseyi, Sıratı Mustakîm'e ulaştırır.
Allahû Tealâ: “Allah,
selâm yurduna davet eder ve kimi oraya ulaştırmak isterse onları Sıratı
Mustakîm’e ulaştırır.” diyor. Sıratı Mustakîm, Allah’a ulaştıran müessesedir.
Burada “selâm yurdu” aslında “teslim yurdu” anlamında kullanılmıştır.
10-)
Ra’d-21
13/RA'D-21: Vellezîne yasılûne mâ emerallâhu bihî en yûsale ve yahşevne
rabbehum ve yehâfûne sûel hisâb(hisâbi).
Ve onlar Allah'ın (ölümden evvel), Allah'a ulaştırılmasını emrettiği şeyi
(ruhlarını), O'na (Allah'a) ulaştırırlar. Ve Rab'lerine karşı huşû duyarlar ve
kötü hesaptan (cehenneme girmekten) korkarlar.
Bu âyete dikkatle bakın.
Ruhun Allah’a ulaşmasını insanlardan gizlemeye çalışan Kur’ân tefsirlerini
göreceksiniz. Ne yazık ki Türkiye’deki mevcut Kur’ân meâllerinin çoğu, bu âyeti
‘akrabalık bağlarını kuvvetlendirmek’ olarak, “dostluk bağlarını güçlendirmek”
olarak alıyorlar. ‘Allah’ın bitiştirmesini emrettiği şeyi, bitiştirmek’ olarak
alıyorlar. Bu, Kur’ân-ı Kerim’e maksatlı, bilerek yapılmış bir suikasttır. Bir
tek maksat var: Ruhun Allah’a ölmeden evvel ulaşmasını inkâr etmektir. Allahû
Tealâ bunun bir emir olduğunu söylüyor. Allahû Tealâ: “Ve onlar Allah’ın,
Allah’a ulaştırılmasını emrettiği şeyi, Ruhlarını O’na (Allah’a) ulaştırırlar,
vasıl ederler.”diyor.
11-)
Mâide-7
5/MÂİDE-7: Vezkurû ni’metellâhi aleykum ve mîsâkahullezî vâsekakum bihî iz
kultum semi’nâ ve ata’nâ vettekûllâh(vettekûllâhe) innallâhe alîmun bizâtis
sudûr(sudûri).
Allah'ın, sizin üzerinizdeki nimetini ve: “İşittik ve itaat ettik”
dediğiniz zaman, onunla sizi bağladığı misâkınızı hatırlayın. Allah'a karşı
takvâ sahibi olun, Muhakkak ki O, göğüslerde (sinelerde) olanı en iyi bilir.
12-) En’âm-152
6/EN'ÂM-152: Ve lâ takrebû mâlel yetîmi illâ billetî hiye ahsenu hattâ
yebluga eşuddeh(eşuddehu), ve evfûl keyle vel mîzâne bil kıst(kıstı), lâ
nukellifu nefsen illâ vus’ahâ ve izâ kultum fa’dilû ve lev kâne zâ kurbâ, ve bi
ahdillâhi evfû, zâlikum vassâkum bihî leallekum tezekkerûn(tezekkerûne).
Yetimin malına, o en kuvvetli çağına gelinceye kadar, en güzel şekliyle
olmadıkça yaklaşmayın. Ölçü ve tartıyı adaletle yerine getirin. Kimseyi gücünün
dışında (bir şey ile) sorumlu tutmayız. Söylediğiniz zaman, yakınınız olsa
bile, artık adaletle söyleyin. Allah'ın ahdini yerine getirin (ifa edin).
Böylece tezekkür edersiniz diye, (Allah) işte böyle, size onunla vasiyet (emir)
etti.
Görülmektedir
ki; ruhumuz hayattayken Allah’a dönmek mecburiyetindedir. “Ruh insana hayat
verir, Ruh çıkınca insan ölür.” sözleri sadece bir uydurmadır. Ne yazık ki bunu
diyen Kur’ân-ı Kerim meâlleri var. “Ruh vücuttan çıkarsa insan ölür” ifadesinin
sahipleri, Kur’ân’dan hiç haberdar olmayan, gerçekten insanları çok yanlış
noktalara ulaştıran zavallılardır.
Ruhumuzu da vechimizi de nefsimizi
de irademizi de, bu dört emaneti de Allah’a teslim etmek mecburiyetindeyiz. Ruhumuzun
Allah’a teslimi ise, Allah’a geri dönüş şeklinde tecelli eder.
Allahû Tealâ Fecr Suresi 28, 29, 30. âyet-i
kerimelerinde buyuruyor ki:
89/FECR-27: Yâ eyyetuhen Nefsul
mutmainneh(mutmainnetu).
Ey mutmain olan Nefs!
89/FECR-28: İrciî ilâ rabbiki râdıyeten
mardıyyeh(mardıyyeten).
Rabbine dön (Allah'tan) razı olarak ve
Allah'ın rızasını kazanmış olarak!
89/FECR-29: Fedhulî fî ibâdî.
(Ey Fizik vücut!) O zaman, (Nefsini tezkiye
ettiğin ve Ruhunu Allah'a ulaştırdığın zaman Bana kul olursun) kullarımın
arasına gir.
89/FECR-30: Vedhulî cennetî.
Ve cennetime gir.
Allahû Tealâ burada nefse,
ruha ve fizik vücuda ayrı ayrı seslenmektedir. “Ey mutmain olan nefs! Allah’tan
razı ol, Allah’ın rızasını kazan.” Allahû Tealâ ruha sesleniyor: “Rabbine geri
dön. Geri dönerek Rabbine ulaş.” Rücû etmek, ait olduğu yere geri dönmek
demektir. fizik vücudumuza sesleniyor: “Kullarımın arasına gir.” Gene fizik
vücudumuza sesleniyor: “Ve cennetime gir.”
İnsanlar diyorlar ki:
“Allahû Tealâ orada onu demek istememiştir. Çünkü ruh vücuttan ayrılırsa, kişi
ölür. Allahû Tealâ da kimsenin ölmesini istemez.” Elbette istemez. Zaten bu
sebeple; “İrciî ilâ rabbiki”
emri bir ölüm emri değildir. Kur’ân farzlardan oluşur. Bu farzlardan
biri de budur. Fecr Suresinin 28. âyet-i kerimesi Ruhun Allah’a geri dönmesi
konusundaki bir farzdır. Ama eğer bunu ölüm emri diye alırsanız, Allahû Tealâ
intiharı emretmiş olur. Oysaki Kur’ân-ı Kerim diyor ki: “Kim intihar ederse
onun gideceği yer mutlak olarak cehennemdir.”
Allahû Tealâ Nisa Suresi 29 ve 30. âyet-i
kerimelerinde buyuruyor ki:
4/NİSÂ-29: Yâ eyyuhâllezîne âmenû lâ te’kulû
emvâlekum beynekum bil bâtılı, illâ en tekûne ticâraten an terâdın minkum, ve
lâ taktulû enfusekum. İnnallâhe kâne bikum rahîmâ(rahîmen).
Ey îmân edenler (âmenû olanlar)! Birbirinizin
mallarını batılla (haksızlıkla) yemeyin, ancak sizin rızanızla yaptığınız
ticaret hariç. Ve kendinizi (ve birbirinizi) öldürmeyin (intihar etmeyin).
Muhakkak ki Allah, size karşı Rahîm'dir.
4/NİSÂ-30: Ve men yef’al zâlike udvânen ve
zulmen fe sevfe nuslîhi nârâ(nâran). Ve kâne zâlike alâllâhi yesîrâ(yesîran).
Ve kim bunu düşmanlık ve zulümle yaparsa, o
taktirde biz onu yakında ateşe yaslayacağız. Ve işte bu, Allah için kolaydır.
Ne diyorsunuz, Allahû
Tealâ bu tarzda bir emir verir mi? Bir ölüm emri, “İntihar edin.” emri. Hem
Allahû Tealâ Kur’ân-ı Kerim’de; “İntihar eden kişinin gideceği yer mutlak
olarak cehennemdir.” diyecek hem de: “Hadi intihar edin bakalım.” diyecek.
Böyle birşey olabilir mi? Allahû Tealâ açıkça diyor ki: “Ve cennetime gir.”
Evet Allahû Tealâ ruh
emanetini insanın ölmeden önce geri göndermesini istiyor demiştik, geri dönmesi
için ise nefsinizin kalbinde afetlerin adım adım azalması lâzım. %51 nur
geldiği zaman ruhunuz 7 tane gök katını aşıp, Allah’ın Zat’ına ulaşabilir. Bir
başka ifadeyle, ruhunuzun Allah’a ulaşabilmesi, ancak Nefsinizin7 kademede
tezkiyesi ile mümkündür ki her nefs kademesinde ruh 1 gök katlarını çıkabilsin.
Tâbiîyetle ruh vucuttan
ayrılır ana dergâha ulaşır. Ana dergâhta artık ona bir rahle ve bir Kur’ân-ı
Kerim teslim edilecektir. 10’arlık insan ruhları sıralarından birine
yerleşecektir. Her sabah Hz. Ebubekir’in elini öperek oradaki dergâhın, oradaki
müderrisin kürsüsünün arkasında altın kapının sağ tarafındaki secde edenlerden
birisi olacaktır.
1- Nefs-i
Emmare’de nefsin kalbinde %7 fazl birikimi, %2 de rahmet birikimi vardır. Bu
noktada ruh ana dergâhtaki altın kapıdan (Sıratı Müstakîm’in başlangıç
noktasından) yukarıya yükselmeye başlayacaktır. Ruh 1. gök katındadır; 1. gökkatında sadece açıkta çimenlerin
üzerindeki seccadelerde secde edilir.
2- Nefsin kalbi 2. defa % 7 nur birikimine ulaştı. Kişi,
Nefs-i Levvame’dedir. Yani nefsini levm etmeye başlamıştır. Ruh da 2. gök katına ulaşmıştır; 2. gök
katında suvarılma havuzları vardır. Suvarılma havuzlarına giren ruhlar elbise
ile girerler. O havuzlardaki su gibi görünen sarı renkteki turuncu ile sarı
arası renkteki şeffaf suyun içine giren bu insanların elbiseleri ıslanmaz.
Elbiseleri ipektendir ama suyun içine girmelerine rağmen ıslanmaz. Ama ruhlar
nefes almadıkları için o sıvı onların başlarından 20 cm , 30 cm daha yukarıya kadar tüm
vucutlarını kaplar. Orada bir süre suvarıldıktan sonra 3. gök katına çıkma
hakkı verilir.
3- Nefsin kalbi 3. defa % 7 nur birikimine ulaşmıştır. Kişi,
Nefs-i Mülhime’dedir. Bu kademede kişi Allah’tan ilham almaya başlar. Ruh 3. Gök katına ulaşmıştır; 3. gök katı
iki katlı bir köşk mesciddir. Buradaki mescidde secde edilir, sadece 3. kata
çıkabilenler orada kalır. 4. kata çıkabilenler oradan yukarıya doğru
yükselirler. Yükselmek için ulaştıkları yer evvelâ mihenk kapısıdır, açılış
yeridir. Mihenk menfezi; oradan atlayan kişi sonsuz bir hızla yukarıya doğru
çekilir. Herkes birbirinin başının üzeridedir. Ama hiç kimsenin ayağı
altındakinin başına değmez.
4- Nefsin kalbi 4. defa %7 nur birikimine ulaşmıştır. Kişi,
Nefs-i Mutmainne kademesindedir. Kişi doyuma; yani Allah’ın verdiklerinin
kendisine yettiği bir noktaya ulaşmıştır. Burada kişi Allah’ın verdiklerinden
emindir. Onun bütün ihtiyaçlarına cevap verecektir. Ve kişi düşünüyor: “Eğer
Allahû Tealâ bana bundan daha fazla verseydi, belki ben onları Allah’ın yasak
ettiği yollarda harcayacaktım. Belki de azacaktım. Kendime fayda yerine zarar
verecektim. Daha az verseydi, belki isyan edecektim. Ama ben, hamdolsun ki
Allah’ın bana verdiği ile geçinebiliyorum. Bir geçim sıkıntım yok. Allah’a hamd
ederim, şükrederim.” diyor. Ruh 4. Gök
katına ulaşmıştır; buradan Beyt-ül
Makdes’in aslına çıkılır.
5- Nefsin kalbi 5. defa % 7 nur birikimine ulaştı. Kişi,
Nefs-i Radiye kademesindedir. Kişi Allah tan razıdır. Ruh 5. Gök katına ulaşmıştır; 5. gök katı: Beyt-ül Haram’ın aslıdır. Orda tafav
söz konusudur bu haccul ekberdir.
6- Nefsin kalbi 6. defa % 7 nur birikimine ulaştı. Bu, Nefs-i
Mardiyye kademesidir. Allah da kişiden razı olur. Ruh 6. Gök katına ulaşmıştır; 6. gök katında da Sıbgatullah
olma mahalli var. Oradaki buz kalıbına benzer bir nurdan çıkan nurlarla
suvarılan, nurlarla ışıklanan insanların derileri normal renkte iken yeşil
renge dönüşür. Beyaz, fosfor yeşili çok açık yeşil bir renktir. Bu renge
dönüşünce kişi oradan çıkmak yetkisinin sahibi kılınır.
7- Nefsin kalbi 7. defa % 7 nur birikimine ulaştı. Burası,
Nefs-i Tezkiye kademesidir. Yani kişinin nefsi artık tezkiye olmuştur 7 x 7 =49
olmak üzere %49 fazl nuru, başlangıçta
nefsin kalbine giren %2 rahmetle birlikte kişinin nefsinin kalbindeki nurlar
%51’e ulaşmıştır ve nefs tezkiye olmuştur.
Ruh 7. Gök katına ulaşmıştır; Ruh, 6. gök katından 7. gök
katına dikey bir yolculuk ile ulaşır ve burada 7 basamaklı bir mermer
merdiven bulunur; 6-7 metre
uzunluğunda birer metrelik halkası olan 7 tane halkadan oluşan bir zincir
(altın zincir) merdivenin trabzanları arasına gerilmiştir ve bir evvelki katta
Cebrail (A.S)’ın kürsüsünde kendisine verilen kılıçla oradaki altın zincire bir
defa vuran ruh oradan içeri girer, altın kapı açılır. Oradan da üst kata levh-i mahfuza çıkılır
burası ruhun yatay olarak yolculuğa devam edeceği yedi âlemden oluşur.
1. âlem; Kader Hücreleri’dir. Muntazam bir sıra dâhilinde, bal petekleri şeklinde olan
kader hücreleri vardır ve kişi oraya ulaşır.
2. âlem; Ümmülkitap’tır. Kişi 10 katlı bir apartman büyüklüğünde bir kitap
görecektir. Son sayfası açıktır. Kitap boşlukta durur, Arşı tutan melekler
tutar ama kişinin kalp gözü orada arşı tutan melekleri görmez. Ümmülkitab’ın
altında kürsü vardır, devrin imamı orada kalabalık bir gruba ders verir.
3. âlem; Kudret Denizi’dir. Ruhlar Kudret denizine dalar, derinlerde eğitim
görür.
4. âlem; Makam-ı Mahmud’tur. Makamı Mahmud’da Peygamber Efendimiz (S.A.V) ve
sahâbesi oraya girenlere ders verir. Bu seyr-i sülûk’ta olanlardan 5, 6 kişilik
bir grup oraya ulaşır ve daha ötelere geçip de geçtikten sonra geri
döneceklerle beraber geriye döneceklerdir. Aşağıdan gelen devrin imamı orada
Peygamber Efendimiz (S.A.V)’le beraber olur. Peygamber Efendimiz (S.A.V),
devamlı Makamı Mahmud’da bulunur.
5. âlem; Divan-ı Salihîn’dir. Peygamber Efendimiz (S.A.V)’le beraber devrin imamı
yukarı çıkmıştı. Devrin imamı zaten yukarda olan Peygamber Efendimiz (S.A.V)’in
diğer ruhuyla beraber Makamı Mahmut’da kalır. Aşağıdan çıkan Peygamber
Efendimiz (S.A.V)’in ruhu, orada Makamı Mahmud’dan sonraki Divan-ı Salihîn’de
kalır.
6. âlem; Zikir Hücreleri’dir. Geri kalan ruhların hepsi zikir hücrelerine girer,
zikir hücrelerinde zikir yaparlar. Kişi bu zikrini aylar süren bir gayretten
sonra tamamlar. Vuslat adı verilen bu müessese günümüzde, normal standartlarda 7-8 ayda gerçekleşir.
7. âlem; İndi İlâhi’dir. Bu zikir hücrelerinde zikrini tamamlayabilen
kişi tek başına oradan ayrılır ve İndi İlâhi’nin en yüksek noktası olan
Sidretül Münteha’ya ulaşır. Oradan da dikey bir yolculukla Allah’ın Zat’ına
ulaşır. Bu Allah’ın Zat’ına ulaşmak vuslattır ve ruh, Allah’ın Zat’ında yok
olur. Buna “Fenâfillâh” denir. “Fenâ: fani olmak, ölmek demek, yok olmak demektir. Fi:
içinde, Allah; Allah’ın içinde, Allah’ın Zat’ında yok olmak demektir.
Allahû Tealâ Nebe Suresinin 39.
âyet-i kerimesinde buyuruyor ki:
78/NEBE-39: Zâlikel yevmul hakk(hakku), femen
şâettehaze ilâ rabbihî meâbâ(meâben).
İşte o gün (mürşidin eli Hakk'a ulaşmak üzere
öpüldüğü ve ona tâbî olunduğu gün), Hakk günüdür. Dileyen (Allah'a ulaşmayı
dileyen) kişi, kendisine Rabbine ulaştıran (yolu, Sıratı Mustakîm'i) yol
ittihaz eder. (Allah'a ulaşan kişiye Allah) meab (sığınak, melce) olur.
Görülüyor ki; Nefs tezkiyesi; Allah’a doğru 7 gök katını aşan bir yolculuğu
muhtevasına alan (önce Allah’a ulaşmayı temel alan, mürşide tâbiiyetle başlayan
bir muhteva) ve kişiyi Allah’ın Zat’ına ruhunu ulaştırma noktasına getiren bir
dizaynı içeriyor.
Allahû Tealâ, Şûrâ-13’de
“Allah dilediğini
Kendisine seçer. Onlardan her kim Allah’a yönelirse Allah’a ulaşmayı dilerse
onları Kendisine ulaştırır.” diyor.
Ruhun Allah’a ulaşması Allahû
Tealâ tarafından üzerimize 12 defa farz kılınmıştır. Allahû Tealâ’nın dizaynı
açık ve kesindir. Herkesin ruhunu mutlaka Allah’a ulaştırmayı dilemesi lâzımdır.
Ruh Allah’tan gelmiştir. Allah bize ruhumuzu üfürmüştür ve ruh, mutlaka Allah’a
geri dönecektir. Şeytana kul olmaktan kurtulmamız, Allah’a kul olmamız da
Allah’a ulaşmayı dilememize yani ruhumuzu yaşarken Allah’a ulaştırmayı talep
etmemize bağlıdır.
Allah’a ulaşmayı dilemeyen bir kişi;
1- Küfürdedir.
2- Dalâlettedir.
3- Hüsrandadır.
4- Gideceği yer cehennemdir.
5- Allah’ın âyetlerinden gâfildir.
6- Allah’ın dostu değil, tagutun dostudur.
7- Allah’ın kulu değil, tagutun kuludur.
Bir insan ruhunu Allah’a
ulaştırmayı dilemedikçe, âmenû olamaz. O kişinin gideceği yer cehennemdir. Bir
kişinin cehennemden kurtulabilmesi, ruhunu mutlaka hayattayken Allah’a
ulaştırmasına bağlıdır. Kişinin ruhunu Allah’a Ulaştırmak üzere harekete
geçmesi de, o kişinin cehennemden kurtulabilmesi için yeterlidir. Bir insan
Allah’a ulaşmayı diledi. Sonra da öldü. Onun gideceği yer mutlaka Allah’ın
cennetidir.
Böyle bir noktada görülen
şudur: Ruhunuz nefsinizden ayrı bir varlıktır. Allah’tan gelmiş ve size bir
emanet olarak verilmiştir. Mutlaka Allah’a dönecektir. Ve siz onu Allah’a
döndürmek mecburiyetindesiniz. Bu, 12 âyet-i kerimede üzerinize farzdır ve buna mecbursunuz. Cehennemden
kurtulabilmeniz %100 buna bağlıdır. Ya Allah’a ulaşmayı dileyeceksiniz, mutlaka
cehennemden kurtulacaksınız; ya da dilemeyeceksiniz ki hiç kimse sizi
zorlayamaz; ama o zaman cehennemden kurtulmanız da mümkün değildir. Kaldı ki
yukarda bahsi geçen o 7 tane negatif faktörün hepsi üzerinizde olur.
Hiçbirinden Allah’a ulaşmayı dilemedikçe kurtulamazsınız. Ne yaparsanız yapın,
ömrünüz boyunca İslâm’ın 5 şartını A’dan Z’ye tatbik edin; ama Allah’a ulaşmayı
dilemeyin, cehennemden asla kurtulamazsınız.
Kur’ân-ı Kerim’in hükümleri
asıldır. İnsanların asırlardan beri değiştirdiği ve insanlara kabul ettirdiği
yanlışlıkların sonu gelmiştir. Kim diyorsa ki, “İnsanın ruhu vücudundan
ayrılınca insan ölür.” Biz ona deriz ki: “Bu bir yalandır. Sen bu yalanı ispat etmek
mecburiyetindesin.” Ve intihar, kesin olarak yasaktır. Oysa ki Allahû Tealâ
Fecr-28‘de: “İrciî ilâ rabbiki” dediği kişinin, ruhunu Allah’a
ulaştırmasını emretmiştir.
Allahû Tealâ’ya sonsuz hamd ve şükrederiz ki; bir dersimizin daha sonuna geldik. Bütün öğrencilerimizin,
insanların dalâletten kurtulmaları için vazifeli kılınmalarını ve bu istikamette
Kur’ân‘ın bütün ilmine sahip olmalarını ve Allahu Tealâ’nın hepimizi hem cennet
saadetine hem dünya saadetine ulaştırmasını yüce Rabbimizden dileyerek
inşaallah bugünkü dersimizi burada tamamlıyoruz. Allah hepinizden razı olsun.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder
Not: Yalnızca bu blogun üyesi yorum gönderebilir.