İSLÂM’DA KADIN HAKLARI
Dünyada yaşayan
insanların yarıdan fazlasının kadın olması nedeniyle kadınlar, gerek sayıları
itibariyle ve gerekse cemiyet içerisinde aldıkları rol itibariyle toplumda
önemli yer işgal etmektedirler. Kadınlar, doğurganlıkları ve üretkenlikleri ile
de toplum içinde önemli bir yer almaktadırlar. Allahû Tealâ, kadına vermiş
olduğu önemi, adına indirmiş olduğu Nisâ Suresi ile ifade etmektedir.
Allahû Tealâ,
Kur’ân-ı Kerim’de 54 âyette kadın anlamına gelen “nisâ”; 51 âyette eş anlamına
gelen “ezvaç”; 27 âyette anne anlamında “um”; 25 âyette “ima’e”; 25 âyette dişi
anlamında “unde”; 17 âyette ebeveyn anlamında “valide”; 15 âyette kız çocuğu
anlamında “bind”; 15 âyette eş anlamında “zevce”; 4 âyette erkeğin eşi
anlamında “sahibe”den bahsetmektedir.
Allahû Tealâ, İsrâ
Suresi 70. âyet-i kerimede, insanoğlunu diğer mahlûkattan üstün kıldığını
belirtmektedir. Allahû Tealâ buyuruyor ki:
17/İSRÂ-70:
Ve lekad kerremnâ benî âdeme ve hamelnâhum fîl berri vel bahri ve razaknâhum
minet tayyibâti ve faddalnâhum alâ kesîrin mimmen halaknâ tafdîlâ (tafdîlen).
Ve andolsun ki; Âdemoğlunu kerem sahibi (şerefli) kıldık. Onları
karada ve denizde taşıdık. Ve onları helâl şeylerden rızıklandırdık. Ve onları
yarattıklarımızın çoğundan fazilet (açısından) üstün kıldık.
Allahû Tealâ, Tevbe
Suresi 71. âyet-i kerimede mü’min kadınlarla, mü’min erkekleri birbirlerinin
velîsi (dostu) kıldığını belirtmektedir. Yani, Allah yolunda beraberce hizmet
vererek, irfanı emredip, münkerden nehyetmelerini emretmektedir. Dolayısıyla;
Allahû Tealâ, dînde hizmet vermek açısından her iki cinsten birinin diğerinden
üstünlüğünün söz konusu olmadığına işaret etmektedir. Allahû Tealâ buyuruyor
ki:
9/TEVBE-71:
Vel mu’minûne vel mu’minâtu ba’duhum evlîyâu ba’d(ba’din), ye’murûne bil
ma’rûfi ve yenhevne anil munkeri ve yukîmûnas salâte ve yu’tûnez zekâte ve
yutîûnallâhe ve resûleh(resûlehu), ulâike se yerhamuhumullâh (yerhamuhumullâhu),
innallâhe azîzun hakîm(hakîmun).
Ve mü'min erkekler ve mü'min kadınlar, birbirlerinin dostlarıdır.
Ma'ruf ile emreder ve münkerden nehyederler (yasaklarlar) ve namazı ikâme
ederler ve zekâtı verirler. Allah ve O'nun resûlüne itaat ederler. İşte onlar,
Allah, onlara rahmet edecek. Muhakkak ki Allah; Azîz'dir, Hakîm'dir
14 asır önce, Arap
bedevîleri arasında cahiliye dönemi yaşanmakta idi. Bu dönemin, cahiliyet
dönemi olduğunu anlamak için, o dönemde yaşayan erkeklerin kadınlara karşı olan
davranışları, incelenmelidir. Emaniyyenin ve buna dayalı yaşanan cehaletin
hüküm sürdüğü her noktada kadınlara karşı müthiş bir zulmün sergilendiği
görülmektedir. Allahû Tealâ’nın kadına vermiş olduğu haklar, kendisinden zorla
alınıp, böylece kadının ezilmesine ve horlanmasına sebebiyet verilmiştir. Söz
konusu dönemde; kadınlar aşağılanıyor ve kız çocukları diri diri gömülüyordu.
Arap bedevîleri arasında durum böyle iken, yahudilerde ise kız çocuğu olarak
dünyaya gelmek bir utanç vesilesi idi. Yahudiler tarafından, Hz. Havva’ya dahi
dil uzatılarak, Hz. Âdem’in cennetten çıkmasına sebep olduğu düşüncesi ile
lanetlemeye varan ithamlarda bulunulmuştur. Bu nedenle; Hz. Havva’nın fitnenin
başı olduğu kabul edilerek, kıyâmete kadar gelecek olan kadınlara da bu
fitnenin sirayet edeceği düşüncesi hâkim kılınmıştır. Aynı görüşü paylaşan bir
kısım hristiyanlar da; kadının kötü ruhlu bir yaratık olduğunu düşünüyorlardı.
Hatta; bir kısım hristiyan grubu kadınların durumunu yorumlarken, “kadının bir
çeşit hayvan mı, bir şeytan mı, yoksa kötü ruhlu bir insan mı?” olduğunu
tartıştıkları olmuştur. Bu tartışma neticesinde, bir canlı hayvan olduğu ve
erkeğe hizmet için yaratılan bir varlık olduğu sonucuna varmışlardır.
O tarihlerde
Hindistan’da hüküm süren hinduizmde; kadın âdeta bir köle muamelesi
görmekteydi. Bir kadının bekârken babasının, evlenince eşinin ve dul iken de
çocuklarının buyruğu altında olması düşüncesi hâkimdi. Budist hindularda ise;
bir kişinin ahirette cennete gidebilmesi için, pislik ve mikrop sayılan
kadından dünya hayatını yaşarken uzak durması ve evlenmemesi tavsiye edilirdi.
Buna rağmen; bir kişi bir kadınla evlenir ise, o kişinin ölümü halinde kadının
erkeğine bağlılık işareti olarak erkeği ile beraber diri diri yakılması
mecburiyeti vardı. Hindistan’da bu durum, 16. yüzyılda İngilizlerin Hindistan’ı
işgal etmelerine kadar devam etmiştir. Hindistan’da kadınların durumu böyle
iken, medenî bir ülke olarak bilinen İngiltere’de ise, bir erkeğe kanunen eşini
satma yetkisi verilmekteydi.
Dünyada kadınlara
karşı olan davranışlar bu minval üzere iken, İslâm’ın temsilcisi olan Peygamber
Efendimiz (S.A.V): “Kadınlar, erkeklerin dengi ve eşitidir.” diyerek, kadınlara
farklı muamele edilmesine son vermiştir. Yine Peygamber Efendimiz (S.A.V):
“İçinizde en hayırlı olanınız, eşine en iyi davrananınızdır. Ben ise; içinizde
eşlerine en iyi davrananınızım.” buyurmuştur.
Ne zaman kadınlar bir
toplum tarafından ezilmişse, o toplumun Kur’ân’daki İslâm’ı yaşamadığı
görülmektedir. Günümüzde de; İslâm’ın 5 şartına dayalı İslâm’ı yaşayan
insanların, kadına bakış açıları pek de farklı değildir.
Allahû Tealâ, Ahzâb
Suresi 35. âyet-i kerimede, dînî yönden kadın ve erkek arasında farklılık
olmadığını belirmektedir. Allahû Tealâ buyuruyor ki:
33/AHZÂB-35:
İnnel muslimîne vel muslimâti vel mu’minîne vel mu’minâti vel kânitîne vel
kânitâti ves sâdikîne ves sâdikâti ves sâbirîne ves sâbirâti vel hâşiîne vel
hâşiâti vel mutesaddikîne vel mutesaddikâti ves sâimîne ves sâimâti vel
hâfızîne furûcehum vel hâfızâti vez zâkirînallâhe kesîren vez zâkirâti
eaddallâhu lehum magfireten ve ecren azîmâ(azîmen).
Gerçekten İslâm olan (Allah'a teslim olan) erkekler ve İslâm olan
kadınlar ve mü'min erkekler ve mü'min kadınlar, kanitin olan erkekler ve
kanitin olan kadınlar, sadık erkekler ve sadık kadınlar, sabreden erkekler ve
sabreden kadınlar, (Rabbine) huşû duyan erkekler ve huşû duyan kadınlar, sadaka
veren erkekler ve sadaka veren kadınlar, oruç tutan erkekler ve oruç tutan
kadınlar, ırzlarını koruyan erkekler ve ırzlarını koruyan kadınlar ve Allah'ı
çok zikreden erkekler ve (çok) zikreden kadınlar! Allah, onlar için mağfiret ve
azîm bir ecir (mükâfat) hazırladı.
Mu’min Suresi 40.
âyet-i kerimede, mü’min olup salih amel işleyen kadın ve erkeklerin cennete
girip, orada hesapsız olarak rızıklandırılacaklarını, yani aynı vasfı taşıyan
kadın ve erkek arasında cennete girme bakımından bir farklılığın olmadığı
görülmektedir. Allahû Tealâ buyuruyor ki:
40/MU'MİN-40:
Men amile seyyieten fe lâ yuczâ illâ mislehâ, ve men amile sâlihan min zekerin
ev unsâ ve huve mu'minun fe ulâike yedhulûnel cennete yurzekûne fîhâ bi gayri
hisâb(hisâbin).
Kim seyyiat (şerr, derecat düşürücü ameller) işlerse mislinden daha
fazla cezalandırılmaz. Kadınlardan veya erkeklerden kim amilüssalihat (nefsi
ıslâh edici ameller, nefs tezkiyesi) yaparsa işte onlar, (îmânı artan)
mü'minlerdir. Onlar, cennete konulacak ve hesapsız rızıklandırılacaktır.
Allahû Tealâ, Tevbe
Suresi 72. âyet-i kerimede, mü’min kadın ve mü’min erkeklere, en büyük kurtuluş
olan adn cennetlerini müjdelemektedir. Allahû Tealâ buyuruyor ki:
9/TEVBE-72:
Vaadallâhul mu’minîne vel mu’minâti cennâtin tecrî min tahtihel enhâru hâlidîne
fîhâ ve mesâkine tayyibeten fî cennâti adn(adnin), ve rıdvânun minallâhi
ekber(ekberu), zâlike huvel fevzul azîm(azîmu).
Allah, mü'min erkeklere ve mü'min kadınlara orada ebedî kalacakları,
altından ırmaklar akan cennetler vaadetti. Adn cennetlerinde güzel meskenler
(vardır). Ve (bunların) en büyüğü, Allah'tan bir rızadır (Allah'ın razı
olmasıdır). İşte o, fevz-ül azîmdir (en büyük kurtuluştur).
Allahû Tealâ, Kur’ân-ı
Kerim’in öğrenilmesini farz kılmaktadır. Bu hususta da kadın ve erkek arasında
bir fark gözetmediğini Kasas Suresi 85. âyet-i kerimede ifade etmektedir.
28/KASAS-85:
İnnellezî farada aleykel kur’âne le râdduke ilâ meâd(meâdin), kul rabbî a’lemu
men câe bil hudâ ve men huve fî dalâlin mubîn(mubînin).
Muhakkak ki Kur'ân'ı sana farz kılan, elbette seni dönülecek yere
döndürecek olandır. De ki: "Kimin hidayet ile geldiğini ve kimin apaçık
dalâlette olduğunu, Rabbim daha iyi bilir."
Peygamber Efendimiz
(S.A.V) hadîs-i şeriflerinde, ilim öğrenmenin kadın ve erkeğe farz kılındığını
buyurmuştur. Allahû Tealâ, Bakara Suresi 151. âyet-i kerimede serbest irade
sahibi olan kadınların da mürşidlerine tâbî olmak suretiyle, Kur’ân-ı Kerim’i
öğrenebileceklerini ifade etmektedir. Allahû Tealâ, sahâbeyi işaret ederek
diyor ki:
2/BAKARA-151:
Kemâ erselnâ fîkum resûlen minkum yetlû aleykum âyâtinâ ve yuzekkîkum ve
yuallimukumul kitâbe vel hikmete ve yuallimukum mâ lem tekûnû
ta’lemûn(ta’lemûne).
Nitekim size, aranızda (görev yapmak üzere), sizden (kendinizden) bir
Resûl (Peygamber) gönderdik ki, âyetlerimizi size tilâvet etsin (okuyup
açıklasın) ve sizi (nefsinizi)tezkiye (ve tasfiye) etsin, size Kitap'ı(Kurânı
Kerim'i) ve hikmeti öğretsin ve (hikmetin de ötesinde) bilmediğiniz şeyleri
öğretsin.
Allahû Tealâ, sahâbeden sonraki zamanlarda
yaşayanlar için ise, Cuma Suresi 2. âyet-i kerimede şöyle buyuruyor:
62/CUMA-2:
Huvellezî bease fîl ummiyyîne resûlen minhum yetlû aleyhim âyâtihî ve
yuzekkîhim ve yuallimuhumul kitâbe vel hikmeh(hikmete), ve in kânû min kablu le
fî dalâlin mubîn(mubînin).
Ümmîler arasında, kendilerinden bir resûl beas eden (görevlendiren)
O'dur. Onlara, O'nun (Allah'ın) âyetlerini okur, onları tezkiye eder
(nefslerini temizler), onlara Kitab'ı (Kur'ân-ı Kerim'i) ve hikmeti öğretir. Ve
daha önce (Allah'a ulaşmayı dilemeden evvel) elbette onlar, sadece açık bir
dalâlet içinde idiler.
Kadınlar da erkekler
gibi serbest irade ile yaratılmışlardır. Allahû Tealâ, İnsân (Dehr) Suresi 3.
âyet-i kerimede, ister kadın ister erkek olsun, diledikleri takdirde, onları
Allah’a ulaştıran yola hidayet edeceğini belirtmektedir. Allahû Tealâ buyuruyor
ki:
76/İNSÂN
(DEHR)-3: İnnâ hedeynâhus sebîle immâ şâkiren ve immâ kefûrâ (kefûren).
Muhakkak ki Biz, onu (Allah'a ulaştıran) yola hidayet ettik. Fakat o,
ya (Allah'a ulaşmayı diler) şükreden olur, ya da (Allah'a ulaşmayı dilemez)
küfreden olur.
Muzemmil Suresi 19.
âyet-i kerimede mürşidin insanları Allah'a davet ettiği görülmektedir. Allahû
Tealâ buyuruyor ki:
73/MUZZEMMİL-19:
İnne hâzihî tezkirah(tezkiretun), fe men şâettehaze ilâ rabbihî
sebîlâ(sebîlen).
Muhakkak ki bu, hatırlatmadır (öğüttür). Artık kim dilerse, Rabbine
(ölmeden önce ruhunu) ulaştıran bir yol ittihaz eder (yol edinir).
Kadın veya erkek; serbest
iradesi ile dilediği takdirde mürşidin Allah'a ulaşma konusundaki davetine
icabet ederek, mürşidine tâbî olmak suretiyle kalu belâ günü vermiş olduğu
yemin, misak ve ahdini yerine getirmektedir. Dileyen ise; yine serbest iradesi
ile mürşidine tâbî olmayı reddederek, Yûnus Suresi 7 ve 8. âyet-i kerimelerde
belirtildiği üzere nefsine tâbî olarak cehennemi tercih etmektedir. Allahû
Tealâ buyuruyor ki:
10/YÛNUS-7: İnnellezîne lâ yercûne likâenâ ve radû bil hayâtid dunyâ
vatme'ennû bihâ vellezîne hum an âyâtinâ gâfilûn(gâfilûne).
Muhakkak ki onlar, Bize ulaşmayı (hayatta iken ruhlarını Allah'a
ulaştırmayı) dilemezler. Dünya hayatından razı olmuşlardır ve onunla doyuma
ulaşmışlardır ve onlar âyetlerimizden gâfil olanlardır.
10/YÛNUS-8:
Ulâike me'vâhumun nâru bimâ kânû yeksibûn(yeksibûne).
İşte onların kazandıkları (dereceler) gereğince varacakları yer
ateştir (cehennemdir).
Dînde kadın için de,
erkek için de zorlama asla söz konusu değildir. Allahû Tealâ, Bakara Suresi
256. âyet-i kerimede, dînde her iki kesim için de zorlamanın olmadığını
belirtmektedir. Allahû Tealâ buyuruyor ki:
2/BAKARA-256:
Lâ ikrâhe fîd dîni kad tebeyyener ruşdu minel gayy(gayyi), fe men yekfur bit
tâgûti ve yu’min billâhi fe kadistemseke bil urvetil vuskâ, lenfisâme lehâ,
vallâhu semîun alîm(alîmun).
Dînde zorlama yoktur. irşad yolu (hidayet yolu, Allah'a ulaştıran
yol), gayy yolundan (dalâlet yolundan, şeytana, cehenneme ulaştıran yoldan)
açıkça (ayrılıp) ortaya çıkmıştır. Artık kim tagutu (şeytanı ve şeytana
ulaştıran yolu) inkâr edip de Allah'a îmân ederse (mü'min olur, Allah'a
ulaştıran yolu tercih ederse), böylece o, (Allah'tan) kopması mümkün olmayan
urvetul vuskaya (sağlam bir kulba, mürşidin eline) tutunmuştur. Allah
Sem'î'dir, Alîm'dir.
Allahû Tealâ, Gâşiye
Suresi 21 ve 22. âyet-i kerimelerde Peygamber Efendimiz (S.A.V)'e buyuruyor ki:
88/GÂŞİYE-21:
Fezekkir innemâ ente muzekkir(muzekkirun).
Artık
zikret (hatırlat), sen sadece müzekkirsin (hatırlatıcısın).
88/GÂŞİYE-22:
Leste aleyhim bi musaytır(musaytırın).
Sen onların üzerinde bir zorlayıcı değilsin.
Allahû Tealâ, mürşide
tâbî olmanın erkeğe olduğu kadar kadına da farz olduğunu Mumtehine Suresi 12.
âyet-i kerimede belirtmektedir. Allahû Tealâ buyuruyor ki:
60/MUMTEHİNE-12:
Yâ eyyuhen nebiyyu izâ câekel mu'minâtu yubâyi'neke alâ en lâ yuşrikne billâhi
şey'en ve lâ yesrikne ve lâ yeznîne ve lâ yaktulne evlâdehunne ve lâ ye'tîne bi
buhtânin yefterînehu beyne eydîhinne ve erculihinne ve lâ ya'sîneke fî ma'rûfin
fe bâyı'hunne vestagfirlehunnallâh(vestagfirlehunnallâhe) innallâhe gafûrun
rahîm(rahîmun).
Ey nebî (peygamber)! Mü'min kadınlar; Allah'a hiçbir şeyi ortak
koşmamak, hırsızlık yapmamak, zinada bulunmamak, evlâtlarını öldürmemek, elleri
ve ayakları arasında bir iftira uydurmamak, maruf bir iş konusunda sana asi
olmamak üzere, sana tâbî olmak için geldikleri zaman, artık onların biatlerini
kabul et ve onlar için Allah'tan mağfiret dile. Muhakkak ki Allah; Gafur'dur
(mağfiret edendir, günahları sevaba çevirendir), Rahîm'dir (Rahîm esması ile
tecelli edendir).
Günümüzde; İslâm'da
saptırılan konulardan birisi de, erkeklerin kadınlardan üstün yaratıldıklarını
zannetmeleridir. Dînde; üstünlük, sadece takva yönündendir. Yani; Allah
tarafından irşad görevi ile görevlendirilme yönündendir. Bu nedenle; Allahû
Tealâ nezdinde, irşada görevli kılınan bir kişi, irşadla görevli kılınmayan hem
erkekten, hem de kadından üstün ve kıymetli sayılmaktadır. Kadın ve erkeğin
yaratılışlarının farklı olması nedeniyle, ayrı olan iki cinsin mukayese dahi edilmesi
söz konusu değildir. Zira, mukayese aynı evsafta olanlar arasında mümkün
olmaktadır.
Kadının; toplum ile
olan münasebetlerine bakıldığı zaman, bu hususun da âyet-i kerimelerle tespit
edilmiş olduğu görülmektedir. Allahû Tealâ, mü'min bir kadının kimlerle beraber
olabileceği konusunu Nûr Suresi 61. âyet-i kerimede belirtmektedir. Allahû
Tealâ buyuruyor ki:
24/NÛR-61:
Leyse alel a'mâ haracun ve lâ alel a'raci haracun ve lâ alel marîdı haracun ve
lâ alâ enfusikum en te'kulû min buyûtikum ev buyûti âbâikum ev buyûti
ummehâtikum ev buyûti ihvânikum ev buyûti ehavâtikum ev buyûti a'mâmikum ev
buyûti ammâtikum ev buyûti ahvâlikum ev buyûti hâlâtikum ev mâ melektum
mefâtihahû ev sadîkıkum, leyse aleykum cunâhun en te'kulû cemîan ev
eştâtâ(eştâten), fe izâ dahaltum buyûten fe sellimû alâ enfusikum tehıyyeten
min indillâhi mubareketen tayyibeh(tayyibeten), kezâlike yubeyyinullâhu lekumul
âyâti leallekum ta'kılûn(ta'kılûne).
Âmâ (kör) olana bir güçlük yoktur. Ve sakat olana, hasta olana bir
güçlük yoktur. Ve size de evlerinizde veya babalarınızın evlerinde veya
annelerinizin evlerinde veya erkek kardeşlerinizin evlerinde veya kız
kardeşlerinizin evlerinde veya amcalarınızın evlerinde veya halalarınızın
evlerinde veya dayılarınızın evlerinde veya teyzelerinizin evlerinde veya
anahtarlarına sahip olduğunuz (yerlerde) veya arkadaşlarınızda yemek yemenizde
bir güçlük yoktur. Topluca veya ayrı ayrı yemeniz de size günah değildir.
Evlere girdiğiniz zaman birbirinize Allah'ın katından mübarek ve tayyib bir
selâm ile selâm verin! İşte böylece Allah, size âyetlerini açıklıyor. Umulur ki
böylece siz akıl edersiniz.
Allahû Tealâ
tarafından, Nûr Sûresi 61. âyet-i kerimede mü'min kadınların akrabaları içinde
ve dışında kimlerle beraber olabilecekleri açıkça beyan edilmektedir.
Kadınların,
mürşidlerinin elini öpebilecekleri Mumtehine Suresinin 12. âyet-i kerimesinde
açıklanmasına karşın, diğer erkeklerle tokalaşmaları uygun görülmemiştir.
Görülmektedir ki;
Allahû Tealâ, yarattığı kadın ve erkek cinsinden insanların hangi standartlarda
nasıl hareket edebileceklerini açıklamaktadır. Buna rağmen, Allah'ın
gerçeklerini saptırmaktan başka bir işe yaramayan el yazması kitapların verdiği
emaniyye niteliğindeki bilgiler, bugün iblisin bir marifeti olarak insanların
gerçeklerden sapmasına ve mutsuz olmalarına sebep olmaktadır.
İslâm'da Evlilik
Bir erkeğin dört
kadınla evlenmesi konusunu incelendiğinde; Peygamber Efendimiz (S.A.V) şöyle
buyurmaktadır: “Evlilik benim sünnetimdir, benim sünnetimden yüz çeviren benden
değildir.” Bu duruma göre; evlilik çağına gelen bir kadının, Allahû Tealâ'nın
farz emri ve Peygamber Efendimiz (S.A.V)'in sünneti dahilinde evlenmesi,
Allah'ın kendilerine helal kıldığı bir haktır. Birçok konuda olduğu gibi,
evlilik konusu da İslâm'ı yaşamayan kişiler tarafından zaman zaman saptırılarak
insanlar arasında tartışmaya yol açan bir fitne haline getirilmektedir.
Allahû Tealâ evlenme
konusunda Nisâ Suresi 3. âyet-i kerimede buyuruyor ki:
4/NİSÂ-3:
Ve in hıftum ellâ tuksitû fîl yetâmâ fenkihû mâ tâbe lekum minen nisâi mesnâ ve
sulâse ve rubâ’(rubâa), fe in hıftum ellâ ta’dilû fe vâhideten ev mâ meleket
eymânukum, zâlike ednâ ellâ teûlû.
Ve eğer yetimler konusunda adalete riayet edemeyeceğinizden
korkarsanız, o taktirde hoşunuza giden (size helâl olan diğer) kadınlardan
ikişer, üçer, dörder nikâhlayın. Fakat, eğer (onlara da) adaletle
davranamayacağınızdan korkarsanız o zaman bir tane ile veya elinizin altındaki
sahip olduklarınızla (cariyelerinizle) yetinin. İşte bu, adaletten ayrılmamanız
için daha uygundur.
Nisâ Suresi 3. âyet-i
kerime; insanların nefsanî duyguları çerçevesinde değerlendirilir ise, Allahû
Tealâ'nın her zaman parçasında erkeklerin dört kadınla evlenmelerini önerdiği
sanılmaktadır. Halbuki; İslâm'da dört
kadınla evlenme konusu özel halleri içeren savaş durumunu işaret etmektedir.
Örneğin, bir savaş sonucunda Rahmet-i Rahmân’a kavuşan erkeklerin geri bırakmış
oldukları dul eşleri ve yetim kalan kız çocukları her insan gibi sıcak bir
yuvaya ihtiyaç duyacaklardır. Böyle bir durumda; Allahû Tealâ'nın dört eşle
evlenme müsaadesi tatbik edilmez ise, birçok dul kadın ve yetim kız çocukları
aç ve açıkta kalacaklarından belki de İslâm'ın yasak kıldığı bazı suçlara
itilmiş olacaklardır. Bu gibi zaruretlerin hasıl olduğu durumlarda; Allahû
Tealâ, insanlara sadece müsaade etmektedir. Fakat ne kadını, ne de erkeği bu
hususta zorlamamaktadır. Dolayısıyla; evlilik müessesesi, daima karşılıklı
rızaya dayanmaktadır. Görülmektedir ki; bir
erkeğin dört kadınla evlenmesi, kadının
Allahû Tealâ tarafından korunmasından başka bir şey değildir.
Kur'ân-ı Kerim
indirilmeden önce; sayısı yüzlere ulaşan evliliklerin olduğu bilinmektedir.
İslâm, bu rakamı azaltarak 4'e indirmiştir. Ama normal şartlarda hakkın ve adâletin
sağlanması açısından Allahû Tealâ tarafından tek evlilik uygun görülmektedir.
Kadının Dövülmesi
İslâm'da kadının
dövülmesi konusu da; diğer konular gibi bilgisizlik nedeniyle saptırılan ve
toplumda menfî etkileri ile İslâm'a fatura edilen bir başka konudur.
Allahû Tealâ, Nisâ Suresi
34. âyet-i kerimede, erkekleri kadınların üzerine koruyucu kıldığını, ifade
ediyor ve buyuruyor ki:
4/NİSÂ-34:
Er ricâlu kavvâmûne alen nisâi bi mâ faddalallâhu ba’dahum alâ ba’dın ve bi mâ
enfekû min emvâlihim fes sâlihâtu kânitâtun hâfizâtun lil gaybi bi mâ
hafizallâh(hafizallâhu) vellâtî tehâfûne nuşûzehunne fe ızûhunne vehcurûhunn (vehcurûhunne)
fîl medâcıı vadrıbûhunne fe in ata’nekum fe lâ tebgû aleyhinne sebîlâ(sebîlen)
innallâhe kâne aliyyen kebîrâ(kebîren).
Erkekler, mallarından (kadınlar için mehir ve nafaka olarak)
harcamaları sebebiyle ve Allah'ın, onların bir kısmını, diğerlerine üstün
kılmasından dolayı, kadınların üzerinde daha çok kâimdirler (koruyup gözetici,
idare edicidirler). Bu bakımdan salih amel (nefs tezkiyesi) yapan kadınlar itaatkârdırlar,
Allah'ın (onların haklarını ve iffetlerini) korumasıyla, onlar da gaybde
(kocalarının yokluğunda hem kendilerini, hem kocalarının mal ve şerefini)
koruyucudurlar. İtaatsizliklerinden (baş kaldırmalarından) korktuğunuz
(kadınlara) ise (önce) nasihat ediniz.Ve (sonra da) yataklarında yalnız
bırakınız.Ve ( hâlâ itaat etmezlerse) onlara vurunuz. Bundan sonra eğer size
itaat ederlerse, artık onların aleyhine başka bir yol aramayın. Muhakkak ki
Allah Âli'dir (yücedir), Kebîr'dir (büyüktür).
Nisâ Suresi 34. âyet-i kerimede belirtilen bu
hususlar; Allah'ın birer emridir. Ancak, Allahû Tealâ, vermiş olduğu bir emrin
uygulanması doğrultusunda, tek bir âyette belirtilen hükümle yola çıkılmasını
istememektedir. Örneğin, söz konusu âyette belirtilen kadınların dövülmesi
hususu, bir örnek olarak Sâd Suresi 44. âyet-i kerimede açıklanan Hz. Eyüp
kıssasında dile getirilmektedir. Eşine 80 sopa vuracağını söyleyen tasarruf
altındaki Hz. Eyüp'e, Allahû Tealâ, Sâd Suresi 44. âyet-i kerimede buyuruyor
ki:
38/SÂD-44:
Ve huz bi yedike dıgsen fadrıb bihî ve lâ tahnes, innâ vecednâhu
sâbira(sâbiren), ni’mel abd(abdu), innehû evvâb(evvâbun).
Ve (Ey Eyüp!) eline bir demet sap al onunla vur, yeminini bozma.
Muhakkak ki Biz, onu sabırlı bulduk. Ne iyi bir kuldu. Muhakkak ki o, Allah'a
ulaşmıştı (ruhunu ölmeden evvel Allah'a ulaştırıp teslim etmişti).
İşte; İslâm'a göre
kadının dövülmesi böyle emredilmektedir. Ama, mü'min olup nefsindeki 19 afeti
önce tezkiye, sonra da tasfiye eden bir kadından dövülmeye sebep olacak bir
davranışın sergilenmesi beklenemez. Aynı vasfa sahip olan bir erkeğin de,
Allah'ın emri dışında bir davranışa teşebbüs etmesi söz konusu olamaz.
İslâm'da Tesettür
İslâm'da tesettür;
İslâm dışı yanlış uygulamalar ile insanlara zulmedilen başka bir husus olarak
karşımıza çıkmaktadır. Günümüzde yaşanan İslâm'ın, Kur'ân'daki İslâm olmaması
nedeniyle birçok bidatler türemiştir. Sonuç olarak; haksız yere kadınlara
zulmedilmektedir.
Tesettür emri,
İslâm'ı yaşamak isteyen kadınların üzerine farz kılınmıştır. Kadın için, saçı
ve gereken yerleri kadının ziyneti hükmündedir. Allahû Tealâ, kadının ziyneti
olarak belirttiği yerlerin örtülmesini bir terbiye ve tezkiye vesilesi olarak
emretmektedir. Tesettürü; diğer insanlar açısından da ifsada mâni olan Allah'ın
bir rahmeti olarak öngörmektedir. Başı açık olan bir kadın, kendi nefsine
zulmetmektedir.
Allahû Tealâ,
tesettür konusunu Ahzâb Suresi 59. ve Nûr Suresi 31. âyet-i kerimelerde
açıklamaktadır. Allahû Tealâ, bu âyet-i kerimelerde şekil şartını açıklamamış,
ama belli şartlar itibariyle kadınların tesettüre riayet etmelerini üzerlerine
farz kılmaktadır. Tesettür emrini yerine getiren, Allahû Tealâ'dan derecat
kazanacağı gibi, yerine getirmeyen de derecat kaybedecektir. Allahû Tealâ
buyuruyor ki:
33/AHZÂB-59:
Yâ eyyuhen nebîyyu kul li ezvâcike ve benâtike ve nisâil mu’minîne yudnîne
aleyhinne min celâbîbihinn(celâbîbihinne), zâlike ednâ en yu’refne fe lâ
yu’zeyn(yu’zeyne) ve kânallâhu gafûren rahîmâ(rahîmen).
Ey Nebî (Peygamber)! Zevcelerine, kızlarına ve mü'minlerin kadınlarına
(mü'min kadınlara) söyle, cilbablarına sarınsınlar (örtünsünler). Bu, onların
(cariye olmadıklarının, hür ve iffetli kadın olduklarının) bilinmesi ve onlara
eziyet edilmemesi için daha uygundur. Ve Allah, Gafûr'dur (mağfiret eden),
Rahîm'dir (Rahîm esmasıyla tecelli eden).
24/NÛR-31:
Ve kul lil mu’minâti yagdudne min ebsârihinne ve yahfazne furûcehunne, ve lâ
yubdîne zînetehunneillâ mâ zahera minhâ, vel yadribne bi humurihinne alâ
cuyûbihinne, ve lâ yubdîne zînetehunne illâ li buûletihinne ev âbâihinne ev
âbâi buûletihinne ev ebnâihinne ev ebnâi buûletihinne ev ıhvânihinne ev benî
ıhvânihinne ev benî ehavâtihinne ev nisâihinne ev mâ meleket eymânuhunne evit
tâbiîne gayri ulîl irbeti miner ricâli evit tıflillezîne lem yazharû alâ avrâtin
nisâi, ve lâ yadribne bi erculihinne li yu’leme mâ yuhfîne min
zînetihinn(zînetihinne), ve tûbû ilâllâhi cemîan eyyuhel mu’minûne leallekum
tuflihûn(tuflihûne).
Ve mü'min kadınlara söyle, bakışlarını indirsinler (haramdan
sakınsınlar) ve ırzlarını korusunlar. Zahir olan kısımlar (görünen el, yüz ve
ayaklar) hariç, ziynetlerini açmasınlar. Ve başörtülerini yakalarının üzerine
koysunlar (örtsünler). Ve ziynetlerini, kocaları veya babaları veya kocalarının
babaları veya oğulları veya kocalarının oğulları veya erkek kardeşleri veya
erkek kardeşlerinin oğulları veya kız kardeşlerinin oğulları veya kadınlar veya
ellerinin altında sahip oldukları (cariyeler) veya erkeklerden, kadına ihtiyaç
duymayan hizmetliler veya kadının avret yerlerinin farkına varmayan çocuklar
hariç, açmasınlar. Ve gizledikleri ziynetleri bilinsin diye ayaklarını
vurmasınlar. Ey mü'minler, hepiniz Allah'a tövbe edin! Umulur ki, böylece
felâha eresiniz.
Günümüz şartlarında,
mü'min olan bir kadın âdeta tesettür emrine riayet edip etmemesi ile
değerlendirilmektedir. İnsanları, İslâmi açıdan bir tek emrin tatbikatı ile
değerlendirmek şüphesiz doğru değildir. Çünkü, Kur'ân-ı Kerim sadece tesettür
emrinden ibaret olmayıp, 6213 âyet-i kerimeden oluşan Kur'ân-ı Kerim içerisinde
tesettür, kadınlara farz kılınan emirlerden sadece bir tanesidir. Bu nedenle,
nefsanî talepleri bakımından henüz tesettür emrini yerine getiremeyen
hanımların, Allah'ın diğer emirlerini fazlası ile yerine getirmesi elbette
onları Allah'a daha fazla yaklaştıracak ve daha fazla derecat kazanmasını
sağlayacaktır. Bu suretle, Allah nezdinde fazla derecat kazanan kişi, bir gün
kendi isteği ile Allahû Tealâ'nın tesettür emrini de severek yerine
getirecektir. Ne yazık ki; bugün gerçek İslâm'dan haberi olmayan emaniyyeciler
tarafından, bir kadının İslâm ile olan ilgisi, sadece tesettür ile
değerlendirilmektedir. Tesettürlü olmayan hanımların, yapmış olduğu diğer
ibadetler dikkate alınmamaktadır.
Allahû Tealâ, Kur'ân-ı Kerim'in bütün hükümlerini
insanların üzerine farz kılmaktadır. Örnek
alınması gereken sahâbenin, Kitab'ın bütününe tâbî olduğu Âli İmrân Suresi 119.
âyet-i kerimede belirtilmektedir.
3/ÂLİ
İMRÂN-119: Hâ entum ulâi tuhıbbûnehum ve lâ yuhıbbûnekum ve tû’minûne bil
kitâbi kullih(kullihi), ve izâ lekûkum kâlû âmennâ, ve izâ halev addû aleykumul
enâmile minel gayz(gayzi), kul mûtû bi gayzikum, innallâhe alîmun bi zâtis
sudûr(sudûri).
İşte siz (mü'minler) böylesiniz, siz onları seversiniz ve onlar sizi
sevmezler ve siz kitabın tamamına îmân edersiniz. Ve sizinle karşılaşınca
"biz îmân ettik" dediler, yalnız kaldıkları zaman, size karşı
öfkelerinden parmak uçlarını ısırdılar. De ki: "Öfkenizden
ölün."Muhakkak ki Allah, sinelerde olanı en iyi bilendir.
İnsanlar, sabikûn-el
ahirîn (sonraki sahâbe) olmak istiyorlarsa, Cuma Suresinin 3. âyet-i kerimesi
gereğince, sadece İslâm'ın 5 tane şartına değil de Kur'ân'ın bütününe tâbî
olmaları gerekmektedir. Dînî konular hakkında bir fikir açıklanırken veya bir
uygulama yapılırken o konu, Kur'ân-ı Kerim süzgecinden geçirilirse hem doğru
karar verilmiş hem de haksız yere başkasına zulmedilmemiş olur.
Allah razı olsun.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder
Not: Yalnızca bu blogun üyesi yorum gönderebilir.