24 Ekim 2015 Cumartesi

İSLÂM’DA KADIN HAKLARI

İSLÂM’DA KADIN HAKLARI
             
            Dünyada yaşayan insanların yarıdan fazlasının kadın olması nedeniyle kadınlar, gerek sayıları itibariyle ve gerekse cemiyet içerisinde aldıkları rol itibariyle toplumda önemli yer işgal etmektedirler. Kadınlar, doğurganlıkları ve üretkenlikleri ile de toplum içinde önemli bir yer almaktadırlar. Allahû Tealâ, kadına vermiş olduğu önemi, adına indirmiş olduğu Nisâ Suresi ile ifade etmektedir.
            Allahû Tealâ, Kur’ân-ı Kerim’de 54 âyette kadın anlamına gelen “nisâ”; 51 âyette eş anlamına gelen “ezvaç”; 27 âyette anne anlamında “um”; 25 âyette “ima’e”; 25 âyette dişi anlamında “unde”; 17 âyette ebeveyn anlamında “valide”; 15 âyette kız çocuğu anlamında “bind”; 15 âyette eş anlamında “zevce”; 4 âyette erkeğin eşi anlamında “sahibe”den bahsetmektedir.
             Allahû Tealâ, İsrâ Suresi 70. âyet-i kerimede, insanoğlunu diğer mahlûkattan üstün kıldığını belirtmektedir. Allahû Tealâ buyuruyor ki:

17/İSRÂ-70: Ve lekad kerremnâ benî âdeme ve hamelnâhum fîl berri vel bahri ve razaknâhum minet tayyibâti ve faddalnâhum alâ kesîrin mimmen halaknâ tafdîlâ (tafdîlen).
Ve andolsun ki; Âdemoğlunu kerem sahibi (şerefli) kıldık. Onları karada ve denizde taşıdık. Ve onları helâl şeylerden rızıklandırdık. Ve onları yarattıklarımızın çoğundan fazilet (açısından) üstün kıldık.

            Allahû Tealâ, Tevbe Suresi 71. âyet-i kerimede mü’min kadınlarla, mü’min erkekleri birbirlerinin velîsi (dostu) kıldığını belirtmektedir. Yani, Allah yolunda beraberce hizmet vererek, irfanı emredip, münkerden nehyetmelerini emretmektedir. Dolayısıyla; Allahû Tealâ, dînde hizmet vermek açısından her iki cinsten birinin diğerinden üstünlüğünün söz konusu olmadığına işaret etmektedir. Allahû Tealâ buyuruyor ki:

9/TEVBE-71: Vel mu’minûne vel mu’minâtu ba’duhum evlîyâu ba’d(ba’din), ye’murûne bil ma’rûfi ve yenhevne anil munkeri ve yukîmûnas salâte ve yu’tûnez zekâte ve yutîûnallâhe ve resûleh(resûlehu), ulâike se yerhamuhumullâh (yerhamuhumullâhu), innallâhe azîzun hakîm(hakîmun).
Ve mü'min erkekler ve mü'min kadınlar, birbirlerinin dostlarıdır. Ma'ruf ile emreder ve münkerden nehyederler (yasaklarlar) ve namazı ikâme ederler ve zekâtı verirler. Allah ve O'nun resûlüne itaat ederler. İşte onlar, Allah, onlara rahmet edecek. Muhakkak ki Allah; Azîz'dir, Hakîm'dir

            14 asır önce, Arap bedevîleri arasında cahiliye dönemi yaşanmakta idi. Bu dönemin, cahiliyet dönemi olduğunu anlamak için, o dönemde yaşayan erkeklerin kadınlara karşı olan davranışları, incelenmelidir. Emaniyyenin ve buna dayalı yaşanan cehaletin hüküm sürdüğü her noktada kadınlara karşı müthiş bir zulmün sergilendiği görülmektedir. Allahû Tealâ’nın kadına vermiş olduğu haklar, kendisinden zorla alınıp, böylece kadının ezilmesine ve horlanmasına sebebiyet verilmiştir. Söz konusu dönemde; kadınlar aşağılanıyor ve kız çocukları diri diri gömülüyordu. Arap bedevîleri arasında durum böyle iken, yahudilerde ise kız çocuğu olarak dünyaya gelmek bir utanç vesilesi idi. Yahudiler tarafından, Hz. Havva’ya dahi dil uzatılarak, Hz. Âdem’in cennetten çıkmasına sebep olduğu düşüncesi ile lanetlemeye varan ithamlarda bulunulmuştur. Bu nedenle; Hz. Havva’nın fitnenin başı olduğu kabul edilerek, kıyâmete kadar gelecek olan kadınlara da bu fitnenin sirayet edeceği düşüncesi hâkim kılınmıştır. Aynı görüşü paylaşan bir kısım hristiyanlar da; kadının kötü ruhlu bir yaratık olduğunu düşünüyorlardı. Hatta; bir kısım hristiyan grubu kadınların durumunu yorumlarken, “kadının bir çeşit hayvan mı, bir şeytan mı, yoksa kötü ruhlu bir insan mı?” olduğunu tartıştıkları olmuştur. Bu tartışma neticesinde, bir canlı hayvan olduğu ve erkeğe hizmet için yaratılan bir varlık olduğu sonucuna varmışlardır.
            O tarihlerde Hindistan’da hüküm süren hinduizmde; kadın âdeta bir köle muamelesi görmekteydi. Bir kadının bekârken babasının, evlenince eşinin ve dul iken de çocuklarının buyruğu altında olması düşüncesi hâkimdi. Budist hindularda ise; bir kişinin ahirette cennete gidebilmesi için, pislik ve mikrop sayılan kadından dünya hayatını yaşarken uzak durması ve evlenmemesi tavsiye edilirdi. Buna rağmen; bir kişi bir kadınla evlenir ise, o kişinin ölümü halinde kadının erkeğine bağlılık işareti olarak erkeği ile beraber diri diri yakılması mecburiyeti vardı. Hindistan’da bu durum, 16. yüzyılda İngilizlerin Hindistan’ı işgal etmelerine kadar devam etmiştir. Hindistan’da kadınların durumu böyle iken, medenî bir ülke olarak bilinen İngiltere’de ise, bir erkeğe kanunen eşini satma yetkisi verilmekteydi.
           Dünyada kadınlara karşı olan davranışlar bu minval üzere iken, İslâm’ın temsilcisi olan Peygamber Efendimiz (S.A.V): “Kadınlar, erkeklerin dengi ve eşitidir.” diyerek, kadınlara farklı muamele edilmesine son vermiştir. Yine Peygamber Efendimiz (S.A.V): “İçinizde en hayırlı olanınız, eşine en iyi davrananınızdır. Ben ise; içinizde eşlerine en iyi davrananınızım.” buyurmuştur.
          Ne zaman kadınlar bir toplum tarafından ezilmişse, o toplumun Kur’ân’daki İslâm’ı yaşamadığı görülmektedir. Günümüzde de; İslâm’ın 5 şartına dayalı İslâm’ı yaşayan insanların, kadına bakış açıları pek de farklı değildir.
          Allahû Tealâ, Ahzâb Suresi 35. âyet-i kerimede, dînî yönden kadın ve erkek arasında farklılık olmadığını belirmektedir. Allahû Tealâ buyuruyor ki:

33/AHZÂB-35: İnnel muslimîne vel muslimâti vel mu’minîne vel mu’minâti vel kânitîne vel kânitâti ves sâdikîne ves sâdikâti ves sâbirîne ves sâbirâti vel hâşiîne vel hâşiâti vel mutesaddikîne vel mutesaddikâti ves sâimîne ves sâimâti vel hâfızîne furûcehum vel hâfızâti vez zâkirînallâhe kesîren vez zâkirâti eaddallâhu lehum magfireten ve ecren azîmâ(azîmen).
Gerçekten İslâm olan (Allah'a teslim olan) erkekler ve İslâm olan kadınlar ve mü'min erkekler ve mü'min kadınlar, kanitin olan erkekler ve kanitin olan kadınlar, sadık erkekler ve sadık kadınlar, sabreden erkekler ve sabreden kadınlar, (Rabbine) huşû duyan erkekler ve huşû duyan kadınlar, sadaka veren erkekler ve sadaka veren kadınlar, oruç tutan erkekler ve oruç tutan kadınlar, ırzlarını koruyan erkekler ve ırzlarını koruyan kadınlar ve Allah'ı çok zikreden erkekler ve (çok) zikreden kadınlar! Allah, onlar için mağfiret ve azîm bir ecir (mükâfat) hazırladı.

          Mu’min Suresi 40. âyet-i kerimede, mü’min olup salih amel işleyen kadın ve erkeklerin cennete girip, orada hesapsız olarak rızıklandırılacaklarını, yani aynı vasfı taşıyan kadın ve erkek arasında cennete girme bakımından bir farklılığın olmadığı görülmektedir. Allahû Tealâ buyuruyor ki:
40/MU'MİN-40: Men amile seyyieten fe lâ yuczâ illâ mislehâ, ve men amile sâlihan min zekerin ev unsâ ve huve mu'minun fe ulâike yedhulûnel cennete yurzekûne fîhâ bi gayri hisâb(hisâbin).
Kim seyyiat (şerr, derecat düşürücü ameller) işlerse mislinden daha fazla cezalandırılmaz. Kadınlardan veya erkeklerden kim amilüssalihat (nefsi ıslâh edici ameller, nefs tezkiyesi) yaparsa işte onlar, (îmânı artan) mü'minlerdir. Onlar, cennete konulacak ve hesapsız rızıklandırılacaktır.

          Allahû Tealâ, Tevbe Suresi 72. âyet-i kerimede, mü’min kadın ve mü’min erkeklere, en büyük kurtuluş olan adn cennetlerini müjdelemektedir. Allahû Tealâ buyuruyor ki:

9/TEVBE-72: Vaadallâhul mu’minîne vel mu’minâti cennâtin tecrî min tahtihel enhâru hâlidîne fîhâ ve mesâkine tayyibeten fî cennâti adn(adnin), ve rıdvânun minallâhi ekber(ekberu), zâlike huvel fevzul azîm(azîmu).
Allah, mü'min erkeklere ve mü'min kadınlara orada ebedî kalacakları, altından ırmaklar akan cennetler vaadetti. Adn cennetlerinde güzel meskenler (vardır). Ve (bunların) en büyüğü, Allah'tan bir rızadır (Allah'ın razı olmasıdır). İşte o, fevz-ül azîmdir (en büyük kurtuluştur).

         Allahû Tealâ, Kur’ân-ı Kerim’in öğrenilmesini farz kılmaktadır. Bu hususta da kadın ve erkek arasında bir fark gözetmediğini Kasas Suresi 85. âyet-i kerimede ifade etmektedir.

28/KASAS-85: İnnellezî farada aleykel kur’âne le râdduke ilâ meâd(meâdin), kul rabbî a’lemu men câe bil hudâ ve men huve fî dalâlin mubîn(mubînin).
Muhakkak ki Kur'ân'ı sana farz kılan, elbette seni dönülecek yere döndürecek olandır. De ki: "Kimin hidayet ile geldiğini ve kimin apaçık dalâlette olduğunu, Rabbim daha iyi bilir."

         Peygamber Efendimiz (S.A.V) hadîs-i şeriflerinde, ilim öğrenmenin kadın ve erkeğe farz kılındığını buyurmuştur. Allahû Tealâ, Bakara Suresi 151. âyet-i kerimede serbest irade sahibi olan kadınların da mürşidlerine tâbî olmak suretiyle, Kur’ân-ı Kerim’i öğrenebileceklerini ifade etmektedir. Allahû Tealâ, sahâbeyi işaret ederek diyor ki:

2/BAKARA-151: Kemâ erselnâ fîkum resûlen minkum yetlû aleykum âyâtinâ ve yuzekkîkum ve yuallimukumul kitâbe vel hikmete ve yuallimukum mâ lem tekûnû ta’lemûn(ta’lemûne).
Nitekim size, aranızda (görev yapmak üzere), sizden (kendinizden) bir Resûl (Peygamber) gönderdik ki, âyetlerimizi size tilâvet etsin (okuyup açıklasın) ve sizi (nefsinizi)tezkiye (ve tasfiye) etsin, size Kitap'ı(Kurânı Kerim'i) ve hikmeti öğretsin ve (hikmetin de ötesinde) bilmediğiniz şeyleri öğretsin.

         Allahû Tealâ, sahâbeden sonraki zamanlarda yaşayanlar için ise, Cuma Suresi 2. âyet-i kerimede şöyle buyuruyor:

62/CUMA-2: Huvellezî bease fîl ummiyyîne resûlen minhum yetlû aleyhim âyâtihî ve yuzekkîhim ve yuallimuhumul kitâbe vel hikmeh(hikmete), ve in kânû min kablu le fî dalâlin mubîn(mubînin).
Ümmîler arasında, kendilerinden bir resûl beas eden (görevlendiren) O'dur. Onlara, O'nun (Allah'ın) âyetlerini okur, onları tezkiye eder (nefslerini temizler), onlara Kitab'ı (Kur'ân-ı Kerim'i) ve hikmeti öğretir. Ve daha önce (Allah'a ulaşmayı dilemeden evvel) elbette onlar, sadece açık bir dalâlet içinde idiler.

         Kadınlar da erkekler gibi serbest irade ile yaratılmışlardır. Allahû Tealâ, İnsân (Dehr) Suresi 3. âyet-i kerimede, ister kadın ister erkek olsun, diledikleri takdirde, onları Allah’a ulaştıran yola hidayet edeceğini belirtmektedir. Allahû Tealâ buyuruyor ki:
76/İNSÂN (DEHR)-3: İnnâ hedeynâhus sebîle immâ şâkiren ve immâ kefûrâ (kefûren).
Muhakkak ki Biz, onu (Allah'a ulaştıran) yola hidayet ettik. Fakat o, ya (Allah'a ulaşmayı diler) şükreden olur, ya da (Allah'a ulaşmayı dilemez) küfreden olur.

         Muzemmil Suresi 19. âyet-i kerimede mürşidin insanları Allah'a davet ettiği görülmektedir. Allahû Tealâ buyuruyor ki:

73/MUZZEMMİL-19: İnne hâzihî tezkirah(tezkiretun), fe men şâettehaze ilâ rabbihî sebîlâ(sebîlen).
Muhakkak ki bu, hatırlatmadır (öğüttür). Artık kim dilerse, Rabbine (ölmeden önce ruhunu) ulaştıran bir yol ittihaz eder (yol edinir).
        
            Kadın veya erkek; serbest iradesi ile dilediği takdirde mürşidin Allah'a ulaşma konusundaki davetine icabet ederek, mürşidine tâbî olmak suretiyle kalu belâ günü vermiş olduğu yemin, misak ve ahdini yerine getirmektedir. Dileyen ise; yine serbest iradesi ile mürşidine tâbî olmayı reddederek, Yûnus Suresi 7 ve 8. âyet-i kerimelerde belirtildiği üzere nefsine tâbî olarak cehennemi tercih etmektedir. Allahû Tealâ buyuruyor ki:
10/YÛNUS-7: İnnellezîne lâ yercûne likâenâ ve radû bil hayâtid dunyâ vatme'ennû bihâ vellezîne hum an âyâtinâ gâfilûn(gâfilûne).
Muhakkak ki onlar, Bize ulaşmayı (hayatta iken ruhlarını Allah'a ulaştırmayı) dilemezler. Dünya hayatından razı olmuşlardır ve onunla doyuma ulaşmışlardır ve onlar âyetlerimizden gâfil olanlardır.
10/YÛNUS-8: Ulâike me'vâhumun nâru bimâ kânû yeksibûn(yeksibûne).
İşte onların kazandıkları (dereceler) gereğince varacakları yer ateştir (cehennemdir).

            Dînde kadın için de, erkek için de zorlama asla söz konusu değildir. Allahû Tealâ, Bakara Suresi 256. âyet-i kerimede, dînde her iki kesim için de zorlamanın olmadığını belirtmektedir. Allahû Tealâ buyuruyor ki:

2/BAKARA-256: Lâ ikrâhe fîd dîni kad tebeyyener ruşdu minel gayy(gayyi), fe men yekfur bit tâgûti ve yu’min billâhi fe kadistemseke bil urvetil vuskâ, lenfisâme lehâ, vallâhu semîun alîm(alîmun).
Dînde zorlama yoktur. irşad yolu (hidayet yolu, Allah'a ulaştıran yol), gayy yolundan (dalâlet yolundan, şeytana, cehenneme ulaştıran yoldan) açıkça (ayrılıp) ortaya çıkmıştır. Artık kim tagutu (şeytanı ve şeytana ulaştıran yolu) inkâr edip de Allah'a îmân ederse (mü'min olur, Allah'a ulaştıran yolu tercih ederse), böylece o, (Allah'tan) kopması mümkün olmayan urvetul vuskaya (sağlam bir kulba, mürşidin eline) tutunmuştur. Allah Sem'î'dir, Alîm'dir.

            Allahû Tealâ, Gâşiye Suresi 21 ve 22. âyet-i kerimelerde Peygamber Efendimiz (S.A.V)'e buyuruyor ki:

88/GÂŞİYE-21: Fezekkir innemâ ente muzekkir(muzekkirun).
Artık zikret (hatırlat), sen sadece müzekkirsin (hatırlatıcısın).
88/GÂŞİYE-22: Leste aleyhim bi musaytır(musaytırın).
Sen onların üzerinde bir zorlayıcı değilsin.

            Allahû Tealâ, mürşide tâbî olmanın erkeğe olduğu kadar kadına da farz olduğunu Mumtehine Suresi 12. âyet-i kerimede belirtmektedir. Allahû Tealâ buyuruyor ki:

60/MUMTEHİNE-12: Yâ eyyuhen nebiyyu izâ câekel mu'minâtu yubâyi'neke alâ en lâ yuşrikne billâhi şey'en ve lâ yesrikne ve lâ yeznîne ve lâ yaktulne evlâdehunne ve lâ ye'tîne bi buhtânin yefterînehu beyne eydîhinne ve erculihinne ve lâ ya'sîneke fî ma'rûfin fe bâyı'hunne vestagfirlehunnallâh(vestagfirlehunnallâhe) innallâhe gafûrun rahîm(rahîmun).
Ey nebî (peygamber)! Mü'min kadınlar; Allah'a hiçbir şeyi ortak koşmamak, hırsızlık yapmamak, zinada bulunmamak, evlâtlarını öldürmemek, elleri ve ayakları arasında bir iftira uydurmamak, maruf bir iş konusunda sana asi olmamak üzere, sana tâbî olmak için geldikleri zaman, artık onların biatlerini kabul et ve onlar için Allah'tan mağfiret dile. Muhakkak ki Allah; Gafur'dur (mağfiret edendir, günahları sevaba çevirendir), Rahîm'dir (Rahîm esması ile tecelli edendir).
        
            Günümüzde; İslâm'da saptırılan konulardan birisi de, erkeklerin kadınlardan üstün yaratıldıklarını zannetmeleridir. Dînde; üstünlük, sadece takva yönündendir. Yani; Allah tarafından irşad görevi ile görevlendirilme yönündendir. Bu nedenle; Allahû Tealâ nezdinde, irşada görevli kılınan bir kişi, irşadla görevli kılınmayan hem erkekten, hem de kadından üstün ve kıymetli sayılmaktadır. Kadın ve erkeğin yaratılışlarının farklı olması nedeniyle, ayrı olan iki cinsin mukayese dahi edilmesi söz konusu değildir. Zira, mukayese aynı evsafta olanlar arasında mümkün olmaktadır.
            Kadının; toplum ile olan münasebetlerine bakıldığı zaman, bu hususun da âyet-i kerimelerle tespit edilmiş olduğu görülmektedir. Allahû Tealâ, mü'min bir kadının kimlerle beraber olabileceği konusunu Nûr Suresi 61. âyet-i kerimede belirtmektedir. Allahû Tealâ buyuruyor ki:

24/NÛR-61: Leyse alel a'mâ haracun ve lâ alel a'raci haracun ve lâ alel marîdı haracun ve lâ alâ enfusikum en te'kulû min buyûtikum ev buyûti âbâikum ev buyûti ummehâtikum ev buyûti ihvânikum ev buyûti ehavâtikum ev buyûti a'mâmikum ev buyûti ammâtikum ev buyûti ahvâlikum ev buyûti hâlâtikum ev mâ melektum mefâtihahû ev sadîkıkum, leyse aleykum cunâhun en te'kulû cemîan ev eştâtâ(eştâten), fe izâ dahaltum buyûten fe sellimû alâ enfusikum tehıyyeten min indillâhi mubareketen tayyibeh(tayyibeten), kezâlike yubeyyinullâhu lekumul âyâti leallekum ta'kılûn(ta'kılûne).
Âmâ (kör) olana bir güçlük yoktur. Ve sakat olana, hasta olana bir güçlük yoktur. Ve size de evlerinizde veya babalarınızın evlerinde veya annelerinizin evlerinde veya erkek kardeşlerinizin evlerinde veya kız kardeşlerinizin evlerinde veya amcalarınızın evlerinde veya halalarınızın evlerinde veya dayılarınızın evlerinde veya teyzelerinizin evlerinde veya anahtarlarına sahip olduğunuz (yerlerde) veya arkadaşlarınızda yemek yemenizde bir güçlük yoktur. Topluca veya ayrı ayrı yemeniz de size günah değildir. Evlere girdiğiniz zaman birbirinize Allah'ın katından mübarek ve tayyib bir selâm ile selâm verin! İşte böylece Allah, size âyetlerini açıklıyor. Umulur ki böylece siz akıl edersiniz.

            Allahû Tealâ tarafından, Nûr Sûresi 61. âyet-i kerimede mü'min kadınların akrabaları içinde ve dışında kimlerle beraber olabilecekleri açıkça beyan edilmektedir.
            Kadınların, mürşidlerinin elini öpebilecekleri Mumtehine Suresinin 12. âyet-i kerimesinde açıklanmasına karşın, diğer erkeklerle tokalaşmaları uygun görülmemiştir.
            Görülmektedir ki; Allahû Tealâ, yarattığı kadın ve erkek cinsinden insanların hangi standartlarda nasıl hareket edebileceklerini açıklamaktadır. Buna rağmen, Allah'ın gerçeklerini saptırmaktan başka bir işe yaramayan el yazması kitapların verdiği emaniyye niteliğindeki bilgiler, bugün iblisin bir marifeti olarak insanların gerçeklerden sapmasına ve mutsuz olmalarına sebep olmaktadır.

            İslâm'da Evlilik
            Bir erkeğin dört kadınla evlenmesi konusunu incelendiğinde; Peygamber Efendimiz (S.A.V) şöyle buyurmaktadır: “Evlilik benim sünnetimdir, benim sünnetimden yüz çeviren benden değildir.” Bu duruma göre; evlilik çağına gelen bir kadının, Allahû Tealâ'nın farz emri ve Peygamber Efendimiz (S.A.V)'in sünneti dahilinde evlenmesi, Allah'ın kendilerine helal kıldığı bir haktır. Birçok konuda olduğu gibi, evlilik konusu da İslâm'ı yaşamayan kişiler tarafından zaman zaman saptırılarak insanlar arasında tartışmaya yol açan bir fitne haline getirilmektedir.
            Allahû Tealâ evlenme konusunda Nisâ Suresi 3. âyet-i kerimede buyuruyor ki:

4/NİSÂ-3: Ve in hıftum ellâ tuksitû fîl yetâmâ fenkihû mâ tâbe lekum minen nisâi mesnâ ve sulâse ve rubâ’(rubâa), fe in hıftum ellâ ta’dilû fe vâhideten ev mâ meleket eymânukum, zâlike ednâ ellâ teûlû.
Ve eğer yetimler konusunda adalete riayet edemeyeceğinizden korkarsanız, o taktirde hoşunuza giden (size helâl olan diğer) kadınlardan ikişer, üçer, dörder nikâhlayın. Fakat, eğer (onlara da) adaletle davranamayacağınızdan korkarsanız o zaman bir tane ile veya elinizin altındaki sahip olduklarınızla (cariyelerinizle) yetinin. İşte bu, adaletten ayrılmamanız için daha uygundur.

            Nisâ Suresi 3. âyet-i kerime; insanların nefsanî duyguları çerçevesinde değerlendirilir ise, Allahû Tealâ'nın her zaman parçasında erkeklerin dört kadınla evlenmelerini önerdiği sanılmaktadır. Halbuki; İslâm'da dört kadınla evlenme konusu özel halleri içeren savaş durumunu işaret etmektedir. Örneğin, bir savaş sonucunda Rahmet-i Rahmân’a kavuşan erkeklerin geri bırakmış oldukları dul eşleri ve yetim kalan kız çocukları her insan gibi sıcak bir yuvaya ihtiyaç duyacaklardır. Böyle bir durumda; Allahû Tealâ'nın dört eşle evlenme müsaadesi tatbik edilmez ise, birçok dul kadın ve yetim kız çocukları aç ve açıkta kalacaklarından belki de İslâm'ın yasak kıldığı bazı suçlara itilmiş olacaklardır. Bu gibi zaruretlerin hasıl olduğu durumlarda; Allahû Tealâ, insanlara sadece müsaade etmektedir. Fakat ne kadını, ne de erkeği bu hususta zorlamamaktadır. Dolayısıyla; evlilik müessesesi, daima karşılıklı rızaya dayanmaktadır. Görülmektedir ki; bir erkeğin dört kadınla evlenmesi, kadının  Allahû Tealâ tarafından korunmasından başka bir şey değildir.
            Kur'ân-ı Kerim indirilmeden önce; sayısı yüzlere ulaşan evliliklerin olduğu bilinmektedir. İslâm, bu rakamı azaltarak 4'e indirmiştir.  Ama normal şartlarda hakkın ve adâletin sağlanması açısından Allahû Tealâ tarafından tek evlilik uygun görülmektedir.
                
            Kadının Dövülmesi
            İslâm'da kadının dövülmesi konusu da; diğer konular gibi bilgisizlik nedeniyle saptırılan ve toplumda menfî etkileri ile İslâm'a fatura edilen bir başka konudur.
         Allahû Tealâ, Nisâ Suresi 34. âyet-i kerimede, erkekleri kadınların üzerine koruyucu kıldığını, ifade ediyor ve buyuruyor ki:

4/NİSÂ-34: Er ricâlu kavvâmûne alen nisâi bi mâ faddalallâhu ba’dahum alâ ba’dın ve bi mâ enfekû min emvâlihim fes sâlihâtu kânitâtun hâfizâtun lil gaybi bi mâ hafizallâh(hafizallâhu) vellâtî tehâfûne nuşûzehunne fe ızûhunne vehcurûhunn (vehcurûhunne) fîl medâcıı vadrıbûhunne fe in ata’nekum fe lâ tebgû aleyhinne sebîlâ(sebîlen) innallâhe kâne aliyyen kebîrâ(kebîren).
Erkekler, mallarından (kadınlar için mehir ve nafaka olarak) harcamaları sebebiyle ve Allah'ın, onların bir kısmını, diğerlerine üstün kılmasından dolayı, kadınların üzerinde daha çok kâimdirler (koruyup gözetici, idare edicidirler). Bu bakımdan salih amel (nefs tezkiyesi) yapan kadınlar itaatkârdırlar, Allah'ın (onların haklarını ve iffetlerini) korumasıyla, onlar da gaybde (kocalarının yokluğunda hem kendilerini, hem kocalarının mal ve şerefini) koruyucudurlar. İtaatsizliklerinden (baş kaldırmalarından) korktuğunuz (kadınlara) ise (önce) nasihat ediniz.Ve (sonra da) yataklarında yalnız bırakınız.Ve ( hâlâ itaat etmezlerse) onlara vurunuz. Bundan sonra eğer size itaat ederlerse, artık onların aleyhine başka bir yol aramayın. Muhakkak ki Allah Âli'dir (yücedir), Kebîr'dir (büyüktür).

         Nisâ Suresi 34. âyet-i kerimede belirtilen bu hususlar; Allah'ın birer emridir. Ancak, Allahû Tealâ, vermiş olduğu bir emrin uygulanması doğrultusunda, tek bir âyette belirtilen hükümle yola çıkılmasını istememektedir. Örneğin, söz konusu âyette belirtilen kadınların dövülmesi hususu, bir örnek olarak Sâd Suresi 44. âyet-i kerimede açıklanan Hz. Eyüp kıssasında dile getirilmektedir. Eşine 80 sopa vuracağını söyleyen tasarruf altındaki Hz. Eyüp'e, Allahû Tealâ, Sâd Suresi 44. âyet-i kerimede buyuruyor ki:

38/SÂD-44: Ve huz bi yedike dıgsen fadrıb bihî ve lâ tahnes, innâ vecednâhu sâbira(sâbiren), ni’mel abd(abdu), innehû evvâb(evvâbun).
Ve (Ey Eyüp!) eline bir demet sap al onunla vur, yeminini bozma. Muhakkak ki Biz, onu sabırlı bulduk. Ne iyi bir kuldu. Muhakkak ki o, Allah'a ulaşmıştı (ruhunu ölmeden evvel Allah'a ulaştırıp teslim etmişti).

         İşte; İslâm'a göre kadının dövülmesi böyle emredilmektedir. Ama, mü'min olup nefsindeki 19 afeti önce tezkiye, sonra da tasfiye eden bir kadından dövülmeye sebep olacak bir davranışın sergilenmesi beklenemez. Aynı vasfa sahip olan bir erkeğin de, Allah'ın emri dışında bir davranışa teşebbüs etmesi söz konusu olamaz.

            İslâm'da Tesettür
            İslâm'da tesettür; İslâm dışı yanlış uygulamalar ile insanlara zulmedilen başka bir husus olarak karşımıza çıkmaktadır. Günümüzde yaşanan İslâm'ın, Kur'ân'daki İslâm olmaması nedeniyle birçok bidatler türemiştir. Sonuç olarak; haksız yere kadınlara zulmedilmektedir.
            Tesettür emri, İslâm'ı yaşamak isteyen kadınların üzerine farz kılınmıştır. Kadın için, saçı ve gereken yerleri kadının ziyneti hükmündedir. Allahû Tealâ, kadının ziyneti olarak belirttiği yerlerin örtülmesini bir terbiye ve tezkiye vesilesi olarak emretmektedir. Tesettürü; diğer insanlar açısından da ifsada mâni olan Allah'ın bir rahmeti olarak öngörmektedir. Başı açık olan bir kadın, kendi nefsine zulmetmektedir.
            Allahû Tealâ, tesettür konusunu Ahzâb Suresi 59. ve Nûr Suresi 31. âyet-i kerimelerde açıklamaktadır. Allahû Tealâ, bu âyet-i kerimelerde şekil şartını açıklamamış, ama belli şartlar itibariyle kadınların tesettüre riayet etmelerini üzerlerine farz kılmaktadır. Tesettür emrini yerine getiren, Allahû Tealâ'dan derecat kazanacağı gibi, yerine getirmeyen de derecat kaybedecektir. Allahû Tealâ buyuruyor ki:

33/AHZÂB-59: Yâ eyyuhen nebîyyu kul li ezvâcike ve benâtike ve nisâil mu’minîne yudnîne aleyhinne min celâbîbihinn(celâbîbihinne), zâlike ednâ en yu’refne fe lâ yu’zeyn(yu’zeyne) ve kânallâhu gafûren rahîmâ(rahîmen).
Ey Nebî (Peygamber)! Zevcelerine, kızlarına ve mü'minlerin kadınlarına (mü'min kadınlara) söyle, cilbablarına sarınsınlar (örtünsünler). Bu, onların (cariye olmadıklarının, hür ve iffetli kadın olduklarının) bilinmesi ve onlara eziyet edilmemesi için daha uygundur. Ve Allah, Gafûr'dur (mağfiret eden), Rahîm'dir (Rahîm esmasıyla tecelli eden).
24/NÛR-31: Ve kul lil mu’minâti yagdudne min ebsârihinne ve yahfazne furûcehunne, ve lâ yubdîne zînetehunneillâ mâ zahera minhâ, vel yadribne bi humurihinne alâ cuyûbihinne, ve lâ yubdîne zînetehunne illâ li buûletihinne ev âbâihinne ev âbâi buûletihinne ev ebnâihinne ev ebnâi buûletihinne ev ıhvânihinne ev benî ıhvânihinne ev benî ehavâtihinne ev nisâihinne ev mâ meleket eymânuhunne evit tâbiîne gayri ulîl irbeti miner ricâli evit tıflillezîne lem yazharû alâ avrâtin nisâi, ve lâ yadribne bi erculihinne li yu’leme mâ yuhfîne min zînetihinn(zînetihinne), ve tûbû ilâllâhi cemîan eyyuhel mu’minûne leallekum tuflihûn(tuflihûne).
Ve mü'min kadınlara söyle, bakışlarını indirsinler (haramdan sakınsınlar) ve ırzlarını korusunlar. Zahir olan kısımlar (görünen el, yüz ve ayaklar) hariç, ziynetlerini açmasınlar. Ve başörtülerini yakalarının üzerine koysunlar (örtsünler). Ve ziynetlerini, kocaları veya babaları veya kocalarının babaları veya oğulları veya kocalarının oğulları veya erkek kardeşleri veya erkek kardeşlerinin oğulları veya kız kardeşlerinin oğulları veya kadınlar veya ellerinin altında sahip oldukları (cariyeler) veya erkeklerden, kadına ihtiyaç duymayan hizmetliler veya kadının avret yerlerinin farkına varmayan çocuklar hariç, açmasınlar. Ve gizledikleri ziynetleri bilinsin diye ayaklarını vurmasınlar. Ey mü'minler, hepiniz Allah'a tövbe edin! Umulur ki, böylece felâha eresiniz.

            Günümüz şartlarında, mü'min olan bir kadın âdeta tesettür emrine riayet edip etmemesi ile değerlendirilmektedir. İnsanları, İslâmi açıdan bir tek emrin tatbikatı ile değerlendirmek şüphesiz doğru değildir. Çünkü, Kur'ân-ı Kerim sadece tesettür emrinden ibaret olmayıp, 6213 âyet-i kerimeden oluşan Kur'ân-ı Kerim içerisinde tesettür, kadınlara farz kılınan emirlerden sadece bir tanesidir. Bu nedenle, nefsanî talepleri bakımından henüz tesettür emrini yerine getiremeyen hanımların, Allah'ın diğer emirlerini fazlası ile yerine getirmesi elbette onları Allah'a daha fazla yaklaştıracak ve daha fazla derecat kazanmasını sağlayacaktır. Bu suretle, Allah nezdinde fazla derecat kazanan kişi, bir gün kendi isteği ile Allahû Tealâ'nın tesettür emrini de severek yerine getirecektir. Ne yazık ki; bugün gerçek İslâm'dan haberi olmayan emaniyyeciler tarafından, bir kadının İslâm ile olan ilgisi, sadece tesettür ile değerlendirilmektedir. Tesettürlü olmayan hanımların, yapmış olduğu diğer ibadetler dikkate alınmamaktadır.
            Allahû Tealâ, Kur'ân-ı Kerim'in bütün hükümlerini insanların üzerine farz kılmaktadır. Örnek alınması gereken sahâbenin, Kitab'ın bütününe tâbî olduğu Âli İmrân Suresi 119. âyet-i kerimede belirtilmektedir.

3/ÂLİ İMRÂN-119: Hâ entum ulâi tuhıbbûnehum ve lâ yuhıbbûnekum ve tû’minûne bil kitâbi kullih(kullihi), ve izâ lekûkum kâlû âmennâ, ve izâ halev addû aleykumul enâmile minel gayz(gayzi), kul mûtû bi gayzikum, innallâhe alîmun bi zâtis sudûr(sudûri).
İşte siz (mü'minler) böylesiniz, siz onları seversiniz ve onlar sizi sevmezler ve siz kitabın tamamına îmân edersiniz. Ve sizinle karşılaşınca "biz îmân ettik" dediler, yalnız kaldıkları zaman, size karşı öfkelerinden parmak uçlarını ısırdılar. De ki: "Öfkenizden ölün."Muhakkak ki Allah, sinelerde olanı en iyi bilendir.

         İnsanlar, sabikûn-el ahirîn (sonraki sahâbe) olmak istiyorlarsa, Cuma Suresinin 3. âyet-i kerimesi gereğince, sadece İslâm'ın 5 tane şartına değil de Kur'ân'ın bütününe tâbî olmaları gerekmektedir. Dînî konular hakkında bir fikir açıklanırken veya bir uygulama yapılırken o konu, Kur'ân-ı Kerim süzgecinden geçirilirse hem doğru karar verilmiş hem de haksız yere başkasına zulmedilmemiş olur.
            Allah razı olsun.


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Not: Yalnızca bu blogun üyesi yorum gönderebilir.