HACI BAYRAM VELİ’NİN HAYATI
Ankara’nın Çubuk kazasına bağlı Solfasol (Zülfazıl) köyünde,
1352 yılında bir bebek dünyaya geldi. Adı Numan olan bu çocuk, babası Ahmed
Koyunculu’nun gayret ve çabalamasıyla ilk tahsilini civarda bitirdikten sonra,
Bursa’ya gitti. Bursa o günün tam mânâsıyla bir ilim, irfan merkeziydi. Nitekim
ilk Şeyhülislam Molla Fenarî, Yıldırım’ın Ulu Cami Baş imamı Süleyman Çelebi,
Tasavvuf büyüğü Emir Sultan ve fırın işletip ekmek sattığı için kendisine
Somuncu Baba denen Şeyh Ebu Hâmid Hamîdüddin Aksarayî, gibiler, hep Bursa’dadırlar.
Çevrelerine mânâ ışıkları serpip, ilim, irfan nuru yaymaktadırlar.
Numan, daha çocuk
denecek yaşta bilgiyi aşk ile öğrenir. Üstelik öğrendiklerini bir güzel
anlatmasını ve hayırlara vesile olmasını iyi bilir. Ayaklı bir kütüphane olur.
Ankara’da Kara
Medrese’de baş müderris olarak ders veren Numan, bu sırada halkın derin saygı
ve hürmetini kazanır. Kara Medrese insanla dolar. Çevresinde gördüğü ilgi her
gün artar.
Ama o, yine de huzur bulamaz. Bu şan ve şöhretin aldatıcı
şeyler olduğunu düşünerek manevî eksiklerinin bulunduğunu düşünür. Onun içinde
hep bir eziklik vardır. Böyle manevî muhasebe içinde kıvrandığı günlerden
birinde medresede ders verirken dili sürçer ve hiçbir şey söyleyemez.
Derste bir yabancı vardır… Bu tanımadığı kişi gelir ve
Numan’a der ki; “Sana bir davetim var.
Somuncu Baba sana selam söyledi. “Git! Onu bul ve bize gelmesini sağla.
Akıl ve bilgi kolay yoldur. Gelsin de onu önce bilgisinden kurtaralım. Sonra
bırakalım sonsuzluk göğünde aşkın kanatları ile uçsun. O bilginin tutsağı
olacak adam değildir. Ona akıl hocası değil, gönül eri olmak yaraşır.’ diyerek uzattığı
bir mektubu okumasını rica eder. Müderris Numan bu sözler karşısında çok
şaşırır ve mektubu okur. Mektup, Kayseri’de bulunan mânâ büyüğü Şeyh Ebu Hâmid
Hamîdüddin Aksarayî (Somuncu Baba)’den gelmekte, kendisini Kayseri’ye davet etmektedir.
Şeyhin değerli talebesi Şücaaddin ile birlikte yola çıkan
Müderris Numan, bir Kurban Bayramı gününde Kayseri’ye varıp, Şeyh’in huzuruna
girer. Bundan çok memnun Şeyh, ayağa kalkar: “Bilmem bu iki bayramın hangisiyle
sevineyim” der. Müderris Numan’ın gelişini de ayrı bir bayram kabul eder. İşte
bundan sonradır ki Numan ismi bırakılır, Bayram ismi söylenmeye başlanır.
Somuncu Baba Numan’a, ‘bu bilginin öte dünyadaki yerini’ ve
‘aşkların derecelerini’ gösterir. Sonra da “Kangısı (hangisi) muhtarın olursa,
anı ihtiyar eyle” diyerek dilediğini seçmesini söyler. Numan eksiğini anlar.
Somuncu Baba’ya “ Al bunları ve eksiğimi ver!” der. Eksiği aşktır. Aşka varana
dek bunca bilginin uzun bir hece olduğunu anlar. O zaman Numan Fuzuli’nin
“Aşk imiş her ne
var alemde
İlim bir kıyl ü
kaal imiş ancak”
deyişindeki
sırra erer. Sevgi denizine yiğitçe dalar.
“Sen seni, kendini
bil!”
deyişindeki
“İnsanın Allah’a ulaşma dileği” sırrı ile ile bu aşkın içine girer.
Bir süre nefsinin kirinden kurtulmak ona tepeden tırnağa
gözyaşı döktürür. Ama sonunda ‘Rabbini’ bulur. Sevgisi daha da artar. Numan da
başlangıçta dertlere düşer ama sonunda kalbi piri nur olur. Ve Numan asıl
bayrama erer. Hoca Numan gider, Hacı Bayram olur.
Kayseri’deki ikameti boyunca Şeyh Ebu Hâmid Hamîdüddin Aksarayî’den
manevî feyzler alıp, ihlaslı irşadlarını iyice benimseyen Bayram, Şeyhiyle
birlikte Hac yolculuğuna çıkarak önce Şam’a, daha sonra da Mekke’ye varırlar.
Geçtikleri yerlerin ilim ehli, irfan sahibi zatlarını görüp ziyaretlerinde
bulunurlar. Artık “Hoca Numan” değil, “Hacı Bayram”dır. Şeyhinin iltifatıyla
Bayram ismini almıştır.
Bir rivayete göre Hac’dan sonra tekrar Ankara’ya döndüğü
başka bir rivayete göre de, Somuncu Baba’nın ölümünden sonra Ankara’ya
yerleştiği söylenmektedir. Hacı Bayram orda Bayramilik tarikatını kurar. Kısa
sürede halkın sevgilisi olur. Halkın içinde halkla beraber, omuz omuza çalışır.
Toprağı beraber ekerler, biçerler. Aralarında ilâhîler söyler, çalar oynarlar.
Anadolu halkı da ona aşk ile bağlanır.
Her dönemde olduğu gibi düşmanları dedikodu çıkartıp,
Sultanın önüne geçtiğini söylerler. Fitnenin başını çeken bu fesat kimseler: “Gittikleri
Hac münasebetiyle gayemiz yoktur.” demekte iselerde her geçen gün çoğalmaları
bizleri ürkütmekte, durumu Hünkarımıza duyurmamıza ihtiyaç zuhur etmiş
görünmektedir.” Diye düşünmüşlerdir.
İstanbul’un fethi için hazırlıkta bulunan II. Murad’da bir
endişe başlar. Hemen postasını “Tiz Ankara’ya varasunuz, Çubuk’taki, Şeyh
Hazretlerine olan hürmet ve takdirlerimizi sunup, sarayımıza davetedesünüz...”
diyerek yola çıkarır: Gece-gündüz demeyip yol alan posta, nihayet Çubuk’taki
Zülfazıl köyüne gelir ve bin bir endişeyle ve tereddüt içinde Mektub-u
Hümayun’u sunar. Hacı Bayram, Sultanın mektubunu saygı ve hürmetle açıp okur,
sonra da başını sallayarak konuşur: “Fitne ateşini yakmak isteyenler vardır.
Tiz hazır olun. Pek yakında yola çıkacağız, Sultanımızın emri başım üzeredür.”
Der.
Nihayet Hacı Bayram Edirne’ye ulaşır, II. Murad’ın
sarayına, huzura kabul olunur. Sultan önündeki nur yüzlü bu kişiden çok
etkilenir. Onu tam bir Tasavvuf büyüğü gibi görür. Bu samimiyetten her ikisi de
son derece memnun olurlar. II. Murad, vehmedilen dünyevî arzuların hiç birinin
Hacı Bayram’da bulunmadığını, İslâm’a hizmetten başka gayesi olmadığını
kesinlikle anlar. Şeyh Hazretlerine birçok hediyeler vererek, gönlünü almak
ister. Ancak, Hacı Bayram, hediyeleri kabul etmemekte ısrar edince durum
nazikleşir. Bu defa şu teklife rıza gösterir: “Sultanımız talebelerimizi
vergiden muaf tutsunlar. Bu hediye bize kifayet eder.” Der.
Böyle bir imtiyazla Ankara’ya dönen Hacı Bayram’ın bu vergi
affı, kendisinden önce duyulur, kendisine talebe olmak üzere müracaat edenlerin
sayısında da aniden bir çoğalma meydana gelir. İşte bu çoğalma ikinci bir
söylentinin yayılmasına sebep olur : “Hacı Bayram’ın ordu kadar talebesi var,
yakında bir huruç hareketine başvursa hiç şüphesiz muvaffak olur...” Hacı
Bayram’a talebe olanların vergiden muaf tutulmaları, vergi geliri azalan Ankara
Bey’ini endişeye düşürür. Yanlış yoruma müsait haberler, Edirne’ye ulaşır. Bu
durum, Hacı Bayram’ın tekrar bir tahkikata maruz kalmasına sebep olur. Hacı
Bayram: “Bakın size bunun isbatını yapacağım” der ve şu emri verir: “Bana bağlı
olanlar, haftaya Cuma namazından sonra Zülfazıl ovasında toplansınlar, kendileriyle
mühim bir hususu konuşacağım!” Şeyhin ilan ettiği günü namazdan sonra ovayı
dolduran taraftarları, Şeyhten fevkalade korkulan şu teklifi dinlerler:
“Dervişlerim! Siz hepiniz Hak yolunda malınızı, kanınızı,
canınızı verirsiniz değil mi?”
-‘Elbette veririz. Hak yoluna canımız feda’ derler.
“Allah’tan bir buyruk aldım Hepinizi onun yoluna kurban
etmem emredildi. Şimdi çadıra girip, kurban olmanız gerekiyor. Şu gördüğünüz
çadırı ben kurdum. Burada sizleri imtihan edeceğim. Bana gelen ilhama göre, bu
çadıra girecek olanları burada keseceğim. Boynunu bıçağıma teslim edenleri
buradan cennete göndereceğim. Her kim benim müridim ise gelsin bu çadıra
girsin. Oradan da ruhu cennete uçsun. Haydi buyurun!...” der.
Bu sözlerden sonra
elinde bıçağıyla çadıra giren şeyhin arkasından homurdanmalar olur. Ancak
koskoca kalabalığın içinden sadece bir erkekle, bir kadın, ileriye doğru
yürüyüp Şeyhin arkasından çadıra girerler. Az sonra çadırın zemininden kanlar
akmaya başlar. Çünkü Şeyh daha önceden içeriye aldığı bir koyunu kesmiş, kanını
dışarıya akıtmıştır. Bunu gören kalabalık, homurdanmayı daha da çoğaltır: “Şeyh
de şaşırdı! Böyle şey mi olur? Derler. Bundan sonra çadırdan çıkan Hacı Bayram,
müridinin çokluğunu iddia eden şahitlere şöyle söyler: “Gördünüz ya, benim sadece
iki müridim vardır. Oda işte bu erkekle, bu
hanımefendidir. Kimse bu çokluktan şüphelenmesin. Hem de Sultan, bu iki
müridden gayrısından vergisini de alsın, askere de çağırsın.”
Bundan sonra Hacı
Bayram’ın talebeleri arasından, halislerle menfaatçılar tamamen ayrılır. İhlas
sahipleri Şeyh’in hizmetine devam eder, ötekiler ise yavaş yavaş eski hayatlarına
dönerler.
Hacı Bayram Velî’nin
Edirne’ye iki defa gittiği, tarihî kayıtlardan anlaşılmaktadır. İkinci
gidişinden ayrılırken Gelibolu’ya da uğradığı, orada maneviyat büyüklerinden
iki kardeş olan “Ahmediye” yazarı, “Ahmed Bîcan” ile “Muhammediye” yazarı,
“Mehmed Bîcan”ları da gördüğü-yazılmaktadır. Ahmediye için ne dediğini
bilmiyoruz, takdir edildiği sanılmaktadır. Ancak, Muhammediye Türbelerinin
kapatılması kararı çıkarıldığı günlerde, maneviyat mahrumu bir ilgili, Hacı
Bayram’ın türbesini kapattırıp, civarını turistik meydan yaparak, yanındaki
Ogüst mabedini meydana çıkarmayı planlar. Bunu duyan Şeyh’in bağlılarından
biri, sabahlara kadar gözyaşı döküp Allah’a yalvarmaya başlar. Ancak sabaha
karşı daldığı hafif bir uykuda, Şeyh’inden şu sözleri dinler: “Sen üzülme,
pislik kemale erince zevali başlar. Artık ...... günüdür.”
Ürperti ile uyanan adam, sabah namazını Hacı Bayram Camii’nde kılar. Namazdan sonra kulaktan kulağa fısıldaşmalar görür. Merakla sorar. Ona da aynı fısıltı iletilir: Hacı Bayram Hazretleri’nin türbesini yıkmayı planlayan bu kişi, bu gece ölmüş, cenazesini bugün buraya getireceklermiş.
Ürperti ile uyanan adam, sabah namazını Hacı Bayram Camii’nde kılar. Namazdan sonra kulaktan kulağa fısıldaşmalar görür. Merakla sorar. Ona da aynı fısıltı iletilir: Hacı Bayram Hazretleri’nin türbesini yıkmayı planlayan bu kişi, bu gece ölmüş, cenazesini bugün buraya getireceklermiş.
İşte dudaklardan şu
cümleler dökülür:
“Hak sillesinin
sadası yoktur.
Bir vurursa anın
devası yoktur.”
***
Hacı Bayram hayatının son deminde, ölüm döşeğinde de yine
ikram peşindedir. Çevresindeki yakınları ve dostlarından su ister. Suyu
getirirler. Ancak suyu içmez ve kiraz dolu tabağa döker. Üç kez aynı şeyi
tekrar ettikten sonra dördüncüsünde suyu içer. Sonra kirazları dostları
arasında bölüştürür. Yani ölürken bile vermenin mutluluğunu yaşar.
HACI BAYRAM VELÎ’DEN
NASİHATLER
- Hiçbir
günahı küçümsemeyin, çok çalışın!
- Boş
gezenler, zengin bile olsa, arkadaşları şeytan, kalpleri şeytanın konağı
olur.
- İnsanların
fitnesinden kurtulmak istiyorsanız çarşı pazarlada sık sık bulunmayınız.
- Dünya
gamından, nefsin sıkıştırmasından hafifleyip kurtulmak istiyorsanız
kabristanları sık sık ziyaret ediniz.
- Ayıp
ve kusurlarını gördüğünüz arkadaşlarınızın, komşularınızın sırlarını ifşa
etmeyiniz. Çünkü gördüğünüz sırlar size emanettir.
- Emanete
hıyanet ise çirkin bir harekettir.
Emaneti koruyunuz
- Hiddet ve kin, hakikatleri gören gözleri
kör eder. Öfke iyi düşünmeyi yanıltır.
- İlim
sahiplerine, yaşlılara hürmet et
Kimseyi
küçümseyip hafife alma
İnsanlığında
kusur etme
Sırrını
kimseye açma
AKŞEMSEDDİN
HAZRETLERİ
Akşemseddin
Hazretleri 1390 yılında Şam’da doğdu. Yedi yaşında babası Şeyh Hamza ve ailesi
ile birlikte Anadolu’ya gelerek Amasya civarında Kavak kasabasına yerleşti.
Asıl adı Muhammed olmasına karşı Akşemseddin lakabı ile tanındı.
İyi
bir tıp tahsili görerek; o devirde ilaçların ham maddesi bitkilerin hepsini,
ilmî bir şekilde tanımış ve bu bitkilerin hangi hastalığa iyi geldiğini
keşfetmiştir. Zamanının araştırmacı bir doktoru olan Akşemseddin’e zahiri ilim
olan tıpta, otorite olması yetmedi. Hastalıklarını tedavi ettiği insan
vücudunun yaratıcısına daha yakın olmak istiyordu.
Medreselerde
tahsil görüp müderrisliğe (profesörlüğe) kadar yükseldi ve Osmancık Medresesine
tayin edildi. Ne var ki Medrese’de kalmak istemiyordu. Ruhuna hitap edecek
yerler arıyordu. Bu da Tasavvufu yaşamakla olacaktı. Bu yüzden müderrisliği
tereddütsüz bıraktı. İran'dan başlayarak yollara düştü. Tasavvuf büyüklerini
ziyaret etti. İslâm beldelerindeki âlimlerle görüştü. Ama bunlar kâfi
gelmiyordu. İçindeki yangının sönmesi için daha ileriye gitmek gerekiyordu.
Tasavvufu
yaşayarak, ruhunu yaşarken Allah’a ulaştırmak istedi. Çünkü gönlünü bir türlü
huzura kavuşturamadı. Bir ipekböceği gibi kozasına kapanıp, kelebek olup
kanatlanıp uçmaya karar verdi. Günlerce yemek yemedi. Etrafındaki tasavvuf
büyükleri: ‘Artık bir erin eteğini tutma zamanı geldiğini, Ankara’ya gitmesini
ve Hacı Bayram Veli’nin eşiğine yüz sürmesini, ancak onun Akşemseddin’i kendine
getirebileceğini’ söylediler.
Akşemseddin bu
sözleri işitip, yola düştü:
“Ben ki hastalara
sizler ile veririm şifa
Söyleyin şimdi
siz, hanginiz derdime deva”
diyerek
yollardaki bitkileri sevdi ve onlarla konuştu.
Cümle bitkiler, otlar gelip dile:
“Gönül eri olmaya, Hakk yolunda yanmaya, koş
Ankara’ya, Hacı Bayram’a !
O dur derdine deva,
oraya vararsın. Hacı Bayram’ı bulasın. Yoluna yüz sürüp baş eğesin.
Ve bilesin ki ak
toprakta onunla kavrulmayan, harmanlarda savrulmayan, kibir küpünü kırmayan, elini
yere vurmayan, aramasın boşuna şifa .
Çilesiz emek olmaz,
emeksiz yemek olmaz.”
diyerek nokta koydular sözlerine…
Akşemseddin baktı ki; yol çizilmiş, iz belli, yürüdü Ankara’ya
doğru…
O
sıralar Ankara’da mürşid-i kâmil olan Hacı Bayram Velî Hazretleri’nin müridleri
ile birlikte tarlada çalışıyor olmasını hoş görmedi. Tarlada rençberlik yapan
bu kişi mi Allah’ın görevlisi idi? O’nu, Akşemsettin’i Allah’a ulaştıracak,
nefsini tezkiye edecekti? Kendisi koskoca bir tıp otoritesi idi. Kur’ân ilmini
öğreneceği kişinin kendisinden daha yüksek bir dünya makamının sahibi olması
gerektiğini düşünüyordu. Nefsinin gurur afeti dolayısı ile geri döndü. Evine
vardığı gece gördüğü rüya, ona gerçekleri açıkladı. Rüyasında boynunda bir
zincir ve zincirin ucu da Hacı Bayram Velî Hazretleri’nin elinde idi. Yaptığı
hatayı anlayan Akşemsettin alelacele Ankara’ya geri döndü.
Hacı
Bayram Velî Hazretleri yine tarlada müridleri ile orak biçmekte idi. Akşemseddin
de diğer müridlerin arasına katıldı. Tarlada çalışmaya başladı. Yemek saatinde
Hacı Bayram Velî Hazretleri Akşemsettin’i sofraya davet etmedi. İşte Allah
yolundaki, nefsinin tezkiyesi doğrultusundaki ilk imtihanı başlamıştı.
Sofraya
davet edilmeyen genç tabip köpeklerle birlikte yemeye başlayınca Hacı Bayram
Velî: “Köse, hele gel bre! Çabuk aştın eşiği ve çabuk avladın beni…Zincir zoru
ile gelen misafir ancak böyle ağırlanır, beri gel” diyerek sofraya davet etti.
Akşemseddin’in gördüğü rüyadan haberdar
olduğunu böylece anlatıyordu.
O
ise, Akşemşeddin olmanın ilk adımını atıyordu.
Akşemseddin
ile Hacı Bayram Velî Hazretlerinin buluşması, iki denizin karşılaşınca coşup
taşmasını andırıyordu. Artık mürşidinin emrine, hizmetine giren Osmancık müderrisi,
nefsini şeyhinin himmetiyle terbiyeye soktu. Riyazata çekildi. O'nun en seçkin,
en gözde müridi olan Akşemsettin, mürşidi için can kulağıyla duyduklarını
çağlamaya başlar:
“Âşık oldum sana candan,
Hacı Bayram, pîrim sultan
Gönül himmet umar senden,
Hacı Bayram, pîrim sultan”
***
Hacı Bayram Şemseddin’i çok sıkı bir eğitimden geçirdi. ‘Az
yeme, az konuşma’ imtihanı uyguladı. Öyle ki; 7 günde bir kaşık sirkeden gayri
nesne tadamadı.
Zayıf düşüp, saçları
beyazladığından, beyaz giysiler giydiğinden ve en önemlisi yüzü nur içinde
bembeyaz olduğundan ona ‘Akşemseddin’ diye ad verildi.
***
Akşemseddin’in
daimî zikre ulaştığını şu beytinden anlıyoruz :
“Gördüm çû Hakk’ın vechini,
Aynel yakîn yâ hû derim;
Ki, safi lâ’da dem vurur,
Ben her dem illâ hû derim!”
***
Akşemsettin
Hazretleri kısa zamanda tasavvuf ilmini öğrenip hayatına tatbik etti ve velayet
kademelerinde yükseldi. Kısa bir sürede icazetini alan Ak Şeyh’in liyakatini
kendi ölçülerine tutturamayan, diğer müridler sorarlar:
-
Hocam, bazılarımız 40 yıldır Allah’ın yolundayız, bu mertebeye ulaşamadık.
Akşemsettin kısa
zamanda hepimizi geçerek Salah Makamı’na erişti. (Tahrim-8) Bunun Hikmet’i
nedir?
Hacı Bayram Velî Hazretleri:
-
Ey canlar, dedi. Bu Can (Akşemsettin) bizde ne gördü, işitti ise hemen inandı.
Ama kırk yıldır tasavvuf eğitiminde olanlar görüp işittiklerinin önce hikmetini
sordular, sonra teslim oldular. İşte teslimiyet farkı, hikmet buradadır... dedi.
Allah’tan
irşad izninin çıktığını öğrenince Bolu’nun Göynük ilçesine geldi. Halkı irşada
koyuldu.
***
Akşemsettin
Hazretleri ve Hacı Bayram Velî Osmanlı Sultanı 2. Murat’ın arzusu ile Edirne’ye
gittiler. II. Murad İstanbul’un fethini arzu ediyordu. Hacı Bayram Velî’den
sordu:
- Ne
dersiniz Şeyh Hazretleri fetih müyesser olacak mı?
Hacı
Bayram:
-Sultanım
fetih şu bizim köse ile (Akşemsettin) sizin Mehmet’e (Fatih Sultan Mehmet)
nasip olur. Ben bile o günü göremem, dedi.
Cin
Suresi 26 ve 27. âyetlerinde Allahû Tealâ: “Allah gaybın alimidir. Rızaya
ulaşan Resullerine gaybı verir.” der.
Akşemseddin
bu sözler üzerine İstanbul Fatih’inin istikbalinin kendi elinde şekilleneceğini
anlamıştı. Zaman geçti Mehmet Han Osmanlı tahtına çıktı.
Zaman
geldiğinde; Akşemseddin Hazretleri’nin: “Hiç durmadan küffar üzerine
yürüyünüz!” sözü ile 1453 Nisan’ında 53 gün sürecek olan kuşatma başladı. Cenk
bütün şiddetiyle sürüyordu. Günler günleri takip ediyor, genç Hünkâr zaman
zaman ümitsizliğe düşüyordu.
-
Fetih ne zaman? diyordu.
Ama
şeyhinden kat'i cevabı alamıyordu.
Netice
aleyhte gibi tecelli ediyordu. Söylentiler çoğaldı.
En
nihayet Akşemseddin fetih vaktine ait
işaretini bildirdi.
Ve
o saatte Fatih'in "Ya Bizans beni alır, ya ben Bizans'ı" dediği şehir
fetholundu.
Bu
haberi alan Sultan Mehmet’in yüzünde görülmemiş bir ışık parladı. Bütün hazırlıklar
yapıldı. Tekbir sesleri, ezan ve Kur’ân nağmeleri ile İstanbul kapıları
Müslümanlara açıldı. Fetih Akşemsettin Hazretlerinin dediği gibi olmuştu. Artık
padişah saadetinden uçacak gibiydi. Beyaz atı üzerinde İstanbul sokaklarında
ilerliyordu. Yanı başında yüce mürşidi Akşemsettin bulunuyordu. Muzaffer orduyu
selamlayan mağlüpler Akşemsettin’i padişah sanarak ona doğru koştular ve
ellerindeki çiçekleri uzattılar. Yüce Şeyh eli ile Fatih Sultan Mehmet’i işaret
ederek:
-
Sultan Mehmet Han odur. Ona gidiniz, dedi.
O
zaman genç ve muzaffer kumandan heyecanla:
-
Gidiniz, yine ona gidiniz. Evet, ben padişahım ama o benim yol göstericim
MÜRŞİD’imdir, dedi.
***
Fethin
akabinde Fatih Sultan Mehmed, Peygamberimiz SAV’in emriyle İstanbul’u kuşatan
ve şehid düşen, Peygamberimiz SAV’in mihmandarı Halid Bin Zeyd'in (Eyüp Sultan
Hz.) mezarını bulmasını Akşemseddin’den rica etti.
Beraberce
bugünkü türbenin bulunduğu yere geldiklerinde toprak kazıldı. Mezar ortaya
çıktı. Cesed ise sanki yeni konulmuş gibiydi.
Akşemseddin
Fatih'e manen çok şey verdi, onu gözü yaşlı bir Allah âşığı haline getirdi.
Hünkâr'ın
ısrarlarına rağmen İstanbul'da kalmadı, Göynük'e geri döndü.
Dünya,
mikrobu bilmezken Akşemseddi’in mikrobu keşfettiği yazılmıştır. Diğer
yazdıklarının yanında tıbba ait Maddetü'l Hayat adlı kitabı vardır. Tasavvuf
gerçeklerini Risaletü’n Nuriye’de aktarmıştır.
1459
yılında Göynük’de vefat etti. Ömrü boyunca zâhir ve bâtın ilimlerle ilgili
eserlerini yazıp, yûzbinlerce maneviyat ehli yetiştiren bu değerli mürşidin en
büyük hizmeti Fatih Sultan Mehmed’e Mürşid olup manevi destek vererek, fethin
gerçekleşmesine kuvvet kaynağı teşkil etmesi, o seneye kadar defalarca
kuşatılıp alınamayan İstanbul'un fethinde manevi fatihlik yapmasıdır.
HACI BAYRAM VELÎ’NİN ŞİİRLERİ
:
Hacı Bayram Velî Türkçe şiirler yazmış bir mutasavvuftur.
Onun günümüze kadar gelen şiirlerinin sayısı, dörttür. Çeşitli kaynaklardan
tesbit edebildiğimiz şiirler, üslûb olarak musiki kıvraklığındadır. Tesbit
edilen bu dört şiir şunlardır:
İLÂHÎ
1. Bilmek istersen seni,
Can içre ara canı.
Can içre ara canı.
2. Geç canından bul anı,
Sen seni bil, sen seni.
Sen seni bil, sen seni.
3. Kim bildi efalini,
Ol bildi sıfatını.
Ol bildi sıfatını.
4. Anda gördü zatını,
Sen seni bil, sen seni.
Sen seni bil, sen seni.
5. Görünen sıfatındır,
Anı gören zatındır.
Anı gören zatındır.
6. Gayrı ne hacetindir,
Sen seni bil, sen seni.
Sen seni bil, sen seni.
7. Kim ki hayrete vardı,
Nura müstağrak oldu.
Nura müstağrak oldu.
8. Tevhidi zatı buldu,
Sen seni bil, sen seni.
Sen seni bil, sen seni.
9. BAYRAM özünü bildi,
Bileni anda buldu.
Bileni anda buldu.
10. Bulan ol kendi oldu,
Sen seni bil, sen seni.
Sen seni bil, sen seni.
Açıklama:
1. Hacı
Bayram-ı Velî’nin burada iki senden bahsettiğini görüyoruz. Bunlardan birincisi
nefs dediğimiz beşeri ‘BEN’, diğeri ruh dediğimiz ilâhî ‘BEN’ dir. İnsanın
Allah’tan kopup gelen ilâhî yönüne ulaşması için nefsinden uzaklaşması, o
yönünü aşması gerekir.
2. Canından
geçmekle insan kendi özüne ulaşır. ‘Sen seni bil, sen seni’ mısrası şu sözü
hatırlatır; ‘Kendini bilen Rabbini bilir’. Zira insanın özü ilâhî asla
bağlıdır. Oradan gelmiş oraya dönecektir.
3. Yaptığı
işlerin iç yüzünü düşünen kişi o işlerin insandaki hangi sıfatın, hangi
özelliğin sonucu olduğunu bilir.
4. Sıfatını
bilen kişi sıfatın dayandığı yeri de bilir ki o da insanın özü yani kendi
zatıdır.
5. Bir
kimse, kendi sıfatını zatı vasıtasıyla görür, yani o sıfatı düşünür. Düşünme
özelliği zatın kendisinde mevcuttur.
6. Başka
bir şeye ihtiyacın kalmaz, eğer kendini bu iç gözlem ile bilebilir, aslına
ulaşırsan...İnsan özüne yabancılaşırsa kendini tanımaz, aslını bilmez. Eğer
insan sıfat, fiil çokluğundan kurtulup zattaki vahdete yani tekliğe ulaşırsa
kendi aslına kavuşmuş yabancılaşmadan kurtulmuş olur. İşte burada huzuru
bulur.
7. Hayrete
varmak bir tür gaybet halidir. Bu şekilde aklın aşıldığı bir hal elde edilir. Allah’ın
varlığını anlayan kişi artık nura dalmıştır. Tepeden tırnağa nur olmuştur.Yani
hakikat ışığını bulmuş hakikate ermiştir.
8. İşte
bu nura dalan, artık zata ait tevhide de ulaşmış, zati tecellilere mazhar olmuş
demektir. Zat bilinemez olduğu için, ancak sezgi yoluyla bilgisine ulaşılır. Allah’ın
Zatı’ndaki gayblık durumu zatı anlayan kişiyede intikal eder ve bir tür hayret
hali yani aklın aşıldığı bir hal elde edilir.
9. Hacı
Bayram-ı Velî kendi özünü bilmiş yani yabancılaşmadan kurtularak aslına ulaşmış, ikilikten
kurtulmuş ve tevhidi bulmuştur. Bu durumda O hem bilen hem de bilinen olmuştur.
Bilen ve bilinen ikiliği kalkmış zati tevhid elde edilmiştir.
10.
Bulan yine Hacı Bayram-ı Velî’nin kendisi olmuştur. Bu dünyada gerçeği
bulamayan kendi özüne ulaşamayan kimseler öbür dünyada karanlıkta
kalacaklardır. Bu dünyada özüne yabancı kalan ahirette yabancılaşmanın
bedelini ödeyecektir. Tabii olarak öze ulaşmanın birinci şartı İslâm’ı tam
olarak yaşamak ve bu şekilde nefsani duygulardan arınmaktır. İslâm’ı tam olarak
yaşamayan kimselerin öze dönmesi mümkün değildir. Kısaca öze dönüş yaşanarak
elde edilir. Bir sufinin manevî olarak ilerlerken çeşitli makamlardan
geçtiğini çeşitli gizli halleri öğrendiğini biliyoruz. Bunlar tamamen
yaşanarak elde edilen tecrübelerdir. Hacı Bayram Velî Hz.leri de bu manevî
tecrübeleri kendi şiirinde bu şekilde anlatmaya çalışmıştır.
İLÂHÎ ZİKİR
1. Noldu bu gönlüm, noldu bu gönlüm?
Derdü gam ile doldu bu gönlüm.
Derdü gam ile doldu bu gönlüm.
2.Yandı bu gönlüm, yandı bu gönlüm,
Yanmada derman buldu bu gönlüm.
Yanmada derman buldu bu gönlüm.
3. Gerçi ki yandı, gerçeğe yandı,
Rengine aşkın cümle boyandı.
Rengine aşkın cümle boyandı.
4. Kendi de buldu ,kendi de buldu,
Matlabını hoş buldu bu gönlüm.
Matlabını hoş buldu bu gönlüm.
5. Elfakru fahri, elfakru fahri,
Demedi mi alemlerin fahri.
Demedi mi alemlerin fahri.
6. Fakrını zikret, fakrını zikret,
Mahv u fenada buldu bu gönlüm.
Mahv u fenada buldu bu gönlüm.
7. Sevda-yı a’zam, sevda-yı a’zam,
Bana k’oluptur arş-ı muazzam.
Bana k’oluptur arş-ı muazzam.
8. Mesken-i canan, mesken-i canan,
Olsa acep mi şimdi bu gönlüm.
Olsa acep mi şimdi bu gönlüm.
9. Bayrami imdi, bayrami imdi,
Yar ile bayram eyledi şimdi.
Yar ile bayram eyledi şimdi.
10. Hamd senalar, hamd-ü senalar,
Yar ile bayram etti bu gönlüm.
Yar ile bayram etti bu gönlüm.
Açıklama:
1. Hacı
Bayram-ı Velî, gönlünde iç dünyasında meydana gelen değişikliği anlatıyor. Akıl
düşünme, gönül sevme yeridir. Onun kutsal gönlü, Mevlasının aşkına tutulmuş o
aşk ile yanmakta, sevdiği Mevlasının derdiyle, iç alemi ile meşgul olmaktadır. Buradaki
dert sevgiliden ayrı kalmanın verdiği acıdır. Allah’a en çok aşık olanlar, O’nu
en çok sevenlerdir.
2. Burada,
iç aleminin ayrılık ateşiyle yandığını belirten Hacı Bayram-ı Velî, bu
ateşin kendisini olgunlaştırdığını ifade ediyor, yanmada derman yani şifa
bulduğunu söylüyor.
3. Gönlüm
bu aşk ateşiyle her ne kadar yanıyorsa da bu yanma maddi çıkar değil,
mutlak güzellik sahibi Allah içindir. Yani boşuna değil faydalı bir yanma. Hacı
Bayram-ı Velî bu yanmanın bütün vücudunu sardığını tepeden tırnağa Allah
sevgisiyle dolduğunu belirtiyor.
4. Allah’ı
dışarda değil iç dünyasında bulduğunu söylüyor. Müminin kalbi Allah’ın evidir. İnsan
iç dünyasını kötülüklerden temizleyebilirse orada Allah’ı bulur.
5. Bu
mısralarda Hacı Bayram-ı Velî fakr ve mahv gibi hallerden bahsediyor. İnsanın
sırf Allah’a muhtaç hale gelmesi onu diğer insanlara muhtaç olmaktan kurtarır. Fakr’da
insanın gerçek özgürlüğü vardır. Bu durumda olan kişi gerçek kulluğa da
yaklaşır. Her şeyi Allah’tan bilir. Allah’tan başka herşeyi geçici ve fani
olarak görür. Hacı Bayram-ı Veli’nin burada Peygamberimiz’in ‘Fakirlik benim
öğüncümdür’ hadîsini zikretmesi, Peygamberimiz’i her konuda örnek aldığını
göstermektedir.
6. ‘Fakrını
zikret’ten’ amaç hiçliğini anla demektir. Bu makamda olan kişi, nefsini yok
bilince nefsine ait kötü yanları siler, yerine iyi huyları hakim olur. İnsanın
iyi huyları elde etmesi için nefsini bu şekilde terbiye etmesi gereklidir. Tasavvuf
işte bu ahlakı sağlayacak kısa yoldur.
7. İnsanın
içinde çeşitli alemler vardır. Bunun bilincine ulaşan insan ne kadar büyük bir
varlık olduğunu anlar. İnsan Allah’ın yeryüzünde halifesi olduğuna göre
halifeninde önemli bir varlık olması gerekir. Bu makama ulaşmış insan öyle
yücelir ki bütün alemleri hissedebilir, beşeri ve maddi bağlardan sıyrılır, ilâhî
planda bir çeşit varlık elde eder.
8. Hacı
Bayram-ı Velî’nin gönlü artık Allah’ın evi olmuştur. O, ihsan mertebesine
erişmiş, her an Allah’ı görür gibi kulluk etmenin bilincindedir. Bu durumda
olan kişi sürekli beraber olduğu Allah’ın isteği şekilde ahlaklanır, kalbi
Allah’ın evi olur.
9. İlahinin
başından beri Hacı Bayram-ı Velî geçirdiği tasavvufi tecrübeleri anlatmaktaydı.Bu
mısrada artık O, sevgiliye yani Mevlasına kavuşmuştur.İşte Allah’a vuslatı,
Hacı Bayram-ı Veli’nin ifadesiyle büyük bayramdır. Aynı vuslata Mevlâna Celâleddin-i
Rûmî, Şeb-i Aruz ismini vermektedir. Allah’a aşık olan kişiye bu dünya içindeki
sıkıntılar önemsiz gelir, stresten, huzursuzluklardan kurtulur, her gününü bir
bayram sevinci ile geçirir.
10. Bu
mısrada Hacı Bayram-ı Velî kendisini bu makama eriştiren Yüce Allah’a hamd
ediyor.
İLÂHÎ
TAKSİM
1.Çalabım bir şar yaratmış,
İki cihan arasında.
İki cihan arasında.
2.Bakıcak Didar görünür,
Ol şarın kenaresinde.
Ol şarın kenaresinde.
3.Nagihan bir şara vardım,
Anı ben yapılır gördüm.
Anı ben yapılır gördüm.
4.Ben dahi bile yapıldım,
Taş ve toprak arasında.
Taş ve toprak arasında.
5.Şakirtleri taş yonarlar,
Yonup üstada sunarlar.
Yonup üstada sunarlar.
6.Mevlanın adın anarlar,
Taşın her paresinde.
Taşın her paresinde.
7.Ol şardan oklar atılır,
Gelür sineme batılır,
Gelür sineme batılır,
8.Aşıklar canı satılır,
Ol şarın bazaresinde.
Ol şarın bazaresinde.
9.Şar dedikleri gönüldür,
Ne alimdür ne cahildür.
Ne alimdür ne cahildür.
10.Aşıklar kanı sebildür,
Ol şarın kenaresinde.
Ol şarın kenaresinde.
11.Bu sözümü arif anlar,
Cahiller bilmeyüp tanlar.
Cahiller bilmeyüp tanlar.
12.Hacı Bayram kendi banlar,
Ol şarın minaresinde.
Ol şarın minaresinde.
Açıklama:
1. ‘Çalap’
Allah demektir. Allah ise iki cihan arasında bir şehir yaratmıştır. Bu şehir
insan gönlüdür, kalbidir. Bir yönü maddi aleme, diğer yönü ahirete bakar.
2. Allah
akılla idrak edilemez ancak kalp ile sevilir. Yani Allah’ı anlama yeri kalptir.
Allah’ın kalpten bu şekilde bir görülebilirliği vardır ki bu, akıl üstü
görmedir.
3. Hacı
Bayram-ı Velî aniden bu şehre girdim diyor, yani tasavvuf eğitimine adım
atışından bahsediyor. Hacı Bayram-ı Velî’nin onu yani gönlünü yapılır görmesi
gönlünün sürekli gelişim halinde olması, sürekli manevi olgunluğa yönelişi diye
tanımlanabilir.Bu yöneliş gönlün yani kalbin noksanlıklardan nefsi duygulardan
temizlenerek olumlu yöne yönelmesi demektir.
4. Hacı
Bayram-ı Velî taş ve toprak arasında ben yapıldım diyor.Taş insandaki olumsuz
yönler toprak ise iyilikler ve güzelliklerdir. Bu iki yönün düzenlenmesi kalbin
olgunlaşması onun inşa edilişi demektir. Hacı Bayram-ı Veli, Ebu Hamid’in
nezaretindeki manevi olgunlaşma sürecini taş ve toprak arasında yapılmak diye
tanımlıyor. Bu ifade de ayrıca topraktan ruhun tekamülü taştan da nefsin
tekamülü anlaşılabilir.
5. Şakirdlerin
taş yontması nefsin kötü yanının giderilmesi kötü ahlakı
bırakmak demektir. Şeyh öğrencisinin manevi olgunluğunun gelişimini
sürekli takip eder. Hacı Bayram-ı Veli ‘de kendisine verilen tasavvufi
görevleri yapmış, yaptıkça da hocasının yani Ebu Hamid’in kontrolüne sunmuştur.
6. Taşı
yontarken yani kalbi temizlerken araç Allah’ın adını zikretmektir. Zikir
hatırlamak anlamına gelen bir Kur’an tabiridir. Bir kişi hatırladığını düşünür,
düşündükçe sever yada sevdiğini düşünür, düşündükçe hatırlar. Zikrin Allah’a
ulaştırmadaki fonksiyonu budur. Sürekli Allah’ı düşünmek, düşünce ve ruhi
planda O’nunla birlikte olmak insanı ihsan mertebesine ulaştırır. İşte sürekli
zikr ihsan oluşumunu, bu da Allah’ı sevmeyi ve güzel ahlak elde etmeyi sağlar.
7. Gönül
şehrinden ok atılması ve onun göğsünü yakması, Allah aşkına uğrayan kişilerin
sıkıntıların artması demektir. Allah ‘da bu şekilde kulunun kendini tam olarak
sevip sevmediğini kontrol etmek için çeşitli sıkıntılara, imtihanlara, hastalıklara
maruz bırakır.
8. Hacı
Bayram-ı Velî burada Allah aşkı için candan bile geçmenin gerekliliğini
vurgular. İnsanın canı herşeydir. Onu feda etmesi herşeyini feda etmesi
anlamına gelir. Allah’ı sevme yolu gerekirse bu uğurda canı da feda etmeyi
gerektirir. Bu mısralarda gönlün pazara benzetilmesi ve orada canın satılması,
Kur’an da Allah’ın razı olduğu kimseler hakkında alışveriş olayına benzer. Tevbe-111’ de ‘ Allah, cennet
karşılığında onların canlarını ve mallarını satın aldı’ buyurulmaktadır.
9. Şar
gönüldür. İnsan gönlü bir şehire benzer. Şehir çok geniş bir alandır ve içinde
herşey bulunur. Gönül de o kadar büyüktür ki yere göğe sığmayan alan Allah’ı
seven inançlı kulun kalbine sığar.Ancak gönülde ilim ve zıddı cahillik olmaz,
orada sezgisel yönü olan irfan ve inkar bulunur. Allah’da gönülde sezgiye
dayalı bu irfan ile bilinebilir. Bu bilişin temelinde Allah sevgisi ve sevginin
kalpte meydana getirdiği sezgi bulunur. Hacı Bayram-ı Velî burada Allah’ı bu
yolla anladığını, ilim ve zıddı cahilliğin bir kalp ameli olmadığını
vurguluyor. Çünkü ilim bir beyinsel faaliyet ürünüdür ve bu faaliyet insanı
Allah’a ulaştırmaz.
10. Gönül
evinin daha doğrusu gönül şehrinin kenarında yani pazarında aşıkların kanı
bedava akar. Yani canın bir önemi yoktur. Bu uğurda çok sayıda Allah dostu
canlarını feda etmişlerdir.
11.
Hacı Bayram-ı Velî tasavvufta özel bir konum olan Tadmayan Bilmez hususuna
işaret eder. Tasavvuftaki, bu sevgi, ölüm, herşeyini feda, fena, beka gibi
hallerin anlaşılması o hallerin yaşanması ile mümkündür.Yaşamayan cahiller
boşuna söz söyler kuru gürültü yaparlar.
12. Bu
son mısralarda Hacı Bayram-ı Velî ben bu tasavvufi tecrübeleri yaşadım, bu
şiirimle size anlatıyorum diyor. Gönül şehrinin sokaklarını her yeriyle iyice
öğrenen Hacı Bayram-ı Velî şehrin minaresine çıkarak yani şeyhlik makamını elde
ederek öğrendiklerini insanlara anlatıyor, onları doğru yola çağırıyor.
İLÂHÎ
SAVT
1. Hiç kimse çekebilmez,
Pektir feleğin yayı.
Pektir feleğin yayı.
2. Derdine gönül verme,
Bir gün götürür vayı.
Bir gün götürür vayı.
3 .Gelür güle oynaya,
Al (da)dır seni çapüktür.
Al (da)dır seni çapüktür.
4. Bir bunculayın fitne,
Kande bulurarayı
Kande bulurarayı
5. Bir fani vefasızdır,
Kavline inanma hiç.
Kavline inanma hiç.
6. Gah yoksulu bay eyler,
Gah yoksul eder bayı.
Gah yoksul eder bayı.
7. Çün yüzün dündürdü,
Bir lahza karar etmez.
Bir lahza karar etmez.
8. Nice seri pay eder,
Döner ser eder payı.
Döner ser eder payı.
9. Denir vahit vahdette,
Kasretde kanı tefrik.
Kasretde kanı tefrik.
10. Hızr ermedi bu sırra,
Bildirmedi Musa’yı.
Bildirmedi Musa’yı.
11. Hayran kamu alimler,
Bu ma’ninin altında.
Bu ma’ninin altında.
12. Kaf’dan Kaf’a hükmeden,
Bilmez bu muammayı.
Bilmez bu muammayı.
13. Miskin Hacı Bayram sen,
Dünyaya gönül verme.
Dünyaya gönül verme.
14. Bir ulu imarettir,
Alma başa sevdayı.
Alma başa sevdayı.
Açıklama:
1. Hacı
Bayram-ı Veli bu mısrada dünya denilen imtihan yerinin çeşitli sıkıntılarla ve
zorluklarla dolu olduğunu ifade ediyor. Kur’ân-ı Kerim’de ise Allahû Teala
Bakara-155’de ‘ Elbette biz sizi biraz korku, biraz açlık ve
mallardan,canlardan, ürünlerden eksiltmekle sınarız, sabredenleri müjdele’
buyurmaktadır.
2. Dünyanın
derdine fazla dalma, onun stresinden kendini çek çıkar, onun malına mülküne
süsüne aldanma zira hepsinin sonu ‘ Vay ’ dır.Yani pişmanlıktır.
3. Dünyanın
yüzü tatlıdır, insanı çeken parası, altını, elbisesi, süsü, çeşitli eşyaları
vardır. Dünyaya dalan ahiretini ihmal eder, bu nedenle eli çabuk olan dünya
herkesi çabucak kendine çeker.
4. Dünya
o kadar fitne dolu ki bunlara dayanamamaktan kaynaklanan aman feryatları ne
kadar çok, ne kadar yaygındır. İnsanların geneli dünyaya aldanır.
5. Dünya
geçicidir, fanidir, kendisine bağlanana vefası yoktur. Onu mezara kadar takip
eder ancak kendisini çok seven insanı orada bırakır, insan mezarda yanlız
kalır.
6 .Dünya
o kadar vefasızdır ki bir bakarsın fakiri zengin etmiş, bir bakarsın onu
yeniden fakir etmiş, hiç düzeni ve kararı yoktur. Bu yüzden insan
zenginliğine güvenmemeli fakirliği içinde üzülmemelidir.
7. İnsana
yüzünü döndürdü mü bir an beklemez elinden geleni yapar ve ahireti unutturur bu
nedenle iki yüzlüdür, dünyaya güvenilmez.
8. Dünya
nice ayağı baş yapar, bazende başları ayak yapar.
9. Vahid
(bir) vahdette ( birlik halinde)dir. Kesret (çokluk yani dünya) düşünülünce
nerede kalır aradaki fark. Allah’ın birliğinin yanında bu dünyanın çokluğu. Kendisi
bir olan Allah, çoklukta da bir olarak kendisini göstermektedir. Ancak bu
ikisinin arasındaki farkı nasıl anlayacağız?
10. Bu
sırrı Hızır bile bilmedi, Allah Musa’ya bildirmedi. Teklikte teklik ile
çoklukta teklik arasındaki fark nedir? En üstün insanlar bile bunun sırrına
eremedi. Dünya çokluğunda Allah’ın tecelli etmesi bu tecelli olmadan da bir
olması...İkisi de aynı neticeye varıyor, ama aradaki ince sır gibi fark nedir?
11. Bunun
ifade ettiği anlam o kadar derin ki çok bilgisi olan insanlar bile bu işin içinden
çıkamadılar.
12. Kaf’tan
Kafa’a hükmeden yani bütün dünyayı yöneten hükümdarlar bile dünya ve ifade
ettiği vahdet sırrı konusunda aciz kaldılar. Dünya ile iç içe olan onlar ve
dünyayı en iyi bilende onlar ama bu konuda çaresizler.
13. Ey
Hacı Bayram dünyanın durumu bu.. .O halde bu vefasız aldatıcı dünyaya
gönül verme ona kanma. Tasavvufta insanı Allah’a ulaştırmada engel olan herşeye
dünya denmiştir. Bu bakımdan Hacı Bayram-ı Velî Hz.’leri kendine dünyaya
gönül verme, ona tapma, sadece Allah’ı bil, O’na kul ol demektedir.
14. Sevda
büyük imarettir, Allah’tan başka bu büyük imaret yeri olan dünyaya meyletme, bu
dünyayı sevme… Hacı Bayram-ı Velî’nin hem dünyadan uzak kalması hem de
dünyada yaşaması, kalben vahdeti cismende kesrette vahdeti yaşamasından başka
birşey değildir. Çünkü mutasavvıflara göre dünya kalınıp sürekli bağlanılacak
yer değildir. Ama dünyanın da imar edilmesi red edilmemiş Hacı Bayram-ı
Velî tarafından dünyevi sosyal faaliyetler (üretim,tarım, hayvancılık, fakirlere
yardım ) özellikle desteklenmiştir ve çalışma tavsiye edilmiştir.
Hacı Bayram Veli’nin tasavvuf felsefesi incelediğimizde
günümüze kadar gelen bu dört şiirde de görüldüğü gibi çeşitli tasavvufi
tecrübeler yansıtılmaktadır. Şiirlerde geçen fakr, fena, mahv, muhabbet, yanmak,
Allah’ın adını anmak, dünyaya gönül vermemek, kendini bilmek nura dayanmak gibi
konular tasavvufun ana temalarını oluşturmaktadır. Hacı Bayram Velî’nin
günümüze değin gelen kesin dört eseri olmakla birlikte Osmanlı Devleti’ni
ahlakî, dînî, iktisadî ve siyasî açıdan geniş ölçüde etkilemiştir.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder
Not: Yalnızca bu blogun üyesi yorum gönderebilir.