DAVRANIŞ
BİÇİMLERİ
ve
MUTLULUK ARASINDAKİ İLİŞKİ
Allah’ın
hedefleri
İnsan
adı verilen mahlûk mutlaka başka insanlarla birlikte yaşamak mecburiyetindedir.
Herkes yaşamak için başkalarına muhtaçtır. Başkalarının diktiği bir elbiseyi,
bir gömleği giyecektir. Buğday yetiştirenlerin yetiştirdiği buğdaydan, çeşitli
sebzelerden yiyecektir. Kasaplardan et alacaktır. Herkes kendi görevini yapacak
ve topluma sunacaktır. Böylece ortaya konanlar,
taliplileri tarafından alınıp tüketilecektir.
İnsanlar
karşılıklı bir diyalog, yardımlaşma ve değişim içindedir. Yetiştirenler,
satanlar ve tüketenler vardır. Satanlar sadece bir aracı pozisyonundadır. Ama o
aracılar olmaz ise satılacak olan malın alıcıya ulaştırılması da söz konusu
olamaz.
Allahû
Tealâ, bütün insanların mutlu olmasını ister. Başkaları için yaşamak, mutluluğun temelindeki en
fonksiyonel hüviyeti taşır. Mutluluğunun doruğa çıkması, kişinin bütün
boyutlarda başkaları için yaşamayı başardığı noktada tecelli eder.
Allahû
Tealâ'nın hedeflerini en iyi kavramış kişi, kendisini başkalarının mutluluğuna
adayan, hayatını sadece başkalarını mutlu etmek için harcayan, tüketen bir
insandır. O kişinin her günü mutlaka mutluluğun doruklarında geçer. Günlerin
nasıl geçtiğini anlayamaz. Davranış biçimlerindeki temel felsefeyi en iyi anlamış olan kişi, kendisini başkalarının
mutluluğuna adayan ve yaşayandır.
Allahû
Tealâ’nın, insanları bir araya getirmesinde ki muradı da başkalarına yardım
etmesidir. Eğer insanlar "Rabbenâ, hep bana!" derlerse sadece mutsuz olurlar; başkalarını
da mutsuz ederler.
Bir
insan manevî bir terbiye almışsa, başkaları için yaşamanın ilk adımını
atmıştır. O
kişiye: "Hayatına mutluluk elbisesini giydirmek, huzur libasına bürünmek
istiyorsan o zaman kendini başkalarının mutluluğuna hasret. O istikamette
çalış. Her saniye bir başkasına nasıl mutluluk verebilirim?” diye düşünmesi
öğretilir; “Hayatın sadece
bunu gerçekleştirmek üzere geçsin”
denilir.
Allahû Tealâ’nın
hedefi unutulmamalıdır; Allahû
Tealâ, herkesi başkalarını mutlu etmek
üzere yarattı. Hiç sebep yokken bile etraftaki insanlara birkaç güzel söz
söylediğinizde, "Seni çok seviyorum." dediğinizde hiçbirşey kaybetmezsiniz. Eğer gözleriniz de
o söylediğinize paralel bir görüntü veriyorsa, o zaman hedefe ulaştınız
demektir.
İnsanlar
için ya mutluluk ya da mutsuzluk vardır. Bu iki kutbun arasında insan her gün
farklı noktalarda bulunur. Kişinin çok
mutlu, daha az mutlu ve mutsuz günleri olabilir. Bazen
kişinin talep ettiği şeyler, yaşarken gerçekleşmeyebilir. Allahû Tealâ'nın hazineleri
boldur. Bu noktada kişi durup bir başka hedefe yönelmelidir. Bu hedef,
başkalarını mutlu etmek istikametinde olduğunda kişinin mutluluğu gerçekleşir.
Aslî
unsur; sevmek
Madalyonun
sadece iki tarafı vardır; sevmek ve nefret etmek. İnsanlardan nefret etmeyin. Eğer onlar,
nefretinizi kazanacak şeyler yapıyorlarsa bu onların problemidir. Siz onlardan nefret
etmemelisiniz. Onları da sevmeye çalışın. Etrafınızda en az sevdiğinizden en
çok sevdiğinize kadar bir sevgi halesi oluşsun. Siz madalyonun sadece sevgi
tarafını görün.
Kişi
kendisinden nefret edeni de sevebiliyorsa o zaman Allahû Tealâ'nın ona verdiği görevi yapmış olur. O kişinin sizden nefret
ettiğini bilseniz de onu sevebileceksiniz.
Allahû
Tealâ, başkalarının mutluluğu için yaşamanın aslî unsurunun sevmek olduğunu ifade etmektedir. Kim kendisini
başkalarının mutluluğuna adamışsa davranış biçimlerinin en mütekâmiline ulaşmış
ve Allah’ın indindeki en gelişmiş statüsünü tatbik sahasına koymuştur.
Allahû Tealâ,
bizlere başka insanlara ne kadar mutluluk verebilirsek o kadar mutluluğun geri
dönebileceğini buyurmaktadır. Eğer etrafınızda 20 kişi varsa ve siz herbirine
onları mutlu edecek şeyler söylüyorsanız, Allahû Tealâ,
onlara verdiğiniz mutluluğun
toplamı kadar sizi mutlu eder. Böylece siz herbirine verdiğiniz mutluluğun 20
katı mutluluğu yaşarsınız.
Zikir,
ibadetlerin en büyüğüdür. Başkaları için yaşayabilmek kolay bir iş değildir.
Kişinin daimî zikre ulaşmasını gerektirir. Ama bir insan işlem yönünden, ibadet
yönünden (zikir ibadetlerin en büyüğüdür) o zirvede olmasa da başkalarına
hizmet ederek; zikrin
sağlayacağı mutluluğa erişebilir. Bu ifade "Zikri bir kenara bırakın,
başkalarını mutlu edin." anlamına gelmez. Başkalarını mutlu ederken de
zikir yapın demektir.
Kişi,
"Allah, Allah, Allah..." diye sesli bir zikirden sonra, sessiz zikre
(iç sesi ile), sonra da dilini de kımıldatmadan enfüsî zikre (iç dünyasındaki zikre) dönüştürebilirse ve bu konuda uzun süre gayret
ederse, bir gün iç zikri gününün bütününü doldurur.
Bir
insan, her gece yatarken kıbleyi sağına alıp, sağ kulağını yastığa koyarak ve
kalbinin çift atışlarını “Al-lah, Al-lah, Al-lah…” sesini duyarak uykuya
zikirle girmeyi kendisine usûl haline getirmelidir. Kalbinin atış seslerini
duyabilmek için kafasını sağa sola oynatabilir. İşte uykuların en güzeline o
zaman dalar ve bütün rüyaları pırıl pırıl rüyalar olur. Kâbus görmez.
Allah'a mülâki olmayı, ruhunu hayattayken
Allah'a ulaştırmayı dileyen herkes, dilediği andan itibaren Allah'ın yoluna
girer. Sonra
kişi kendisi ruhunu Allah’a ulaştırmaz;
Allah, onun ruhunu Kendisine ulaştırır. Bir
insan Allah'a ulaşmayı dilediği andan itibaren; gerçekten
dilemişse bilmediği, tatmadığı bir huzur ve mutluluğu yaşar. Allah’a ruhunu ulaştırana
kadar 7-8 aylık bir süreç içerisinde dünyadaki en mutlu ve huzurlu insanlardan
biri olur.
Kişi
Allah'a ulaşmayı dilediğinde 1. safha gerçekleşir. Kişinin mürşidini
Allah'tan sorması 2. safhayı gerektirir. Allah ona mutlaka mürşidini gösterir.
Kişinin mürşidine tâbiiyetiyle beraber, ruhu vücuttan ayrılıp önce ana dergâha
sonra da ruhu 7 tane gök katına birer birer ulaşır. Buna paralel olarak nefsin
kalbinde Emmare, Levvame, Mülhime, Mutmainne, Radiye, Mardiyye ve Tezkiye olmak
uzere herbir tezkiye kademesinde % 7'lik fazıl birikimi oluşur. Başlangıçta
kalpte oluşan % 2 rahmet nuruyla beraber
% 49 oranındaki fazıllar, o kişiyi nefs tezkiyesine ulaştırır. Nefs
tezkiyesi, Allahû Tealâ'nın herkese verdiği bir ni'mettir. Bu ni'meti
tamamlayana kadar kişi dünyadaki en mutlu insanlardan birisi olur. Kişinin
burada unutmaması gereken şey bu mutluluğunu başkalarına da ulaştırması
gerektiğidir.
Mutluluk
Mutluluk;
sirayet edici (yayılan), başkalarına bulaşan bir güzelliktir. Başka insanların
da mutluluğuna vesile olmaya çalıştığınız da karşı taraftan da güzel davranışlar
gelir.
Kişi
mutlu değilse hemen "Allah, Allah, Allah, Allah..." diye zikre
başlamalıdır. Eğer bir insan Allah'a ulaşmayı dilediyse zikir tesirini gösterir; dilemediyse
göstermez. Çünkü kişi kabloları birbirine bağlamamış olur. Allah'a ulaşmayı
dilemek, kişiyle Allah arasında bir bağdır; bir kablodur. Kişi
dilemezse o kabloyu yok eder. Allah'a ulaşmayı diledikten, vuslata ulaştıktan
sonra şeytan bu kabloyu yok etmeye çalışır. Kişi ona mağlup olursa Allah’ın
yolundan düşer.
Davranış
biçimleriniz başkalarına örnek olmalıdır ki;
onlar da sizin gibi davranışlar içinde olsunlar.
Sevgi,
Allahû Tealâ tarafından verilen bir duygudur. Birisi size güzel davrandığında,
sevgiyle yaklaştığında, gözlerinde size olan sevgisinin ışıltılarını
hissettiğinde içinizden gelen duygudur. Bu eşyanın tabiatına uygun bir
davranıştır. Bu, sevginin karşılığı
sevgidir. Şeytan tarafından verilen bir başka duygu vardır. O da nefretin
karşılığı nefrettir. Bir insan diğerinden nefret ediyorsa; diğeri bütün gayretine rağmen onda nefret olduğunu
gördüğü zaman eğer kendini iblisin tuzağından koruyamazsa o da karşısındakinden nefret etmeye başlar.
Etrafınızdaki
insanlar Allah'ın yolunda olduğunuz için size diş bileyebilirler. Kim size Allah'ın
yolundasınız diye kızıyorsa
bu, sizin için bir şereftir. Onlar sadece Allah'ın yolunu ve güzelliklerini
bilmedikleri için kızarlar. Mutluluk terazisinde tartıldığında siz mutlusunuzdur;
onlarsa mutsuzlardır. Terazinin
iki kefesinden birisi sizin kefenizdir. Kefesi
yukarıda olan Allah'a yakın; aşağıda olan ise şeytana yakındır. Sıfır
noktasından aynı seviyede uzaktasınız. Sıfır noktasından
yukarı çıkan şey mutluluk, aşağı inen de mutsuzluktur.
Allahû
Tealâ insanları sıfır noktasında yaratmıştır. İnsanı killi topraktan
(salsalinden) yaratmış. Sonra ona ruhundan üfürmüş. Âdem (A.S) yaratılmıştır.
O'nun kaburga kemiğinden Hz. Havva'yı yaratmıştır. Onlardan insanlar birer
birer dünyaya gelmiştir. İşte şu anda bizden evvel ölen milyarlarca insan var.
Şu anda bizler hayattayız. Bizler de bir gün öleceğiz. Bizden sonra da
milyarlarca insan hayata gelecek, yaşayacak ve ölecektir. İnsanlara güzel
şeyler söyler, hayatınızı insanların mutluluğuna adarsanız, insanlar en güzel şekilde sizden bahsederler. Şairin
dediği gibi "Bâki olan bu kubbede bir hoş sadâ imiş…"
Biz herkesi
severiz. Bize kızanlar da buna dahildir. Kimseden nefret etmeyiz.
Allahû
Tealâ insana mutluluğun reçetesini vermektedir.
Tatbik eden kişinin mutlu olmaması mümkün
değildir. Bu dünyada insanların en çok istediği şey de mutluluktur.
Davranış
biçimlerinde mutlu olmanın ne olduğu çok iyi bilinmelidir.
Mutlu olmak;
1- Bir insanın iç
dünyasında mutlu olmasıdır; nefsiyle ruhu arasındaki kavganın bitmesidir.
2- Dış dünyasında mutlu
olmasıdır; başka insanlarla arasındaki kavganın bitmesidir. Burada dikkat
edilmesi gereken şey bizim onlarla kavgamızın bitmesi gerektiğidir; kişiler
bizimle kavga etmeye devam edebilirler. Biz başkalarının sahasına girmeden top
oynamayı bilmeliyiz. Onlar yanlış yapabilirler.
Onlara sadece tavsiyelerde bulunmalıyız ve onları incitmemeye çalışarak ikaz etmeliyiz.
3- Allah'ın
bütün emirlerini yerine getirmesi; Allah ile olan ilişkilerinde mutlu
olmasıdır.
Mutlu insan bu 3 ayrı cephede başarıya
ulaşmıştır.
Nefsin
kalbindeki afetler, zikirle temizlenir. Kişi
başka insanlarla ilişkilerinde onları kırmayacak, onların beğenisini kazanacak olan bir davranış biçimleri dizisi tatbik ederse ve
hayatını bu istikamette şekillendirebilirse, nefsin kalbinde afetler olsa da
başkalarını mutlu eden bir kişidir. Asıl mutluluk budur.
Davranış
biçimlerinin temelini teşkil eden hususlar; hayatınızı başkalarının mutluluğuna
adamak, size kızanları da mutlu etmeye çalışmaktır. O kişilere de mutluluğun
reçetesini vermek ve onları da mutlu etmek konusunda bütün gayretiyle çalışmaktır.
Mutluluk;
başkalarına hizmetin aynasıdır. Bu ise beşerî münâsebetlerde yani davranış
biçimlerinde, insan ilişkilerinde en önemli faktördür.
Davranış
biçimlerinin özü; bir insanın hayatını başkalarının mutluluğuna adamasıdır.
Başkaları ona kötü davranırken bu kötülüğü hiçe sayıp
onlara iyi davranmasıdır. Allah'ın
tasarrufuna girdiğiniz zaman bunu yapmayı öğreneceksiniz. Siz o zaman kimseye
düşman olamazsınız. Hiç kimse için Allahû Tealâ'ya onu cezalandırması için
müracaat edemezsiniz. İçinizden gelmez. İç dünyanızda intikam duygusu bütünüyle
yok edilmiştir. Kişinin bu noktada sadece diyebileceği şey “Herşey çok mu güzel yoksa bize mi öyle
geliyor?” olacaktır.
Dünya
adı verilen bir gezegende yaşıyoruz. 100 milyar galaksi ve her galakside 100
milyar yıldız bulunmaktadır. Birçoğunda hayat var. Onun için Allahû Tealâ
Kur'ân-ı Kerim'de "yerlerdeki insanlar, göklerdeki insanlar, ikisinin arasındaki insanlar" diye 3
grup insandan bahsediyor. Her gezegene göre diğer gezegenler, göklerdeki
insanlar ve ikisinin arasındaki insanlardır.
19/MERYEM-65: Rabbus
semâvâti vel ardı ve mâ beynehumâ fa’budhu vastabir li ibâdetih(ibâdetihî), hel
ta’lemu lehu semiyyâ(semiyyen).
Semaların, yeryüzünün ve ikisinin
arasındakilerin Rabbidir. Öyleyse O'na kul ol! O'nun kulluğunda sabırlı ol!
O'nun İsmi'yle isimlendirilen (bir kimse) biliyor musun?
Allahû
Tealâ'nın davranış biçimlerinde emrettiği standardı nasıl gerçekleştirmiş
oluruz?
Başkalarına
nasıl davranırsanız, onlardan aynı davranış size geri döner. Atalarımız diyor
ki: "Ne ekersen onu biçersin."
Başkalarına öfkeyle davranırsanız öfkeyle cevap alırsınız.
Önemli olan, hiç hatanızın olmadığı
bir konuda, bir başkasının tamamen haksız bir
davranışla öfkeyle size geldiği noktadaki
davranış biçimidir. Öfkeyle gelip de kötü söz söyleyen birisine kötü söz söylemek
yerinede, sükûnetle ondan af dilemek
büyüklüğünü gösterdiğiniz noktada Allah’ın emrettiği standartlarda davranmış
olursunuz.
Hz. İsa bir peygamberdi. Allahû Tealâ
tarafından tüm afetleri yok edilmişti. Ama Hz. İsa ne diyordu? "Senin
yanağına bir tokat atan kişiye öbür yanağını da uzat; bir de oraya tokat
atsın." Bu, intikamın bütünüyle yok olduğu bir dönemi ifade eder.
İnsanlar
hep kendi cephelerinden düşünürler. Onlara göre hep başkaları kabahatlidir;
kendileri kabahatli değildir. Başkalarını hep şikâyet ederler. Oysaki
başkalarının onların üzerinde vücuda getirdiği, onları üzen davranış, aslında
kendilerinin daha evvel o kişiye karşı oluşturmuş oldukları bir yanlış
davranışın sonucudur. Kişilerin nefsindeki intikam arzusu kendilerine yapılan
kötülüğün başkasına iade edilmesini icap ettirir. Allah'ın dostları onlardır ki; onlar Allah'ın intikam duygusundan kurtardığı insanlardır.
Kötülük;
kötülüğü yapanın yakasında kalan bir lekedir. Ama iyilik, o lekenin kendi cephesinden
temizlenmesini ifade eder. Kim bir kötülüğe iyilikle cevap verirse o, Allah'ın
katında kutlu bir insandır. Böyle bir kutlu oluş Allah katında bir değerin
sahibi olmayı ifade eder. Aynı zamanda mutlak hüviyette o kişinin mutlu
olmasını ifade eder.
Hep
sevmeliyiz. Sevmek üzerine bir dünya kurmalıyız.
Allahû
Tealâ, bütün güzelliklerini insanlara
sunar. İnsanları onun için cemaat halinde yaşatıyor ki; herkes, etrafındakilere yardım etsin, onların gönüllerini alsın, onlarla en güzel
ilişkileri kursun da herkes çevresindeki insanları mutlu etsin.
Kendilerini
mutlu edecek bir davranış gören insanlar, size karşı sert davranmak gereğini
duymazlar. Onlar da size, sizi nasıl mutlu edeceklerine dair bir şeyler
düşünerek geri döneceklerdir.
Allahû
Tealâ'nın, insanlardan beklediği; beraber aynı evde yaşayanlar başta olmak üzere herkesin
birbirini mutlu
etmesidir. Allah insanlardan başka bir şey istemez. Allah'tan her zaman aynı
cevap alınır: "Onu da mutlu et. Onu da mutlu et. Onu da mutlu et..."
Başka
insanları mutlu kılmayı hedef ittihaz etmek, bunun için yaşamak yaşamaya değer
bir olgudur. Bu
hedef için yaşadığınızda Allahû Tealâ, size başka insanlara vermediği bir bolluk,
bereket verir. Asla yokluğu hissettirmez.
Allah'ın daha çok, daha çok,
daha çok sevgilisi olmak; kişinin insanlara hizmetinden geçer. İnsanları
sevdikçe insanlar da onu sever. Asıl önemlisi de Allah o kişiyi daha çok sever.
Kişinin sevgisi büyüdükçe, bütün insanlara yayıldıkça, onların hepsinin sevgisi
geri dönecektir. Bu kişiyi dünyadaki en mutlu insan yapar.
Neden
mutsuzluk?
Neden
başka insanlara kötü davranmak?
Neden
onları üzmek?
Neden
onların vebalini almak?
Sevmek
varken, onları mutlu kılmak varken, huzur içinde bir dünya hayatını
yaşayabilmek varken neden mutsuzluk, neden huzursuzluk?...
Allah kullarını sever. Bizler de Allah'ı sevmeliyiz. Başka
insanları sevmeyi başaran herkes bunu Allah sevgisiyle yapmıştır. Allah'ı sevenler, başkalarını
da severler. Sevme hissi, Allah'ın aynasıyla gelişir. Allah'a aksettirdiğiniz
sevgi, O'nu sevmeniz, O'ndan kat kat sevginin sizin kalbinize ulaşmasını
sağlar. O sevgi, kişinin kalbini daima
canlı tutar, diri tutar. Allahû Tealâ davranış biçimlerini hep bu minval üzere
dizayn eder. Kişi etrafındaki bütün insanların dostluğunu kazanırsa, sevgilerini
de kazanır. Sevmek sevgiyi çeker, nefret
nefreti çeker. Her zaman sevgi galip gelir. Kişi böyle bir perspektiften
olaylar dizisine yöneldiği zaman her an kendini kontrol edebilir.
İnsanlara
güzel davrandıkça, onlardan göreceğiniz güzel davranışlar sebebiyle hayatınızda
ve kalbinizde öfkenin, nefretin yeri kalmayacaktır; size
başkalarından onlara kin duymanızı sağlayacak olan yanlış bir
davranış, gelmeyecektir.
İnsanlar
sevilmeye muhtaçtır. İnsanları sevdikçe Allahû Tealâ'dan pozitif bir güç gelir.
Allah'tan gelen bu pozitif güç, insanların kötü davranışlarından etkilenmeyi
engeller.
Kişinin
düşünce şekli nasıl olmalıdır?
Allah
için yaşamak demek; başka insanları mutlu kılmak için yaşamak demektir. Kişi
her zaman: "Ben Allah için yaşıyorum. Ben hayatımı, başka insanların
mutluluğuna adamalıyım. Onlara ne kadar mutluluk verebilirsem, ben de onlar
kadar mutlu olurum."
Şeklindeki bir
düşünceyi kavramalıdır. O sevgi bulutunun
içinde kaybolmalıdır. Kişi sevginin dokusuna erişmeli; sevginin
rengine bürünmelidir.
Çevrenizdeki
insanlar size bir kötülük yaptıktan sonra kendisine
dönen şeyin, sevgi olduğunu gördükleri zaman ders alırlar. Bu, onları da gelecekteki sevgiye hazırlayan ilk adım
olacaktır. Sevgi kıvılcımları böylece birinizden diğerine ulaşır. Bu kıvılcım,
neticede alev alıp o kişilerin kalbinde bir güneş gibi aydınlığa sebep
olacaktır.
Hedefiniz, her
zaman Allah'a insan kazandırmak olmalı. Siz nefrete karşı sevgiyle attığınız ilk
adım ile size nefretle gelenlerin de sevmeyi öğrenmesi istikametinde merdivenleri
birer birer çıkmalarına sebebiyet vereceksiniz. Böylece onlar da sevmeyi
öğrenecekler. Sizin güzel davranışlarınız;
nefrete sevgiyle cevap verişiniz, devam ettiği sürece her seferinde Allah'a bir
kişi daha kazandıracaksınız.
Size karşı yanlış
davranış sergileyen birinin hatalarını bilmenize rağmen ona karşı gösterdiğiniz
hüsnü kabul ile negatif davranışlarına;
kırmayan, koruyan, pozitif cevaplar vererek onun yaptığı yanlışlar için
Allah'tan af diler bir konuma geleceksiniz. Bu şekilde Allah'tan af dilediğiniz
konulardan oluşan bir dünya kuracaksınız. Allah'a
müracaat edip onların affını dileyeceksiniz. O zaman bu negatif
davranışları sergileyenler için Allah’tan başka kaçacak hiçbir sığınak
kalmayacaktır; onlar da
Allah'a sığınacaklardır. Böylece sonsuz mutluluğu yaşamak onlar tarafından da gerçekleşecektir.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder
Not: Yalnızca bu blogun üyesi yorum gönderebilir.