SORUMLULUK
SAHİBİ OLMAK
Hepimiz
biriz, ve beraberiz. Başka insanlarla beraber yaşayanlarız. Bir topluluk olarak
birarada bulunduğunuz zaman, bir çalışma, bir
hizmet vb. yapılırken bu beraberliği yürüttüğünüz devre boyunca, davranış
biçimlerinizin nasıl olması gerektiğini hatırlayın! Etrafınızdaki bütün
insanlarla en iyi ilişkileri yürütmelisiniz…
Başkalarına sadece onları
mutlu etmek istikametinde davranmalısınız. Eğer başkalarından sizi huzursuz
kılacak olan bir davranış biçimi gelirse, bundan dolayı üzülmeme standartlarına
ulaşmalısınız. Çünkü herkes hata yapabilir. Başkaları hata yapıyor diye her
hatadan alınacak olursak, her hatada başkalarına haddini bildirmeye kalkarsak;
yanlış bir davranış biçimi sergilemiş oluruz.
Biz başkalarına en güzel
standartlarda davranmalıyız. Başkaları bize o güzel standartlarda
davranmıyorsa, hatalı bir davranışta bulunduysa, bundan huzursuzluk duymamak
bizim temel davranışımız olmalıdır. “Herkes hata yapabilir.” düşüncesini
kendimize mâl etmeye çalışmalıyız.
Başkalarıyla ilişkilerinizi
iki ayrı cepheden düzenlemelisiniz. Birinci cephede sizin davranışlarınız var. Hepinizin,
başkalarına karşı olan davranışlarınız, mutlaka onları mutlu etmek
istikametinde olmalıdır. Mutlaka onların mutlu olmaları asıl hedefiniz
olmalıdır. Ama birisi size karşı yanlış bir davranış yaptı. O zaman: “Ben
herkese karşı böyle davranıyorum. Onlar da bana böyle davransınlar,
davranmazlarsa ben bu işe bozulurum.” demeyin. O kardeşimizin yanlışını
görmezlikten gelmelisiniz. Onu affedin. Daha sonra, onunla dostluğunuzu daha genişlettiğiniz
bir gün, ona o günden bahsedersiniz. “Vaktiyle böyle bir davranışın olmuştu,
hatırlıyor musun?” dersiniz. Belki o günkü davranışını düzeltmek konusunda, o
güne kadar kardeşinizin ciddî bir hareketi olmamıştır. Ama siz bu konuşmayı
yaptıktan sonra her şey düzelecektir. O, hatasını anlayacaktır. Daha düzgün bir
platform içinde ne yapabileceğini dikkate alacaktır.
Temel hedefiniz, mutlaka
etrafınıza mutluluk saçmak olmalıdır. Siz başkalarını mutlu edebilecek olan bir
davranışın içine girdiğiniz zaman, bu onlara pozitif dalga boylarını
ulaştırmanız demektir. Yani onları mutlu eden, onlara huzur veren, onları rahatlatan
bir konuşma ve davranış biçimleri dizaynı sergilemelisiniz. Hepiniz bunu
yapabilecek bir şekilde yaratıldınız.
Allah’ın insanları
yaratmaktan muradı, herkesin etrafında bulunan insanlara mutluluk vermesidir.
Allah’ın amacı budur. Şeytanın amacı nedir? Herkesin etrafındaki kişilere
mutlaka mesele çıkarması, problemler husule getirmesi ve onları mutsuz
etmesidir. Öyleyse, “Ben Allah’tan taraf mıyım? Yoksa şeytandan taraf mıyım?”
diye kendinize sorun. Hepiniz Allah’tan yana olmalısınız. Hedefiniz, gayeniz başkalarını
huzursuz etmek değil, başkalarını mutlu etmektir. Bunun için varsınız, bu
istikamette davranışlar sergilemelisiniz.
Sizden çevrenize yansıyan
her husus, onlara mutlaka huzur veren bir davranışı sergilemelidir.
Etrafınızdaki hizmet veren insanlara dikkatle bakmalısınız. Onlar hangi hizmeti
geliştiriyorlar? Allahû Tealâ’nın indinde hangi hizmet,onlara ne sağlıyor? Bütün güzelliklerin sizin için olduğunu
anlıyorsunuz, değil mi? Allahû Tealâ kâinatta ne yaratmışsa, hepsini
sizin mutluluğunuz ve huzurunuz için yaratmıştır. Herşey; uçan kuşlar,
denizlerde yüzen balıklar, bütün hayvanlar, bitkiler herşey insanlar için
yaratılmıştır. Her birinin bilmediğiniz bir faydası mutlaka vardır.
Allah’ın ne kadar sevgili
bir mahlûku olduğunuzu düşünün. Eğer bir çalışma alanının içindeyseniz;
etrafınızda çok ve az çalışan insanlar göreceksiniz. Gözlerinizi çok çalışanlara
adapte etmelisiniz. Onlara imrenmelisiniz. Onları kendinize örnek
edinmelisiniz. Onlar gibi olmaya
çalışmalısınız. En tembelden en çalışkanına doğru bir sıralama yapmanız
gerekmiyor. Siz sadece en çalışkanı, en güzel çalışan, hizmet veren kardeşimizi
kendinize kılavuz edinin. Onun gibi yapmaya çalışın. Bir gün gelir, belki de
siz onu geçersiniz. Onun gibi yapma konusunda bir yarışa girdiğiniz zaman kim
olursunuz? Hayırlarda yarışanlar olursunuz.
Bundan
14 asır evvel Allahû Tealâ bütün sahâbeye: “Hayırlarda yarışanlar, sabikûn.”
diyordu. Sabikûn; hayırlarda yapılan müsabakalarda en üst noktada olanlardır.
Üç makamı oluşturanlar; ulûl’elbab, ihlâs ve salâh makamında olanlar,
hayırlarda yarışanlardır.
Öyleyse kendinize örnek
aldığınız kişiye dikkatle bakın. Her zaman şunu düşünmelisiniz. “Acaba ben
Allah yolunda bu hizmeti yaparken, Allah’ın bana verdiği herşeyi bu hizmet için
kullandım mı? Zamanımı, enerjimi, her şeyimi Allah yolunda biraraya getirip,
Allah yolunda en güzeli vermeye çalıştım mı? Elimden gelen her şeyi yaptım mı?”
Çoğunuzun bu suale vereceği cevap negatiftir. Farkındasınız ki; yapmadınız.
Allah’ın yolunda emek vermeyi değerli bulmadınız. Allah’ın yolundaki hizmet,
size angarya gibi geldi. İşte bu, daha
yolun başında olduğunuzu gösterir. Ama etrafınıza dikkatle baktığınız zaman,
orada hayırlarda yarış edenleri göreceksiniz. Hiç kimseye sormak gereğini
duymadan işe koşanları göreceksiniz. Bulundukları yeri hiç kimseden emir
almadan temizleyenleri göreceksiniz. Bütün tabakları, çatalları elden
geçirdiklerini, herşeyin en güzel standartlarda yerli yerinde olmasına dikkat
ettiklerini, köşe bucak, en küçük parçacıkları bile temizlediklerini
göreceksiniz. Allah’ın yolunda hizmet verirken, yılmadan, usanmadan üretim
yapanları göreceksiniz. Bunlar size ölçü olmalı, örnek olmalı, en güzele nasıl
ulaşabileceğinizin ölçüsü olmalıdır. Onlar güzele ulaşmışlardır. Sizden
farklı bir tarafları yok. Onlar da sizin yapınızda insanlar. Siz ulaşamamış
olabilirsiniz .Onları sizden farklı kılan şey Allah’ın onlara verdiği imkân
değil, onların bu imkânları sizden daha iyi kullanabilmeleridir. Eşit şartlarla
kulvara girdiniz. Ama kim Allah yolunda hizmet etmek istiyorsa, o başka
insanların kendini dürtüklemesine müsaade etmez. “Hadi kalk da biraz çalış
evlâdım.” demelerini beklemez. Bu hizmet duygusu, onun içinde vardır. Hizmet
duygusu onu götürür. Sizden farklı bir yapıya sahip olmadığı halde onu usûl
edinmesi, Allah’ın hizmetini kendisine şiar edinmesi, hedef edinmesi, hizmetsiz
yaşayamaması, onu en güzele itecektir. Dikkat edin ki; bu hizmeti karşılıksız
yapar.
Evvelâ yaptığınız hizmeti
ölçün, kendiniz tatmin olun. Size verilen bütün imkânları kullanarak en iyisini
yaptınız mı? Böyle yapmıyorsunuz, her yaptığınız eksik kalıyor. Hizmetinizi
gerçekleştirirken yapmanız lâzım gelen şey, sağlamadır. Matematikte sağlama
vardır; rakamları çarpar veya toplarsınız. Sonra da, “Doğru mu yaptım? Yanlış
mı yaptım?” diye sağlamasını yaparsınız. Size bir emir verilmiştir. Bir o emri
yerine getirmek bir de emrin ruhunu hiç anlamadan vücuda getirmek vardır. Onun
neticesini aldıktan sonra kendinize sormalısınız. Bu emir bana niçin verildi?
O zaman sizin belki de
unuttuğunuz, dikkat bile etmediğiniz bir hedef göreceksiniz. Eğer yaptığınız
hizmet o hedefe ulaşmışsa, bunu tespit etmek sizin aslî bir vazifeniz olmalıdır.
Bu tespiti yapmadığınız sürece, hep hedeflerden uzaklarda kalırsınız. Hizmeti
yaparsınız; ama hizmet yapılmamış hükmündedir. Herhangi konuda bir fayda
sağlanacaktır. Bu faydanın sağlanması için size bir emir verilmiştir. Mesela;
bir alanın soğutulması için bir soğutucu alıp yerine monte etmeli ve o salonu
soğutmalısınız. Soğutucuyu aldınız, yerine taktınız. Göreviniz bitti. Gerçekten
göreviniz bitti mi ? Eğer aldığınız soğutucu o salonu soğutmuyorsa, siz nasıl
bir vazife anlayışıyla vazife yapmış oluyorsunuz? Hiç düşündünüz mü? Hedeften
ne kadar uzak kaldığınızın farkında mısınız? Emir daima bir hedefe yöneliktir.
Oradaki hedefi unutmayacaksınız. Ayrıca sağlam yapmak mecburiyetindesiniz.
Yani, “Doğru yaptım mı?” diye kontrol etmek durumundasınız. Açtınız. Sistem
çalışıyor; ama soğutmuyor. Görevinizi yapmış olur musunuz?
Emrin neyi ihtiva ettiği;
yani muhtevasına neleri aldığını ve emri size verenin hedefinin ne olduğunu,
Allah’ın emrinin ne olduğunu dikkatle düşünmelisiniz. Fizik standartlarda bir
aletin alınıp yerine takılması söz konusudur. Bir hedef var. Hedef, oranın
soğutulmasıdır. Vasıtayı hedef zannetmeyin. O aletin oraya takılması vasıtadır.
Hedef, o salonun soğutulmasıdır. Eğer
soğutmuyorsa, o zaman vazifenizi yapamadınız demektir. Bu görevin yapılmamasına
rağmen, bu sizin üzerinizde hiçbir tesir bırakmıyorsa: “Bana verilen emir bunu
alıp takmaktı. Aldım ve taktım.” deyip kenara çekilebiliyorsanız, bu
sorumsuzluğunuzun kesin işaretini taşır. Hani verdiğimiz işaret neydi?
Sorumluluk işareti; hiç kimseye hiçbir zaman sormadan bütün işleri tek başına
da olsa sonuna kadar yürütmektir. Elbette yapılacak olan çok iş vardır. Onun
soğutup soğutmadığını emri verenden evvel siz kontrol etmek mecburiyetindesiniz. O zaman Allah’ın emrinin yerine
getirilip getirilmediğinin sonucuna varacaksınız. Acaba bunun hedefi neydi?
Bana verilen bu emrin bir hedefi olması lâzım? Benim o soğutucuyu oraya takmam,
bu noktadan itibaren neyi ifade edecektir? İşte konunun burası önemlidir.
“Acaba ben hizmeti yaptım, hizmet hedefine ulaştı mı?” diye kontrol etmek
mecburiyetindesiniz. O alet salonu soğutmuyorsa, o zaman görevinizi
yapamadınız. Ne yapılması lâzım? Sağlama müessesesini mutlaka korumalısınız.
Her yaptığınız işi teslim
etmeden evvel, hedefine ulaştığından siz emin olmalısınız. Örneğin, sizlerden
yüzlerce e-mail almaktayız. Ama şunu görüyoruz ki; sağlama müessesini çok büyük
bir kısmınız dikkate almamaktadır. Yüz tane e-mail’den doksandan fazlası birçok
hatalarla bize ulaşmaktadır. Bize e-mail gönderen sadece aklından geçenleri
oraya yazıyor ve hemen düğmeye basıp gönderiyor. Peki niçin kontrol
etmiyorsunuz? Bu aynı zamanda bir saygısızlık değil midir? “Ben her türlü
yanlışlığı yaparım ve yazıyı gönderirim. Sen okumak mecburiyetindesin.” demek,
sizin hakkınızda yanlış kanaatlerin oluşmasına sebebiyet vermez mi?
Yüz tanede birkaç tane
gerçekten dikkatle yazılmış e-mail gördüğümüz zaman gözlerimiz parlıyor.
Hamdolsun ki; böyle öğrencilerimiz de varmış diyoruz. Ve bundan büyük bir
mutluluk duyuyoruz. Ama çok büyük bir kısmınız yazdıklarınıza hiç dikkat
etmiyorsunuz. Bu bir sorumsuzluk örneğidir. Allahû Tealâ ise hepinizin
sorumluluklarınızı müdrik olmanızı ister.
Hangi görevi yaparsanız
yapın, dikkat etmek mecburiyetindesiniz. Ve yazdığınız e-mail, hedefe
ulaşmanızda en güzelini sunma gayretiniz olmalı diye düşünüyoruz.
Yazdığınız e-maili gönderme
düğmesine basmadan evvel bir defacık okusanız ve hatalarınızı düzelttikten
sonra bize gönderseniz olmaz mı? İmlâlarınızı, yanlışlıklarınızı düzelttikten
sonra, ne kadar çok hata yaptığınızı görmeniz için size tekrar postalarsak o
zaman bundan utanç duyarsınız. Sakın:
“Ben onları kontrol etmiştim; ama hataları görmemiştim.” demeyin. O zaman daha
da küçülürsünüz ve hata yapmış olursunuz.
Bize ya da başka birine
başka bir çalışma için gönderdiğiniz bir e-maili yazmanızın bir amacı vardır; bu nedenle yazdıktan sonra bir kez baştan
itibaren okumak; anlatmak istediklerinizi en
güzel şekilde sunmak, bu konu açısından sağlama yapmaktır.
Niçin buradayız? Allah
yolunda sizin daha güzele yaklaşmanız için, Allah’ın sevdiklerinin arasına
katılmanız için, Allah’ın sizi dostları arasına kabul etmesi için buradayız. O
zaman hepinizden beklediğimiz bir şey var. Gönderdiğiniz yazıları gönderme
tuşuna basmadan önce dikkatle okuyun. Hatalarınızı düzeltin. Baştan alın,
hatalarınızı düzelterek aşağı kadar inin. Ondan sonra bir defa daha okuyun.
Eğer yazınız özel değilse, sizinle beraber olan birisine daha gösterin. Olur
ki; sizin gözünüzden kaçmıştır. Ama sizin gözünden kaçmaz diye düşünüyoruz.
Eğer resmî makamlara yazdığınız mektupları da hatalarla dolu yazıyorsanız,
onların hakkınızdaki düşünceleri pozitiften negatife çevrilebilir. Her şeyin
daha güzeli mümkünken, neden en kötüsünü yapalım?
Davranış biçimlerinizde
hedefiniz, hep daha güzele doğru yaklaşmak olmalıdır. Hiç kimseyi incitmeyen
bir davranış biçimi dizisinin sahibi olmalısınız. Başkalarının size karşı
yaptığı hataları görmezlikten gelmelisiniz. Ama tekrar tekrar aynı hatalar
gündeme geliyorsa, o zaman o kardeşinizle onu kırmadan bir konuşma kapısı
açmalısınız. Ve onu incitmeden ondan tarafa olduğunuzu belirterek onunla
konuşmalısınız. Çünkü yanlışının düzelmesi, Allah katında onu yüceltecektir, yükseltecektir.
Sizin hedefinizde her zaman bu olmalıdır. Kardeşlerinizi teşvik etmelisiniz,
daha güzele yöneltmelisiniz. İsterseniz, her şeyin en güzelini yapabilirsiniz.
Öyle insanlar olun ki;
hizmetler size dayanamasın. Hepsinin üzerinde bir galibiyetiniz olmalı. Bir
hizmeti yaparken, yarım bırakıp gitmeyin. Hizmetin hedefine ulaşmasını mutlaka
sağlamaya çalışın. Diyelim ki; verilen emir birtakım hataların ortadan
kaldırılması, yıkık dökük şeylerin kontrol altına alınıp bir yerde nizamlı bir
şekilde yerleştirilmesi ve o yıkık dökük olan şeylerin karmaşık görünümünün
görünmemesidir. Ve siz bunun için bir şeyler yaptınız, üstelik de çok ağır ve
ciddî bir hizmeti başardınız. Ama oraya ilk gelenin gördüğü şey gene her şeyin
ortada olmasıysa, çektiğiniz duvarlar
orasını açık bırakmanız sebebi ile hiçbir şey ifade etmiyorsa, gene hedeften
ayrılmış değil misiniz? O hizmeti niçin yaptığınızı ne çabuk unutuyorsunuz.
Hedefe ulaşmadan bırakıp gitmek, sizler için usûl haline geliyor. Ya da arkadan
bir umursamazlık, vurdumduymazlık içinde oluyorsunuz. “Burası açık kalsa ne
olur? İnsanlar bizim bu darmadağınık halimizi görseler ne olur, ne çıkar.” mı
diyorsunuz? O zaman sizin düşüncenizle Allah’ın düşüncesi aynı
standartlarda değil.
Unutmayın! Allah’a hizmet
için geldiniz. Almak için değil, vermek için geldiniz. Hizmet vermek için
geldiniz. Güzellik dağıtmak için geldiniz. İnsanların gönlünü almak için,
etrafınızdakileri mutlu etmek için geldiniz. Bu yol şeytanın yolu değil, bu
Allah’ın yoludur. Şeytanın yolunda olanlar, birbirlerini kırarlar; birbirlerini aldatırlar; birbirlerine her çeşit kötülüğü yaparlar.
Onlar şeytanla işbirliği edenlerdir. Ama siz Allah ile işbirliği etmek üzere
buradasınız. Öyleyse bunun bilincinde olmalısınız. Her şeyin en güzel
standartlarda olduğu bir dünya hayatı yaşamalısınız. Sizden çevrenize
güzellikler akmalı sadece onları mutlu kılacak davranış biçimleri ve sonuçları
ulaşmalıdır.
Hizmetinizi yaparken temel
hedefiniz, başkalarına iyiyi, doğruyu ve güzeli ulaştırmaktır. Başkalarından size ulaşan iyi, doğru ve
güzel değilse buna tahammül göstermeyi öğrenmelisiniz. Herkes her an hata
yapabilir. Siz hata yapmamak için en büyük gayretin sahibi olmalısınız. “Madem
ki herkes hata yaparmış, o zaman ben de yaparım.” diye düşünürseniz, o zaman
Allah’ın sizi ulaştırmak istediği o Sıratı Mustakîm üzerinde sağlam adımlarla
yürüyemezsiniz. Allah sizin herkesle irtibat içinde olmanızı, beraberlik içinde
olmanızı ve herkes için bir dost, bir yardımcı, bir imdada gelici olmanızı
ister. Kimin hangi konuda yardıma ihtiyacı varsa, siz onun yanında
bitivermelisiniz. Onunla omuz omuza bir şeyi sırtlanmak, götürmek ve teslim
etmek üzere yola çıkmalısınız. Her yolculuğunuz sadece hizmeti içermelidir.
Siz yoksunuz, hizmetiniz
var. Siz yoksunuz, başkaları var. Siz başkaları için yaşayan biri olmalısınız.
Bu hedefi realize edebildiğiniz, gerçekleştirebildiğiniz gün, Allah’ın istediği bir insan olacaksınız. O zaman mutlu
olmanın ne olduğunu yaşayacaksınız. Hâlâ
aklınızda hesaplar varsa, alınamamış intikamlar varsa, başka insanların sizi
aldattığını, size hile yaptığını zannediyorsanız, kısaca üzüntüleriniz
başkalarının davranışlarına dayalıysa, yanlışsınız. O standartlar
içerisinde mutlu olamazsınız. Başkaları size istediklerinizi vermeyebilirler.
Ama siz onlar vermeden de mutlu olmanın anahtarına sahip olmak mecburiyetinde
olanlarsınız.
Öyleyse mutsuzluğunuzu neden
başkalarının davranışlarında arıyorsunuz da, onun gerçek membaı olan kendi
davranışlarınızda aramıyorsunuz? O başkalarının
kendi iradeleri var. Onlar kendi iradeleri ile yola çıkıyorlar. Her yaptıkları
şeyin hesabını, onlar Allah’a verecekler. Davranış biçimleri içinde size karşı
yapılmış kötü davranışlar olabilir. Ama bu, Allah yolunda olan birisini
mutsuzluk mağarasına hapsedebilir mi? Hapsetmesi gerekir mi? Bunun mücâdelesini
vermeyecek misiniz? Başkalarından size dönen her şeyin, aslında sizin
davranışlarının bir karşılığı olduğunu anlamayacak mısınız?
Ne zaman Allah’ın
hakikatlerini gerçek olarak düşüneceksiniz? Yoksa siz çok akıllısı
Ya Allah yolunda Allah için
olun, ya da Allah’ın yolundan çekilin! Bizim davetimiz, daveti kabul edecek
olanlaradır. Davet, başkalarına yardımdan geçer. Davet, Allah’a hizmetten
geçer. Davet, hoşgörüden geçer. Davet, daha güzele dönük olmaktan geçer.
İnsanları suçlamak,
insanları hatalı görmek çok kolay bir şeydir. Herkesi suçlayabilirsiniz.
Herkesi hataların içinde görebilirsiniz, gösterebilirsiniz de. Ama bu sizi
değiştiremez. Bu size bir fayda sağlayamaz.
Ne zaman ki; karşınızdaki bütün insanları, Allah’ın sizin için etrafınızda
oluşturduğunu kafanıza yerleştirebilirseniz, o zaman akıl edeceksiniz. Siz
o insanlara ne verirseniz, onlardan onu geri alabilirsiniz. Herbiri sizin
aynanızdır. O zaman en çok mutluluğu ne zaman yaşarsınız biliyor musunuz?
Kendinizi o başka insanlara adamayı başarabildiğiniz gün. Evet! Onlar için
yaşayacaksınız. Allahû Tealâ’nın dediği o kişilerle yaşayacaksınız. Sizinle
birlikte yaşamak üzere onlar verilmiş. Hayatınızı onlara vakfedeceksiniz. Ölene
kadar geçen zaman parçasında, sadece etrafınızdaki insanlara Allah için hizmet
etmek şiarınız olacak. Herkes etrafındaki insanlara hizmeti esas alırsa, herkes
birbirine en büyük yardımcı olur.
Ne demek istediğimi bir
düşünün! Bir toplum ele alalım, 20 kişiden oluşsun. 20 kişinin her biri
başkaları için yaşıyor. Ve her biri için geri kalan 19 kişi de onun için
yaşıyor. 18 numaralı kişinin 1’den 17’ye kadar olanlarıyla, 19 ve 20 numaralı
olan arkadaşları 18 numara için yaşıyor. 18 numara da 1’den 20’ye kadar
kendinin dışındaki bütün numara sahipleri için yaşıyor. Ne demek istediğimi
anlayabildiniz mi? Siz herkes için yaşamaya başlarsanız, herkes de sizin için
yaşamaya başlar.
Başlangıçta onlar ne yaptıklarını
bilmeyeceklerdir. Yanlışlar yapacaklardır. Hatalarının farkına
varmayacaklardır. Sağlamayı akıl edemeyeceklerdir. Yaptıkları nesnenin kontrol
edilmesini, hedefine varıp varmadığını kontrol edemeyeceklerdir. Akıl
edemeyeceklerdir. Böyle bir şey yapmaları lâzım geldiğini bilemeyeceklerdir.
Ama onlara adım adım daha güzele ulaşmayı öğreteceksiniz.
Bir gün gelir ki; sanki size
bütün emekleriniz boşa gitmiş gibi görünür. Birdenbire kendinizi kalabalığın
içinde yalnız hissedersiniz. Sanki etrafınızda Allah için yardım edecek hiç
kimse kalmamış gibidir. O zaman yalnız kalmak ihtiyacı duyarsınız. Allah ile
beraber olmak istersiniz. Kısa bir süre de olsa her şeyden, bütün dünyadan
elinizi eteğinizi çekmek istersiniz. Ve Rabbinizle beraber, gelecek için bir şeyler
yapmak istikametinde bir olmak istersiniz. Sonuç her zaman Allah’ın akülerinizi
doldurmasıyla noktalanır. O, size hiçbir şeyden yılmamanızı öğretir. Ve
öğretmekle kalmaz, yaşatır. Her şeyin en güzelini Allah’tan alarak, yeniden
hayata dönersiniz.
Başkaları için yaşamaya
teşne olarak (çok isteyerek), daha güzele doğru
bütün kapılarınızı açmış olarak, Allah’ın yollarını öğretme seviyesinde bir
ilerlemenin sahibi olarak hayata dönersiniz. Yılmak yok, geri dönmek yok. Allah
yolunda hizmet, bir sonsuzluktur. Bu sonsuzluğun bitmeyen merdivenlerini adım
adım çıkacaksınız. Ne mutlu o kardeşlerimize ki; merdivenin her basamağında o
mutluluğu yaşarlar.
Onlar, Allah için
kendilerini tüketmenin mutluluğunu yaşarlar. “Ben bugün Allah için ne yaptım?”
diye kendilerine sordukları zaman, verecekleri çok cevaplar vardır. Sabahtan
akşama kadar geçen zaman devresinde, akşamdan sabaha kadar geçen zaman
devresinde, hep Allah için olmuşlardır. Hep başkalarının dertlerine derman
olmak için, onlara yardım edebilmek için yaşamışlardır, çırpınmışlardır. İşte
onlar Allah’ın yolcularıdır.
Bir görev aldığınız zaman, o
görevin her şeyden evvel size niçin verildiğini, hangi hedefe varmanız için
verildiğini hiç aklınızdan çıkarmayın. Bunu devre dışı bırakarak bir hizmet
verdiğinizde, hizmetin oluşmadığını görürsünüz. Bir temizlik görevi
yapıyorsunuz. Ve “Her şey bitti mi?” diye sorulduğunda: “Bitti.” diyorsunuz.
Sonra bunu soran kişi odaya giriyor. Oda kirli. Eğer bunun cevabı: “Orasını
unutmuşum.” ise, işte burada üzerinize düşeni yapmadınız demektir.
Allahû Tealâ’nın yolunda
sorumsuzluk müessesesi yoktur. Sorumluluk vardır. Bütün boyutlarıyla sorumlu
olmak! Sorumluluğunuz kendi vicdanınız
da arttıkça daha mükemmel bir insan olursunuz. Daha güzele yönelen bir insan
olursunuz. Her şey buna bağlıdır. İç dünyanızdaki temayüle (meyile) bağlıdır.
Neye yöneleceksiniz? Daha güzel bir hizmete mi angaje oldunuz? Yoksa hizmet
sizi sıktı da hizmet dışı mı kalmak istiyorsunuz? Mümkün! Ne zaman dilerseniz
ayrılabilirsiniz. Allah’ın sadece Allah’ın dostlarına ihtiyacı vardır. Bu
kendilerini Allah’ın yoluna adayanların hayatıdır. Öyle olmak da sizin için
geçerli olabilir, olmamak da. Hayatınızın sorumlusu sadece sizsiniz.
Karşınızdaki en büyük engel,
şeytanla iş birliği yapanlardır; satanistlerdir. Ve şeytana tapmanın dışında
ona yardımcı olan, ona destek verenlerdir. Artık bunlar dünya hakimiyeti
konusunda harekete geçmiş durumdadırlar. Dikkatle bakmalısınız. Eğer
tekliyorsanız, hedef tayini yapamıyorsanız, size verilen görevleri
gerçekleştiremiyorsanız, o zaman kendinize tarafsız bir hakim olarak dikkatle
dışarıdan bakın. Ve karar verin. Allah’ın yolunda devem etmek istiyor musunuz,
istemiyor musunuz? Eğer istemiyorsanız, Allah’ın size ihtiyacı yoktur.
Allah’ın hizmetine teşne olanlar,
aşık olanlar, hizmeti kendisine zevk edinenler koşarlar. Böyle olanlar, Allah’a
yakın olanlardır. Onlar, Allah’ın gösterdiği hedefe ulaşacak olanlardır.
Osmanlı’yı hatırlayın! Onlar, bu hedeflerin
hepsine canı gönülden sarılanlardı. Onlar, orta çağdan bu çağlara kadar bütün
dünyaya Allah’ı tanıttılar. Allah’ın adaletini temsil ettiler. Allah yolunda fedakârlığı öğrettiler.
Osmanlı fedakârlıkların üzerine bina edildi. Devlet-i Aliye, Nizam-ı Âlem
bir Devlet! İşte o Osmanlı’ydı… Hepsi
Allah’a hizmet yolunda kadın olsun, erkek olsun; el ele, gönül gönüle
başkalarını imrendirecek bir davranış biçimleri dizisinin sahibi oldular. Onlar
Kur’ân erleriydiler. Sahâbe gibiydiler. Ve aradan geçen 600 yıllık bir
imparatorluktan sonra geriye kalan devreye bakın!
Şu halimize
bakın! Ahlâk
yoksa, bunun asıl sebebi dînin mevcut olmamasıdır. Dîn ahlâkın temelidir. Ve
dînden ayrılmayı mağrifet sayanlar, bugün yaptıkları büyük gafın pişmanlığını
yaşayanlardır. Söylediğimiz her konuda Osmanlı’yı hatırlayın. Onların nasıl
olup da bir cihan hakimiyeti kurduğunu düşünün. Zamanımızdaki gibi bir
toplumun, kokuşmuş bir zihniyetin sahibi olsalardı bunu başarabilirler miydi
zannediyorsunuz.
Kendinize tarafsız bir hakim
sıfatıyla bakın. Kendinizi ölçün. Neredesiniz? Allah’ın yolunda mısınız? Ona
hizmet mi vermek istiyorsunuz? Yoksa Allah’ın yolu size zor mu geliyor? Tekrar
ediyoruz; bu Bizim savaşımız! Allah’ın Bize verdiği bir emri yerine
getirmekteyiz.
Savaş dediğimiz şey, insanları
Allah’ın yolunda teçhiz etme savaşıdır, öldürme savaşı değildir. Güzelliğe sevk
etme savaşı, onlara hidayeti öğretme ve hidayet üzere yaşatma savaşıdır.
Çağımızın hidayet öğretisi, hidayet savaşıdır. Bir tarafta Allah’ın bütün
güzellikleri duruyor. Ve insanların çok çok büyük bir kısmı o güzelliklerin
farkında bile değil. Onlar herkese düşman. Herkesi de kendilerine düşman
zannediyorlar. İşte bu şartlar
içerisinde de vazifeniz, Allah’a lâyık olmaktır.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder
Not: Yalnızca bu blogun üyesi yorum gönderebilir.