30 Eylül 2015 Çarşamba

KUR’ÂN HAKİKÂTLERİ

                                            KUR’ÂN HAKİKÂTLERİ
   
    Günümüzde, Kur’ân'da olmadığı halde varmış gibi anlatılan ve dayatılan birçok bid’atler vardır. Bundan önceki dersin devamı olarak bu konuyu anlatmayı uygun buldum.
    1.bid’at: Allah peygamberlerden başkasına âyet indirmez.”
    Bunlar dînde yerleşmiş olan yanlışlıklardır. Allahû Tealâ A’raf Suresi 175. âyet-i kerimede buyuruyor ki:

7/A'RAF-175: Vetlu aleyhim nebeellezî âteynâhu âyâtinâ fenseleha minhâ fe etbeahuş  şeytânu fe kâne minel gâvîn(gâvîne).
Onlara, âyetlerimizi verdiğimiz kimsenin haberini oku (anlat). Sonra o, ondan (âyetlerden) ayrıldı, artık şeytan onu kendisine tâbî kıldı. Ve böylece o zarar görenlerden (azgınlardan) oldu.

    Bırakınız Allahû Tealâ'nın bir peygambere âyet indirmesini, her hangi bir insana âyet indiriyor. Şeytana tâbî olacağı elbette Allahû Tealâ tarafından bilinmesine rağmen ona dahi Allahû Tealâ bir şey indirdiği zaman adına “âyet” diyor. Âyetler sureleri oluşturur sureler de kitabı oluşturur.
   Öyleyse Allah Peygamberlerden başkasına âyet indirmez sözü sadece insanların zannıdır. Allahû Tealâ her peygambere şeriat kitabı indirmiştir. Peygamber olmayan resûllere de kitap indirir ama bunlar şeriat kitabı olamazlar. (Rad–38).

13/RAD-38: Ve lekad erselnâ rusulen min kablike ve cealnâ lehum ezvâcen ve zurriyyeh(zurriyyeten), ve mâ kâne li resûlin en ye’tiye bi âyetin illâ bi iznillâh(iznillâhi), li kulli ecelin kitâb(kitâbun).
Andolsun, senden önce de resûller gönderdik. Onlara da eşler ve zürriyyet (çocuklar) kıldık. Bir resûl için, Allah'ın izni olmaksızın bir âyet getirmesi olmaz (mümkün değildir). Her zamanın, bir kitabı vardır.
    
   Allah’ın devrin imamlarına verdiği kitaplar, şeriat kitabı değil, o imamla Allah arasındaki sohbet kitabıdır. Mevlana'ya Mesnevi’yi, Said-i Nursi’ye Risale-i Nur'u, Erzurumlu ibrahim Hakkı’ya Marifetname’yi yazdırmıştır.
   Kur’ân hakikâtlerinden kopan kavramlardan 2. si: “Her resûl kendilerine kitap verilen peygamberdir.” Akaidin 2. temel yanlışı bu: “Kim resûl ise o mutlaka peygamberdir. Bütün resûller nebîdir” diyorlar. Hayır! Bütün nebîler yani peygamberler aynı zamanda resûldürler ama bütün resûller nebî değiller.
     

Allahû Tealâ Mu'minun Suresi 44. ve Bakara Suresi 87. âyetlerinde buyuruyor ki:


23/MU'MİNUN-44: Summe erselnâ rusulenâ tetrâ, kullemâ câe ummeten resûluhâ kezzebûhu fe etbâ’nâ ba’dahum ba’dan ve cealnâhum ehâdîs(ehâdîse), fe bu’den li kavmin lâ yu’minûn(yu’minûne).
Sonra Biz, resûllerimizi ardarda (arası kesilmeksizin) gönderdik. Her ümmete resûlü geldiği zaman, her defasında onu yalanladılar. Biz de onları birbiri arkasından (helâk ettik). Ve onları efsane kıldık. Artık mü'min olmayan kavim (Allah'ın rahmetinden) uzak olsun.



2/BAKARA–87:Ve lekad âteynâ mûsâl kitâbe ve kaffeynâ min ba’dihî bir rusuli ve âteynâ îsâbne meryemel beyyinâti ve eyyednâhu bi rûhil kudus(kudusi), e fe kullemâ câekum resûlun bimâ lâ tehvâ enfusukumustekbertum, fe ferîkan kezzebtum ve ferîkan taktulûn(taktulûne).
Andolsun ki Biz, Musa'ya kitap verdik ve ondan sonra da birbiri ardından (araları kesilmeksizin, peşpeşe) resûller gönderdik. Ve Meryem'in oğlu İsa'ya beyyineler (açık kanıtlar) verdik ve onu Ruh'ûl Kudüs ile destekledik. Her ne zaman size bir resûl, nefslerinizin hoşlanmadığı bir şeyle (emirle) geldiyse, hemen kibirlendiniz. Bu sebeple bir kısmını yalanladınız ve bir kısmını da öldürdünüz.
     
      Allahû Tealâ bütün kavimlere, her devirde mutlak olarak resûl gönderdiğini ifade ediyor:

16 / NAHL - 36Ve le kad beasnâ fî kulli ummetin resûlen eni’budûllâhe vectenibût tâgût(tâgûte), fe minhum men hedallâhu ve minhum men hakkat aleyhid dalâleh(dalâletu), fe sîrû fîl ardı fanzurû keyfe kâne âkıbetul mukezzibîn(mukezzibîne).
Ve andolsun ki Biz, bütün ümmetlerin (milletlerin, kavimlerin) içinde resûl beas ettik (hayata getirdik, vazifeli kıldık). (Allah'a ulaşmayı dileyerek) Allah'a kul olsunlar ve taguttan (insan ve cin şeytanlardan) içtinap etsinler (sakınıp kurtulsunlar) diye. Onlardan bir kısmını, (Resûlün daveti üzerine Allah'a ulaşmayı dileyenleri) Allah hidayete erdirdi ve bir kısmının (dilemeyenlerin) üzerine dalâlet hak oldu. Artık yeryüzünde gezin. Böylece yalanlayanların akıbetinin, nasıl olduğuna bakın (görün).     

     Allahû Tealâ İsra Suresi 15. âyet-i kerîmede ve İbrahim Suresi 4. âyette buyuruyor ki:

17/İSRA-15: Menihtedâ fe innemâ yehtedî li nefsih(nefsihî), ve men dalle fe innemâ yadıllu aleyhâ, ve lâ teziru vâziretun vizre uhrâ, ve mâ kunnâ muazzibîne hattâ neb’ase resûlâ(resûlen).
Kim hidayete erdiyse, sadece kendi nefsi için (nefsini tezkiye ettiği için) hidayete erer. Öyleyse kim dalâlette ise sorumluluğu sadece kendi üzerinde olarak dalâlette kalır. Yük taşıyan (günahı yüklenen) bir kimse, bir başkasının yükünü (günahını) yüklenmez. Ve Biz, bir resûl göndermedikçe azap edici olmadık.

 
14/İBRÂHÎM-4: Ve mâ erselnâ min resûlin illâ bi lisâni kavmihî li yubeyyine lehum, fe yudillullâhu men yeşâu ve yehdî men yeşâ’(yeşâu), ve huvel azîzul hakîm(hakîmu).
Hiçbir resûlümüz yoktur ki; Biz, onu kendi kavminin lisanıyla göndermiş olmayalım. Onlara (kendi lisanlarıyla) beyan etsin (açıklasın) diye. Öyleyse Allah, dilediğini (Allah'a ulaşmayı dilemeyenleri) dalâlette bırakır. Dilediğini (Allah'a ulaşmayı dileyenleri) hidayete erdirir. Ve O, Azîz'dir, Hikmet Sahibi'dir.

   “Onların lisanı ile onların arasından resul göndeririz” buyuruyor.
    Kur’ân-ı Kerim âyetleri Peygamber Efendimiz (sav)’in son nebî olduğunu belirtiyor:

33/AHZAB-40: Mâ kâne muhammedun ebâ ehadin min ricâlikum, ve lâkin resûlallâhi ve hâtemen nebiyyin(nebiyyine), ve kânallâhu bi kulli şey’in alîmâ(alîmen).
Muhammed (A.S), sizin erkeklerinizden hiçbirinin babası olmamıştır (değildir). Fakat Allah'ın Resûl'ü ve Nebîler'in (Peygamberler'in) Hatemi'dir (Sonuncusu). Allah, herşeyi en iyi bilendir.

      O (s.a.v.)  son peygamberdir.  Peygamberlik müessesesi O’nunla (s.a.v.) bitmiştir. Son şeriat kitabı Kur'ân’ı Kerim’dir. Kâinatı sonsuza kadar o şeriat idare edecektir.    
     Görülüyor ki Allahû Tealâ bütün kavimlere resûl gönderiyor. Bu kavimlere gönderilen resûllerden eğer nübüvvet söz konusu ise sadece bir tanesi nebî resûldür. Diğerleri velî resûldür.
      Peygamberler arasında fetret devirleri vardır. (Maide–19)

5/MAİDE-19: Yâ ehlel kitâbi kad câekum resûlunâ yubeyyinu lekum alâ fetretin min er rusuli en tekûlû mâ câenâ min beşîrin ve lâ nezîrin fe kad câekum beşîrun ve nezîr(nezîru) vallâhu alâ kulli şey’in kadîr(kadîrun).
Ey kitap ehli! Resûllerin (peygamberlerin) ardı arkası kesildiği (fetret) devrinde, sizlere gerçekleri açıklayan Resûl'ümüz gelmişti. “Bize bir müjdeleyici ve de uyarıcı gelmedi.” dersiniz diye (dememeniz için) böylece sizlere “müjdeleyici ve uyarıcı” bir Resûl gelmişti. Allah herşeye kaadirdir.

     1400 seneden beri fetret devri yaşanıyor ve kıyamete kadar da yaşanacaktır. 1400 seneden beri peygamber yoktur. Bugün de yoktur. Yarın da olmayacak; hiç olmayacaktır. Fakat resûller bütün kavimlerde şu anda da yaşamaya devam ediyor.
     Öyleyse resûllerin hepsi peygamber değildir. Peygamberler mutlaka resûldür ama resûller veli resûllerdir. Sadece peygamberler nebî resûldür. Şu anda da dünyadaki bütün kavimlerde Allah’ın resûlleri yaşıyor.
     Öyleyse resûllerin hepsi peygamber değildir. Hele ki, kendilerine şeriat kitabı verilen peygamberler hiç değildir.
     Allahû Tealâ: “Biz nebîlerimize şeriat kitabı indiririz ki o kitaptaki şeriatla hükmetsinler.” buyuruyor. Peygamberler, kendilerine gönderilen şeriat kitabı ile hükmetsinler diye gönderilirler. Peygamber Efendimiz (sav), ve evvelinde Hz. İsa, ondan evvel Hz. Musa, ondan evvel Hz. İbrahim hep kendilerine şeriat kitabı gönderilen nebîlerdir.
     3. bid’at: “Nebîler kendilerine kitap verilmeyen peygamberlerdir.” Tam aksine nebîler kendilerine kitap verilen peygamberlerdir. (Âlî İmrân–81)

3/ÂL-Î İMRÂN–81: Ve iz ehazallâhu mîsâkan nebiyyîne lemâ âteytukum min kitâbin ve hikmetin summe câekum resûlun musaddikun limâ meakum le tu’minunne bihî ve le tensurunneh(tensurunnehu), kâle e akrartum ve ehaztum alâ zâlikum ısrî, kâlû akrarnâ, kâle feşhedû ve ene meakum mineş şâhidîn.
Ve Allah, nebilerden, "Size kitap ve hikmet verdim. Sonra size, beraberinizde olanı (Allah'ın size verdiği kitapları) tasdik eden bir Resûl geldiği zaman, ona mutlaka îmân edeceksiniz ve ona mutlaka yardım edeceksiniz" diye misak aldığı zaman, "İkrar ettiniz mi (kabul ettiniz mi?) ve bu ağır (ahdimi) üzerinize aldınız mı?" diye buyurdu. (Onlar da): "İkrar ettik (kabul ettik)" dediler. (Allahû Teâlâ): "Öyleyse şahit olun ve Ben sizinle beraber şahitlerdenim." buyurdu.
Öyleyse nebîler kendilerine kitap verilmeyen peygamberler değil, tam aksine kendilerine kitap verilen peygamberlerdir.

     4. bid’at: “Mürşid denen Allah’a ulaştırmakla vazifeli kimse yoktur.” Allahû Tealâ Cin Suresi 14. âyet-i kerimede buyuruyor ki:

72/CİN-14: Ve ennâ minnel muslimûne ve minnel kâsitûn(kâsitûne), fe men esleme fe ulâike teharrev reşedâ(reşeden).
 Ve gerçekten bizden, (Allah'a) teslim olanlar da var ve bizden kasitun (kalpleri kasiyet bağlamış) olanlar da var. Artık kim (Allah'a) teslim olmuşsa (ruhunu teslim etmişse) işte onlar, irşad olmayı (nefsin ve iradenin teslimini) arayanlardır (dileyenlerdir).

     “Kim hidayete ermeyi dilerse o mürşidini arar.” Kehf Suresi 10. âyet-i kerimede mağaraya sığınan Ashab-ı Kehf Allahû Tealâ’ya: ‘‘Bize katından bir mürşid ihsan eyle.’’ diyorlar:

18/KEHF-10: İz evel fityetu ilel kehfi fe kâlû rabbenâ âtinâ min ledunke rahmeten ve heyyi' lenâ min emrinâ reşedâ(reşeden).
Gençler mağaraya sığındıkları zaman şöyle dediler: “Rabbimiz, bize Senin katından bir rahmet ver. Ve bize emrimizden (bizim içimizden, senin emirlerinden bize ait olan rahmet ve salâvâtı ulaştıracak kişiyi) mürşidi tayin et.”

     Rabbimiz Kehf Suresi 17. âyette de: men yehdillâhu fe huvel muhted(muhtedi), ve men yudlil fe len tecide lehu veliyyen murşidâ(murşiden). Allah, kimi Kendisine ulaştırırsa, işte o hidayete ermiştir. Ve kimi dalâlette bırakırsa (kim Allah'a ulaşmayı dilemezse) artık onun için velî mürşit (irşad eden evliya) bulunmaz.” buyuruyor.
     Allahû Teâlâ Kur’ân-ı Kerim’de mürşitlerin varlığını kesin olarak açıklamıştır. Ve Allahû Tealâ mürşitlerinin en büyünün devrin imamı olan resûl olduğunu belirtiyor. Devrin imamlarının insanları hidayete erdirmekle vazifeli kılındığını Secde Suresi 24. âyet-i kerîmede açıklıyor:

32/SECDE 24: Ve cealnâ minhum eimmeten yehdûne bi emrinâ lemmâ saberû ve kânû bi âyâtinâ yûkınûn(yûkınûne).
Ve onlardan, emrimizle hidayete erdiren imamlar kıldık ve sabır sahibi oldukları ve âyetlerimize (Hakk'ul yakîn seviyesinde) yakîn hasıl etmiş oldukları için.

    İnsanların ruhlarını Allah’a ulaştırsınlar diye, sabrın sahibi oldukları için ve Allah’ın âyetlerine hakkul yakin kademesinde yakîn hasıl ettikleri için.
    Allah ile kul arasında Allah sokuyor insanları (Mürşidleri) Allah tayin ediyor ki insanları hidayete erdirsinler diye. Öyleyse görüyoruz ki Mürşitler var.
    5. bid’at:  “Allah ile kul arasına kimse giremez” bu söz tümüyle yanlış bir ifadedir. Tam aksine Allahû Tealâ'nın insanlarla Kendisi arasına bir vazifeli soktuğunu ve onun hidayete erdirmekle vazifeli olduğunu görüyoruz. Kim mürşidine ulaşıp da tâbî olursa, bu konuda vazifeli olan devrin imamının ruhu o kişinin başının üzerine ulaşıyor ve kişiye Allah’a mülaki olma gününün geldiğini bildiriyor. (Mu’min–15)

40/MU'MİN-15:Refîud derecâti zul arş(arşi), yulkır rûha min emrihî alâ men yeşâu min ıbâdihî li yunzire yevmet telâk(telâkı).
Dereceleri yükselten ve arşın sahibi olan Allah, kullarından (Kendisine ulaştırmayı) dilediği kişinin (Allah'a ulaşmayı dilediği için Allah'ın da Kendisine ulaştırmayı dilediği kişinin) üzerine (başının üzerine) Allah'a ulaşma gününün geldiğini (o kişinin ruhuna) ihtar etmek için, emrinden (Allah'ın emrini tebliğ edecek) bir ruh (devrin imamının ruhunu) ulaştırır.

     Allah’ın insanla kendisi arasına koyduğu vazifeli kişinin ruhu o kişinin ruhuna ihtar etmek için gelip ruhunun Allah’a geri dönmesi emrini veriyor “Senin Allah’a yevm-üt talakın geldi. Allah’a geri dön!'' Bu vücudu artık ben kontrol altına alacağım.’’ Diyor. Bütün mürşitler, kul ile Allah arasında vazifelilerdir.
     6. bid’at:  Allah peygamberlerden başkasına vahyetmez! Vahiy Hatem-ül Enbiya olan Peygamber Efendimiz (Sav)'den sonra kesilmemiştir. Allah peygamberlerden başkasına vahyeder!

Allahû Tealâ Nahl Suresi 68. âyet-i kerîmede arıya,
Fussilet Suresi 12.âyet-i kerimede yedi kat göklere,
Yunus Suresi 2. âyet-i kerimede alelade bir insana,
Zilzal Suresi 5.âyet-i kerimede toprağa,
Maide Suresi 111.âyet-i kerimede Hz. İsa’nın havarilerine,
Taha Suresi 38. ve Kasas Suresi 7.âyet-i kerimelerde Hz. Musa’nın annesine,
Âlî İmrân Suresi 43. ve Meryem Suresi 24. âyet-i kerimede Hz. İsa’nın annesi Hz. Meryem’e vahyettiğini belirtiyor.
     Allahû Tealâ Şura Suresi 51.âyette buyuruyor ki:

42/ŞURA–51: Ve mâ kâne li beşerin en yukellimehullâhu illâ vahyen ev min verâi hıcâbin ev yursile resûlen fe yûhıye bi iznihî mâ yeşâu, innehu aliyyun hakîm(hakîmun).
 Allah'ın hiçbir insanla konuşması olmamıştır, illâ vahy ile veya perde arkasından veya dilediğine izniyle vahyetsin diye resûl (melek) göndererek. Allah, bilir ve hikmet sahibidir.
   
     Allah kiminle bir konuşmaya girerse bunu vahiy yolu ile gerçekleştirir. Kur’an-ı Kerim bu kadar çok delil taşımasına rağmen onlar hala: “Allah peygamberlerden başkasına vahyetmez.”diyorlar. Bu cehalet dînimize öyle bir girmiş ki hakikâtleri yok etmiş.
     Kur’ân hakikatleri hep unutulmuş, insanların uydurdukları şeyler dînimizin temel hükümleri arasında yer almış.
     7. bid’at:  “Ruh vücuttan çıkarsa kişi ölür. Bu sebeple ölmeden evvel ruhun Allah’a ulaştırması diye bir şey yoktur.” Allahû Tealâ ruhumuzu Allah’a ulaştırmamızı defaatle farz kılmış. Bunun farz olduğu, olduğu Rad Suresi 21. âyet-i kerîmesinde kesinleşiyor. Allahû Tealâ buyuruyor ki:

13/RAD-21: Vellezîne yasılûne mâ emerallâhu bihî en yûsale ve yahşevne rabbehum ve yehâfûne sûel hisâb(hisâbi).
Ve onlar Allah'ın (ölümden evvel), Allah'a ulaştırılmasını emrettiği şeyi (ruhlarını), O'na (Allah'a) ulaştırırlar. Ve Rab'lerine karşı huşû duyarlar ve kötü hesaptan (cehenneme girmekten) korkarlar.
    
     Allahû Tealâ ruhumuzu Allah’a ulaştırılmasını emretmiş. Kur’an-ı Kerim’de hangi konu emredilmiş ise o bir farzdır!
    Demek ki ruhu Allah’a ulaştırmak üzerimize farzdır. Muzemmil Suresi 8. ve Zumer Suresi 54. âyet-i kerîmelerde Rabbimiz buyuruyor ki:

73/MUZEMMİL -8: Vezkurisme rabbike ve tebettel ileyhi tebtîlâ(tebtîlen).
Ve Rabbinin İsmi'ni zikret ve herşeyden kesilerek O'na ulaş. Görülüyor ki ruhun Allah’a ulaşması daha farzdır.

3/ZUMER-54: Ve enîbû ilâ rabbikum ve eslimû lehu min kabli en ye’tiyekumul azâbu summe lâ tunsarûn(tunsarûne).
 Ve Rabbinize (Allah'a) yönelin (ruhunuzu Allah'a ulaştırmayı dileyin)! Ve size azap gelmeden önce O'na (Allah'a) teslim olun (ruhunuzu, vechinizi, nefsinizi, iradenizi Allah'a teslim edin). (Yoksa) sonra yardım olunmazsınız.
        
     Allah’a teslim olmak üzerimize farzdır. Allahû Tealâ Fecr Suresi 27. 28. 29. 30. âyet-i kerîmelerde buyuruyor ki:

8/FECR–27: Yâ eyyetuhen nefsul mutmainneh(mutmainnetu)
Ey mutmain olan nefs!

89/FECR–28: İrciî ilâ rabbiki râdıyeten mardıyyeh(mardıyyeten)
Rabbine dön (Allah'tan) razı olarak ve Allah'ın rızasını kazanmış olarak!

Ey ruh rabbine rücû et, geri dönerek rabbine ulaş,


8 /FECR–29: Fedhulî fî ibâdî
(Ey fizik vücut!) O zaman, (nefsini tezkiye ettiğin ve ruhunu Allah'a ulaştırdığın zaman Bana kul olursun) kullarımın arasına gir.

Ey vech kullarımın arasına gir,

89/FECR -30: Vedhulî cennetî.
Ve cennetime gir.

    Allahû Tealâ tarafından ruhun Allah’a ulaşması kesinlikle üzerimize farz kılınmıştır. Allahû Tealâ açık bir şekilde farz kılmasına rağmen bu yanlış halen devam ediyor. “Ruh vücuttan ayrılırsa kişi ölür.” deniyor ve Kur’ân-ı Kerim tefsirlerinde bunları yazıyorlar. Hepsi de bu konuda bir büyük yanılgının içindeler.
     8. bid’at: “Dünyada rahat yoktur.” Dünyada rahat da mutluluk da vardır. Allahû Teâla sizden sadece mutlu olmanızı istiyor.

10 / YUNUS - 62: E lâ inne evlîyâ allâhi lâ havfun aleyhim ve lâ hum yahzenûn(yahzenûne).
Muhakkak ki Allah'ın evliyasına (dostlarına), korku yoktur. Onlar, mahzun da olmazlar, öyle değil mi?

10 / YUNUS – 63: Ellezîne âmenû ve kânû yettekûn(yettekûne).
Onlar, âmenûdurlar (ölmeden evvel Allah'a ulaşmayı dileyenlerdir) ve takva sahibi olmuşlardır.

   Nefsinizin kalbindeki afetlerin yarısını temizlemeyi ve sizi mutluluğun yarısını yaşama konusunda size garantiyi Allahû Tealâ veriyor.“Kim bana ulaşmayı dilerse, Ben onu mutlaka Kendime ulaştırırım” diyor:

29/ANKEBUT–5:Men kâne yercû likâallâhi fe inne ecelallâhi leât(leâtin), ve huves semîul alîm(alîmu).
Kim Allah'a mülâki olmayı (hayattayken Allah'a ulaşmayı) dilerse, o taktirde muhakkak ki Allah'ın tayin ettiği zaman mutlaka gelecektir (ruhu mutlaka hayattayken Allah'a ulaşacaktır). Ve O; en iyi işiten, en iyi bilendir.

     Bir insanın ruhunun Allah’a ulaşabilmesi ise nefsinin kalbinin %51 oranında afetlerden temizlenmesi ile mümkündür. Bu temizlenme %51 oranında o kişinin mutluluğa ulaşması demektir. Allahû Tealâ herkesi bu hedefe ulaştıracağını garanti ediyor. (Şura–13, Rad–27)
    Nefs tezkiyesi dünya mutluluğunun yarısını ifade eder, nefs tasfiyesi ise nefsimizin kalbinde afetlerin tamamen yok olması ise dünya mutluluğunun bütününü ifade eder.
    Öyleyse “dünyada rahat yoktur, mutluluk yoktur” lafı sadece bir hayal, bir uydurma, bir yalandır. Kişi nefsinin kalbindeki afetleri azalttıkça mutluluğu artar. Çünkü nefsi ile ruhu arasındaki kavga bittiği gibi onunla etrafındaki insanlar arsındaki kavga da biter. Bu kişinin Allah ile olan ilişkilerinde de bütün ibadetlerini yerine getirdiği ve yasak ettiği fiilleri yapmadığı için mutluluğu sonsuz bir mutluluk olarak devreye girer.
    Kişi daimî zikre ulaştığı zaman mutlak bir saadetin içinde yaşar. İç dünyasında (nefsi ile ruhu arasında ki kavga bittiği için), dış dünyasında (başka insanlarla kavgası bittiği için) ve Allah ile olan ilişkilerde (Allah’ın emir ve yasaklarına harfiyen uyduğu için) sonsuz bir saadeti yaşar.
     9. bid’at: “Dînde zorlama vardır.” düşüncesidir. Allahû Tealâ tam aksini ifade ediyor:

2/BAKARA–256: Lâ ikrâhe fîd dîni kad tebeyyener ruşdu minel gayy(gayyi), fe men yekfur bit tâgûti ve yu’min billâhi fe kadistemseke bil urvetil vuskâ, lenfisâme lehâ, vallâhu semîun alîm(alîmun).
Dînde zorlama yoktur. İrşad yolu (hidayet yolu; Allah’a ulaştıran yol), gayy yolundan (dalâlet yolu; şeytana, cehenneme ulaştıran yoldan) açıkça (ayrılıp) ortaya çıkmıştır. Artık kim tagutu (şeytanı ve şeytana ulaştıran yolu) inkâr edip de Allah’a îmân ederse (mü’min olur, Allah’a ulaştıran yolu tercih ederse), böylece o, (Allah’tan) kopması mümkün olmayan urvetul vuskaya (sağlam bir kulba, mürşidin eline) tutunmuştur. Allah Sem’î’dir, Alîm’dir.



      10. bid’at: “Mürşide ulaşmak farz değildir. Mürşidsiz de cennete gidilebilir.”
      Aslında gerçekten de mürşidsiz de cennete gidilebilir. Mürşide ulaşmadan evvel de bir insanın cennete girebilmesi mümkündür ama Allahû Tealâ o kişiye verdiği sözü gereği kişi Allah’a ulaşmayı dilerse Allah mutlaka onu kendisine ulaştıracaktır. Peki, mürşide ulaşmak farz mıdır?  Maide Suresi 35. âyet-i kerîmesine göre farz olduğunu anlıyoruz:

5/MAİDE - 35: Yâ eyyuhellezîne âmenûttekûllâhe vebtegû ileyhil vesîlete ve câhidû fî sebîlihi leallekum tuflihûn(tuflihûne).
Ey âmenû olanlar (Allah'a ulaşmayı, teslim olmayı dileyenler); Allah'a karşı takva sahibi olun ve O'na ulaştıracak vesileyi isteyin. Ve O'nun yolunda cihad edin. Umulur ki böylece siz felâha erersiniz
    
     Allahû Tealâ birinci takvanın sahibi olmuş olan amenûlerden 2. defa takva sahibi olmalarını istiyor. “Allah’a ulaşmaya vesile olacak olan kişiyi(mürşidi) Allah’tan isteyin” diyor. Mürşidi Allahû Tealâ farz kılıyor. Mürşidi istemekten murada o mürşide ulaşıp tabi olmak. Öyleyse mürşide ulaşmak farzdır. Allahû Tealâ açık bir şekilde farz kılmış. Allahû Tealâ Nahl Suresi 9. âyet-i kerîmede buyuruyor ki:

16/NAHL-9: Ve alallâhi kasdus sebîli ve minhâ câir(câirun), ve lev şâe le hedâkum ecmaîn(ecmaîne).
Ve sebîllerin (dergâhlardan Sırat-ı Mustakîm'e ulaşan bütün yolların yani mürşidlerin) tayini, Allah'ın üzerinedir. Ve ondan sapanlar vardır. Ve eğer O dileseydi, sizin hepinizi hidayete erdirirdi.

     11. bid’at: “Allah görülemez”  Evet, bu dünya gözü ile gerçekten görülemez. Bu gözler Allah’ı görmeye tahammül edemez. Ama Allahû Tealâ kişiye başka bir göz olan kalp gözü veriyor. Kalp gözü ile kim iradesini Allah’a teslim ederse o zaman Allah’ın Zat’ını görür.
     Allahû Tealâ bir kısım insanların Allah’ın katında Allah’ın Zat’ına şahadet ettiklerini söylüyor.  İşte onlar Allah’ın katında Allah’ı müşahede edenlerdir. Allah’ın Zat’ına şahadet edenlerdir.

12 / YUSUF - 108: Kul hâzihî sebîlî ed’û ilallâhi alâ basîretin ene ve menittebeanî, ve subhânallâhi ve mâ ene minel muşrikîn(muşrikîne).
De ki: “Benim ve bana tâbî olanların, basiret üzere (kalp gözüyle basar ederek, Allah'ı görerek) Allah'a davet ettiğimiz yol, işte bu yoldur. Allah'ı tenzih ederim. Ve ben, müşriklerden değilim.”

     Allahû Tealâ buyuruyor ki: ‘’Kalp gözleri kör olmaz; baş gözleri kör olur.”   Ancak kalp gözleri Allah’ı görmeye yetkilidir.

43 / ZUHRUF - 86: Ve lâ yemlikullezîne yed’ûne min dûnihiş şefâte illâ men şehide bil hakkı ve hum ya’lemûn(ya’lemûne).
Ve onların, O'ndan (Allah'tan) başka taptıkları şeyler şefaate malik değildir. Hakk'a şahit olanlar hariç ve onlar (Hakk'ı) bilirler.

50/KAF–37: İnne fî zâlike le zikrâ li men kâne lehu kalbun ev elkâs sem’a ve huve şehîdun.
Muhakkak ki bunda kalpleri olan ve ilka edilenleri işitebilen ve (kalp gözleri ile Allah'a) şahit olan kişiler için mutlaka ibret vardır.

     12. bid’at: “Allah’a ulaşılamaz!” Bir takım dinden ve Allah’ın kitabından habersiz insanlar dîn hakkında ahkâm kesiyorlar ve: ‘’Şu kâinat var ya diyorlar, o Allah’tır. Onun dışında Allah falan aramayın. Göklerde sizin zannettiğiniz gibi bir Allah yoktur” diyorlar.


     Allahû Tealâ’nın âyetlerde açıklamasına göre altı günde altı âlem yarattı (üç asıl üç de karşıt) sonra arşa istiva etti:

32/SECDE-4: Allâhullezî halakas semâvâti vel arda ve mâ beynehumâ fî sitteti eyyâmin summestevâ alel arş(arşi), mâ lekum min dûnihî min veliyyin ve lâ şefîi(şefîin), e fe lâ tetezekkerûn(tetezekkerûne).
O Allah ki; gökleri, yeri ve ikisinin arasındakileri altı günde halketti (yarattı). Sonra arşa istiva etti (arşı sevva etti, dizayn etti, vechi arşta karar kıldı). Sizin O'ndan başka dostunuz ve şefaatçiniz yoktur. Hâlâ tezekkür etmez misiniz?
    
     Demek ki Allah varken kâinat yokmuş, Allah kâinat ise herkes Allah’ın bir parçası demektir.
     Böyle bir saçmalığı nasıl söyleyebilir insanlar? O Allah ki kendi Zat’ına davet ediyor ve diyor ki : “Biz Kur'ân’ı indirdik, İncili indirdik, Tevratı indirdik” göklerden yere indiriyor. (Maide/ 44–46)
     Allahû Tealâ buyuruyor ki : “Buradaki bir gün sizin dünyanızda 1000 yıla eşittir” Allah’ın hem görülmesi hem de Allah’a ulaşılması bir tarafa bırakın Allah, ruhumuzu ölmeden evvel kendisine ulaştırmamızı üzerimize farz kılıyor. (Müzemmil–8, Zumer–54, Fecr–28)
     Öyleyse Allah’a ulaşmamız üzerimize defaatle farz kılınmış. Bunun bir farz hükmü Rad–21. âyetinde emir şeklinde tecelli ettiği için kesinleşiyor. Allahû Tealâ ruhumuzun Allah’a ulaşmasını emretmiş yani farz olduğu bir defa daha kesinleşiyor.
     13. bid’at: “Cehennemde bir süre cezalandıktan sonra inananlar muhakkak cennete girer” diyorlar.
     Bizim kitabımız Kur’ân-ı Kerim, bir furkandır. Furkan; hakkı batıldan ayırt eden demektir. O zaman doğruyu bulmak için Kur’ân’a bakalım:
     Cehennemden çıkılamayacağına tam 52 âyet vardır. Bu âyetleri size gönderdiğimiz 2. kitapta bulabilirsiniz. Ama bir kaç âyeti inceleyelim:
       
23/MU’MİNUN–102: Fe men sekulet mevâzînuhu fe ulâike humul muflihûn(muflihûne).
O zaman kimin mizanı (sevap tartıları) ağır gelirse işte onlar, felâha erenlerdir.

23/MU’MİNUN–103: Ve men haffet mevâzînuhu fe ulâikellezîne hasirû enfusehum fÎ cehenneme hâlidûn(hâlidûne)
Ve kimin mizanı (sevap tartıları), hafif gelirse işte onlar, nefslerini hüsrana düşürenlerdir. Onlar, cehennemde ebediyyen kalacak olanlardır.
       
2/BAKARA–80: Ve kâlû len temessenen nâru illâ eyyâmen ma’dûdeh(ma’dûdete), kul ettehaztum indallâhi ahden fe len yuhlifallâhu ahdehu(ahdehû) em tekûlûne alâllâhi mâ lâ ta’lemûn(ta’lemûne).
Ve (o emaniyyeye tâbî olanlar): “Ateş bize ancak sayılı birkaç gün dokunacak (günahlarımız kadar yanıp cennete gireceğiz).” dediler. De ki: “Allah katından bir ahd mi edindiniz?” (Eğer böyle bir ahd, almışsanız) Allah, ahdinden asla dönmez (Allah’ın ahdinde hilâf olmaz). Yoksa Allah’a karşı bilmediğiniz bir şey mi söylüyorsunuz?

3/ÂLİ İMRÂN-24: Zâlike bi ennehum kâlû len temessenen nâru illâ eyyâmen ma’dûdât(ma’dûdâtin), ve garrahum fî dînihim mâ kânû yefterûn(yefterûne).
Bu, onların "Ateş bize sayılı günlerden başka asla dokunmayacak" demeleri sebebiyledir. Ve onların dînleri hakkında iftira etmiş oldukları şeyler, kendilerini aldattı.

     14.bid’at: “Şekil şartlarına riayet etmeyenlerin ibadetleri kabul olunmaz!” Bir hurafe ortalıkta dolaşıyor. Bilmem hangi harfi boğazımızdan çıkarırken normal çıkaramıyorsanız sizin namazınız kabul olunmazmış. Şekil şartlarından herhangi birine riayet etmediniz. Ellerinizi kulaklarınızın alt tarafına değilde üst tarafına koydunuz bitti, namazınız yandı. Okumanızda bir Arapça harfi okuyamadınız namaz olmaz vb. Buna benzer bir sürü hurafe dînimizin içine girmiş.
     Aslında Allahû Tealâ sizin kalbinize bakar. Şekil şartlarına bilerek kasıtlı olmadıktan sonra eksiklik olsa da Allahû Tealâ namazlarınızı ve bütün ibadetlerinizi kabule her zaman hazırdır. Allah insanın dostudur.
     15. bid’at: Tecvide veya kıraatte harflerin mahreçlerine göre çıkarılmayan kıraatler ve kabul olunmaz. Bu da doğru değil, herkes Arapça bilgisine ve telaffuzuna yeterli ölçüde sahip değildir. Allahû Tealâ bizim kalbimize bakıyor. Kelimeleri elimizden geldiğince uygun şekilde telaffuz etmeye çalışıyoruz ama bir Arap kadar muntazam ve uygun ve mahreçlerinden seslerin çıkması bizlerde pek mümkün olmaz. Böyle olmadığı için Allahû Tealâ’nın namazınızı veya diğer ibadetlerimizi kabul etmemesi diye bir şey hiç bir zaman söz konusu değildir.
      Şekil şartları Allah ile olan ilişkilerinizde bir hüküm ifade etmez. Siz hüsn-ü niyetle Allah rızası için ibadetlerinizi yaparsanız Allahû Tealâ onları mutlaka kabul eder. Her ibadet Kiramen kâtibin melekleri tarafından amel defterinize kaydediliyor. Kazandığınız derecelerde farklılıklar olabilir ama bu önemli bir fark hiç bir zaman oluşturmaz.
     16. bid’at: “İrciî emri bir ölüm emridir” Allahû Tealâ Fecr Suresi 28. âyet-i kerîmede : “İrciî ila  rabbiki”  “Rabbine rücû et. Rabbine geri dön. Ruhunu hayattayken Allah’a ulaştır. ” buyuruyor. Ruhun Allah’a geri dönmesi kişinin ölümü ile mutlak olarak gerçekleşir.
      Ölüm melekleri gelirler, kişinin mitokondrilerini çalışmaz hale getirirler, yani vücut elektrik enerjisi üretemez ve oksijen gitmediği için beyinden başlayan ölüm bütün vücuda yayılır ve ruh da nefs de manyetik alan sona erdiği için ölen bir vücutta barınamazlar ve vücudu terk etmek zorundadırlar.
      Ruh omuzlarımızdan bir ya da iki metre yukarda sağ tarafımızda nefs sol tarafımızda yer alır ve ölüm melekleri ruhumuzu beraberinde alarak Allah’a ulaştırırlar. Ama böyle bir şey ölümden sonra ruhumuzun Allah’a ulaşmasıdır. Ruhu vücudunda olan bir kişi için geçerli olan olaydır. Her halükarda ruhunuzun Allah’a ulaşması söz konusudur.

3/ÂL-Î İMRÂN–83: E fe gayre dînillâhi yebgûne ve lehû esleme men fîs semâvâti vel ardı tav’an ve kerhen veileyhiyurceûn(yurceûne).
Onlar, hâlâ Allah'ın dîninden başkasını mı arıyorlar? Hâlbuki göklerde ve yerde kim varsa, hepsi tav'an ve kerhen (isteyerek ve istemeyerek) O'na teslim oldular ve onlar, O'na (Allah'a), geri döndürülecekler.

     Allahû Tealâ sadece ‘’İrciî’’ emri ile değil, diğer emirlerle de ruhu Allah’a davet eder. Hayattayken ruhunuzu Allah’a ulaştırmak üzerinize defaatle farz kılınmıştır.
    Öyleyse bu farzlardan biri de Ircıî emridir. İntihar eden kişi Kur’ân-ı Kerim’de mutlaka cehenneme gideceği belirtilmiştir. İntihar eden kişi mutlaka ebediyyen kalmak üzere cehenneme gidecektir.

4/NİSA–29: Yâ eyyuhellezîne âmenû lâ te’kulû emvâlekum beynekum bil bâtılı, illâ en tekûne ticâreten an terâdın minkum, ve lâ taktulû enfusekum, innallâhe kâne bikum rahîmâ(rahîmen).
 Ey îmân edenler (âmenû olanlar)! Birbirinizin mallarını batılla (haksızlıkla) yemeyin, ancak sizin rızanızla yaptığınız ticaret hariç. Ve kendinizi (ve birbirinizi) öldürmeyin (intihar etmeyin). Muhakkak ki Allah, size karşı Rahîm'dir.

4/NİSA–30: Ve men yef’al zâlike udvânen ve zulmen fe sevfe nuslîhi nâra(nâren) ve kâne zâlike alallâhi yesîrâ(yesîran).
 Ve kim bunu düşmanlık ve zulümle yaparsa, o taktirde biz onu yakında ateşe yaslayacağız. Ve işte bu, Allah için kolaydır.
      
     Öyleyse intihar etmek cehenneme gitmenin temelini teşkil eder. Hiç Allahû Tealâ Kur’ân-ı Kerim’de herkese hitaben irciî emrini “intihar et de ruhun bana geri dönsün” der mi? Aynı Kur’ân-ı Kerim’e “intihar edenin gideceği yer cehennemdir” diye yazsın, ondan sonra da intihar emri versin. Allahû Tealâ Kur’ân-ı Kerim’de buyuruyor ki : “Allah abes ile iştigal etmez” onun için “ırciî” emri hayattayken insan ruhunun Allah’a ulaşması emridir. Zaten Allahû Tealâ bir çok defa âyetlerde ruhumuzun Allah’a hayattayken geri dönmesini farz kılmıştır. Dolayısıyla da İrcıi emri de bunlardan biridir. Üzerimize farzdır.
     17. bid’at: ''Allah’ın rahmet ve fazlının nefsinin kalbine yerleşmesi ile oluşacak tarzda nefs teskiyesi yoktur” diyorlar. Oysaki nefs teskiyesi Kur’ân’ın temelidir. Allahû Tealâ nefsimizi teskiye etmeyi üzerimize farz kılıyor.

5/MAİDE-105: Yâ eyyuhellezîne âmenû aleykum enfusekum, lâ yadurrukum men dalle izehtedeytum ilâllâhi merciukum cemîân fe yunebbiukum bimâ kuntum ta’melûn(ta’melûne).
Ey âmenû olanlar! Nefsleriniz, üzerinizedir (nefsinizin sorumluluğu üzerinize borçtur). Siz hidayette iseniz, dalâletteki bir kimse size bir zarar veremez. Hepinizin dönüşü Allah'adır. O zaman yapmış olduğunuz şeyleri size haber verecek.
       
      Kişi Allah’a ulaşmayı dileyip mürşidine ulaşıyor; tâbî oluyor. Tâbiiyeti ile beraber Allahû Tealâ kalbine imânı yazıyor. Niçin? Nefs teskiyesi yapsın diye. Kişi zikir yapınca Allah’ın katından gelen salâvât rahmet ve salâvât fazl nurları kişinin göğsüne ulaşıp göğsünden kalbine ulaşıyor. Kalbe giren fazl nurları imân kelimesinin etrafında ters manyetik alan olduğu için yapışıp ve orada kalıyor.
     Öyleyse nefs teskiyesi de nefs tasfiyesi de farzdır. Daimî zikirde nefsimiz %100 nurlarla dolar ve nefsimiz tasfiye edilmiş olur. O kişi kalp gözü ve kalp kulağı mutlaka açılan birisi olur.
     18.bid’at: “Hidayet de Sıratı Mustakim de doğru yoldur”  ifadesi.
     Hidayet bir yol değildir. Hidayet, insan ruhunun ölmeden evvel Allah’a ulaşmasıdır. (Bakara–120, Âlî-İmrân–73 ve En’am–71) Ama bazı kişiler diyorlar ki:  “Hudallah” “ Allah’ın ulaştırmasıdır.” manasına gelir. Tamam, o manaya geliyorsa o zaman gene problem yok. Şura Suresi 13. âyet-i kerîme ile birleştirdiğimiz zaman aynı neticeye ulaşıyoruz. Çünkü orada Allah buyuruyor ki:
    “Allah dilediğini kendisine seçer, seçtiklerinden kim Allah’a yönelirse (ulaşmayı dilerse)Allah onları kendisine ulaştırır”.
      Allah’ın Allah’a ulaşmayı dileyenleri kendisine ulaştırdığı kesin. Allah’a yönelen kişinin Allah’a ulaşmayı dileyen kişi olduğu kesin, çünkü Allah’ın ulaştırdığı yer Kendi Zat’ı.
     Öyleyse nasıl yorumlanırsa yorumlansın ruhun Allah’a ulaşması söz konusu. Hidayet insan ruhunun Allah’a ulaşmasıdır. Allah’a ulaşmaya: “Allah’ın ulaştırmasıdır.”  derseniz gene aynı neticeye ulaşıyoruz. Allah’a yönelen, Allah’a ulaşmayı dileyen kişinin ulaşacağı yer Allah’ın Zat’ı oluyor. Allah’ın seçtiklerinden herkim Allah’ yönelirse Allah onu kendisine ulaştırır.
      Hidayet, Allah’ın Kendisine ulaştırmasıdır. Hidayet bir yol değildir. İnsan ruhunun dünya hayatını yaşarken Allah’a ulaştırılması halidir. Sıratı Mustakîm nedir? Sırat  “yol” demek,  Mustakîm ''İstikamet '' üzere demek. Kime istikamet üzere olan yol? Suali geliyor akla. Hicr Suresi 41. âyet-i kerîmede Allahû Tealâ buyuruyor ki:

 HİCR–41:  Kâle hâzâ sırâtun aleyye mustekîm
 Allahû Tealâ şöyle buyurdu: “İşte bu, Bana yönlendirilmiş (Bana ulaştıran) yoldur.”
       
     Allahû Tealâ :“Bana istikametlenmiş olan yoldur” diyor. Yani Allah’a ulaştıracak olan yol demek. Hâlbuki doğru yol dediğiniz zaman doğru yol denen mevhumun ne olduğu belli değil. Bir açıklama getirilmiyor. Şeytanın bir tuzağı ile karşı karşıyayız, diyor ki: “Sıratı Mustakîm doğru yoldur. ”  Bu doğru değil. Doğru yol istikamet üzere olan yoldur. Doğru yolun neden doğru yol olduğu konusunda hiç bir işaret yok. Ve aslında söylediğimiz standartlarda görülüyor ki sıratı mustakîm Allah’ın Zat’ına istikametlenmiş olan yoldur. İnsan ruhunun ölmeden evvel vücudundan ayrılarak Allah’a ulaşacağı yoldur.
      Öyleyse hidayet yol değildir Allah’a ulaşmaktır. Öyleyse Allah’a ruhu ulaştıran yolun adıdır. Birisi yol birisi ulaşmak.
     19. bid’at: “La ilahe illallah diyen cennete girer” Kur’an-ı Kerim’de böyle bir şey yok. ”La ilahe illallah” diyen cennete girmez ama kim Allah’a ulaşmayı dilerse o kişiyi Allah mutlaka cennetine ulaştırır.
     ‘‘Ben cennete girmek istiyorum.’’ diyen kişi cennete giremez. “La ilahe illallah” diyen de cennete giremez. Buna dair olan bir âyet-i kerîmeyi hiç kimse Kur’ân-ı Kerim’de gösteremez. Ama kim Allah’a ulaşmayı dilerse o kişiyi Allahû Tealâ mutlaka cennetine ulaştırır. Ve birçok âyet-i kerîme bu istikamette Kur’ân-ı Kerim’de sıralanmıştır. Kim Allah’a ulaşmayı dilemez ise gideceği yer cehennemdir.
     Allah’ın cennetine sadece Allah’a ulaşmayı dileyenler girer. Dilemeyenlerin gideceği yer mutlaka cehennemdir. Allahû Tealâ cehennemden bahsediyor ve Allah’a ulaşmayı dilemeyen kişinin gideceği yerin mutlak olarak cehennem olduğunu ifade ediyor. Allahû Tealâ’nın dizaynı açık ve kesin olarak geliyor:

10 /YUNUS-7: İnnellezîne lâ yercûne likâenâ ve radû bil hayâtid dunyâ vatme'ennû bihâ vellezîne hum an âyâtinâ gâfilûn(gâfilûne).
Muhakkak ki onlar, Bize ulaşmayı (hayatta iken ruhlarını Allah'a ulaştırmayı) dilemezler. Dünya hayatından razı olmuşlardır ve onunla doyuma ulaşmışlardır ve onlar âyetlerimizden gâfil olanlardır.

10/YUNUS-8: Ulâike me'vâhumun nâru bimâ kânû yeksibûn(yeksibûne).
İşte onların kazandıkları (dereceler) gereğince varacakları yer ateştir (cehennemdir).
       
     Öyleyse, bu kadar açık ve net bir hüviyet oluşuyor. Allah’a ulaşmayı dileyen kişi takva sahibidir. Takva sahiplerinin gideceği yer cennettir.
     Ancak mürşidine ihsanla tâbî olanlar için bu geçerlidir.
     Kur’ân-ı Kerim’deki hakikatlere tamamen ters olan 19 ayrı cepheden yanlışlıkları incelemiş olduk.



Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Not: Yalnızca bu blogun üyesi yorum gönderebilir.