29 Nisan 2019 Pazartesi

12. Basamak; Huşu oluşması

12. Basamak; Huşu oluşması

Bu sızıntı halindeki rahmet nuru, o kişinin kalbinde hafif bir aydınlık oluşturur. Allahû Tealâ bu aydınlığa, huşu sahibi olmak ismini veriyor. Hadid Suresinin 16. âyet-i kerimesinde buyuruyor ki:

57/HADÎD-16: E lem ye’ni lillezîne âmenû en tahşea kulûbuhum li zikrillâhi ve mâ nezele minel hakkı ve lâ yekûnû kellezîne ûtûl kitâbe min kablu fe tâle aleyhimul emedu fe kaset kulûbuhum, ve kesîrun minhum fâsikûn(fâsikûne).
Allah’ın zikri ile ve Hakk’tan inen şeyle (Allah’ın nurları ile), âmenû olanların (Allah’a ulaşmayı dileyenlerin) kalplerinin huşû duyma zamanı gelmedi mi? Kendilerine daha önce kitap verilip de böylece üzerinden uzun zaman geçince, artık (zikri unuttukları için) kalpleri katılaşan kimseler gibi olmasınlar. Onlardan çoğu fasıklardır.


Demek ki kişinin zikir yapması asıldır. Eğer kişi söylediğimiz üç şarta sahipse, zikir yaptığı zaman Allahû Tealâ'dan o kişinin kalbine rahmet, fazl ve salâvât nurları ulaşır. Ama mührün kenarlarından içeri sadece rahmet nuru sızabilir ve o kalpte huşu adı verilen hafif bir aydınlık oluşturur. Neden hafif bir aydınlık? Bunun iki tane sebebi vardır. Allah'ın fazl nuru kalbe kadar ulaştığı halde kalbin içine hiç giremiyor, rahmet nurunun bir kısmı sızabiliyor, büyük kısmı giremiyor. Bunların ötesinde bir de bu kademede, o kişi zikir yaparken de nefsinin kalbine şeytanın karanlıkları da devamlı ulaştırmaktadır. Böylece kişi kalbine giren az bir nurla hafif bir kalp aydınlığına ulaşır. İşte bu huşu sahibi olmaktır.

Allahû Tealâ rahmetinin fazlının ve salâvâtının o kalbe ulaşacağını Zumer Suresinin 23. âyet-i kerimesinde anlatıyor, diyor ki;

39/ZUMER-23: Allâhu nezzele ahsenel hadîsi kitâben muteşâbihen mesâniye takşaırru minhu culûdullezîne yahşevne rabbehum, summe telînu culûduhum ve kulûbuhum ilâ zikrillâh(zikrillâhi), zâlike hudallâhi yehdî bihî men yeşâu, ve men yudlilillâhu fe mâ lehu min hâd(hâdin).
Allah, ihdas ettiği (nurların) ahsen olanlarını (rahmet, fazl ve salâvâtı), ikişer ikişer (salâvât-rahmet ve salâvât-fazl), Kitab’a müteşabih (benzer) olarak indirdi. Rab’lerinden huşû duyanların ciltleri ondan ürperir. Sonra onların ciltleri ve kalpleri Allah’ın zikriyle yumuşar, sükûnet bulur (yatışır). İşte bu, Allah’ın hidayetidir, dilediğini onunla hidayete erdirir. Ve Allah, kimi dalâlette bırakırsa artık onun için bir hidayetçi yoktur.


"Allâhu nezzele ahsenel hadîsi kitâben muteşâbihen mesâniye: Allah, ihdas ettiği (nurların) ahsen olanlarını (rahmet, fazl ve salâvâtı), ikişer ikişer (salâvât-fazl ve salâvât-rahmet), Kitab'a müteşabih (benzer) olarak indirdi."

"Bundan (Allah'tan inen o ikişerli nurlardan) o insanların derileri ve kalpleri ürperir." diyor Allahû Tealâ. İnsanın tüylerinin ürpermesi olayı. O zaman Rablerine karşı huşu duyarlar (derilerinin ürpermesi sebebiyle), Allah'ın zikriyle onların göğüslerine ulaşan, oradan kalplerine ulaşan salâvât-fazl ve salâvât-rahmet nurlarından bir tanesinin (rahmetin) o kişinin kalbine sızmasıyla, o kişinin kalbinde huşu müessesesi oluşur. Sonra, onların derileri ve kalpleri Allah'a olan zikirleri sebebiyle yumuşar, aydınlanır, titrer. İşte bu cezbenin tarifidir. O kalbin artık Allah'ın rahmetine açık olduğunun kesin ifadesidir. Öyleyse kalbimize Allah'tan rahmet, fazl ve salâvât beraberce ulaşıyor, sırf Allah o rahmet kapısını Allah'a döndürdü ve göğsümüzden kalbimize o yolu açtı diye. Ulaşan nurlardan yalnız rahmet nuru, kalbimizin içine girebiliyor ve kalbimizi hafif bir aydınlığa ulaştırıyor. İşte bu bizim Allah'a karşi huşu duymamızı sağlıyor.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Not: Yalnızca bu blogun üyesi yorum gönderebilir.