Kitap Ehli
Ehli kitap; peygamberler tarafından getirilmiş kitaplardan
birine iman edenler, kitabı olanlar veya ümmî bir toplumun okuma-yazma bilen
kültürlüleri manâlarına gelir. Kitap, vahyin adlarından biridir. Ehli kitap
(Ehli vahiy), vahye muhatap olmuş topluluk anlamına gelmektedir.
35/FÂTIR-24: İnnâ erselnâke bil hakkı beşîren ve nezîrâ(nezîren), ve in min
ummetin illâ halâ fîhâ nezîr(nezîrun).
Muhakkak ki Biz seni, hak ile müjdeleyici ve nezir (uyarıcı)
olarak gönderdik. İçinden bir nezir gelip geçmiş olmayan hiçbir ümmet yoktur.
Bu nedenle her topluluk kitap ehlidir yani her topluluk ehli vahiydir, vahye muhatap olmuştur.
20/TÂHÂ-134: Ve lev ennâ ehleknâhum bi azâbin min kablihî le kâlû rabbenâ lev
lâ erselte ileynâ resûlen fe nettebia âyâtike min kabli en nezille ve nahzâ.
Ondan
önce gerçekten Biz onları, azapla helâk etmiş olsaydık, muhakkak şöyle
derlerdi: “Rabbimiz, bize resûl gönderseydin olmaz mıydı? Böylece biz de zelil
(rezil) ve rüsva olmadan önce senin âyetlerine tâbî olsaydık.”
Kitap ehli, kitap
sahipleri mânâsındadır. Allahû Tealâ kitap ehlini ikiye ayırmaktadır. Her
peygamber devrinde bir kısım insan tâbî olmuş ve Allah'ın bütün güzelliklerini
peygamberleriyle birlikte beraberce yaşamışlar. Hz. Musa ve O'na tâbî olanlar,
Hz. İsa ile O'na tâbî olanlar (havariler), Peygamber Efendimiz (S.A.V) ile O'na
tâbî olanlar (sahâbe), Allah'ın bütün güzelliklerini, mutluluklarını
yaşamışlar. Ama aynı devrede, aynı halkın içinde büyük çoğunluk tâbî olmamış.
Hz. İsa, Allah'ın katına alınıncaya kadar olan sürede sadece reel olarak 12
kişi tâbî olmuş. Onlar Allah'a teslim olmayı başarmışlar, geri kalanlar onların
karşılarında olmuş. Peygamber Efendimiz (S.A.V) devrinde de bir azınlık,
Peygamber Efendimiz (S.A.V)'le olmuş.
Allahû
Tealâ, Alî İmrân-75’de buyruyor ki:
3/ÂLİ İMRÂN-75: Ve min ehlil kitâbi men in te’menhu bi
kıntârin yueddihî ileyk(ileyke), ve minhum men in te’menhu bi dînârin lâ
yueddihî ileyke illâ mâ dumte aleyhi kâimâ(kâimen), zâlike bi ennehum kâlû
leyse aleynâ fîl ummiyyîne sebîl(sebîlun), ve yekûlûne alâllâhil kezibe ve hum
ya’lemûn(ya’lemûne).
Kitap ehlinden öyle kimseler var ki; ona kantar kantar (altın) emanet etsen onu sana iade eder. Ve yine onlardan öyle kimseler var ki; eğer ona bir dinar emanet versen başında devamlı dikilmedikçe onu sana iade etmez. Bu onların: “Ümmiler hakkında bizim üzerimize bir yol (sorumluluk) yoktur.” demelerindendir. Allah’a karşı bilerek yalan söylüyorlar.
Kitap ehlinden öyle kimseler var ki; ona kantar kantar (altın) emanet etsen onu sana iade eder. Ve yine onlardan öyle kimseler var ki; eğer ona bir dinar emanet versen başında devamlı dikilmedikçe onu sana iade etmez. Bu onların: “Ümmiler hakkında bizim üzerimize bir yol (sorumluluk) yoktur.” demelerindendir. Allah’a karşı bilerek yalan söylüyorlar.
İşte
peygamberlerin bulunduğu noktadan itibaren bugünlere doğru geldikçe dünya
nüfusu giderek büyüyor ama tâbî olanlar, bu kadar büyüyen nüfusun içinde
giderek azalıyor. Tâbî olanların sayısının toplumun içinde giderek daha
küçülmesi söz konusu. Peygamber Efendimiz (S.A.V) devrinde de hem Hz. Musa'ya
tâbî olanlardan (yahudilerden) hem de Hz. İsa'ya tâbî olanlardan
(hristiyanlardan) bir grup insan orada yaşıyordu. Ve sadece küçük gruplar
asırlar boyunca kendi mürşidine tâbî olarak devrinin icabını yerine
getirmişler.
İşte
bunlar kendilerine kantar kantar altın verseniz iade ederken, Allah ile
ilişkilerini tamamıyla kesmiş olan gruba bir tek altın dahi verseniz onu iade
etmezler. Kitap sahiplerinin arasında 2 ayrı grup olduğu, bu âyette son derece
açık ve kesin bir dille anlatılıyor. Büyük gruplarda bir takım bozulmaların
olduğu ama az da olsa bir grup insanın bu güzelliği yaşamaya devam ettiklerini
görüyoruz.
Genel
dejenerasyon, Allah'ın yoluna girmeyen insanları kapsıyor. Bugün de ne yazık ki
İslâm âleminin büyük bir kısmı Allahû Tealâ'nın hidayet emirlerini en güzel
standartlarda uygulamaları gerekirken onu uygulamıyorlar ve dejenerasyon
içindeler. Allah'ın emirleri unutulduğu için artık insanlar ne tâbî olmayı, ne
de hidayeti; (Allah'a ulaşmayı) ruhu,
vechi, nefsi, iradeyi Allah'a teslim etmeyi düşünüyorlar. Ama Allahû Tealâ en çok sevdiği insan adlı
mahlûkunun mutlu olmasını talep etmektedir.
Bu sebeple de kitaplarını; Tevrat’ı, Zebur’u, İncil’i ve Kur’ân-ı
Kerîm’i insanoğluna bir mutluluk davetiyesi olarak indirmiştir. Yani insanlık
tarihi boyunca Allah insanların hep mutlu olmalarını istemiştir.
Allahû Tealâ,
bütün kitaplarını; Kur’ân-ı Kerim’i, Tevrat’ı, İncil’i hak ile indirmiştir.
Kur’ân-ı Kerim’de de Tevrat’ta da İncil’de de; takva, hidayet ve nur vardır.
ü
Kur’an-ı
Kerim bir hidayet rehberi ve nurdur;
10/YÛNUS-57: Yâ
eyyuhen nâsu kad câetkum mev'ızatun min rabbikum ve şifâun limâ fîs sudûri ve
huden ve rahmetun lil mu'minîn(mu'minîne).
Ey insanlar! Size,
Rabbinizden öğüt (vaaz) ve göğsünüzde olana (nefsinizin kalbindeki
hastalıklara) şifa ve mü’minlere hidayet ve rahmet gelmiştir.
42/ŞÛRÂ-52: Ve
kezâlike evhaynâ ileyke rûhan min emrinâ, mâ kunte tedrî mel kitâbu ve lel
îmânu ve lâkin cealnâhu nûren nehdî bihî men neşâu min ibâdinâ, ve inneke le
tehdî ilâ sırâtın mustekîm(mustekîmin).
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder
Not: Yalnızca bu blogun üyesi yorum gönderebilir.