3 Haziran 2016 Cuma

ENFÜSÎ VE ÂFÂKİ MUTLULUK

ENFÜSÎ VE ÂFÂKİ MUTLULUK

İnsan iç ve dış dünyasında mutlu olmak için yaratıldı. Enfüsî kişinin iç dünyasındaki, âfâki dış dünyasındaki mutluluğunu ifade eder. İnsan, iç dünyasında nefsi ile ruhu arasındaki karşıtlığı yok etmek sadedinde bir gayretin sahibi olmak mecburiyetindedir. Bunu ancak nefsinin afetlerini yok ederek sağlayabilir.
Nefs tezkiyesi; bir insanın nefsinin kalbindeki afetlerin %51’nin yerini  nurların almasıyla gerçekleşir. Böylece kişinin nefsi ile ruhu dengeli bir muhteva kazanır. Evvelâ nefsle ruh zaten dengededir. Bir insan Allahû Tealâ tarafında fizik vücut ile yaratılır ve o kişiye nefs muhtevası verilir. Allahû Tealâ o kişinin içine ruhundan da üfürür. Böylece bir ruh, bir nefs ve bir fizik vücutla bir üçlü oluşur. Bütün insanlar başlangıçta böyle bir üçlü standarttadırlar. Bu standartlarla Allah’ın temel emrini yerine getirmeleri gerekir. Yani; ruhlarını dünya hayatını yaşarken Allah’a ulaştırmayı dilemelidirler. Bu dilek en önemli başlangıştır; konudur. Allah’a ulaşma dileği yoksa bundan sonra ki aşamaların hiç birisi gerçekleşemez. Bir insanın mutluluğu, o kişinin ruhunu hayattayken Allah’a ulaştırmayı dilemesine %100 bağlıdır. Başka bir alternatif yoktur. İkinci bir çözüm yolu yoktur.
Kim Allah’a mülâkî olmayı dilerse, Allahû Tealâ bu dileği anında işitir;  bilir ve böyle bir dileğin mutlaka yerine getirilmesini sağlar. Kişi dünya mutluluğunun yarısına yani %51’ine ulaştırılana kadar geçen süre, Allah’ın garantisinde olan bir yolculukla gerçekleşir.
 Allahû Tealâ insanı en çok sevdiği ve değer verdiği mahlûk olarak yaratmıştır. Çünkü sadece insana ruhundan üfürmüştür. Allah’ın ruhundan üfürdüğü insan adı verilen bu mahlûk, Allah’ın indinde en güzeli yaşayacak olan bir formasyona sahiptir. Burada ifade ettiğimiz “en güzel” o kişinin nefsinin bütünüyle afetlerden arınması, % 2 rahmet nuru, % 98 fazl nuruyla nefsin kalbinin dolması, nefsin kalbinin tamamen nurlardan oluşmasıdır.
Başlangıçta bir denge vardır. İnsanın ruhu, nefsi ve fizik vücudu vardır. Ruh da nefs de fizik vücutla birliktedir. İşte ruh ile nefs, fizik vücudumuzun muhtevasında olan bu iki varlıktır. Bir insana Allahû Tealâ tarafından Allah’ın ruhu, doğar doğmaz üfürülür. Ruhun muhtevası %100 hasletlerle doludur. Nefsin muhtevası da %100 afetlerle doludur.
Allahû Tealâ Zâriyat Suresinin 49. âyet-i kerimesinde diyor ki:

51/ZÂRİYÂT-49: Ve min kulli şey’in halaknâ zevceynî leallekum tezekkerûn(tezekkerûne).
Ve Biz, herşeyden (zıttıyla kaim kılarak) çift yarattık. Umulur ki böylece siz tezekkür edersiniz.
        
İnsanın fizik vücuduyla nefsi ayrı ayrı, birbirinin muhtevasını tamamlayan bir hüviyet gösterir. Kişinin ruh, nefs ve fizik vücut üçlüsü içinde dengeyi tam olarak sağlamış olduğunu görüyoruz. Nefsin kalbi başlangıçta %100 afetlerle dolu, ruhu ise  %100 hasletlerle doludur. Burada bir denge vardır. Bu denge, kişi bir gün Allah’a ulaşmayı dilediğinde değişecektir. 
Ruhun vücuttan ayrılması bir insanın mürşidini Allah’tan sorup, mürşidine ulaşabilmesi ve onun elini öpmesiyle mümkündür. Kim Allah’a ulaşmayı dilerse, Allahû Tealâ o kişiye mürşid sevgisi verir. Kişi mürşidini arar. Mürşidini Allah’tan sorma arzusu duyar, hacet namazını kılar ve sorar. Allahû Tealâ mürşidini gösterir. Çünkü o kişi bu dileğin sahibi ise, Allahû Tealâ mutlaka o kişinin ruhunu Kendisine ulaştırır. Burada cüz’i iradenin, İlâhi İrade’ye bir talepte bulunması söz konusudur. İnsanın yani kulun iradesi, cüz’i iradedir. Allahû Tealâ insanı irade adı verilen bu sistemle donatmıştır. İlâhi İrade ise; Allah’ın iradesidir. Allah’ın iradesi dışında tüm kâinatı idare eden bir sistem, küllî iradeyi ifade eder.
Allahû Tealâ’nın bütün insanları en güzele ulaştırması söz konusudur. Bütün insanların sadece ruhlarını değil, fizik vücutlarını da Allah’a teslim etmelerini ister. İster ki; bütün insanlar nefslerini de Allah’a teslim etsinler. İster ki; bütün insanlar iradelerini de Allah’a teslim etsinler ve böylece mutluluğu bütün boyutlarıyla dört başı mamur olarak yaşasınlar.
Allah ile olan bütün ilişkilerinizde Allah’ın sizden istediği şeyin bir tek şey olduğunu hiç unutmayacaksınız! Allah, hepinizin mutlu olmasını isterken neden bütün insanlar mutlu değiller? Çünkü Allah, mutluluğu insanın iradî yapısının talebine bağlamıştır. Kişi, mutluluğu isterse mutlu olur. Allah mutlaka ona yardım eder. Çünkü sözü var. Allahû Tealâ buyuruyor ki: “Kim Bana ulaşmayı dilerse, Ben onu Kendime ulaştırırım.”

42/ŞÛRÂ-13: Şerea lekum mined dîni mâ vassâ bihî nûhan vellezî evhaynâ ileyke ve mâ vassaynâ bihî ibrâhîme ve mûsâ ve îsâ, en ekîmûd dîne ve lâ teteferrekû fîh(fîhi), kebure alel muşrikîne mâ ted’ûhum ileyh(ileyhi), allâhu yectebî ileyhi men yeşâu ve yehdî ileyhi men yunîb(yunîbu).
(Allah) dînde, onunla Hz. Nuh'a vasiyet ettiği (farz kıldığı) şeyi (şeriati); “Dîni ikame edin (ayakta, hayatta tutun) ve onda (dînde) fırkalara ayrılmayın.” diye Hz. İbrâhîm'e, Hz. Musa'ya ve Hz. İsa'ya vasiyet ettiğimiz şeyi Sana da vahyederek, size de şeriat kıldı. Senin onları, kendisine çağırdığın şey (Allah'a ulaşmayı dileme) müşriklere zor geldi. Allah, dilediğini Kendisine seçer ve O'na yöneleni, Kendisine ulaştırır (ruhunu hayatta iken Kendisine ulaştırır).

Allahû Tealâ insanların %90’dan fazlasını seçer ama “Onlardan kim Bana ulaşmayı dilerse, Allahû Tealâ kim münîb olursa, Allah’a ulaşmayı dilerse, onu Kendisine ulaştırır.” demektedir.  
Allahû Tealâ’nın insana olan büyük sevgisi, insanı Kendi suretinde yaratmasıyla da alâkalıdır. Allah insanı Kendi suretinde yaratmıştır. Bir dünya adı verilen gezegende yaşam söz konusu ve birçok başka gezegende de yaşam söz konusudur. Allahû Tealâ yüz milyar galaksiden ve yüz milyar galaksinin içindeki yıldızlardan bahsetmektedir. Yani sonsuz sayıda hayat yaratmıştır. Allahû Tealâ saniyenin katrilyon kere katrilyonda biri kadar bir zaman parçası içerisindedir. Bu özellikler  bizim insan aklımıza sığmayan şeylerdir.
Hepimiz sadece birer mahlûkuz. Bunu kesin olarak başlangıçta kabul etmek mecburiyetindeyiz. Allahû Tealâ bizi yaratmayı dilemiş ve salsalinden yani organik hale dönüşebilecek özellikte olan bir çamurdan, Âdem (A.S)’ın şeklini oluşturmuş.  O’na hayat vermiş, canlı kılmış, sonra O’nun kaburga kemiğinden Havva Anamızı yaratmış, onu da canlı kılmış. Bütün insan adı verilen mahlûklar, Âdem ile Havva’dan bugüne kadar gelenlerdir.
Allahû Tealâ’nın dizaynı açık ve kesindir: Zâriyat-59’da: “Biz herşeyi zıddıyla kaim kılarak çift yarattık.” buyurmaktadır. Fizik vücudumuz, nefsimiz birbirinin zıddı olan ama görüntüleri yüzde yüz aynı olan iki varlıktır. Ruh ise bir yaratık, bir mahluk değildir; çünkü ruhumuz Allah’ın ruhundan üfürülmüştür. Fizik vücudumuzla nefsimiz arasındaki benzerlik önemlidir. Ama dengenin sağlanması konusunda önemli olan ruhumuzdaki %100 haslete mukabil, nefsimizin kalbinde %100 afetlerin varlığıdır.
Ruhumuz Allah ile ilişkiyi kurarken bizi Allah’ın sadece emrettiği şeyleri yapmaya, yasak ettiklerinin hiçbirini yapmamaya davet ederken, nefsimiz de şeytanın devreye girmesi sebebiyle bize devamlı Allah’ın emirlerini yerine getirmemeyi, yasak ettiği fiilleri işlemeyi telkin eder. Bunun önüne geçmek 7 safhada gerçekleşen bir olaydır. Bu safhalardan birincisi Allah’a ulaşmayı dilemektir. Kişi hayattayken ruhunu, Allah’a ulaştırmayı dilediğinde Allahû Tealâ anında bu talebi işitir ve bilir. Allah, insanları mutluluğa ulaştıracak tek yaratıcı olarak, Allah’a ulaşmayı dileyen bütün insanların ruhlarını Kendisine ulaştırmayı garanti etmiştir. Bu garantiyi de mutlaka yerine getirir.
Allah ile birlikte olmanın muhtevasına baktığımız zaman, bu beraberliğin bizi önce ruhun teslimine götürdüğünü görürüz. Sonra fizik vücudun teslimine, sonra nefsin teslimine, en sonunda da iradenin teslimine götürür. Allahû Tealâ’nın vücuda getirdiği sistem, bütün insanlar için mutlaka teslimleri ifade eder. Ruhun teslimi, mutluluğun yarı yarıya elde edildiği noktayı gösterir. Fizik vücudun teslimi bunu %80’den öteye taşır. Nefsin teslimi %100 mutluluğu ifade eder.
Bir insanın Allah ile olan ilişkilerinde mutluluğu yaşaması, onun gayretine vabestedir yani gayretine bağlıdır. Kişi Allah’tan neyi dilerse, kalpten dilemesi kaydıyla Allahû Tealâ’nın onu gerçekleştirmesi ve kişiyi o yapıya kavuşturması söz konusudur. Bir başka ifadeyle; kişi Allah’a ulaşmayı dilerse, Allah onun nefsindeki afetlerin yarıya inmesini sağlar ve nefsinin kalbinin diğer yarısınıda nurla doldurmayı garanti eder. Allahû Tealâ Ra’d-27’de diyor ki:

13/RA'D-27: Ve yekûlullezîne keferû lev lâ unzile aleyhi âyetun min rabbih(rabbihi), kul innallâhe yudillu men yeşâu ve yehdî ileyhi men enâb(enâbe).
Ve kâfirler: “Ona, Rabbinden bir âyet (mucize) indirilse olmaz mı?” derler. De ki: “Muhakkak ki Allah, dilediği kimseyi dalâlette bırakır ve O'na yönelen kimseyi Kendine ulaştırır (hidayete erdirir).”

Kim Allah’a ulaşmayı dilerse Allah’ın garantisi var ve mutlaka onu Kendisine ulaştıracağını garanti etmektedir. Allahû Tealâ ruhumuzu dünya hayatını yaşarken Kendisine ulaştırmamızı emretmektedir. Bu da Kur’ân-ı Kerim’de farz kılınmıştır. Allahû Tealâ Fecr-28’de diyor ki:

89/FECR-28: İrciî ilâ rabbiki râdıyeten mardıyyeh(mardıyyeten).
Rabbine dön (Allah'tan) razı olarak ve Allah'ın rızasını kazanmış olarak!

         Allahû Tealâ, bu âyette ruha hitaben:İrciî ilâ rabbiki-Rabbine geri dön, geri dönerek Rabbine ulaş!” buyurmaktadır. İnsanın yapması gereken bu emri gerçekleştirmektir.
Başlangıçta dengede olan nefsimizin kalbi %100 afetlerle, ruhumuzun kalbi ise  %100 hasletlerle doludur. Bütün insanlar Allah’ın emriyle, dünya hayatını yaşarken ruhunu Allah’a ulaştırmakla vazifelidir.
Ruhumuzun tekrar bize dönmemek üzere Allah’a ulaşabilmesi, nefs tezkiyesini gerçekleştirmemizle mümkündür. Mürşidimize tâbî olduktan sonra zikir yapmaya başlayacağız. Bu zikir, kalbimize, Allah’ın katından evvelâ %2 rahmet nuru getirecek. Sonra, nefsimizin kalbinde %7 fazl birikimi gerçekleşecek, burası Nefs-i Emmare’dir. Burada nefsimizin kalbinde %7 fazl nuru birikir.
Allahû Tealâ insanın ruhunu Allah’a ulaştırmasını farz kılmıştır. Ruhun Allah’a ulaşması, 7 tane gök katını aşmasına bağlıdır. Bu gök katlarının aşılmasının, nefsteki afetlerin yok edilmesi istikametindeki karşılıkları şu şekildedir:
1- Emmare
2- Levvame
3- Mülhime
4- Mutmainne
5- Radiye
6- Mardiyye
7- Tezkiye isimlerini alır.
Nefsin kalbi, başlangıçta %100 afetlerle dolu iken, kişinin Allah’a ulaşmayı dilemesi ile Allah o kişinin göğsünü yarar, göğsünden kalbine nur yolu açar ve Allahû Tealâ o kişinin nefsinin kalbine %2 rahmet nuru gönderir. Bu, mürşide tâbiiyetten evvelki bir olaydır.
Kim Allah’a ulaşmayı dilerse onun, %100 kapkaranlık olan kalbine Allahû Tealâ ilk öncü kuvveti, %2 rahmet nurunu gönderir. Salâvat nurları; evvelâ %2 rahmeti, ondan sonra da %98’e kadar ulaşan fazılları, nefsimizin kalbine taşıyacaktır. Böyle bir ortamda bütün insanlar için bir mutluluğun yaşanması söz konusudur. Dünyadaki en büyük mutluluk, bu 7-8 aylık devrede yaşanır. Kişinin nefsi henüz tasfiye olmamıştır ve bütün afetlerden kurtulmamıştır. Ama kişi ruhunun Allah’a ulaşmasına kadarki süreci Allahû Tealâ’nın ona verdiği çok özel, büyük bir mutluluk halinde yaşar. Bütün insanlar için bu dönem unutulmaz bir devredir. O 7-8 aylık devrede insan, hayatının en güzel günlerini yaşar. Nefsiyle olduğu, nefsinin afetlerine tâbî olduğu devreleri hatırlayan kişi, böyle bir dizaynda Allah’ın şeytanın o kişiye tesir etmesini %100 önlemesi sebebiyle, ne kadar büyük bir mutluluğu yaşadığını görür.
Kişi nefs tezkiyesine başladığı zaman ruhu vücudundan ayrılmıştır. Ayrıldığına göre sadece nefsinde %100 afetler kalmış olmasına rağmen kişi mutludur. Çok büyük bir mutluluğu yaşar. Neden? Çünkü Allahû Tealâ o kişinin ruhunu Allah’a ulaştırıncaya kadar geçen 7-8 aylık devre içinde, şeytanın o kişiye tasallut etmesini, musallat olmasını, onu rahatsız etmesini %100 önler. Allah’a ulaşmayı dileyen bir kişinin, ruhunu Allah’a ulaştırıncaya kadar geçen devresinde o kişiye hiçbir şey yapamaz. Çünkü kişiyi mutsuz eden hep şeytanın telkinleridir, tesiridir. Şeytan devre dışı kalınca bu 7-8 aylık devrede dünyadaki en büyük mutluluk yaşanır. O devrede nefsin kalbindeki afetlerin %7’lik azalmalarına mukabil, başlangıçtaki %2 rahmet nurundan sonra kalbe girmeye başlayan ve %98’e kadar ulaşacak olan fazıllar, o kişinin nefsinin kalbini adım adım işgal etmeye başlar.
 Ruhun Allah’a doğru yaptığı yolculuk, 7 tane gök katının aşılmasını ifade eder. Nefsin kalbinde de tam 7 defa %7’lik artış vücuda gelecektir. %2 rahmet nurundan sonra fazl nurları kalbe ulaşmaya başlayacaktır. Nefs-i Emmare, başlangıçtaki kademedir. Birinci defa %7 nur birikimi, Nefs-i Emmare’yi işaret eder. Allahû Tealâ diyor ki:

75/KIYÂME-2: Ve lâ uksimu bin nefsil levvâmeh(levvâmeti).
Ve hayır, levvame (kınayan) nefse yemin (kasem) ederim.

Ruhun 2. gök katına ulaşmasına paralel olarak nefs de Nefs-i Levvame kademesine geçer. Allahû Tealâ bütün insanların başlangıçta şeytanın kulu olduğunu, sonra Allah’a ulaşmayı dilediklerini ve böylece hidayet üzere olduklarını ve mutlu olduklarını ifade etmektedir. Bütün insanlar için bu 7 tane kademe birer birer gerçekleşir. Allahû Tealâ buyuruyor ki:

12/YÛSUF-53: Ve mâ uberriu nefsî, innen nefse le emmâretun bis sûı illâ mâ rahime rabbî, inne rabbî gafûrun rahîm(rahîmun).
Ve ben, nefsimi ibra edemem (temize çıkaramam). Muhakkak ki nefs, mutlaka sui olanı (şerri, kötülüğü) emreder. Rabbimin Rahîm esmasıyla tecelli ettiği (nefsler) hariç. Muhakkak ki Rabbim, mağfiret edendir (günahları sevaba çevirendir). Rahîm'dir (rahmet nurunu gönderen ve merhamet edendir).
        
Allahû Tealâ burada: “Le emmâretun bis sûı-Kötülükle emreder.” ifadesini kullanmaktadır. Nefs insana, nefsin içinde afetler olduğu sürece hep Allah’ın emirlerini yapmamak istikametinde, yasak ettiği fiilleri de mutlaka işlemeleri istikametinde telkinde bulunur. Sonra kişi nefsinin kalbinde %7 nuru tamamladığında, mürşidine tâbî olduğu zaman vücudundan ayrılan ve ana dergâha ulaşan ruhu, 7. kata kadar çıkabilen ruhlarla beraber 1. kata kadar yükselmeye başlar. Sonra kişi, her gün zikrini yapacağı için ikinci defa %7’lik bir fazl nurunu nefsinin kalbine ulaştıracaktır. Bu zikir Allah’ın katından fazılları taşır. Kim zikrederse Allah’ın katından gelen fazıllar o kişinin göğsüne, göğsünden kalbine ulaşır ve kalpteki manyetik alan onu kendisine çeker ve orada kalır. İkinci defa %7 nur birikimi Nefs-i Levvame’yi ifade eder.
Nefs-i Emmare, kişiye ruhun emretmesini muhtevasına alır. Nefs, emredici bir hüviyettedir ama Nefs-i Levvame’de kişi nefsini levm etmeye, kınamaya başlamıştır. Nefsinin afetleri sebebiyle mutsuzluğunun artık farkındadır. Nefsini levm ediyor. “O levvame nefse kasem ederim.” âyet-i kerimesi bununla alâkalıdır. Kişi nefsini kınıyor ve dediklerini yapmama konusunda gayrete başlıyor. Burası 2. gök katıdır. 2. gök katında suvarılma havuzlarında ruhlar, o sıvının içerisine batırılarak olgunlaşırlar. Orada o kişilerin 2. gök katında bulunmaları, o sıvının içinde bulunmaları, onların nefsi kınadıkları bir devreyi ifade eder.
Allahû Tealâ; “Ve lâ uksimu bin nefsil levvâmeti: O levvame nefse kasem ederim.” diyor. Sonra kişinin nefsinin kalbinde nurlar daha çok artacaktır. Kişi Nefs-i Mülhime’ye ulaşacaktır. Allah’tan ilham almaya başlayacaktır.

91/ŞEMS-8: Fe elhemehâ fucûrehâ ve takvâhâ.
Sonra ona (nefse) fücurunu ve takvasını ilham etti.

Nefs-i Mutmainne bir sonraki kademedir. Ruh da 4. gök kattadır.

13/RA'D-28: Ellezîne âmenû ve tatmainnu kulûbuhum bi zikrillâh(zikrillâhi) e lâ bi zikrillâhi tatmainnul kulûb(kulûbu).
Onlar, âmenûdurlar ve kalpleri, Allah'ı zikretmekle mutmain olmuştur. Kalpler ancak; Allah'ı zikretmekle mutmain olur, öyle değil mi?


Allahû Tealâ;“E lâ bi zikrillâhi tatmainnul kulûb(kulûbu)” “ Kalpler Allah’ı zikretmekle mutmain olur.” diyor. Bu 4. kademeden sonra ruh 5. kademeye gelir. Allahû Tealâ diyorki:

89/FECR-27: Yâ eyyetuhen nefsul mutmainneh(mutmainnetu).
Ey mutmain olan nefs!
89/FECR-28: İrciî ilâ rabbiki râdıyeten mardıyyeh(mardıyyeten).
Rabbine dön (Allah'tan) razı olarak ve Allah'ın rızasını kazanmış olarak!
89/FECR-29: Fedhulî fî ibâdî.
(Ey fizik vücut!) O zaman, (nefsini tezkiye ettiğin ve ruhunu Allah'a ulaştırdığın zaman Bana kul olursun) kullarımın arasına gir.
89/FECR-30: Vedhulî cennetî.
Ve cennetime gir.
        
Bu kul önce Allah’ın rızasını kazanmış Radiye, sonra da Allah ondan razı olmuş Mardiyye. Kişi, kademeleri geçip ve tezkiye kademesine geliyor. Burada 7. defa %7 fazl birikimi ve %2 de rahmet birikimi sebebiyle kişinin nefsinin kalbindeki nurlar, afetleri aşar. Allahû Tealâ Fâtır-18’de buyuruyor ki:

35/FÂTIR-18: Ve lâ tezirû vâziretun vizre uhrâ, ve in ted’u muskaletun ilâ himlihâ lâ yuhmel minhu şey’un ve lev kâne zâ kurbâ, innemâ tunzirullezîne yahşevne rabbehum bil gaybi ve ekâmûs salâh(salâte), ve men tezekkâ fe innemâ yetezekkâ li nefsih(nefsihî), ve ilâllâhil masîr(masîru).
Ve yük taşıyan birisi (bir günahkâr) başka birinin yükünü (günahını) yüklenmez. Eğer ağır yüklü kimse, onu (günahlarını) yüklenmeye (başkasını) çağırsa bile ondan hiçbir şey yükletilmez, onun yakını olsa dahi. Sen ancak gaybte Rabbine huşû duyanları ve namazı ikame edenleri uyarırsın. Ve kim tezkiye olursa (nefsini tezkiye ederse), o taktirde bunu sadece kendi nefsi için yapar. Ve dönüş (varış) Allah'adır (Nefs tezkiyesi ile ruh Allah'a döner, ulaşır).

Kişinin ruhunun Allah’a ulaştığı nokta burasıdır. Allahû Tealâ tarafından buraya kadar olan kesim,  garanti edilmiştir. Bütün insanlardan her kim Allah’a ulaşmayı dilerse, Allah mutlaka onların ruhlarını Kendisine ulaştırır. Bu talebin sadece kalpten olmasını ister. Kişi, diliyle sadece söylemişse, kalbinde böyle bir talep yoksa o kişinin talebi kabul edilmez. Ama kişi gerçekten kalbinden duyarak, isteyerek Allahû Tealâ’ya müracaat etmişse ve Allah’a ulaşmayı dilediğini söylemişse o zaman Allahû Tealâ bu talebi mutlaka kabul buyuracak, o kişinin ruhunu mutlaka Kendisine ulaştıracaktır. Ama bu kişi zikri sevmiyormuş, Allah sevdirecektir. Oruç tuttuğu zaman açlıktan ölecek gibi hissediyormuş, Allahû Tealâ ona açlığı hissettirmeyecektir. Bütün güzellikleri en güzel standartlarda yaşatacaktır. Ve o kişinin ruhunu Allah Kendisine ulaştıracaktır.
Vuslat ve nefs tezkiyesi bu noktadaki tezahür eden iki kavramdır. Vuslat; ruhun Allah’a ulaşıp Allah’ın Zat’ında yok olmasıdır. Nefs tezkiyesi de nefsin kalbindeki afetlerin %51 azalması, %49’a düşmesidir. Bunun mânâsı mutluluğun da %51 yaşanmaya başlanması demektir.
Allah razı olsun.
        
           

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Not: Yalnızca bu blogun üyesi yorum gönderebilir.