ENFÜSÎ VE ÂFÂKİ MUTLULUK
İnsan iç ve dış dünyasında
mutlu olmak için yaratıldı. Enfüsî kişinin iç dünyasındaki, âfâki dış
dünyasındaki mutluluğunu ifade eder. İnsan, iç dünyasında nefsi ile ruhu
arasındaki karşıtlığı yok etmek sadedinde bir gayretin sahibi olmak mecburiyetindedir.
Bunu ancak nefsinin afetlerini yok ederek sağlayabilir.
Nefs tezkiyesi; bir insanın
nefsinin kalbindeki afetlerin %51’nin yerini nurların almasıyla gerçekleşir. Böylece
kişinin nefsi ile ruhu dengeli bir muhteva kazanır. Evvelâ nefsle ruh zaten
dengededir. Bir insan Allahû Tealâ tarafında fizik vücut ile yaratılır ve o
kişiye nefs muhtevası verilir. Allahû Tealâ o kişinin içine ruhundan da üfürür.
Böylece bir ruh, bir nefs ve bir fizik vücutla bir üçlü oluşur. Bütün insanlar
başlangıçta böyle bir üçlü standarttadırlar. Bu standartlarla Allah’ın temel
emrini yerine getirmeleri gerekir. Yani; ruhlarını dünya hayatını yaşarken
Allah’a ulaştırmayı dilemelidirler. Bu dilek en önemli başlangıştır; konudur. Allah’a
ulaşma dileği yoksa bundan sonra ki aşamaların hiç birisi gerçekleşemez. Bir
insanın mutluluğu, o kişinin ruhunu hayattayken Allah’a ulaştırmayı dilemesine
%100 bağlıdır. Başka bir alternatif yoktur. İkinci bir çözüm yolu yoktur.
Kim Allah’a mülâkî olmayı dilerse,
Allahû Tealâ bu dileği anında işitir; bilir ve böyle bir dileğin mutlaka yerine
getirilmesini sağlar. Kişi dünya mutluluğunun yarısına yani %51’ine
ulaştırılana kadar geçen süre, Allah’ın garantisinde olan bir yolculukla
gerçekleşir.
Allahû Tealâ insanı en çok sevdiği ve değer
verdiği mahlûk olarak yaratmıştır. Çünkü sadece insana ruhundan üfürmüştür. Allah’ın
ruhundan üfürdüğü insan adı verilen bu mahlûk, Allah’ın indinde en güzeli
yaşayacak olan bir formasyona sahiptir. Burada ifade ettiğimiz “en güzel” o
kişinin nefsinin bütünüyle afetlerden arınması, % 2 rahmet nuru, % 98 fazl
nuruyla nefsin kalbinin dolması, nefsin kalbinin tamamen nurlardan oluşmasıdır.
Başlangıçta bir denge vardır.
İnsanın ruhu, nefsi ve fizik vücudu vardır. Ruh da nefs de fizik vücutla
birliktedir. İşte ruh ile nefs, fizik vücudumuzun muhtevasında olan bu iki
varlıktır. Bir insana Allahû Tealâ tarafından Allah’ın ruhu, doğar doğmaz üfürülür.
Ruhun muhtevası %100 hasletlerle doludur. Nefsin muhtevası da %100 afetlerle
doludur.
Allahû Tealâ Zâriyat Suresinin
49. âyet-i kerimesinde diyor ki:
51/ZÂRİYÂT-49: Ve min kulli şey’in halaknâ
zevceynî leallekum tezekkerûn(tezekkerûne).
Ve Biz, herşeyden
(zıttıyla kaim kılarak) çift yarattık. Umulur ki böylece siz tezekkür
edersiniz.
İnsanın
fizik vücuduyla nefsi ayrı ayrı, birbirinin muhtevasını tamamlayan bir hüviyet
gösterir. Kişinin ruh, nefs ve fizik vücut üçlüsü içinde dengeyi tam olarak
sağlamış olduğunu görüyoruz. Nefsin kalbi başlangıçta %100 afetlerle dolu, ruhu
ise %100 hasletlerle doludur. Burada bir
denge vardır. Bu
denge, kişi bir gün Allah’a ulaşmayı dilediğinde değişecektir.
Ruhun vücuttan ayrılması bir
insanın mürşidini Allah’tan sorup, mürşidine ulaşabilmesi ve onun elini
öpmesiyle mümkündür. Kim Allah’a ulaşmayı dilerse, Allahû Tealâ o kişiye mürşid
sevgisi verir. Kişi mürşidini arar. Mürşidini Allah’tan sorma arzusu duyar,
hacet namazını kılar ve sorar. Allahû Tealâ mürşidini gösterir. Çünkü o kişi bu
dileğin sahibi ise, Allahû Tealâ mutlaka o kişinin ruhunu Kendisine ulaştırır.
Burada cüz’i iradenin, İlâhi İrade’ye bir talepte bulunması söz konusudur.
İnsanın yani kulun iradesi, cüz’i iradedir. Allahû Tealâ insanı irade adı
verilen bu sistemle donatmıştır. İlâhi İrade ise; Allah’ın iradesidir. Allah’ın
iradesi dışında tüm kâinatı idare eden bir sistem, küllî iradeyi ifade eder.
Allahû Tealâ’nın bütün
insanları en güzele ulaştırması söz konusudur. Bütün insanların sadece
ruhlarını değil, fizik vücutlarını da Allah’a teslim etmelerini ister. İster
ki; bütün insanlar nefslerini de Allah’a teslim etsinler. İster ki; bütün
insanlar iradelerini de Allah’a teslim etsinler ve böylece mutluluğu bütün
boyutlarıyla dört başı mamur olarak yaşasınlar.
Allah ile olan bütün
ilişkilerinizde Allah’ın sizden istediği şeyin bir tek şey olduğunu hiç
unutmayacaksınız! Allah, hepinizin mutlu olmasını isterken neden bütün insanlar
mutlu değiller? Çünkü Allah, mutluluğu insanın iradî yapısının talebine
bağlamıştır. Kişi, mutluluğu isterse mutlu olur. Allah mutlaka ona yardım eder.
Çünkü sözü var. Allahû Tealâ buyuruyor ki: “Kim Bana ulaşmayı dilerse, Ben onu
Kendime ulaştırırım.”
42/ŞÛRÂ-13: Şerea lekum mined dîni mâ vassâ bihî
nûhan vellezî evhaynâ ileyke ve mâ vassaynâ bihî ibrâhîme ve mûsâ ve îsâ, en
ekîmûd dîne ve lâ teteferrekû fîh(fîhi), kebure alel muşrikîne mâ ted’ûhum
ileyh(ileyhi), allâhu yectebî ileyhi men yeşâu ve yehdî ileyhi men
yunîb(yunîbu).
(Allah) dînde, onunla Hz. Nuh'a vasiyet ettiği
(farz kıldığı) şeyi (şeriati); “Dîni ikame edin (ayakta, hayatta tutun) ve onda
(dînde) fırkalara ayrılmayın.” diye Hz. İbrâhîm'e, Hz. Musa'ya ve Hz. İsa'ya
vasiyet ettiğimiz şeyi Sana da vahyederek, size de şeriat kıldı. Senin onları,
kendisine çağırdığın şey (Allah'a ulaşmayı dileme) müşriklere zor geldi. Allah,
dilediğini Kendisine seçer ve O'na yöneleni, Kendisine ulaştırır (ruhunu hayatta
iken Kendisine ulaştırır).
Allahû Tealâ insanların
%90’dan fazlasını seçer ama “Onlardan kim Bana ulaşmayı dilerse, Allahû Tealâ
kim münîb olursa, Allah’a ulaşmayı dilerse, onu Kendisine ulaştırır.” demektedir.
Allahû Tealâ’nın insana olan büyük sevgisi,
insanı Kendi suretinde yaratmasıyla da alâkalıdır. Allah insanı Kendi suretinde
yaratmıştır. Bir
dünya adı verilen gezegende yaşam söz konusu ve birçok başka gezegende de yaşam
söz konusudur. Allahû Tealâ yüz milyar galaksiden ve yüz milyar galaksinin içindeki
yıldızlardan bahsetmektedir. Yani sonsuz sayıda hayat yaratmıştır. Allahû Tealâ
saniyenin katrilyon kere katrilyonda biri kadar bir zaman parçası içerisindedir.
Bu özellikler bizim insan aklımıza
sığmayan şeylerdir.
Hepimiz sadece birer mahlûkuz. Bunu kesin
olarak başlangıçta kabul etmek mecburiyetindeyiz. Allahû Tealâ bizi yaratmayı
dilemiş ve salsalinden yani organik hale dönüşebilecek özellikte olan bir
çamurdan, Âdem (A.S)’ın şeklini oluşturmuş. O’na hayat vermiş, canlı kılmış, sonra O’nun
kaburga kemiğinden Havva Anamızı yaratmış, onu da canlı kılmış. Bütün insan adı
verilen mahlûklar, Âdem ile Havva’dan bugüne kadar gelenlerdir.
Allahû Tealâ’nın dizaynı açık ve kesindir:
Zâriyat-59’da: “Biz herşeyi zıddıyla kaim kılarak çift yarattık.” buyurmaktadır.
Fizik vücudumuz, nefsimiz birbirinin zıddı olan
ama görüntüleri yüzde yüz aynı olan iki varlıktır. Ruh ise bir yaratık, bir
mahluk değildir; çünkü ruhumuz Allah’ın ruhundan üfürülmüştür. Fizik
vücudumuzla nefsimiz arasındaki benzerlik önemlidir. Ama dengenin sağlanması
konusunda önemli olan ruhumuzdaki %100 haslete mukabil, nefsimizin kalbinde
%100 afetlerin varlığıdır.
Ruhumuz Allah ile ilişkiyi kurarken bizi
Allah’ın sadece emrettiği şeyleri yapmaya, yasak ettiklerinin hiçbirini
yapmamaya davet ederken, nefsimiz de şeytanın devreye girmesi sebebiyle bize
devamlı Allah’ın emirlerini yerine getirmemeyi, yasak ettiği fiilleri işlemeyi
telkin eder. Bunun önüne geçmek 7 safhada gerçekleşen bir olaydır. Bu
safhalardan birincisi Allah’a ulaşmayı dilemektir. Kişi hayattayken ruhunu, Allah’a
ulaştırmayı dilediğinde Allahû Tealâ anında bu talebi işitir ve bilir. Allah, insanları
mutluluğa ulaştıracak tek yaratıcı olarak, Allah’a ulaşmayı dileyen bütün
insanların ruhlarını Kendisine ulaştırmayı garanti etmiştir. Bu garantiyi de
mutlaka yerine getirir.
Allah ile birlikte olmanın muhtevasına
baktığımız zaman, bu beraberliğin bizi önce ruhun teslimine götürdüğünü
görürüz. Sonra fizik vücudun teslimine, sonra nefsin teslimine, en sonunda da
iradenin teslimine götürür. Allahû Tealâ’nın vücuda getirdiği sistem, bütün
insanlar için mutlaka teslimleri ifade eder. Ruhun teslimi, mutluluğun yarı
yarıya elde edildiği noktayı gösterir. Fizik vücudun teslimi bunu %80’den öteye
taşır. Nefsin teslimi %100 mutluluğu ifade eder.
Bir insanın Allah ile olan ilişkilerinde mutluluğu
yaşaması, onun gayretine vabestedir yani gayretine bağlıdır. Kişi Allah’tan
neyi dilerse, kalpten dilemesi kaydıyla Allahû Tealâ’nın onu gerçekleştirmesi
ve kişiyi o yapıya kavuşturması söz konusudur. Bir başka ifadeyle; kişi Allah’a
ulaşmayı dilerse, Allah onun nefsindeki afetlerin yarıya inmesini sağlar ve
nefsinin kalbinin diğer yarısınıda nurla doldurmayı garanti eder. Allahû Tealâ Ra’d-27’de diyor ki:
13/RA'D-27: Ve yekûlullezîne keferû lev lâ unzile
aleyhi âyetun min rabbih(rabbihi), kul innallâhe yudillu men yeşâu ve yehdî
ileyhi men enâb(enâbe).
Ve kâfirler: “Ona, Rabbinden bir âyet (mucize)
indirilse olmaz mı?” derler. De ki: “Muhakkak ki Allah, dilediği kimseyi
dalâlette bırakır ve O'na yönelen kimseyi Kendine ulaştırır (hidayete
erdirir).”
Kim Allah’a ulaşmayı
dilerse Allah’ın garantisi var ve mutlaka onu Kendisine ulaştıracağını garanti
etmektedir. Allahû Tealâ ruhumuzu
dünya hayatını yaşarken Kendisine ulaştırmamızı emretmektedir. Bu da Kur’ân-ı
Kerim’de farz kılınmıştır. Allahû Tealâ Fecr-28’de diyor ki:
89/FECR-28: İrciî ilâ rabbiki râdıyeten mardıyyeh(mardıyyeten).
Rabbine dön (Allah'tan) razı olarak ve Allah'ın rızasını
kazanmış olarak!
Allahû Tealâ, bu âyette ruha hitaben: “İrciî ilâ rabbiki-Rabbine geri dön, geri dönerek Rabbine ulaş!” buyurmaktadır. İnsanın yapması gereken bu emri gerçekleştirmektir.
Başlangıçta dengede olan nefsimizin
kalbi %100 afetlerle, ruhumuzun kalbi ise %100 hasletlerle doludur. Bütün insanlar Allah’ın
emriyle, dünya hayatını yaşarken ruhunu Allah’a ulaştırmakla vazifelidir.
Ruhumuzun tekrar bize dönmemek üzere Allah’a
ulaşabilmesi, nefs tezkiyesini gerçekleştirmemizle mümkündür. Mürşidimize tâbî
olduktan sonra zikir yapmaya başlayacağız. Bu zikir, kalbimize, Allah’ın
katından evvelâ %2 rahmet nuru getirecek. Sonra, nefsimizin kalbinde %7 fazl
birikimi gerçekleşecek, burası Nefs-i Emmare’dir. Burada nefsimizin kalbinde %7
fazl nuru birikir.
Allahû Tealâ insanın ruhunu Allah’a
ulaştırmasını farz kılmıştır. Ruhun Allah’a ulaşması, 7 tane gök katını
aşmasına bağlıdır. Bu gök katlarının aşılmasının, nefsteki afetlerin yok
edilmesi istikametindeki karşılıkları şu şekildedir:
1- Emmare
2- Levvame
3- Mülhime
4- Mutmainne
5- Radiye
6- Mardiyye
7- Tezkiye isimlerini alır.
Nefsin kalbi, başlangıçta
%100 afetlerle dolu iken, kişinin Allah’a ulaşmayı dilemesi ile Allah o kişinin
göğsünü yarar, göğsünden kalbine nur yolu açar ve Allahû Tealâ o kişinin
nefsinin kalbine %2 rahmet nuru gönderir. Bu, mürşide tâbiiyetten evvelki bir
olaydır.
Kim Allah’a ulaşmayı dilerse
onun, %100 kapkaranlık olan kalbine Allahû Tealâ ilk öncü kuvveti, %2 rahmet
nurunu gönderir. Salâvat nurları; evvelâ %2 rahmeti, ondan sonra da %98’e kadar
ulaşan fazılları, nefsimizin kalbine taşıyacaktır. Böyle bir ortamda bütün
insanlar için bir mutluluğun yaşanması söz konusudur. Dünyadaki en büyük
mutluluk, bu 7-8 aylık devrede yaşanır. Kişinin nefsi henüz tasfiye olmamıştır
ve bütün afetlerden kurtulmamıştır. Ama kişi ruhunun Allah’a ulaşmasına kadarki
süreci Allahû Tealâ’nın ona verdiği çok özel, büyük bir mutluluk halinde yaşar.
Bütün insanlar için bu dönem unutulmaz bir devredir. O 7-8 aylık devrede insan,
hayatının en güzel günlerini yaşar. Nefsiyle olduğu, nefsinin afetlerine tâbî
olduğu devreleri hatırlayan kişi, böyle bir dizaynda Allah’ın şeytanın o kişiye
tesir etmesini %100 önlemesi sebebiyle, ne kadar büyük bir mutluluğu yaşadığını
görür.
Kişi nefs tezkiyesine
başladığı zaman ruhu vücudundan ayrılmıştır. Ayrıldığına göre sadece nefsinde %100
afetler kalmış olmasına rağmen kişi mutludur. Çok büyük bir mutluluğu yaşar.
Neden? Çünkü Allahû Tealâ o kişinin ruhunu Allah’a ulaştırıncaya kadar geçen
7-8 aylık devre içinde, şeytanın o kişiye tasallut etmesini, musallat olmasını,
onu rahatsız etmesini %100 önler. Allah’a ulaşmayı dileyen bir kişinin, ruhunu
Allah’a ulaştırıncaya kadar geçen devresinde o kişiye hiçbir şey yapamaz. Çünkü kişiyi mutsuz eden hep şeytanın
telkinleridir, tesiridir. Şeytan devre dışı kalınca bu 7-8 aylık devrede dünyadaki
en büyük mutluluk yaşanır. O devrede nefsin kalbindeki afetlerin %7’lik
azalmalarına mukabil, başlangıçtaki %2 rahmet nurundan sonra kalbe girmeye
başlayan ve %98’e kadar ulaşacak olan fazıllar, o kişinin nefsinin kalbini adım
adım işgal etmeye başlar.
Ruhun Allah’a doğru yaptığı yolculuk, 7 tane
gök katının aşılmasını ifade eder. Nefsin kalbinde de tam 7 defa %7’lik artış
vücuda gelecektir. %2 rahmet nurundan sonra fazl nurları kalbe ulaşmaya
başlayacaktır. Nefs-i Emmare, başlangıçtaki kademedir. Birinci defa %7 nur
birikimi, Nefs-i Emmare’yi işaret eder. Allahû Tealâ diyor ki:
75/KIYÂME-2: Ve lâ uksimu bin nefsil
levvâmeh(levvâmeti).
Ve hayır, levvame (kınayan) nefse yemin (kasem)
ederim.
Ruhun 2. gök katına
ulaşmasına paralel olarak nefs de Nefs-i Levvame kademesine geçer. Allahû Tealâ
bütün insanların başlangıçta şeytanın kulu olduğunu, sonra Allah’a ulaşmayı
dilediklerini ve böylece hidayet üzere olduklarını ve mutlu olduklarını ifade etmektedir.
Bütün insanlar için bu 7 tane kademe birer birer gerçekleşir. Allahû Tealâ buyuruyor ki:
12/YÛSUF-53: Ve mâ uberriu nefsî, innen nefse le
emmâretun bis sûı illâ mâ rahime rabbî, inne rabbî gafûrun rahîm(rahîmun).
Ve ben, nefsimi ibra edemem (temize çıkaramam).
Muhakkak ki nefs, mutlaka sui olanı (şerri, kötülüğü) emreder. Rabbimin Rahîm
esmasıyla tecelli ettiği (nefsler) hariç. Muhakkak ki Rabbim, mağfiret edendir
(günahları sevaba çevirendir). Rahîm'dir (rahmet nurunu gönderen ve merhamet
edendir).
Allahû Tealâ burada: “Le emmâretun
bis sûı-Kötülükle
emreder.” ifadesini kullanmaktadır. Nefs insana, nefsin içinde afetler olduğu
sürece hep Allah’ın emirlerini yapmamak istikametinde, yasak ettiği fiilleri de
mutlaka işlemeleri istikametinde telkinde bulunur. Sonra kişi nefsinin
kalbinde %7 nuru tamamladığında, mürşidine tâbî olduğu zaman vücudundan ayrılan
ve ana dergâha ulaşan ruhu, 7. kata kadar çıkabilen ruhlarla beraber 1. kata
kadar yükselmeye başlar. Sonra kişi, her gün zikrini yapacağı için ikinci defa
%7’lik bir fazl nurunu nefsinin kalbine ulaştıracaktır. Bu zikir Allah’ın
katından fazılları taşır. Kim zikrederse Allah’ın katından gelen fazıllar o
kişinin göğsüne, göğsünden kalbine ulaşır ve kalpteki manyetik alan onu
kendisine çeker ve orada kalır. İkinci defa %7 nur birikimi Nefs-i Levvame’yi
ifade eder.
Nefs-i Emmare, kişiye ruhun emretmesini
muhtevasına alır. Nefs, emredici bir hüviyettedir ama Nefs-i Levvame’de kişi
nefsini levm etmeye, kınamaya başlamıştır. Nefsinin afetleri sebebiyle
mutsuzluğunun artık farkındadır. Nefsini levm ediyor. “O levvame nefse kasem
ederim.” âyet-i kerimesi bununla alâkalıdır. Kişi nefsini kınıyor ve
dediklerini yapmama konusunda gayrete başlıyor. Burası 2. gök katıdır. 2. gök katında suvarılma
havuzlarında ruhlar, o sıvının içerisine batırılarak olgunlaşırlar. Orada o kişilerin
2. gök katında bulunmaları, o sıvının içinde bulunmaları, onların nefsi
kınadıkları bir devreyi ifade eder.
Allahû Tealâ; “Ve lâ uksimu bin nefsil
levvâmeti: O levvame nefse kasem ederim.” diyor. Sonra kişinin nefsinin
kalbinde nurlar daha çok artacaktır. Kişi Nefs-i Mülhime’ye ulaşacaktır.
Allah’tan ilham almaya başlayacaktır.
91/ŞEMS-8: Fe elhemehâ fucûrehâ ve takvâhâ.
Sonra ona (nefse) fücurunu ve takvasını ilham
etti.
Nefs-i Mutmainne bir sonraki kademedir. Ruh da 4. gök kattadır.
13/RA'D-28: Ellezîne âmenû ve tatmainnu kulûbuhum
bi zikrillâh(zikrillâhi) e lâ bi zikrillâhi tatmainnul kulûb(kulûbu).
Onlar, âmenûdurlar ve kalpleri, Allah'ı
zikretmekle mutmain olmuştur. Kalpler ancak; Allah'ı zikretmekle mutmain olur,
öyle değil mi?
Allahû Tealâ;“E lâ bi
zikrillâhi tatmainnul kulûb(kulûbu)” “ Kalpler Allah’ı
zikretmekle mutmain olur.” diyor. Bu 4. kademeden sonra ruh 5. kademeye gelir. Allahû Tealâ diyorki:
89/FECR-27: Yâ eyyetuhen nefsul
mutmainneh(mutmainnetu).
Ey mutmain olan nefs!
89/FECR-28: İrciî ilâ rabbiki râdıyeten mardıyyeh(mardıyyeten).
Rabbine dön (Allah'tan) razı olarak ve Allah'ın rızasını
kazanmış olarak!
89/FECR-29: Fedhulî fî ibâdî.
89/FECR-29: Fedhulî fî ibâdî.
(Ey fizik vücut!) O zaman, (nefsini tezkiye ettiğin ve ruhunu
Allah'a ulaştırdığın zaman Bana kul olursun) kullarımın arasına gir.
89/FECR-30: Vedhulî cennetî.
Ve cennetime gir.
Bu kul önce Allah’ın rızasını kazanmış
Radiye, sonra da Allah ondan razı olmuş Mardiyye. Kişi, kademeleri geçip ve tezkiye
kademesine geliyor. Burada 7. defa %7 fazl birikimi ve %2 de rahmet birikimi
sebebiyle kişinin nefsinin kalbindeki nurlar, afetleri aşar. Allahû Tealâ
Fâtır-18’de buyuruyor ki:
35/FÂTIR-18: Ve lâ tezirû vâziretun vizre uhrâ,
ve in ted’u muskaletun ilâ himlihâ lâ yuhmel minhu şey’un ve lev kâne zâ kurbâ,
innemâ tunzirullezîne yahşevne rabbehum bil gaybi ve ekâmûs salâh(salâte), ve
men tezekkâ fe innemâ yetezekkâ li nefsih(nefsihî), ve ilâllâhil masîr(masîru).
Ve yük taşıyan birisi (bir günahkâr) başka
birinin yükünü (günahını) yüklenmez. Eğer ağır yüklü kimse, onu (günahlarını)
yüklenmeye (başkasını) çağırsa bile ondan hiçbir şey yükletilmez, onun yakını
olsa dahi. Sen ancak gaybte Rabbine huşû duyanları ve namazı ikame edenleri
uyarırsın. Ve kim tezkiye olursa (nefsini tezkiye ederse), o taktirde bunu sadece
kendi nefsi için yapar. Ve dönüş (varış) Allah'adır (Nefs tezkiyesi ile ruh
Allah'a döner, ulaşır).
Kişinin ruhunun Allah’a ulaştığı nokta
burasıdır. Allahû Tealâ tarafından buraya kadar olan kesim, garanti edilmiştir. Bütün insanlardan her kim
Allah’a ulaşmayı dilerse, Allah mutlaka onların ruhlarını Kendisine ulaştırır. Bu
talebin sadece kalpten olmasını ister. Kişi, diliyle sadece söylemişse,
kalbinde böyle bir talep yoksa o kişinin talebi kabul edilmez. Ama kişi
gerçekten kalbinden duyarak, isteyerek Allahû Tealâ’ya müracaat etmişse ve
Allah’a ulaşmayı dilediğini söylemişse o zaman Allahû Tealâ bu talebi mutlaka
kabul buyuracak, o kişinin ruhunu mutlaka Kendisine ulaştıracaktır. Ama bu kişi
zikri sevmiyormuş, Allah sevdirecektir. Oruç tuttuğu zaman açlıktan ölecek gibi
hissediyormuş, Allahû Tealâ ona açlığı hissettirmeyecektir. Bütün güzellikleri
en güzel standartlarda yaşatacaktır. Ve o kişinin ruhunu Allah Kendisine
ulaştıracaktır.
Vuslat ve nefs tezkiyesi bu noktadaki
tezahür eden iki kavramdır. Vuslat; ruhun Allah’a ulaşıp Allah’ın Zat’ında yok
olmasıdır. Nefs tezkiyesi de nefsin kalbindeki afetlerin %51 azalması, %49’a
düşmesidir. Bunun mânâsı mutluluğun da %51 yaşanmaya başlanması demektir.
Allah razı olsun.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder
Not: Yalnızca bu blogun üyesi yorum gönderebilir.