27 Kasım 2015 Cuma

HİDAYET

                                      HİDAYET

 Allahû Tealâ’ya sonsuz hamd ve şükrederiz ki; bir defa daha “Hidayet” kavramını tezekkür etmek üzere Allahû Tealâ bizleri birlikte kıldı.
Hidayet; asrımızın meşalesidir. Hidayet, 1400 yılda ne olduğu unutulan, çok önemli bir konudur. Günümüzde insanlara “Hidayet nedir?” diye sorduğunuzda size diyecekler ki: “Hidayet, doğru yoldur.” onlara: “Sıratı Mustakîm nedir?” diye sorduğunuzda diyecekler ki: “Sıratı Mustakîm de doğru yoldur.” Sıratı Mustakîm ve hidayet konusunda onlardan başka bir söz duyamazsınız. Eğer hidayet bir yolsa yani doğru yolsa iki tane doğru yol mu var? Allahû Tealâ Beled Suresinin 10. âyet-i kerimesinde diyor ki:

90/BELED-10: Ve hedeynâhun necdeyn(necdeyni).
Ve onu iki yola (gayy yolu ve hidayet yolu) ulaştırırız.

Allahû Tealâ zalimleri cehennem yoluna hidayet etiğini söylüyor:             

4/NİSÂ-168: İnnellezîne keferû ve zalemû lem yekunillâhu li yagfire lehum ve lâ li yehdiyehum tarîkâ(tarîkan).
Muhakkak ki inkâr edenleri ve zulmedenleri (başkalarını da mürşide ulaşmaktan men edip saptıranları), Allah mağfiret edecek değildir ve yola (Allah'a ulaştıran Sıratı Mustakîm'e) hidayet edecek değildir.

4/NİSÂ-169:İllâ tarîka cehenneme hâlidîne fîhâ ebedâ(ebeden), ve kâne zâlike alâllâhi yesîrâ(yesîren).
Ancak cehennem yoluna (hidayet eder, ulaştırır), onlar orada ebediyyen kalacak olanlardır. Ve bu, Allah için kolaydır.

Allahû Tealâ Fâtiha Suresinin 6. âyet-i kerimesinde diyor ki:  

1/FÂTİHA-6: İhdinas sırâtel mustakîm(mustakîme).
(Bu istiane'n ile) bizi, SIRATI MUSTAKÎM'e hidayet et (ulaştır).

Gerçekten Sıratı Mustakîm bir yoldur. Sırat; zaten yol demektir. Mustakîm de istikamet üzere olan bir yol demektir. Sıratı Mustakîm; istikamet üzere olan yoldur. Allah’a istikamet üzere olan, Allaha ulaştıran yoldur, Allahû Tealâ, Hicr-41, Nisâ 175 ve En’âm 153’de diyor ki;

15/HİCR-41: Kâle hâzâ sırâtun aleyye mustekîm(mustekîmun).
Allahû Tealâ şöyle buyurdu: “İşte bu, Bana yönlendirilmiş (Bana ulaştıran) yoldur.”

4/NİSÂ-175: Fe emmâllezîne âmenû billâhi va’tesamû bihî fe se yudhıluhum fî rahmetin minhu ve fadlın ve yehdîhim ileyhi sırâtan mustekîmâ (mustekîmen).
Böylece Allah'a âmenû olanları (ölmeden önce ruhunu Allah'a ulaştırmayı dileyenleri) ve O'na (Allah'a) sarılanları ise, (Allah) Kendinden bir rahmetin ve fazlın içine koyacak ve onları, Kendisine ulaştıran "Sıratı Mustakîm"e hidayet edecektir (ulaştıracaktır).

6/EN'ÂM-153: Ve enne hâzâ sırâtî mustekîmen fettebiûhu, ve lâ tettebiûs subule fe teferreka bikum an sebîlih(sebîlihi), zâlikum vassâkum bihî leallekum tettekûn(tettekûne).
Ve muhakkak ki; bu, Benim mustakîm olan yolumdur. Öyleyse ona tâbî olun. Ve (başka) yollara tâbî olmayın ki; o taktirde sizi, onun yolundan ayırır. İşte böyle size onunla vasiyet etti(emretti). Umulur ki böylece siz takva sahibi olursunuz.

1. Sıratı Mustakîm; Ruhumuzu, Allah’a ulaştıran reel (gerçek,  var olan)  yoldur.
2. Sıratı Mustakîm; Fizik vücudumuzu imajinal olarak, ahsen kul olarak Allah’a teslim eden yoldur.
3. Sıratı Mustakîm; Nefsimizi afetlerden temizlenmiş olarak Allah’a imajinal teslim olduğu yoldur.
4. Sıratı Mustakîm; İrademizi de imajinal olarak Allah’a teslim eden yoldur.

Sıratı Mustakîm gerçekten bir yoldur ama hidayet, yol değildir. Ruhumuzu Allah’a teslim ettiğimiz zaman ruhumuz hidayete erer. Fizik vücudumuzu Allah’a teslim ettiğimiz zaman fizik vücudumuz (yani vechimiz) hidayete erer. Nefsimizi Allah’a teslim ettiğimiz zaman da nefsimiz hidayete erer. Her birisi ayrı bir hidayeti simgeler. Hidayet; dînin temelidir. Allahû Tealâ bize ruh, vech, nefs ve irade olmak üzere 4 ayrı muhteva vermiştir. Ruhumuz, fizik vücudumuz, nefsimiz ve irademiz bir bütünü oluşturur ve Allahû Tealâ bunların hepsini Kendisine teslim edilmesini istiyor. Hidayet dediğimiz zaman doğru yol olarak vasıflandırılan ‘hidayet’ kelimesi (‘hudâ’ kelimesi) 4 tane teslim ihtiva eder. Ruhun, vechin, nefsin ve iradenin teslimi olmak üzere 4 tane teslime ulaşabilmemiz, 7 safhada gerçekleşmektedir.

1. safha hidayet: Allah’a ulaşmayı dilemek. (3. basamak)
2. safha hidayet: Mürşide ulaşıp tâbiiyet. (14. basamak)
3. safha hidayet: Ruhun Allah’a ulaşması (22. basamak, 1. teslim)
4. safha hidayet: Fizik vücudun Allah’a teslimi. (25. basamak, 2. teslim)
5. safha hidayet: Nefsin teslimi. (26. basamak, 3. teslim)
6. safha hidayet: Muhlis olmak. (27. basamak)
7. safha hidayet: İradenin Allah’a teslimi. (28. basamak, 4. teslim)

28 basamaktan oluşan 7 safhalık bir İslâm merdiveninde 4 tane teslim vardır. Bu teslimlerden herbiri, hidayetin önemli bir halkasını oluşturur. Ama hidayetin muhtevasına baktığımız zaman Allahû Tealâ bütün kavramları nasıl 7 safha şeklinde dizayn etmişse ve bir paralellik içinde ortaya koymuşsa hidayet de bu standartlar içerisinde 7 safhadır.



ü  1. SAFHA HİDAYET ALLAH’A ULAŞMAYI DİLEMEKTİR:


Hidayetin 1. safhasında Allah’a ulaşmayı dilemek söz konusudur. Allahû Tealâ Âli İmrân Suresinin 103. âyet-i kerimesin de diyor ki:

3/ÂLİ İMRÂN-103: Va’tasımû bihablillâhi cemîân ve lâ teferrekû, vezkurû ni’metallâhi aleykum iz kuntum a’dâen fe ellefe beyne kulûbikum fe asbahtum bi ni’metihî ihvânâ(ihvânen), ve kuntum alâ şefâ hufretin minen nâri fe enkazekum minhâ, kezâlike yubeyyinullâhu lekum âyâtihî leallekum tehtedûn(tehtedûne).
Ve hepiniz, Allah'ın ipine sımsıkı tutunun, fırkalara ayrılmayın! Ve Allah'ın sizin üzerinizdeki ni'metini hatırlayın; siz (birbirinize) düşman olmuştunuz. Sonra sizin kalplerinizin arasını birleştirdi, böylece O'nun (Allah'ın) nimeti ile kardeşler oldunuz. Ve siz ateşten bir çukurun kenarında iken sizi ondan kurtardı. İşte Allah, âyetlerini size böyle açıklıyor. Umulur ki böylece siz hidayete erersiniz.

Allahû Tealâ: “O ipe (Allah’ın ipine) sımsıkı sarılın ve fırkalara ayrılmayın.” diyor. Fırkalara ayrılanlar şirktedir. Gidecekleri yer de cehennemdir. Takva sahibi değildirler.

Allahû Tealâ Rûm Suresinin 31. ve 32. âyet-i kerimelerinde diyor ki:

30/RÛM-31: Munîbîne ileyhi vettekûhu ve ekîmûs salâte ve lâ tekûnû minel muşrikîn(muşrikîne).
O'na (Allah'a) yönelin (Allah'a ulaşmayı dileyin) ve O'na karşı takva sahibi olun. Ve namazı ikame edin (namaz kılın). Ve (böylece) müşriklerden olmayın.
30/RÛM-32: Minellezîne ferrakû dînehum ve kânû şiyeâ(şiyean), kullu hızbin bimâ ledeyhim ferihûn(ferihûne).
(O müşriklerden olmayın ki) onlar, dînlerinde fırkalara ayrıldılar ve grup grup oldular. Bütün gruplar, kendilerinde olanla ferahlanırlar.

İşte fırkalara ayrılanlar Allah’a mülaki olmayı dilemeyenlerdir. Fırkalara ayrılmayanlar ise Allah’ın ipine sımsıkı sarılanlardır. Bir tane ip var. O ip Sıratı Mustakîm’dir. İnsanları Allah’a ulaştırır.
            Allahû Tealâ burada dalâlette olan, birbirine düşman olan kavimleri Allah’a ulaşmayı diledikleri anda fırkalara ayrılmaktan kurtularak 1. safhayı, hidayete adım atmalarını ifade ediyor.

ü  2. SAFHA HİDAYET MÜRŞİDE TÂBÎ OLMAKTIR:

19/MERYEM-43: Yâ ebeti innî kad câenî minel ilmi mâ lem ye’tike fettebi’nî ehdike sırâtan seviyyâ(seviyyen).
Ey babacığım, muhakkak ki bana, sana gelmeyen bir ilim gelmiştir! Öyleyse bana tâbî ol. Seni, Sıratı Seviye'ye (düzgün, seviyeli, Allah'a ulaştıran yola) hidayet edeyim (ulaştırayım).

Tâbiiyetle beraber, Sıratı Seviye'ye (düzgün, seviyeli, Allah'a ulaştıran yola) bir yola tâbiiyet söz konusudur. Ama bildiğiniz gibi Hz. İbrâhîm’in babası Allah’a ulaşma dileğini ve irşad makamını kabul etmediği için; Hz. İbrâhîm’e  tâbî olmadığı için kurtulamıyor. Bir kişi tâbî oluyorsa, Allah onun üzerinde işlemlerini gerçekleştirecektir. Tâbî olduğu anda Allahû Tealâ kişinin kalbine îmânı yazıyor,  Başının üzerine devrin imamının ruhu geliyor ve o kişinin ruhuna; “Senin Allah’a ulaşma günü geldi. Vücudu terk et! Allah’a dön!” emrini veriyor. Allahû Tealâ Kişinin günahları sevaba çeviriyor ve derecat sistemini o güne kadar bu kişiye 1’e 10 verirken 1’e 100 verecek şekilde değiştiriyor. Fizik beden Allaha kul olmaya, nefs tezkiyeye irade de güçlenmeye başlıyor.
Kişinin ruhu Allah’a doğru yola çıkıyor. Nefsin kalbinde %7 nur (fazıl) birikiminde sırasıyla; Emmare, Levvame, Mülhime, Mutmainne, Radiye, Mardiyye ve Tezkiye kademelerini aşıyor. Ruh da bunlara paralel gök katlarında yükseliyor ve Allah’ın Zat’ına ulaşıyor. Herbir kademe de %7 nur birikimi gerçekleşir.

ü  Nefs-i Emmare
Allahû Tealâ Yûsuf Suresinin 53. âyet-i kerimesinde buyuruyor ki:

12/YÛSUF-53: Ve mâ uberriu nefsî, innen nefse le emmâretun bis sûı illâ mâ rahime rabbî, inne rabbî gafûrun rahîm(rahîmun).
Ve ben, nefsimi ibra edemem (temize çıkaramam). Muhakkak ki nefs, mutlaka sui olanı (şerri, kötülüğü) emreder. Rabbimin Rahîm esmasıyla tecelli ettiği (nefsler) hariç. Muhakkak ki Rabbim, mağfiret edendir (günahları sevaba çevirendir). Rahîm'dir (rahmet nurunu gönderen ve merhamet edendir).

Nefs-i Emmare kademesinde ruh, zemin kattan 1. gök katına ulaşıyor. 1. gök katında sadece açıkta çimenlerin üzerindeki seccadelerde secde edilir.

ü  Nefs-i Levvame
Kişi nefsini levm ediyor (kınıyor). Allahû Tealâ Kıyâme Suresinin 2. âyet-i kerimesinde şöyle buyuruyor:

75/KIYÂME-2: Ve lâ uksimu bin nefsil levvâmeh(levvâmeti).
Ve hayır, levvame (kınayan) nefse yemin ederim.           

Ruh 2. gök katına ulaşıyor.  2. gök katında suvarılma havuzları vardır. Suvarılma havuzlarına giren ruhlar orada bir süre suvarıldıktan sonra kendilerine 3. gök katı hakkı verilir.
    
ü  Nefs-i Mülhime
Kişi Allah’tan ilham almaya başlıyor. Allahû Tealâ Şems Suresinin 8. âyet-i kerimesinde buyuruyor ki:

91/ŞEMS-8: Fe elhemehâ fucûrehâ ve takvâhâ.
Sonra ona (nefse) fücurunu ve takvasını ilham etti.

Ruh 3. kattadır.  3. gökkatı: İki katlı bir köşk mesciddir. Buradaki mescidde secde edilir. Sonra mihenk menfezinden 4. kata doğru yola çıkılır.

ü  Nefs-i Mütmainne
Kişi doyuma ulaşıyor, mutmain oluyor. Ruh 4. kattadır. Burada Beyt-ül Makdes’in aslına ulaşılır.

ü  Nefs-i Radiye
Kişi Allah’tan razı oluyor. Ruh 5. kattadır. 5. gök katı Beyt-ül Haram’ın aslıdır.
         
ü  Nefs-i Mardiyye
Allah da ondan razı oluyor. Allahû Tealâ Fecr Suresinin 27, 28 ve 29. âyet-i kerimelerinde buyuruyor ki:

89/FECR-27: Yâ eyyetuhen nefsul mutmainneh(mutmainnetu).
Ey mutmain olan nefs!
89/FECR-28: İrciî ilâ rabbiki râdıyeten mardıyyeh(mardıyyeten).
Rabbine dön (Allah'tan) razı olarak ve Allah'ın rızasını kazanmış olarak!
89/FECR-29: Fedhulî fî ibâdî.
(Ey fizik vücut!) O zaman, (nefsini tezkiye ettiğin ve ruhunu Allah'a ulaştırdığın zaman Bana kul olursun) kullarımın arasına gir.
89/FECR-30: Vedhulî cennetî.
Ve cennetime gir.
       
Ruh 6. gökkatında da sıbgatullah olma mahalline gelir. Oradan da dikey bir yolculukla 7. gök katına ulaşılır.

ü  Nefs-i Tezkiye

35/FÂTIR-18: Ve lâ tezirû vâziretun vizre uhrâ, ve in ted’u muskaletun ilâ himlihâ lâ yuhmel minhu şey’un ve lev kâne zâ kurbâ, innemâ tunzirullezîne yahşevne rabbehum bil gaybi ve ekâmûs salâh(salâte), ve men tezekkâ fe innemâ yetezekkâ li nefsih(nefsihî), ve ilâllâhil masîr(masîru).
Ve yük taşıyan birisi (bir günahkâr) başka birinin yükünü (günahını) yüklenmez. Eğer ağır yüklü kimse, onu (günahlarını) yüklenmeye (başkasını) çağırsa bile ondan hiçbir şey yükletilmez, onun yakını olsa dahi. Sen ancak gaybte Rabbine huşû duyanları ve namazı ikame edenleri uyarırsın. Ve kim tezkiye olursa (nefsini tezkiye ederse), o taktirde bunu sadece kendi nefsi için yapar. Ve dönüş (varış) Allah'adır (Nefs tezkiyesi ile ruh Allah'a döner, ulaşır).

          Ruh 7. Gök katında fetih kapısından geçip Levh-i Mahfuz’a ordan da 6. âlemi geçip Sidretül Müntaha’dan Allah’ın Zat’ına ulaşır.

ü  3. SAFHA HİDAYET RUHUN ALLAH’A ULAŞMASIDIR (1.TESLİM)

Allahû Tealâ Âli İmrân Suresinin 73. âyet-i kerimesinde buyuruyor ki:

3/ÂLİ İMRÂN-73: Ve lâ tu’minû illâ li men tebia dînekum, kul innel hudâ hudallâhi en yu’tâ ehadun misle mâ ûtîtum ev yuhâccûkum inde rabbikum, kul innel fadla bi yedillâh(yedillâhi), yu’tîhi men yeşâ’(yeşâu), vallâhu vâsiun alîm(alîmun).
Ve (Ehli Kitap): “Sizin dîninize tâbî olandan başkasına inanmayın.” (dediler). (Habibim onlara) De ki: “Muhakkak ki hidayet Allah'a ulaşmaktır. (İnsanın ruhunun ölmeden önce Allah'a ulaşmasıdır.) Size verilenin bir benzerinin, bir başkasına verilmesidir.” Yoksa onlar, Rabbiniz'in huzurunda, sizinle çekişiyorlar mı? (Onlara) De ki: “Muhakkak ki fazl Allah'ın elindedir. Onu dilediğine verir.” Ve Allah, Vâsi'dir (ilmi geniştir, herşeyi kapsar), Alîm'dir (en iyi bilendir).

Allahû Tealâ: innel hudâ hudallâhi: Muhakkak ki hidayet Allah’a ulaşmaktır.” diyor.

Bakara Suresinin 120. âyet-i kerimesinde de Allahû Tealâ diyor ki:

2/BAKARA-120: Ve len terdâ ankel yahûdu ve len nasârâ hattâ tettebia milletehum kul inne hudâllâhi huvel hudâ ve leinitteba’te ehvâehum ba’dellezî câeke minel ilmi, mâ leke minallâhi min veliyyin ve lâ nasîr(nasîrin).
Ve sen onların dînine tâbî olmadıkça (uymadıkça) ne yahudiler ve ne de hristiyanlar senden asla razı olmazlar. De ki: “Muhakkak ki Allah'a ulaşmak (Allah'ın kendisine ulaştırması) işte o, hidayettir.” .Sana gelen ilimden sonra eğer gerçekten onların hevalarına uyarsan, senin için Allah'tan bir dost ve bir yardımcı yoktur.

kul: deki
inne: Muhakkak ki;
hudâllâhi: Allah’a ulaşmak
huve: o
el hudâ: Hidayettir.”

ü  4. SAFHA HİDAYET (FİZİK VÜCUDUN ALLAH’A TESLİMİ 2.TESLİM)

Ruhu Allah’a ulaştırdıktan sonra o kişi zikrini artırmaya devam ediyor. Ve Allahû Tealâ, fizik vücudu Ruh 7 tane gök yükselmiş, Allah’ın Zat’ına ulaşmış, Allah’ın Zat’ında yok olmuştur. Bundan sonra dik yokuş başlıyor. Çünkü Allah’ın koruyucu kalkanı kalkmıştır. Şeytan devrededir. İnsanı devamlı bezdirmeye çalışır. Buna rağmen kişi zikrini 3 saatlik bir zikirden 18 saatlik bir zikre ulaştırmak mecburiyetindedir. Bu dik yokuştur. Ve burada da bu yokuşun sonunda fizik vücut Allah’a teslim olur. Nefsin kalbinde %80’den fazla nur birikimi gerçekleşmiştir. Allahû Tealâ Hacc Suresinin 37. âyet-i kerimesinde diyor ki:

22/HACC-37: Len yenâlellâhe luhûmuhâ ve lâ dimâuhâ ve lâkin yenâluhut takvâ minkum, kezâlike sahharahâ lekum li tukebbirûllâhe alâ mâ hedâkum, ve beşşiril muhsinîn(muhsinîne).
Onun (kurbanların), etleri ve kanları asla Allah'a ulaşmaz. Fakat sizden O'na, takva (Allah'a teslim olma) ulaşır. İşte böylece size, onu musahhar kıldı. Sizi hidayete erdirdiği şey üzerine (hidayete erdirmesi sebebiyle) Allah'ı tekbir etmeniz için. Ve muhsinleri (Allah'a fizik vücutlarını teslim edenleri) müjdele!

Burası gene alâ mâ hedâkum: Sizi hidayete erdirdiği için…” dediği için hidayetten bahseden bir âyet-i kerimedir. Ve burada açık bir şekilde fizik vücudun hidayeti söz konusudur. Allahû Tealâ fizik vücutlarını Allah’a teslim edenlere Muhsinler diyor.

4/NİSÂ-125: Ve men ahsenu dînen mimmen esleme vechehu lillâhi ve huve muhsinun vettebea millete ibrâhîme hanîfâ(hanîfen), vettehazallâhu ibrâhîme halîlâ(halîlen).
Ve hanif olarak Hz. İbrâhîm'in dînine tâbî olmuş ve vechini (fizik vücudunu) Allah'a teslim ederek muhsin olan kimseden, dînen daha ahsen kim vardır. Ve Allah, Hz. İbrâhîm'i dost edindi.

3/ÂLİ İMRÂN-20: Fe in hâccûke fe kul eslemtu vechiye lillâhi ve menittebean(menittebeani), ve kul lillezîne ûtûl kitâbe vel ummiyyîne e eslemtum, fe in eslemû fe kadihtedev, ve in tevellev fe innemâ aleykel belâg(belâgu), vallâhu basîrun bil ibâd(ibâdi).
Bundan sonra eğer seninle tartışırlarsa o zaman onlara de ki: "Ben ve bana tâbi olanlar vechimizi (fizik vücudumuzu) Allah'a teslim ettik. O kitab verilenlere ve ümmîlere: "Siz de vechinizi (fizik vücudunuzu) (Allah'a) teslim ettiniz mi?" de. Eğer teslim ettilerse, o taktirde, hidayete ermişlerdir. Ve eğer yüz çevirirlerse, o zaman sana düşen sadece tebliğdir. Ve Allah, kullarını en iyi görendir.

ü  5. SAFHA HİDAYET (NEFSİN ALLAH’A TESLİMİDİR 3.TESLİM)

Allahû Tealâ Secde Suresinin 13. âyet-i kerimesinde diyor ki:

32/SECDE-13: Ve lev şi’nâ le âteynâ kulle nefsin hudâhâ ve lâkin hakkal kavlu minnî le emleenne cehenneme minel cinneti ven nâsi ecmaîn(ecmaîne).
Ve eğer dileseydik, bütün nefslere kendi hidayetlerini elbette verirdik (herkesi hidayete erdirirdik). Fakat Benim: "Mutlaka cehennemi, tamamen cinlerden ve insanlardan dolduracağım." sözü(m) hak oldu.

Allahû Tealâ: “Cehennemi tamamen cinlerden ve insanlardan dolduracağım sözü hak oldu. Ama nefslere de hidayetlerini verirdim.” diyor. Allahû Tealâ’nın nefslere hidayet vermesi 5. safha da, o nefsin daimî zikre ulaşmasıyla gerçekleşiyor. Ayrıca bu hidayet

Mâide Suresinin 105. âyet-i kerimesinde de açıklanıyor;

5/MÂİDE-105: Yâ eyyuhâllezîne âmenû aleykum enfusekum, lâ yadurrukum men dalle izâhtedeytum, ilâllâhi merciukum cemîân fe yunebbiukum bimâ kuntum ta’melûn(ta’melûne).
Ey âmenû olanlar! Nefsleriniz, üzerinizedir (nefsinizin sorumluluğu üzerinize borçtur). Siz hidayette iseniz, dalâletteki bir kimse size bir zarar veremez. Hepinizin dönüşü Allah'adır. O zaman yapmış olduğunuz şeyleri size haber verecek.

Nefslerimizin hidayet üzere olduğu bir olgu var ve bu hidayet bir gün tamamlanacaktır. Kim nefsini ahsen kılarsa (afetlerden temizleyip, nefsinin kalbini %100 faziletlerle doldurursa) o zaman o kişi hidayete erer. Bu da nefsin hidayetidir.

ü  6. SAFHA HİDAYET (MUHLİS OLMAKTIR):

Allahû Tealâ Yûnus Suresinin 9. âyet-i kerimesinde buyuruyor ki:

10/YÛNUS-9: İnnellezîne âmenû ve amilûs sâlihâti yehdîhim rabbuhum bi îmânihim, tecrî min tahtihimul enhâru fî cennâtin naîm(naîmi).
Muhakkak ki âmenû olanlar ve amilüssalihat (nefs tezkiyesi) yapanlar, îmânlarından dolayı Rab'leri, onları hidayete erdirir. Onlar, altlarından ırmaklar akan naîm cennetlerindedirler.

Amilüssalihat ile nefs tezkiyesi ve nefs tasfiyesi yaparak nefsin kalbi %100 nurlanmasıyla 6. kademede de âmenû olarak, halis olanlardır. Allahû Tealâ: “Amilussalihat işeyerek ihlâsa ulaşanları naîm cennetlerine ulaştırır.” diyor. Naîm cennetleri muhlisler için geçerlidir.

37/SÂFFÂT-40: İllâ ibâdallâhil muhlesîn(muhlesîne).
Allah'ın muhlis (halis) kulları hariç.
37/SÂFFÂT-41: Ulâike lehum rizkun ma’lûm(ma’lûmun).
İşte onlar; onlar için malûm (bilinen) bir rızık vardır.
37/SÂFFÂT-42: Fevâkih(fevâkihu), ve hum mukremûn(mukremûne).
Ve meyveler, onlar ikram olunanlardır.
37/SÂFFÂT-43: Fî cennâtin naîm(naîmi).
Naîm cennetlerinde.


ü  7. SAFHA HİDAYET (İRADENİN ALLAH’A TESLİMİDİR 4.TESLİM)

Ne zaman irademizi Allah’a teslim edersek ve böylece Allah’ın üzerimize vasiyet ettiği 4. emaneti de (irademizi de) Allah’a teslim edersek, o zaman hidayetimiz tamamlanır. İradesini de Allahû Tealâ’ya teslim edip, bihakkın takvanın sahibi olan, Hakk’ul yakîn takvasının sahibi olan) kişi; o, hidayetlerin tamamına ermiş olan kişidir:
3/ÂLİ İMRÂN-102: Yâ eyyuhâllezîne âmenûttekullâhe hakka tukâtihî ve lâ temûtunne illâ ve entum muslimûn(muslimûne).
Ey âmenû olanlar, Allah’a karşı “O’nun hak takvası” ile (bi hakkın takva, en üst derece takva ile) takva sahibi olun! Ve sakın siz, (Allah’a) teslim olmadan ölmeyin!

7/A'RÂF-159: Ve min kavmi mûsâ ummetun yehdûne bil hakkı ve bihî ya’dilûn(ya’dilûne).
Ve Musa (A.S)'ın kavminden bir ümmet vardır. Hakk'a hidayet ederler (hidayete ulaştırırlar). Ve onunla (hak ile) adaletle hükmederler.

Öyleyse bu kelimeye dikkatle bakın! Böyle bir dizaynda Allahû Tealâ’ya yaklaşımın muhtevasını bulacaksınız. Hidayetlerin bütünlenmesi, birçok şartın ardarda gelmesiyle mümkündür. Hidayete “doğru yol” diye mânâ vermek,  bu ilme lâzım gelen değeri vermeyerek, ilimsiz kalmak demektir. Allahû Tealâ Kur’ân-ı Kerim’de hidayet kavramı ile ilgili şöyle söylemektedir:
ü  Allah hidayete erdirir:

92/LEYL-12: İnne aleynâ lel hudâ.
Muhakkak ki hidayete erdirmek mutlaka Bize aittir.

ü  Allah dilediği kimseyi hidayete erdirir:

22/HACC-16: Ve kezâlike enzelnâhu âyâtin beyyinâtin ve ennallâhe yehdî men yurîd(yurîdu).
Ve işte böylece Biz, onu apaçık âyetler (halinde) indirdik. Ve muhakkak ki Allah, dilediği kimseyi hidayete erdirir (Kendisine ulaştırır).

28/KASAS-56: İnneke lâ tehdî men ahbebte ve lâkinnallâhe yehdî men yeşâ’(yeşâu), ve huve a’lemu bil muhtedîn(muhtedîne).
Muhakkak ki sen, sevdiğin kişiyi hidayete erdiremezsin (onun ruhunu Allah'a ulaştıramazsın). Fakat Allah, dilediğini hidayete erdirir. Ve O, muhtedileri (hidayete erenleri) daha iyi bilir.

35/FÂTIR-8: E fe men zuyyine lehu sûu amelihî fe reâhu hasenâ(hasenen), fe innallâhe yudıllu men yeşâu ve yehdî men yeşâu, fe lâ tezheb nefsuke aleyhim haserât(haserâtin), innallâhe alîmun bimâ yesneûn(yesneûne).
Fakat kötü ameli, kendisine süslenen (güzel gösterilen), böylece onu güzel gören kişi mi? İşte muhakkak ki Allah, dilediği kişiyi dalâlette bırakır ve dilediği kişiyi hidayete erdirir. Artık onlar için nefsin, hasret duymasın (hüzünlenmesin). Muhakkak ki Allah, onların yaptıklarını en iyi bilendir.


ü  Allah’ın dilediği kimse, Allah’a ulaşmayı dileyendir:

13/RA'D-27: Ve yekûlullezîne keferû lev lâ unzile aleyhi âyetun min rabbih(rabbihi), kul innallâhe yudillu men yeşâu ve yehdî ileyhi men enâb(enâbe).
Ve kâfirler: “Ona, Rabbinden bir âyet (mucize) indirilse olmaz mı?” derler. De ki: “Muhakkak ki Allah, dilediği kimseyi dalâlette bırakır ve O'na yönelen kimseyi Kendine ulaştırır (hidayete erdirir).”

42/ŞÛRÂ-13: Şerea lekum mined dîni mâ vassâ bihî nûhan vellezî evhaynâ ileyke ve mâ vassaynâ bihî ibrâhîme ve mûsâ ve îsâ, en ekîmûd dîne ve lâ teteferrekû fîh(fîhi), kebure alel muşrikîne mâ ted’ûhum ileyh(ileyhi), allâhu yectebî ileyhi men yeşâu ve yehdî ileyhi men yunîb(yunîbu).
(Allah) dînde, onunla Hz. Nuh'a vasiyet ettiği (farz kıldığı) şeyi (şeriati); “Dîni ikame edin (ayakta, hayatta tutun) ve onda (dînde) fırkalara ayrılmayın.” diye Hz. İbrâhîm'e, Hz. Musa'ya ve Hz. İsa'ya vasiyet ettiğimiz şeyi Sana da vahyederek, size de şeriat kıldı. Senin onları, kendisine çağırdığın şey (Allah'a ulaşmayı dileme) müşriklere zor geldi. Allah, dilediğini Kendisine seçer ve O'na yöneleni, Kendisine ulaştırır (ruhunu hayatta iken Kendisine ulaştırır).

37/SÂFFÂT-99: Ve kâle innî zâhibun ilâ rabbî seyehdîn(seyehdîni).
"Ve muhakkak ki ben, Rabbime ulaşan olacağım. O, beni hidayete erdirecek." dedi.

2/BAKARA-156: Ellezîne izâ esâbethum musîbetun, kâlû innâ lillâhi ve innâ ileyhi râciûn(râciûne).
Onlar ki, kendilerine bir musîbet isabet ettiği zaman: “Biz muhakkak ki Allah içiniz (O'na ulaşmak ve teslim olmak için yaratıldık) ve muhakkak O'na döneceğiz (ulaşacağız).” derler.

2/BAKARA-157: Ulâike aleyhim salâvâtun min rabbihim ve rahmetun ve ulâike humul muhtedûn(muhtedûne).
İşte onlar (dünya hayatında Allah'a mutlaka döneceklerinden emin olanlar) ki Rab'lerinden salâvât ve rahmet onların üzerinedir. İşte onlar, onlar hidayete ermiş olanlardır.

ü  Kur’ân- Kerim bir hidayet rehberidir:

17/İSRÂ-9: İnne hâzel kur’âne yehdî lilletî hiye akvemu ve yubeşşirul mu’minînellezîne ya’melûnes sâlihâti enne lehum ecren kebîrâ(kebîren).
Muhakkak ki Bu Kur'ân, en kuvvetli olanı hidayete erdirir (Allah'a ulaştırır). Ve amilüssalihat (nefsi ıslâh edici ameller) yapan mü'minlere, onlar için büyük ecir olduğunu müjdeler.

2/BAKARA-2: Zâlikel kitâbu lâ reybe fîh(fîhi), huden lil muttekîn(muttekîne).
İşte bu Kitap ki, O'nda hiçbir şüphe yoktur. Takva sahipleri için bir hidayettir.

ü  Allahû Tealâ, Kur’ân-ı Kerim ile ve imam resûlleri ile Hakk’a ulaştırır (hidayete erdirir):

46/AHKÂF-30: Kâlû yâ kavmenâ innâ semî’nâ kitâben unzile min ba’di mûsâ musaddikan li mâ beyne yedeyhi yehdî ilel hakkı ve ilâ tarîkın mustekîm .
Onlar: “Ey kavmimiz! Muhakkak ki biz, Hz. Musa'dan sonra indirilen, onların elindekini tasdik eden Hakk'a ulaştıran ve Tarîki Mustakîm'e hidayet eden bir kitap dinledik.” dediler.

10/YÛNUS-35: Kul hel min şurekâikum men yehdî ilel hakk, kulillâhu yehdî lil hakk(hakkı), e fe men yehdî ilel hakkı ehakku en yuttebea em men lâ yehiddî illâ en yuhdâ, fe mâ lekum, keyfe tahkumûn(tahkumûne).
De ki: “Sizin ortaklarınızdan Hakk'a hidayet edecek (ulaştıracak) kimse var mı?” De ki: “Allah, Hakk'a hidayet eder (ulaştırır). Öyleyse Hakk'a hidayet eden (ulaştıran) mı tâbî olunmaya daha lâyıktır (daha çok hak sahibidir) yoksa hidayete erdirilmedikçe, kendisi hidayete eremeyen kimse mi?” Artık size ne oluyor, nasıl hüküm veriyorsunuz?

7/A'RÂF-181: Ve mimmen halâknâ ummetun yehdûne bil hakkı ve bihî ya’dilûn(ya’dilûne).
Ve yarattıklarımızdan bir ümmet vardır ki, Hakk'a (Allah'a) ulaştırırlar ve onunla adaletle hükmederler.

7/A'RÂF-159: Ve min kavmi mûsâ ummetun yehdûne bil hakkı ve bihî ya’dilûn(ya’dilûne).
Ve Musa (A.S)'ın kavminden bir ümmet vardır. Hakk'a hidayet ederler (hidayete ulaştırırlar). Ve onunla (hak ile) adaletle hükmederler.

ü  Nebî imam resûller:

21/ENBİYÂ-73: Ve cealnâhum eimmeten yehdûne bi emrinâ ve evhaynâ ileyhim fi’lel hayrâti ve ikâmes salâti ve îtâez zekâh(zekâti), ve kânû lenâ âbidîn(âbidîne).
Ve onları, emrimizle hidayete erdiren (ölmeden önce ruhları Allah'a ulaştıran) imamlar kıldık. Ve onlara, hayırlar işlemeyi, namaz kılmayı ve zekât vermeyi vahyettik. Ve onlar, Bize kul oldular.

ü  Velî imam resûller:

32/SECDE-24: Ve cealnâ minhum eimmeten yehdûne bi emrinâ lemmâ saberû ve kânû bi âyâtinâ yûkınûn(yûkınûne).
Ve onlardan, emrimizle hidayete erdiren imamlar kıldık ve sabır sahibi oldukları ve âyetlerimize (Hakk'ul yakîn seviyesinde) yakîn hasıl etmiş oldukları için.

Sahâbe 7 tane hidayetin hepsini yaşamışlardır:

Allahû Tealâ Zumer Suresinin 17. âyet-i kerimesinde diyor ki:

39/ZUMER-17: Vellezînectenebût tâgûte en ya’budûhâ ve enâbû ilâllâhi lehumul buşrâ, fe beşşir ıbâd(ıbâdi).
Ve onlar ki; taguta (insan ve cin şeytanlara) kul olmaktan içtinap ettiler (kaçındılar, kendilerini kurtardılar). Çünkü Allah'a yöneldiler (Allah'a ulaşmayı dilediler). Onlara müjdeler vardır. Öyleyse kullarımı müjdele!

Sahâbe, hepsi Allah’a ulaşmayı dilemişlerdi. Mürşidlerine tâbî olmuşlardı. Allahû Tealâ, Fetih Suresinin 10. âyet-i kerimesinde diyor ki:

48/FETİH-10: İnnellezîne yubâyiûneke innemâ yubâyiûnallâh(yubâyiûnallâhe), yedullâhi fevka eydîhim, fe men nekese fe innemâ yenkusu alâ nefsih(nefsihî), ve men evfâ bi mâ âhede aleyhullâhe fe se yu’tîhi ecren azîmâ(azîmen).
Muhakkak ki onlar, sana tâbî oldukları zaman Allah'a tâbî olurlar. Onların ellerinin üzerinde (Allah senin bütün vücudunda tecelli ettiği için ellerinde de tecelli etmiş olduğundan) Allah'ın eli vardır. Bundan sonra kim (ahdini) bozarsa, o taktirde sadece kendi nefsi aleyhine bozar (Allah'a verdiği yeminleri, ahdleri yerine getirmediği için derecesini nakısa düşürür). Ve kim de Allah'a olan ahdlerine vefa ederse (yeminini, misakini ve ahdini yerine getirirse), o zaman ona en büyük mükâfat (ecir) verilecektir (cennet saadetine ve dünya saadetine erdirilecektir).

Bütün sahâbe ruhlarını Allah’a ulaştırdılar. Hidayete erdiler. Allahû Tealâ Zumer Suresinin 18. âyet-i kerimesinde buyuruyor ki:

39/ZUMER-18: Ellezîne yestemiûnel kavle fe yettebiûne ahseneh(ahsenehu), ulâikellezîne hedâhumullâhu ve ulâike hum ulûl elbâb(elbâbi).
Onlar, sözü işitirler, böylece onun ahsen olanına tâbî olurlar. İşte onlar, Allah'ın hidayete erdirdikleridir. Ve işte onlar; onlar ulûl'elbabtır (daimî zikrin sahipleri).

Sahâbe fizik vücutlarını Allah’a teslim etmiştir. Âli İmrân Suresinin 20. âyet-i kerimesinde Allahû Tealâ diyor ki:

3/ÂLİ İMRÂN-20: Fe in hâccûke fe kul eslemtu vechiye lillâhi ve menittebean(menittebeani), ve kul lillezîne ûtûl kitâbe vel ummiyyîne e eslemtum, fe in eslemû fe kadihtedev, ve in tevellev fe innemâ aleykel belâg(belâgu), vallâhu basîrun bil ibâd(ibâdi).
Bundan sonra eğer seninle tartışırlarsa o zaman onlara de ki: "Ben ve bana tâbi olanlar vechimizi (fizik vücudumuzu) Allah'a teslim ettik. O kitab verilenlere ve ümmîlere: "Siz de vechinizi (fizik vücudunuzu) (Allah'a) teslim ettiniz mi?" de. Eğer teslim ettilerse, o taktirde, hidayete ermişlerdir. Ve eğer yüz çevirirlerse, o zaman sana düşen sadece tebliğdir. Ve Allah, kullarını en iyi görendir.

“Habibim! O ümmîlere ve kitap sahiplerine de ki: ‘Ben ve bana tâbî olanlar var ya biz hepimiz vechimizi Allah’a teslim ettik.”

Peki, hepsi ulûl’elbab olmuşlar mı? Evet. Allahû Tealâ sahâbenin daimî zikrin sahipleri olduğunu söylüyor. Allahû Tealâ ulûl’elbab (daimî zikrin sahibi) olduklarını söylüyor. Allahû Tealâ Âli İmrân Suresinin 190 ve 191. âyet-i kerimesinde diyor ki:

3/ÂLİ İMRÂN-190: İnne fî halkıs semâvâti vel ardı vahtilâfil leyli ven nehâri le âyâtin li ulîl elbâb(ulîl elbâbı).
Muhakkak ki, göklerin ve yerin yaratılışında, gece ile gündüzün ardarda gelişinde, ulûl elbab için elbette âyetler (deliller) vardır.

3/ÂLİ İMRÂN-191: Ellezîne yezkurûnallâhe kıyâmen ve kuûden ve alâ cunûbihim ve yetefekkerûne fî halkıs semâvâti vel ard(ardı), rabbenâ mâ halakte hâzâ bâtılâ(bâtılan), subhâneke fekınâ azâben nâr(nârı).
Onlar (ulûl elbab, lüblerin, Allah'ın sır hazinelerinin sahipleri), ayaktayken, otururken, yan üstü yatarken (daima) Allah'ı zikrederler. Ve göklerin ve yerin yaratılışı hakkında tefekkür ederler (ve derler ki): "Ey Rabbimiz! Sen bunları bâtıl olarak (boşuna) yaratmadın. Sen Subhan'sın, artık bizi ateşin azabından koru.

“O ulûl’elbab, ayaktayken de otururken de yan üstü yatarken de daima Allah’ı zikrederler.”

Bütün sahâbenin ulûl’elbab olduğunu görüyoruz. Zumer Suresini 18. âyet-i kerimesinde Allahû Tealâ diyor ki:

39/ZUMER-18: Ellezîne yestemiûnel kavle fe yettebiûne ahseneh(ahsenehu), ulâikellezîne hedâhumullâhu ve ulâike hum ulûl elbâb(elbâbi).
Onlar, sözü işitirler, böylece onun ahsen olanına tâbî olurlar. İşte onlar, Allah'ın hidayete erdirdikleridir. Ve işte onlar; onlar ulûl'elbabtır (daimî zikrin sahipleri).

Peki, bütün sahâbe muhlis olmuşlar mı? Bakara Suresinin 139. âyet-i kerimesin de Allahû Tealâ diyor ki:

2/BAKARA-139: Kul e tuhâccûnenâ fîllâhi ve huve rabbunâ ve rabbukum, ve lenâ â’mâlunâ ve lekum a’mâlukum ve nahnu lehu muhlisûn(muhlisûne).
De ki: “Allah hakkında bizimle mücâdele mi ediyorsunuz? Ve O, bizim de Rabbimizdir, sizin de Rabbinizdir. Ve, bizim amellerimiz bize, sizin amelleriniz de size aittir. Ve biz, ona muhlis olanlarız (dîni O'na hâlis kılanlarız).”

Peki, bütün sahâbe iradelerini de Allah’a teslime ederek irşad makamına ulaşmışlar mı? Evet. İşte Tevbe Suresinin 100. âyet-i kerimesinde Allahû Tealâ buyuruyor ki:

9/TEVBE-100: Ves sâbikûnel evvelûne minel muhâcirîne vel ensâri vellezînettebeûhum bi ıhsânin radıyallâhu anhum ve radû anhu ve eadde lehum cennâtin tecrî tahtehel enhâru hâlidîne fîhâ ebedâ(ebeden), zâlikel fevzul azîm(azîmu).
O sabikûn-el evvelîn (evvelki hayırlarda yarışanlardan salâh makamında iradesini Allah'a teslim ederek irşada memur ve mezun kılınanlar): Onların bir kısmı muhacirînden (Mekke'den Medine'ye göç edenlerden) bir kısmı ensardan (Medine'deki yardımcılardan) ve bir kısmı da onlara (ensar ve muhacirîne) ihsanla tâbî olanlardandı. (Sahâbe irşad makamına sahip oldukları için onlara tâbî olundu). Allah, onlardan razı ve onlar da O'ndan (Allah'tan) razıdır. Onlara Allah, altlarından ırmaklar akan cennetler hazırladı ve orada ebediyyen kalacaklardır. İşte bu, en büyük (azîm) mükâfattır.

 “O sabikûn-evvelîn (evvelki sabikûnlar) var ya; onların bir kısmı ensardandı, bir kısmı muhacirîndendi. Bir de ensara ve muhacirîne ihsanla tâbî olanlardandı.”
Öyleyse sabikûn-el ahîrin ensardan ve muhacirînden, bir de onlara ihsanla tâbî olanlardan oluşmuştur. Böyle bir şey için iradelerini de Allah’a teslim edip “İrşada memur ve mezun kılındın!” cümlesiyle onların müşerref olmaları lâzımdır. Bütün sahâbe irşada memur ve mezun kılınmıştır. Hidayet konusundaki 7 tane safha, bu şekilde gerçekleşiyor.
Allahû Tealâ’ya sonsuz hamd ve şükrederiz ki; bir dersimizin daha sonuna geldik. Bütün kardeşlerimizin, insanların dalâletten kurtulmaları için vazifeli kılınmalarını ve bu istikamette Kur’ân’ın bütün ilmine sahip olmalarını ve Allahû Tealâ’nın hepimizi hem cennet saadetine hem dünya saadetine ulaştırmasını Yüce Rabbimizden dileyerek inşaallah bugünkü dersimizi burada tamamlıyoruz. Allah hepinizden razı olsun.



Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Not: Yalnızca bu blogun üyesi yorum gönderebilir.