2.
YEDİLİ BASAMAK
Allahû Tealâ’ya
sonsuz hamd ve şükrederiz ki; “2. yedili basamak” konusunu
tezekkür etmek üzere Allahû Tealâ bizleri birlikte kıldı.
Allahû
Tealâ ile ilişkilerimizde 4 tane 7 basamak söz konusudur;
1. yedili basamak
2. yedili basamak
3. yedili basamak
4. yedili basamak
1. yedi basamağı geçen dersimizde işlemiştik. İlk 7
basamakta:
1. basamak: Olaylar yaşanır.
2. basamak: Olaylar değerlendirilir.
3. basamak: Allah’a ulaşmayı dilemektir.
4. basamak: Allah Rahmân esması ile tecelli eder.
5. basamak: Gözlerdeki hicab-ı mesture ve basar
hassası üzerindeki gışavet alınır.
6. basamak: Kulaklardaki vakra ve sem’î (işitme)
hassası üzerindeki mühür alınır.
7. basamak: Kalpteki mühür ve ekinnet alınır. Kalbe
ihbat konur.
Kişi, Allah’a ulaşmayı dilediği takdirde gözler,
kulaklar ve kalp üzerindeki engeller, görme (basar), işitme (sem’î) ve idrak (kalp)
hassasının üzerindeki engeller kalkar. Allahû Tealâ, hem uzuv olarak “kalp”
kelimesini kullanıyor hem de kalbin idrak hassası için gene kalp kelimesini
kullanıyor.
Biliyoruz ki; Allah’a ulaşmayı dilemeyen kişinin
gideceği yer cehennemdir. O kişi takva sahibi değildir, küfürdedir ve birçok
negatif faktör devreye girmektedir.
Allah’a ulaşmayı dileyen kişinin ilk 7 basamakta Allah’ın
verdiği furkanlarla gözlerindeki, kulaklarındaki, kalbindeki engeller birer
birer kaldırıldı. Kişi muhbit (ihbat sahibi) oldu. Şimdi 2. yedi basamağa
geçiyoruz ve buradan sonra neler olduğunu görüyoruz.
8. basamak: Allah kişinin
kalbine ulaşır.
64/TEGÂBUN-11: Mâ esâbe min musîbetin illâ bi
iznillâh(bi iznillâhi), ve men yu'min billâhi yehdi kalbeh (kalbehu), vallâhu
bikulli şey'in alîm(alîmun).
Allah'ın izni olmadıkça bir musîbet
isabet etmez. Ve kim Allah'a îmân ederse (âmenû olursa), (Allah) onun kalbine
ulaşır. Ve Allah, herşeyi en iyi bilendir.
Allahû
Tealâ: “Allah'ın izni olmadıkça hiç kimseye bir musîbet isabet etmez.” diyor.
Bu îmân, gerçek bir îmân yani sadece Allah’a inanmak
değil, Allah’a ulaşmayı dilemeyi de muhtevasına alan bir hüviyettedir. Allahû
Tealâ kişinin Kalbinin nur kapısını, Allah’a döndürmek için kalbine
ulaşmaktadır.
9. basamak: Allah,
o kişinin kalbini Kendisine çevirir.
Kaf
Suresi 33. âyet-i kerimede Allahû Tealâ buyuruyor ki:
50/KAF-33: Men haşiyer rahmâne bil
gaybi ve câe bi kalbin munîbin.
Gaybda Rahmân'a huşu duyanlar ve
münib (Allah'a ulaşmayı dileyen) bir kalple (Allah'ın huzuruna) gelenler
(için).
men haşiyer rahmâne bil gaybi: kim gaybte Rahmân’a huşû duyarsa.
ve cae
bi kalbin munîb: ve
Allah’a dönük bir kalple Allah'ın huzuruna gelirse.
Allahû Tealâ “münîb”
olan, Allah’a ulaşmayı dileyen bir kişinin kalbî durumundan bahsediyor. Münîb
olan, Allah’a ulaşmayı dileyen bir kişinin kalbi; bundan sonraki bütün
muhtevayı toplayacak olan, işte bu kalptir. Allahû Tealâ sadece münîb olan bir
kişinin kalbine ulaşır. Âmenû olan bir kişi, Allah’a ulaşmayı dileyen bir kişi…
Allahû Tealâ açık bir şekilde ifade ediyor ki; Allah, âmenû olan Allah’a ulaşmayı dileyen kişinin
kalbine ulaşıyor (Tegâbun-11). Münîb kelimesi, o kişinin Allah’a ulaşmayı
dilediğini gösteriyor; Allah’a ulaşmayı dişeyen bir kişi; münîb bir kalple
Allah’ın huzuruna gelendir. Allah’a ulaşmayı dilemiş bir kişinin kalbi, kalben
münîbtir.
Rûm Suresi 31. âyet-i kerimesinde Allahû Tealâ şöyle
buyuruyor:
30/RÛM-31: Munîbîne ileyhi vettekûhu ve
ekîmûs salâte ve lâ tekûnû minel muşrikîn(muşrikîne).
O'na (Allah'a)
yönelin (Allah'a ulaşmayı dileyin) ve O'na karşı takva sahibi olun. Ve namazı
ikame edin (namaz kılın). Ve (böylece) müşriklerden olmayın.
munîbîne
ileyhi vettekûhu: Allah’a
yönel (yani Allah’a ruhunu hayatta iken ulaştırmayı dile, Allah’a ulaşmayı dile)
vettekûhu: Ve O’na, Allah’a karşı takva sahibi ol.
Münîb olan kişi aynı zamanda takva sahibidir ve
şirkten kurtulmuştur. Allah’a ulaşmayı dilemeyen insan şirktedir; gizli
şirktedir. Kişiyi şirkten kurtaran, cehennemden kurtaran ve cennete gitmesini
sağlayacak olan, Allah’a ulaşmayı dilemektir. Allahû Tealâ: “Ve kim münîb olursa
(yani Allah’a ulaşmayı dilerse)” sadece münîb olanlar için, “Onların kalbine Allah
ulaşır.” buyurmaktadır.
Allah’a ulaşmayı dileyen kişinin kalbine Allahû Tealâ
ulaşıyor. Allahû Tealâ, bu noktadan itibaren kişinin üzerinde tesirlerini birer
birer icra etmeye başlıyor. Kalbi Allah’a çeviriyor. Burada Allahû Tealâ’nın
önemli bir yardımı söz konusudur. Kaf Suresinin 33. âyet-i kerimesi: “Gayb’da
Rahmân’â huşû duyanlar ve münîb bir kalple Allah'ın huzuruna gelenler için…”
İşte münîb kelimesi; Allah’a yönelmiş, Allah’a
çevrilmiş bir kalbi ifade ediyor. Allah’a dönmüş bir kalp… Allah’a ulaşmayı
dileyen bir kalp, Allah’a dönüyor. Kaf-31, 32 ve 33’te Allahû Tealâ diyor ki:
50/KAF-31: Ve uzlifetil cennetu lil
muttekîne gayre baîdin.
Ve cennet, takva sahipleri için uzak
olmayarak yaklaştırıldı.
50/KAF-32: Hâzâ mâ tûadûne li kulli
evvâbin hafîz(hafîzin).
İşte size vaadolunan şey budur
(cennettir). Bütün evvab (ruhu Allah'a ulaşarak sığınmış), ve hafîz olanlar
(başlarının üzerine devrin imamının ruhu ulaşmış olanlar) için.
50/KAF-33: Men haşiyer rahmâne bil
gaybi ve câe bi kalbin munîbin.
Gaybda Rahmân'a huşu duyanlar ve
münib (Allah'a ulaşmayı dileyen) bir kalple (Allah'ın huzuruna) gelenler
(için).
ve uzlifetil cennetu lil muttekîne gayre baîdin: cennet takva sahipleri için uzak olmayarak yaklaştırıldı.
hâzâ mâ tûadûne li kulli evvâbin hafîz(hafîzin): işte vaad olduğunuz şey, bu cennettir. Bütün evvâb olanlar için ve hafîz olanlar için.
Evvab; ruhu Allah’a ulaşmış, meaba sığınmış demektir. Hafîz;
(başının üzerinde) başının üzerine devrin imamının ruhu önden arkaya doğru
uzanır vaziyette yerleşmiş, muhafaza altında olan kişidir. Tabi ki önce kalbin
Allah’a dönmesi, ondan sonra mürşide tâbiiyet, mürşide tâbiiyetle beraber,
Mucâdele Suresinin 22. âyet-i kerimesine göre, kişinin kalbine îmân yazılması ve
devrin imamının ruhunun kişinin başının üzerine gelmesi söz konusudur.
58/MUCÂDELE-22: Lâ tecidu kavmen
yû’munûne billâhi vel yevmil âhîri yuvâddûne men hâddallâhe ve resûlehu ve lev
kânû âbâehum ve ebnâehum ve ihvânehum ev aşîretehum, ulâike ketebe fî
kulûbihimul îmâne ve eyyedehum bi rûhin minh(minhu), ve yudhıluhum cennâtin
tecrî min tahtihel enhâru hâlidîne fîhâ, radıyallâhu anhum ve radû anh(anhu),
ulâike hizbullâh(hizbullâhi), e lâ inne hizbullâhi humul muflihûn(muflihûne).
Allah'a ve ahiret gününe (ölmeden
önce Allah'a ulaşmaya) îmân eden bir kavmi, Allah'a ve O'nun Resûl'üne karşı
gelenlere muhabbet duyar bulamazsın. Ve onların babaları, oğulları, kardeşleri
veya kendi aşiretleri olsa bile. İşte onlar ki, (Allah) onların kalplerinin
içine îmânı yazdı. Ve onları, Kendinden bir ruh ile destekledi (orada eğitilmiş
olan, devrin imamının ruhu onların başlarının üzerine yerleşir). Ve onları,
altından nehirler akan cennetlere dahil edecek. Onlar orada ebediyyen kalacak
olanlardır. Allah, onlardan razı oldu. Ve onlar da O'ndan (Allah'tan) razı
oldular. İşte onlar, Allah'ın taraftarlarıdır. Gerçekten Allah'ın taraftarları,
onlar, felâha erenler değil mi?
Hafîz, başının üzerine devrin imamının ruhu gelen
herkesin müşterek adıdır. Başının üzerine gelen o ruhla, devrin imamının
ruhuyla, kişi muhafaza altına alınır, hafîz olur.
10. basamak: Allahû
Tealâ kişinin göğsünden kalbine bir nur yolu açıyor.
Allahû Tealâ kişinin göğsünden kalbine nur yolu
açıyor. Kişi sadece Allah’a yöneldi,
Allah’a ulaşmayı diledi ve Allahû Tealâ mürşide ulaşmak konusunda kişiyi
hazırlıyor. En’âm Suresinin 125.âyet-i kerimesinde Allahû Tealâ diyor ki:
6/EN'ÂM-125: Fe men yuridillâhu en
yehdiyehu yeşrah sadrehu lil islâm(islâmi), ve men yurid en yudıllehu yec’al
sadrehu dayyikan haracen, ke ennemâ yassa’adu fîs semâi, kezâlike yec’alûllâhur
ricse alâllezîne lâ yu’minûn(yu’minûne).
Öyleyse Allah kimi Kendisine
ulaştırmayı dilerse onun göğsünü yarar ve (Allah'a) teslime (İslâm'a) açar.
Kimi dalâlette bırakmayı dilerse, onun göğsünü semada yükseliyormuş gibi
daralmış, sıkıntılı yapar. Böylece Allah, mü'min olmayanların üzerine azap
verir.
Allahû Tealâ kişinin kalbine ulaştı, kalbin nur
kapısını Allah’a çevirdi. Neden? Çünkü kişi zikir yapacak, Allah'ın katından
gelen salâvât-rahmet, salâvât-fazl nurları yukardan aşağıya doğru inecek ve
kalbin Allah’a dönük olan kapısından içeri girerek Allah'ın kalbe sonradan
yazacağı îmân kelimesinin üzerine gelip yapışacak, orada kalacaktır.
11. basamak: Allah'ın
rahmet nurlarının kalbe gelip yerleşmesidir.
Allahû
Tealâ diyor ki:
39/ZUMER-22: E fe men şerehallâhu
sadrehu lil islâmi fe huve alâ nûrin min rabbih(rabbihi), fe veylun lil
kâsiyeti kulûbuhum min zikrillâh(zikrillâhi), ulâike fî dalâlin mubîn(mubînin).
Allah kimin göğsünü İslâm için
(Allah'a teslim için) yarmışsa artık o, Rabbinden bir nur üzere olur, değil mi?
Allah'ın zikrinden kalpleri kasiyet bağlayanların vay haline! İşte onlar,
apaçık dalâlet içindedirler.
İnsanlar vardır, zikir yaparlar ama Allah’a ulaşmayı
dilememişlerdir. Dilememişlerse, zikir onlara asla Allah'ın katından rahmet,
fazl veya salâvât nurlarından hiçbirisini ulaştıramaz. Ama o kişinin kalbine
karanlıklar ulaşır ve böylece kalpleri kararmaya devam eder.
12. basamak: Kişi huşû sahibi olur.
Allahû
Tealâ buyuruyor ki:
57/HADÎD-16: E lem ye’ni lillezîne âmenû en
tahşea kulûbuhum li zikrillâhi ve mâ nezele minel hakkı ve lâ yekûnû kellezîne
ûtûl kitâbe min kablu fe tâle aleyhimul emedu fe kaset kulûbuhum, ve kesîrun
minhum fâsikûn(fâsikûne).
Allah'ın zikri ile
ve Hakk'tan inen şeyle (Allah'ın nurları ile), âmenû olanların (Allah'a
ulaşmayı dileyenlerin) kalplerinin huşû duyma zamanı gelmedi mi? Kendilerine
daha önce kitap verilip de böylece üzerinden uzun zaman geçince, artık (zikri
unuttukları için) kalpleri katılaşan kimseler gibi olmasınlar. Onlardan çoğu
fasıklardır.
“E lem ye’ni lillezîne âmenû en tahşea kulûbuhum li
zikrillâhi ve mâ nezele minel hakkı: Âmenû olanların (yani Allah’a ulaşmayı dileyenlerin)
Allah'ın zikri ile ve Hakk’tan inen şeyle, kalplerinin huşûya ulaşma zamanı
daha gelmedi mi?”
Kişi Allah’a ulaşmayı diledikten sonra, zikir yapsın
da Allah'ın katından salâvâtla rahmet, salâvâtla fazl nurları ulaşsın ve kalbe
girmeye başlasın diye Allahû Tealâ o kişinin göğsünü yarıyor, göğsünden kalbine
nur yolunu açıyor.
Allahû Tealâ, Allah'ın zikri ile Allah'ın katından
salâvâtla rahmet ve salâvâtla fazl isimli 2 grup nur gönderir. Salâvât nurları
taşıyıcıdır. Fazıllar kalbe girip orada yerleşecek olanlardır. Başlangıçta bir
insanın nefsinin kalbine sadece %2 nispetinde rahmet nuru girer. İşte kişi,
Allah’a ulaşmayı diledikten sonra henüz mürşidine ulaşmamıştır. Ama Allahû
Tealâ göğsünden kalbine nur yolunu açmıştır. Kişi zikir yapınca o kişinin
kalbine Allahû Tealâ bir tek nur gönderir. Zumer Suresinin 22. âyet-i
kerimesindeki bir tek nurdan bahsediyor Allahû Tealâ. O, rahmet nurudur.
Kişinin kalbine bu noktada, salâvâtla rahmet ve salâvâtla fazl nurları henüz
giremez. Başlangıçta sadece rahmet nurları kalbe ulaşır.
13.
basamak: Hacet namazının kılınması ve Allahû Tealâ’nın kişiye mürşidini
göstermesidir.
Evvelâ
mürşidin istemenin farz kılındığını görüyoruz; Mâide Suresinin 35.âyet-i
kerimesi:
5/MÂİDE-35: Yâ eyyuhellezîne âmenûttekûllâhe
vebtegû ileyhil vesîlete ve câhidû fî sebîlihi leallekum tuflihûn(tuflihûne).
Ey âmenû olanlar
(Allah'a ulaşmayı, teslim olmayı dileyenler); Allah'a karşı takva sahibi olun
ve O'na ulaştıracak vesileyi isteyin. Ve O'nun yolunda cihad edin. Umulur ki
böylece siz felâha erersiniz.
Yâ
eyyuhellezîne âmenûttekûllâhe vebtegû ileyhil vesîlete.” diyor; “Ey âmenû olanlar, Allah’a ulaşmayı
dileyenler! Allah’a karşı takva sahibi olunuz.
vebtegû
ileyhil vesîlete: Sizi
Allah’a ulaştırmaya vesile olacak kişiyi, Allah’tan isteyin
ve
câhidû fî sebîlihi: Ve
Allah'ın yolunda cihad edin
leallekum
tuflihûn: Umulur
ki felâha erersiniz.
Allah’ın yolunda cihad, kişinin nefs tezkiyesi
yapmasıdır. Bu, konunun başlangıç noktasıdır. Burada açık bir şekilde, mürşide
tâbiiyetten sonra Allah'ın yolunda cihad olayı başlar. Burada Allah’tan
vesileyi istemek üzerimize farz kılındığı cihetle, mürşidin farziyeti noktasına
ulaşıyoruz. Nahl Suresi 9. âyet-i kerimede Allahû Tealâ buyuruyor ki:
16/NAHL-9: Ve alallâhi kasdus sebîli
ve minhâ câir(câirun), ve lev şâe le hedâkum ecmaîn(ecmaîne).
Ve sebîllerin (dergâhlardan Sıratı
Mustakîm'e ulaşan bütün yolların yani mürşidlerin) tayini, Allah'ın üzerinedir.
Ve ondan sapanlar vardır. Ve eğer O dileseydi, sizin hepinizi hidayete
erdirirdi.
“Alallâhi
kasdus sebîli;
sebîllerin, mürşidlerin tayini Allah’a aittir.”
Allahû Tealâ niçin “sebîllerin tayini” ifadesini
kullanmaktadır? Kim bir mürşide tâbî olursa, o kişi bir sebîle ulaşmıştır. Bu
sebîl, o mürşidin dergâhından, devrin imamının dergâhına, ana dergâha kadar
uzanan bir muhteva taşır. Buradaki muhteva açık bir şekilde şunu ifade eder:
Kim Allah’tan mürşidini sorarsa Allahû Tealâ mutlaka ona mürşidini gösterir.
Kişi sadece Allah'ın kendisi için tayin ettiği o mürşidden netice alabilir. O
mürşide gidip de tâbî olduğu takdirde ruhu vücudundan ayrılır ve devrin
imamının dergâhına ulaşır. Sadece o mürşid geçerlidir. Bu sebeple irşad
makamını sormak, bütün insanların üzerine farzdır. Kişi hacet namazını kılarak
Allah’tan soracaktır.
Hacet namazı, gece saat 12’den sonra (yaz saati ile
gece 1’den sonra) kılınan bir namazdır. Perşembe’yi Cuma’ya bağlayan gece, boy
abdestiyle kılınır. Her gecede kılınabilir. O kişinin mürşidini Allah mutlaka
ona, mutlaka gösterecektir.
Fâtiha
Suresinin 5.âyet-i kerimesi:
1/FÂTİHA-5: İyyâke na’budu ve iyyâke
nestaîn(nestaînu).
(Allah'ım!) Yalnız Sana kul oluruz
ve yalnız Senden İSTİANE (mürşidimizi) isteriz.
iyyâke na’budu ve iyyâke nestaîn: Yalnız Sana kul oluruz, abd oluruz.
ve
iyyâke: Ve
yalnız Senden istiane isteriz, mürşidimizin gösterilmesini yalnız Senden
isteriz.
Ve mürşidi Allah gösterir. Bakara-45:
2/BAKARA-45: Vesteînû bis sabri ves
salât(sâlâti), ve innehâ le kebîretun illâ alel hâşiîn(hâşiîne).
(Allah'tan) sabırla ve namazla
istiane (özel yardım) isteyin. Ve muhakkak ki o (hacet namazı ile Allah'a
ulaştıracak mürşidini sormak), huşû sahibi olanlardan başkasına elbette ağır
gelir.
vesteînû: Ve istiane (Allah’tan özel yardım)
bis
sabri:
sabırla
ves
salât: ve
namaz
ve
innehâ: hiç
şüphesiz o, muhakkak ki
le
kebîretun: büyük,
zor, ağır
illâ: ancak, hariç
alel
hâşiîn: huşû
sahiplerine.
Bakara-46:
2/BAKARA-46:
Ellezîne yezunnûne ennehum mulâkû rabbihim ve ennehum ileyhi râciûn(râciûne).
Onlar
(o huşû sahipleri) ki, Rab'lerine (dünya hayatında) muhakkak mülâki olacaklarına
ve (sonunda ölümle) O'na döneceklerine yakîn derecesinde inanırlar.
ellezîne yezunnûne ennehum mulâkû rabbihim: Onlar muhakkak surette, Allah’a mülâki olacaklarına mutlak olarak kesin şekilde îmân ederler
ve
ennehum ileyhi râciûn: Onlar
mutlaka ölümden sonra da ruhlarını Allah’a geri döndüreceklerdir.
“Onlar Rab’lerine mülâki olacaklarına, bu dünya
hayatını yaşarken ruhlarını Allah’a ilka edeceklerine kesin şekilde inanırlar.”
diyor Allahû Tealâ. Sonrası? Bakara-45 ve 46. âyet-i kerimeler arka arkaya geldiği
cihetle, Allahû Tealâ’dan sabırla ve namazla istiane istenmesi açık bir şekilde
emrediliyor. Kişi hacet namazını kılıp istianeyi, mürşidini Allah’tan isteyecektir.
Başkası bunu yapsa da hem ona ağır gelir, kişi yapmak istemez, hem de Allah’a
ulaşmayı dilemeyen bir kişi mürşid isterse, Allahû Tealâ ona mürşidini
göstermez.
14. Basamak: Mürşide tâbî olmak, önünde tövbe etmektir.
14. Basamak: Mürşide tâbî olmak, önünde tövbe etmektir.
İşte Furkân Suresinin 70. âyet-i kerimesi:
25/FURKÂN-70: İllâ men tâbe ve âmene ve amile
amelen sâlihan fe ulâike yubeddilullâhu seyyiâtihim hasenât(hasenâtin), ve
kânallâhu gafûren rahîmâ(rahîmen).
Ancak kim (mürşidi
önünde) tövbe eder (böylece kalbine îmân yazılıp, îmânı artan) mü'min olur ve
salih amel (nefs tezkiyesi) yaparsa, o taktirde işte onların, Allah
seyyiatlerini (günahlarını) hasenata (sevaba) çevirir. Ve Allah, Gafur'dur
(günahları sevaba çevirendir), Rahîm'dir (rahmet nuru gönderendir).
illâ
men tâbe: sadece
tövbe etmiş olanlar hariç
ve
âmene: Ve
âmenû olanlar
Bu âmenû olmak; mürşidin önünde tövbe etmek suretiyle
âmenû olmaktır. Çünkü tövbe ederek âmenû olmaktır. Kişi Allah’a ulaşmayı diler,
Allahû Tealâ’dan hacet namazıyla mürşidini sorar. Allahû Tealâ ona mürşidini
gösterir. Kişi, o mürşidin önünde tövbe eder ve 2. defa âmenû olur. Rûm Suresinin
31. âyet-i kerimesine göre münîb olmuştu. Bu, 1. âmenû oluşudur. Âmenû olmanın
ilki, münîb olmaktır; Allah’a ulaşmayı dilemektir. Burada kişi 2. defa âmenû
oluyor. Kur’ân-ı Kerim’de 7 tane âmenû olmak geçiyor.
“ve
âmene ve amile amelen sâlihan: Nefsi ıslâh edici amel yapan kişi.” Nefsi
ıslâh edici amel yapar kişi. Yaptığı takdirde ne olur?
fe ulâike yubeddilullâhu seyyiâtihim
hasenât: O zaman Allah onların günahlarını (seyyiatini) hasenata çevirir,
günahlarını sevaba çevirir
ve
kânallâhu gafûren rahîmâ: Ve Allah Gafur’dur ve Rahîm’dir.
Kim, mürşidin önünde tövbe ederse; önce Allah’a ulaşmayı
dileyecektir. Sonra Allahû Tealâ onun kalbine ulaşacak. Kalbini Kendisine
çevirecektir. Göğsünden kalbine nur yolunu açacaktır. Kişi mürşidini talep
edecek, mürşidine ulaşacaktır. Bu olaylardan sonra, o kişinin mürşidinin önünde
tövbe etmesi söz konusudur. Tövbe ettiği zaman o gün, o kişinin bütün günahları
sevaba çevrilecektir.
Böylece bu muhtevada 14. basamakta, mürşidin önünde
tövbe gerçekleşir. Burada ihsanla tâbî olmak söz konusudur. Kişi mürşidinin
önünde tövbe etmiştir ve kalbine îmân yazılmıştır. Kalbine îmân yazılarak tövbe
etmiştir. Burada yeni bir âmenû oluş var; kalbine îmân yazılan bir kişinin
durumu… Onların günahlarını Allahû Tealâ sevaba çeviriyor. Burası 14.
basamaktır. Bir insan bir mürşide tâbî olmadıkça hiçbir hedefe gidemez. Ruhu
vücudundan ayrılamaz. Ayrılamazsa ruhun Allah’a doğru yapacağı yolculuk, seyr-i
sülûk, hiç bir zaman gerçekleşemez. Bu noktada 14. basamağa ulaşmış olduk. 2.
yedi basamak inşaallah burada tamamlanıyor.
Allahû
Tealâ’ya sonsuz hamd ve şükrederiz ki; bir dersimizin daha
sonuna geldik. Bütün kardeşlerimizin, insanların dalâletten kurtulmaları için
vazifeli kılınmalarını ve bu istikamette Kur’ân‘ın bütün ilmine sahip
olmalarını ve Allahû Tealâ’nın hepimizi hem cennet saadetine hem dünya
saadetine ulaştırmasını Yüce Rabbimizden dileyerek inşaallah bugünkü dersimizi
burada tamamlıyoruz. Allah hepinizden razı olsun.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder
Not: Yalnızca bu blogun üyesi yorum gönderebilir.