30 Kasım 2015 Pazartesi

2. YEDİLİ BASAMAK

                                       2. YEDİLİ BASAMAK                                  

Allahû Tealâ’ya sonsuz hamd ve şükrederiz ki;  “2. yedili basamak” konusunu tezekkür etmek üzere Allahû Tealâ bizleri birlikte kıldı.

Allahû Tealâ ile ilişkilerimizde 4 tane 7 basamak söz konusudur;

             1. yedili basamak
             2. yedili basamak
             3. yedili basamak
             4. yedili basamak

1. yedi basamağı geçen dersimizde işlemiştik. İlk 7 basamakta:

1. basamak: Olaylar yaşanır.
2. basamak: Olaylar değerlendirilir.
3. basamak: Allah’a ulaşmayı dilemektir.
4. basamak: Allah Rahmân esması ile tecelli eder.
5. basamak: Gözlerdeki hicab-ı mesture ve basar hassası üzerindeki gışavet alınır.
6. basamak: Kulaklardaki vakra ve sem’î (işitme) hassası üzerindeki mühür alınır.
7. basamak: Kalpteki mühür ve ekinnet alınır. Kalbe ihbat konur.

Kişi, Allah’a ulaşmayı dilediği takdirde gözler, kulaklar ve kalp üzerindeki engeller, görme (basar), işitme (sem’î) ve idrak (kalp) hassasının üzerindeki engeller kalkar. Allahû Tealâ, hem uzuv olarak “kalp” kelimesini kullanıyor hem de kalbin idrak hassası için gene kalp kelimesini kullanıyor.
Biliyoruz ki; Allah’a ulaşmayı dilemeyen kişinin gideceği yer cehennemdir. O kişi takva sahibi değildir, küfürdedir ve birçok negatif faktör devreye girmektedir.
Allah’a ulaşmayı dileyen kişinin ilk 7 basamakta Allah’ın verdiği furkanlarla gözlerindeki, kulaklarındaki, kalbindeki engeller birer birer kaldırıldı. Kişi muhbit (ihbat sahibi) oldu. Şimdi 2. yedi basamağa geçiyoruz ve buradan sonra neler olduğunu görüyoruz.

            8. basamak: Allah kişinin kalbine ulaşır.

64/TEGÂBUN-11: Mâ esâbe min musîbetin illâ bi iznillâh(bi iznillâhi), ve men yu'min billâhi yehdi kalbeh (kalbehu), vallâhu bikulli şey'in alîm(alîmun).
Allah'ın izni olmadıkça bir musîbet isabet etmez. Ve kim Allah'a îmân ederse (âmenû olursa), (Allah) onun kalbine ulaşır. Ve Allah, herşeyi en iyi bilendir.

Allahû Tealâ: “Allah'ın izni olmadıkça hiç kimseye bir musîbet isabet etmez.” diyor.

Bu îmân, gerçek bir îmân yani sadece Allah’a inanmak değil, Allah’a ulaşmayı dilemeyi de muhtevasına alan bir hüviyettedir. Allahû Tealâ kişinin Kalbinin nur kapısını, Allah’a döndürmek için kalbine ulaşmaktadır.

            9. basamak: Allah, o kişinin kalbini Kendisine çevirir.

Kaf Suresi 33. âyet-i kerimede Allahû Tealâ buyuruyor ki:

50/KAF-33: Men haşiyer rahmâne bil gaybi ve câe bi kalbin munîbin.
Gaybda Rahmân'a huşu duyanlar ve münib (Allah'a ulaşmayı dileyen) bir kalple (Allah'ın huzuruna) gelenler (için).

men haşiyer rahmâne bil gaybi: kim gaybte Rahmân’a huşû duyarsa.
ve cae bi kalbin munîb: ve Allah’a dönük bir kalple Allah'ın huzuruna gelirse.

Allahû Tealâ “münîb” olan, Allah’a ulaşmayı dileyen bir kişinin kalbî durumundan bahsediyor. Münîb olan, Allah’a ulaşmayı dileyen bir kişinin kalbi; bundan sonraki bütün muhtevayı toplayacak olan, işte bu kalptir. Allahû Tealâ sadece münîb olan bir kişinin kalbine ulaşır. Âmenû olan bir kişi, Allah’a ulaşmayı dileyen bir kişi…
Allahû Tealâ açık bir şekilde ifade ediyor ki; Allah, âmenû olan Allah’a ulaşmayı dileyen kişinin kalbine ulaşıyor (Tegâbun-11). Münîb kelimesi, o kişinin Allah’a ulaşmayı dilediğini gösteriyor; Allah’a ulaşmayı dişeyen bir kişi; münîb bir kalple Allah’ın huzuruna gelendir. Allah’a ulaşmayı dilemiş bir kişinin kalbi, kalben münîbtir.
Rûm Suresi 31. âyet-i kerimesinde Allahû Tealâ şöyle buyuruyor:

30/RÛM-31: Munîbîne ileyhi vettekûhu ve ekîmûs salâte ve lâ tekûnû minel muşrikîn(muşrikîne).
O'na (Allah'a) yönelin (Allah'a ulaşmayı dileyin) ve O'na karşı takva sahibi olun. Ve namazı ikame edin (namaz kılın). Ve (böylece) müşriklerden olmayın.

munîbîne ileyhi vettekûhu: Allah’a yönel (yani Allah’a ruhunu hayatta iken ulaştırmayı dile, Allah’a ulaşmayı dile)
vettekûhu: Ve O’na, Allah’a karşı takva sahibi ol.

Münîb olan kişi aynı zamanda takva sahibidir ve şirkten kurtulmuştur. Allah’a ulaşmayı dilemeyen insan şirktedir; gizli şirktedir. Kişiyi şirkten kurtaran, cehennemden kurtaran ve cennete gitmesini sağlayacak olan, Allah’a ulaşmayı dilemektir. Allahû Tealâ: “Ve kim münîb olursa (yani Allah’a ulaşmayı dilerse)” sadece münîb olanlar için, “Onların kalbine Allah ulaşır.” buyurmaktadır.
Allah’a ulaşmayı dileyen kişinin kalbine Allahû Tealâ ulaşıyor. Allahû Tealâ, bu noktadan itibaren kişinin üzerinde tesirlerini birer birer icra etmeye başlıyor. Kalbi Allah’a çeviriyor. Burada Allahû Tealâ’nın önemli bir yardımı söz konusudur. Kaf Suresinin 33. âyet-i kerimesi: “Gayb’da Rahmân’â huşû duyanlar ve münîb bir kalple Allah'ın huzuruna gelenler için…”
İşte münîb kelimesi; Allah’a yönelmiş, Allah’a çevrilmiş bir kalbi ifade ediyor. Allah’a dönmüş bir kalp… Allah’a ulaşmayı dileyen bir kalp, Allah’a dönüyor. Kaf-31, 32 ve 33’te Allahû Tealâ diyor ki:

50/KAF-31: Ve uzlifetil cennetu lil muttekîne gayre baîdin.
Ve cennet, takva sahipleri için uzak olmayarak yaklaştırıldı.
50/KAF-32: Hâzâ mâ tûadûne li kulli evvâbin hafîz(hafîzin).
İşte size vaadolunan şey budur (cennettir). Bütün evvab (ruhu Allah'a ulaşarak sığınmış), ve hafîz olanlar (başlarının üzerine devrin imamının ruhu ulaşmış olanlar) için.
50/KAF-33: Men haşiyer rahmâne bil gaybi ve câe bi kalbin munîbin.
Gaybda Rahmân'a huşu duyanlar ve münib (Allah'a ulaşmayı dileyen) bir kalple (Allah'ın huzuruna) gelenler (için).

ve uzlifetil cennetu lil muttekîne gayre baîdin: cennet takva sahipleri için uzak olmayarak yaklaştırıldı.
hâzâ mâ tûadûne li kulli evvâbin hafîz(hafîzin): işte vaad olduğunuz şey, bu cennettir. Bütün evvâb olanlar için ve hafîz olanlar için.

Evvab; ruhu Allah’a ulaşmış, meaba sığınmış demektir. Hafîz; (başının üzerinde) başının üzerine devrin imamının ruhu önden arkaya doğru uzanır vaziyette yerleşmiş, muhafaza altında olan kişidir. Tabi ki önce kalbin Allah’a dönmesi, ondan sonra mürşide tâbiiyet, mürşide tâbiiyetle beraber, Mucâdele Suresinin 22. âyet-i kerimesine göre, kişinin kalbine îmân yazılması ve devrin imamının ruhunun kişinin başının üzerine gelmesi söz konusudur.

58/MUCÂDELE-22: Lâ tecidu kavmen yû’munûne billâhi vel yevmil âhîri yuvâddûne men hâddallâhe ve resûlehu ve lev kânû âbâehum ve ebnâehum ve ihvânehum ev aşîretehum, ulâike ketebe fî kulûbihimul îmâne ve eyyedehum bi rûhin minh(minhu), ve yudhıluhum cennâtin tecrî min tahtihel enhâru hâlidîne fîhâ, radıyallâhu anhum ve radû anh(anhu), ulâike hizbullâh(hizbullâhi), e lâ inne hizbullâhi humul muflihûn(muflihûne).
Allah'a ve ahiret gününe (ölmeden önce Allah'a ulaşmaya) îmân eden bir kavmi, Allah'a ve O'nun Resûl'üne karşı gelenlere muhabbet duyar bulamazsın. Ve onların babaları, oğulları, kardeşleri veya kendi aşiretleri olsa bile. İşte onlar ki, (Allah) onların kalplerinin içine îmânı yazdı. Ve onları, Kendinden bir ruh ile destekledi (orada eğitilmiş olan, devrin imamının ruhu onların başlarının üzerine yerleşir). Ve onları, altından nehirler akan cennetlere dahil edecek. Onlar orada ebediyyen kalacak olanlardır. Allah, onlardan razı oldu. Ve onlar da O'ndan (Allah'tan) razı oldular. İşte onlar, Allah'ın taraftarlarıdır. Gerçekten Allah'ın taraftarları, onlar, felâha erenler değil mi?

Hafîz, başının üzerine devrin imamının ruhu gelen herkesin müşterek adıdır. Başının üzerine gelen o ruhla, devrin imamının ruhuyla, kişi muhafaza altına alınır, hafîz olur.

10. basamak: Allahû Tealâ kişinin göğsünden kalbine bir nur yolu açıyor.

Allahû Tealâ kişinin göğsünden kalbine nur yolu açıyor.  Kişi sadece Allah’a yöneldi, Allah’a ulaşmayı diledi ve Allahû Tealâ mürşide ulaşmak konusunda kişiyi hazırlıyor. En’âm Suresinin 125.âyet-i kerimesinde Allahû Tealâ diyor ki:

6/EN'ÂM-125: Fe men yuridillâhu en yehdiyehu yeşrah sadrehu lil islâm(islâmi), ve men yurid en yudıllehu yec’al sadrehu dayyikan haracen, ke ennemâ yassa’adu fîs semâi, kezâlike yec’alûllâhur ricse alâllezîne lâ yu’minûn(yu’minûne).
Öyleyse Allah kimi Kendisine ulaştırmayı dilerse onun göğsünü yarar ve (Allah'a) teslime (İslâm'a) açar. Kimi dalâlette bırakmayı dilerse, onun göğsünü semada yükseliyormuş gibi daralmış, sıkıntılı yapar. Böylece Allah, mü'min olmayanların üzerine azap verir.

Allahû Tealâ kişinin kalbine ulaştı, kalbin nur kapısını Allah’a çevirdi. Neden? Çünkü kişi zikir yapacak, Allah'ın katından gelen salâvât-rahmet, salâvât-fazl nurları yukardan aşağıya doğru inecek ve kalbin Allah’a dönük olan kapısından içeri girerek Allah'ın kalbe sonradan yazacağı îmân kelimesinin üzerine gelip yapışacak, orada kalacaktır.

11. basamak: Allah'ın rahmet nurlarının kalbe gelip yerleşmesidir.

Allahû Tealâ diyor ki:

39/ZUMER-22: E fe men şerehallâhu sadrehu lil islâmi fe huve alâ nûrin min rabbih(rabbihi), fe veylun lil kâsiyeti kulûbuhum min zikrillâh(zikrillâhi), ulâike fî dalâlin mubîn(mubînin).
Allah kimin göğsünü İslâm için (Allah'a teslim için) yarmışsa artık o, Rabbinden bir nur üzere olur, değil mi? Allah'ın zikrinden kalpleri kasiyet bağlayanların vay haline! İşte onlar, apaçık dalâlet içindedirler.

İnsanlar vardır, zikir yaparlar ama Allah’a ulaşmayı dilememişlerdir. Dilememişlerse, zikir onlara asla Allah'ın katından rahmet, fazl veya salâvât nurlarından hiçbirisini ulaştıramaz. Ama o kişinin kalbine karanlıklar ulaşır ve böylece kalpleri kararmaya devam eder.
                                                                         
           12. basamak: Kişi huşû sahibi olur.

Allahû Tealâ buyuruyor ki:

57/HADÎD-16: E lem ye’ni lillezîne âmenû en tahşea kulûbuhum li zikrillâhi ve mâ nezele minel hakkı ve lâ yekûnû kellezîne ûtûl kitâbe min kablu fe tâle aleyhimul emedu fe kaset kulûbuhum, ve kesîrun minhum fâsikûn(fâsikûne).
Allah'ın zikri ile ve Hakk'tan inen şeyle (Allah'ın nurları ile), âmenû olanların (Allah'a ulaşmayı dileyenlerin) kalplerinin huşû duyma zamanı gelmedi mi? Kendilerine daha önce kitap verilip de böylece üzerinden uzun zaman geçince, artık (zikri unuttukları için) kalpleri katılaşan kimseler gibi olmasınlar. Onlardan çoğu fasıklardır.
           
“E lem ye’ni lillezîne âmenû en tahşea kulûbuhum li zikrillâhi ve mâ nezele minel hakkı: Âmenû olanların (yani Allah’a ulaşmayı dileyenlerin) Allah'ın zikri ile ve Hakk’tan inen şeyle, kalplerinin huşûya ulaşma zamanı daha gelmedi mi?”
Kişi Allah’a ulaşmayı diledikten sonra, zikir yapsın da Allah'ın katından salâvâtla rahmet, salâvâtla fazl nurları ulaşsın ve kalbe girmeye başlasın diye Allahû Tealâ o kişinin göğsünü yarıyor, göğsünden kalbine nur yolunu açıyor.

Allahû Tealâ, Allah'ın zikri ile Allah'ın katından salâvâtla rahmet ve salâvâtla fazl isimli 2 grup nur gönderir. Salâvât nurları taşıyıcıdır. Fazıllar kalbe girip orada yerleşecek olanlardır. Başlangıçta bir insanın nefsinin kalbine sadece %2 nispetinde rahmet nuru girer. İşte kişi, Allah’a ulaşmayı diledikten sonra henüz mürşidine ulaşmamıştır. Ama Allahû Tealâ göğsünden kalbine nur yolunu açmıştır. Kişi zikir yapınca o kişinin kalbine Allahû Tealâ bir tek nur gönderir. Zumer Suresinin 22. âyet-i kerimesindeki bir tek nurdan bahsediyor Allahû Tealâ. O, rahmet nurudur. Kişinin kalbine bu noktada, salâvâtla rahmet ve salâvâtla fazl nurları henüz giremez. Başlangıçta sadece rahmet nurları kalbe ulaşır.

            13. basamak: Hacet namazının kılınması ve Allahû Tealâ’nın kişiye mürşidini göstermesidir.

Evvelâ mürşidin istemenin farz kılındığını görüyoruz; Mâide Suresinin 35.âyet-i kerimesi:

5/MÂİDE-35: Yâ eyyuhellezîne âmenûttekûllâhe vebtegû ileyhil vesîlete ve câhidû fî sebîlihi leallekum tuflihûn(tuflihûne).
Ey âmenû olanlar (Allah'a ulaşmayı, teslim olmayı dileyenler); Allah'a karşı takva sahibi olun ve O'na ulaştıracak vesileyi isteyin. Ve O'nun yolunda cihad edin. Umulur ki böylece siz felâha erersiniz.

Yâ eyyuhellezîne âmenûttekûllâhe vebtegû ileyhil vesîlete.” diyor; “Ey âmenû olanlar, Allah’a ulaşmayı dileyenler! Allah’a karşı takva sahibi olunuz.
vebtegû ileyhil vesîlete: Sizi Allah’a ulaştırmaya vesile olacak kişiyi, Allah’tan isteyin
ve câhidû fî sebîlihi: Ve Allah'ın yolunda cihad edin
leallekum tuflihûn: Umulur ki felâha erersiniz.

Allah’ın yolunda cihad, kişinin nefs tezkiyesi yapmasıdır. Bu, konunun başlangıç noktasıdır. Burada açık bir şekilde, mürşide tâbiiyetten sonra Allah'ın yolunda cihad olayı başlar. Burada Allah’tan vesileyi istemek üzerimize farz kılındığı cihetle, mürşidin farziyeti noktasına ulaşıyoruz. Nahl Suresi 9. âyet-i kerimede Allahû Tealâ buyuruyor ki:

16/NAHL-9: Ve alallâhi kasdus sebîli ve minhâ câir(câirun), ve lev şâe le hedâkum ecmaîn(ecmaîne).
Ve sebîllerin (dergâhlardan Sıratı Mustakîm'e ulaşan bütün yolların yani mürşidlerin) tayini, Allah'ın üzerinedir. Ve ondan sapanlar vardır. Ve eğer O dileseydi, sizin hepinizi hidayete erdirirdi.

“Alallâhi kasdus sebîli; sebîllerin, mürşidlerin tayini Allah’a aittir.”

Allahû Tealâ niçin “sebîllerin tayini” ifadesini kullanmaktadır? Kim bir mürşide tâbî olursa, o kişi bir sebîle ulaşmıştır. Bu sebîl, o mürşidin dergâhından, devrin imamının dergâhına, ana dergâha kadar uzanan bir muhteva taşır. Buradaki muhteva açık bir şekilde şunu ifade eder: Kim Allah’tan mürşidini sorarsa Allahû Tealâ mutlaka ona mürşidini gösterir. Kişi sadece Allah'ın kendisi için tayin ettiği o mürşidden netice alabilir. O mürşide gidip de tâbî olduğu takdirde ruhu vücudundan ayrılır ve devrin imamının dergâhına ulaşır. Sadece o mürşid geçerlidir. Bu sebeple irşad makamını sormak, bütün insanların üzerine farzdır. Kişi hacet namazını kılarak Allah’tan soracaktır.
Hacet namazı, gece saat 12’den sonra (yaz saati ile gece 1’den sonra) kılınan bir namazdır. Perşembe’yi Cuma’ya bağlayan gece, boy abdestiyle kılınır. Her gecede kılınabilir. O kişinin mürşidini Allah mutlaka ona, mutlaka gösterecektir.
 Fâtiha Suresinin 5.âyet-i kerimesi:

1/FÂTİHA-5: İyyâke na’budu ve iyyâke nestaîn(nestaînu).
(Allah'ım!) Yalnız Sana kul oluruz ve yalnız Senden İSTİANE (mürşidimizi) isteriz.

iyyâke na’budu ve iyyâke nestaîn: Yalnız Sana kul oluruz, abd oluruz.
ve iyyâke: Ve yalnız Senden istiane isteriz, mürşidimizin gösterilmesini yalnız Senden isteriz.

Ve mürşidi Allah gösterir. Bakara-45:

2/BAKARA-45: Vesteînû bis sabri ves salât(sâlâti), ve innehâ le kebîretun illâ alel hâşiîn(hâşiîne).
(Allah'tan) sabırla ve namazla istiane (özel yardım) isteyin. Ve muhakkak ki o (hacet namazı ile Allah'a ulaştıracak mürşidini sormak), huşû sahibi olanlardan başkasına elbette ağır gelir.

vesteînû: Ve istiane (Allah’tan özel yardım)
bis sabri: sabırla
ves salât: ve namaz
ve innehâ: hiç şüphesiz o, muhakkak ki
le kebîretun: büyük, zor, ağır
illâ: ancak, hariç
alel hâşiîn: huşû sahiplerine.

Bakara-46:

2/BAKARA-46: Ellezîne yezunnûne ennehum mulâkû rabbihim ve ennehum ileyhi râciûn(râciûne).
Onlar (o huşû sahipleri) ki, Rab'lerine (dünya hayatında) muhakkak mülâki olacaklarına ve (sonunda ölümle) O'na döneceklerine yakîn derecesinde inanırlar.

ellezîne yezunnûne ennehum mulâkû rabbihim: Onlar muhakkak surette, Allah’a mülâki olacaklarına mutlak olarak kesin şekilde îmân ederler
ve ennehum ileyhi râciûn: Onlar mutlaka ölümden sonra da ruhlarını Allah’a geri döndüreceklerdir.

“Onlar Rab’lerine mülâki olacaklarına, bu dünya hayatını yaşarken ruhlarını Allah’a ilka edeceklerine kesin şekilde inanırlar.” diyor Allahû Tealâ. Sonrası? Bakara-45 ve 46. âyet-i kerimeler arka arkaya geldiği cihetle, Allahû Tealâ’dan sabırla ve namazla istiane istenmesi açık bir şekilde emrediliyor. Kişi hacet namazını kılıp istianeyi, mürşidini Allah’tan isteyecektir. Başkası bunu yapsa da hem ona ağır gelir, kişi yapmak istemez, hem de Allah’a ulaşmayı dilemeyen bir kişi mürşid isterse, Allahû Tealâ ona mürşidini göstermez.

              14. Basamak: Mürşide tâbî olmak, önünde tövbe etmektir.

İşte Furkân Suresinin 70. âyet-i kerimesi:

25/FURKÂN-70: İllâ men tâbe ve âmene ve amile amelen sâlihan fe ulâike yubeddilullâhu seyyiâtihim hasenât(hasenâtin), ve kânallâhu gafûren rahîmâ(rahîmen).
Ancak kim (mürşidi önünde) tövbe eder (böylece kalbine îmân yazılıp, îmânı artan) mü'min olur ve salih amel (nefs tezkiyesi) yaparsa, o taktirde işte onların, Allah seyyiatlerini (günahlarını) hasenata (sevaba) çevirir. Ve Allah, Gafur'dur (günahları sevaba çevirendir), Rahîm'dir (rahmet nuru gönderendir).

illâ men tâbe: sadece tövbe etmiş olanlar hariç
ve âmene: Ve âmenû olanlar

Bu âmenû olmak; mürşidin önünde tövbe etmek suretiyle âmenû olmaktır. Çünkü tövbe ederek âmenû olmaktır. Kişi Allah’a ulaşmayı diler, Allahû Tealâ’dan hacet namazıyla mürşidini sorar. Allahû Tealâ ona mürşidini gösterir. Kişi, o mürşidin önünde tövbe eder ve 2. defa âmenû olur. Rûm Suresinin 31. âyet-i kerimesine göre münîb olmuştu. Bu, 1. âmenû oluşudur. Âmenû olmanın ilki, münîb olmaktır; Allah’a ulaşmayı dilemektir. Burada kişi 2. defa âmenû oluyor. Kur’ân-ı Kerim’de 7 tane âmenû olmak geçiyor.

ve âmene ve amile amelen sâlihan: Nefsi ıslâh edici amel yapan kişi.” Nefsi ıslâh edici amel yapar kişi. Yaptığı takdirde ne olur?
 fe ulâike yubeddilullâhu seyyiâtihim hasenât: O zaman Allah onların günahlarını (seyyiatini) hasenata çevirir, günahlarını sevaba çevirir
ve kânallâhu gafûren rahîmâ: Ve Allah Gafur’dur ve Rahîm’dir.

Kim, mürşidin önünde tövbe ederse; önce Allah’a ulaşmayı dileyecektir. Sonra Allahû Tealâ onun kalbine ulaşacak. Kalbini Kendisine çevirecektir. Göğsünden kalbine nur yolunu açacaktır. Kişi mürşidini talep edecek, mürşidine ulaşacaktır. Bu olaylardan sonra, o kişinin mürşidinin önünde tövbe etmesi söz konusudur. Tövbe ettiği zaman o gün, o kişinin bütün günahları sevaba çevrilecektir.
Böylece bu muhtevada 14. basamakta, mürşidin önünde tövbe gerçekleşir. Burada ihsanla tâbî olmak söz konusudur. Kişi mürşidinin önünde tövbe etmiştir ve kalbine îmân yazılmıştır. Kalbine îmân yazılarak tövbe etmiştir. Burada yeni bir âmenû oluş var; kalbine îmân yazılan bir kişinin durumu… Onların günahlarını Allahû Tealâ sevaba çeviriyor. Burası 14. basamaktır. Bir insan bir mürşide tâbî olmadıkça hiçbir hedefe gidemez. Ruhu vücudundan ayrılamaz. Ayrılamazsa ruhun Allah’a doğru yapacağı yolculuk, seyr-i sülûk, hiç bir zaman gerçekleşemez. Bu noktada 14. basamağa ulaşmış olduk. 2. yedi basamak inşaallah burada tamamlanıyor.
Allahû Tealâ’ya sonsuz hamd ve şükrederiz ki; bir dersimizin daha sonuna geldik. Bütün kardeşlerimizin, insanların dalâletten kurtulmaları için vazifeli kılınmalarını ve bu istikamette Kur’ân‘ın bütün ilmine sahip olmalarını ve Allahû Tealâ’nın hepimizi hem cennet saadetine hem dünya saadetine ulaştırmasını Yüce Rabbimizden dileyerek inşaallah bugünkü dersimizi burada tamamlıyoruz. Allah hepinizden razı olsun.





Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Not: Yalnızca bu blogun üyesi yorum gönderebilir.