DÎN NEDİR?
DÎNİN İNSAN HAYATINDAKİ ÖNEMİ NEDİR?
Kâinatın sahibi Allahû Teâla, bu kâinatı
insan için yaratmıştır. Rabbimiz Casiye Suresi 13. âyet-i kerimede buyuruyor
ki:
45/CASİYE-13: Ve
sahhare lekum mâ fîs semâvâti ve mâ fîl ardı cemîan minh(minhu), inne fî zâlike
le âyâtin li kavmin yetefekkerûn(yetefekkerûne).
Ve göklerde ve yerde olanların hepsini
kendinden (bir lütuf olarak) size musahhar (emre amade) kıldı. Muhakkak ki
bunda, tefekkür eden bir kavim için mutlaka âyetler (ibretler) vardır.’’
Yine Bakara Suresi 29. âyet-i kerimede Rabbimiz
buyuruyor ki:
2/BAKARA-29: Huvellezî halaka lekum mâ fîl ardı cemîan
summestevâ iles semâi fe sevvâhunne seb’a semâvât(semâvâtin), ve huve bi kulli
şey’in alîm(alîmun).
O (Allah) ki; yeryüzündeki şeylerin hepsini
sizin için yarattı. Sonra (kudret ve iradesiyle) göğe yönelip, onları da yedi
(kat) gök olarak düzenledi. Ve O, herşeyi en iyi bilen (Alîm)’dir demektedir.
O halde Rabbimiz dîni de bizim
için yaratmıştır. Günümüzdeki uzmanlar “Dîn nedir?” sorusuna şu şekilde cevap
vermektedirler: “Din, insanları
saâdet-i ebediyeye yani sonsuz saadete, huzura götürmek için Allahû Tealâ
tarafından peygamberleri vâsıtasıyla gösterilen yol demektir.”
Ancak bu tarif yeterli değildir. Çünkü Allahû
Teâla bizim hem bu dünyada hem de âhirette mutlu olmamız için dîni yaratmıştır.
İnsanı da Kendisine kul olmak için yaratmıştır. Rabbimiz Zariyat Suresi 56.
âyet-i kerimede buyuruyor ki:
5/ZARİYAT-56: Ve mâ halaktul
cinne vel inse illâ li ya'budûn(ya'budûni).
Ve Ben, insanları ve
cinleri, Bana kul olsunlar diye yarattım.
O halde, insanın dîni yaşaması,
onun var oluşunun sebebini bilmesine ve Allah’ın ilmini Allah’tan öğrenip,
insanlara ulaştıran bir mürşidden alarak hayatına tatbik etmesine bağlıdır.
Adem (A.S)’ dan günümüze kadar
geçen zaman parçasında , Allahû Tealâ yarattığı dîni insanlara ulaştırmak için
peygamberler, resûller,evliyalar, nezirler ve imamlar göndermiştir.
Allah asla kullarını
unutmamıştır. Ne zaman kulları Allah’ı unutmuş ve O’ndan uzaklaşmışlarsa o
zaman bir kulunu peygamber tayin etmiş ve ona şeriati yeniden göndermiştir.
Peygamberlerin olmadığı dönemlerde ise devrin imamlığına kavim resûllerinden
birini devrin imamı olarak tayin etmiştir,
Allahû Tealâ bütün nebîlere, bütün
peygamberlere kitap vermiştir. Bu konuda şöyle buyuruyor:
3/AL-İ İMRAN-81: Ve iz ehazallâhu mîsâkan nebiyyîne lemâ âteytukum min
kitâbin ve hikmetin summe câekum resûlun musaddikun limâ meakum le tu’minunne
bihî ve le tensurunneh(tensurunnehu), kâle e akrartum ve ehaztum alâ zâlikum
ısrî, kâlû akrarnâ, kâle feşhedû ve ene meakum mineş şâhidîn(şâhidîne).
Hani o zaman ki; Allah, peygamberlerin (nebîlerin) MİSAK’ini (yeminini)
almıştı: “Andolsun ki; size Kitap ve hikmet verdim, sizlerden sonra sizinle
beraber bulunanı (Allah’ın sizlere verdiği kitapları) tasdik eden Resûl
gelince, O’na mutlaka îmân edecek ve O’na mutlaka yardım edeceksiniz. Bunu
ikrar ettiniz mi ve bu ağır ahdimi üzerinize aldınız mı?” “İkrar ettik.”
dediler. “Öyle ise şahit olun. Ben de sizinle beraber şahitlerdenim.” buyurdu.
Peygamberler Kur’ân-ı Kerim’de “nebî” adıyla
geçer. Yalnız nebîler peygamberdir. Peygamber, Farsça bir kelimedir; nebî,
Arapça bir kelimedir. Kur’ân-ı Kerim’de Allahû Tealâ kime nebî olarak hitap
etmişse, kimi nebî olarak vasıflandırmışsa, o mutlaka peygamberdir. Farsça’daki
“peygamber” kelimesinin karşılığı Arapça’da “nebîdir.”
Peygamber Efendimiz (S.A.V) nebîlerin sonuncusudur.
Âli İmrân Suresinin 81. âyet-i kerimesi insanlar tarafından hep karıştırılır:
“Bu âyette, Peygamber Efendimiz (S.A.V)’in geleceği bildiriliyor.” derler.
Halbuki Allahû Tealâ buyuruyor ki:
33/AHZAB-7: Ve iz ehaznâ minen nebîyyîne mîsâkahum ve minke ve min
nûhın ve ibrâhîme ve mûsâ ve îsebni meryeme ve ehaznâ minhum mîsâkan
galîzâ(galîzan).
O zaman ki; Biz, nebîlerden onların misaklerini almıştık. Ve senden ve
Hz. Nuh’tan ve Hz. İbrâhîm’den ve Hz. Musa’dan ve Meryemoğlu Hz. İsa’dan ve
onlardan ağır bir misak aldık.
Son nebî, Peygamber Efendimiz (S.A.V)’dir.
Buradan anlaşılıyor ki; bütün nebîlerle birlikte Peygamber Efendimiz (S.A.V) de
bu toplantıya iştirak etmiştir. Kendisinden sonra gelecek resûle yardım
edeceğine ve îmân edeceğine dair Allahû Tealâ’ya misak vermiştir. Bütün
nebîlerden sonra gelecek olan bir resûl söz konusudur.
Allah, bütün nebîlerine kitap vermiştir.
Allahû Tealâ’nın bütün peygamberlere kitap vermekten muradı; kâinatın tek
dînini, onların zamanlarında bir defa daha indirmektir, bir defa daha
öğretmektir.
İlk insan ve ilk peygamber Hz. Âdem’dir. Hz.
Âdem zamanında insanların bizim gibi standartlara sahip olduğunu görüyoruz.
Allahû Tealâ Hz. Âdem’e ve etrafındaki kişilere çok şeyler öğretmiştir. Dînin
tamamını öğretmiştir, yaşatmıştır. Böylelikle üst seviye takva sahiplerinin
bulunduğu kesindir.
İrşada tayin edilmiş olan takva sahiplerinden
biri, Hz. Âdem’in katledilen oğludur. Onun takva sahibi olduğu kesindir. İki
kardeşten biri çoban, diğeri çiftçidir. Çiftçi olan da çoban olan da Allah’a
sunacaklarını sunarlar. Hâbil yani çoban olan bir kurban keser. Çiftçi olan
Kâbil de kendisine ait mahsûlden verir ama onunki kabul edilmez sadece kurban
kabul edilir. Bunun üzerine Kâbil, Hâbil’i öldürür. Hâbil’in sözlerine dikkatle
bakın: “Sen silahını çekip, beni öldürmeye kalkıyorsun ya ben sana silah
çekmem. Ben sana dokunacak değilim. Sen beni öldürmek istiyorsan bunu
yapabilirsin ama şunu bilmeni istiyorum ki; Allah sadece takva sahiplerinin
kurbanını, hediyesini kabul eder.”
Bu takva sahipleri müessesesine dikkat edin.
Burada bir öldürme olayı var. Kâbil kardeşini öldürecek. Fakat kardeşi onunla
savaşmıyor. Biliyor ki ölüm kendisi için Allahû Tealâ tarafından
kararlaştırılmış bir vetiredir ve O, kardeşine şu veya bu şekilde silah çekmeyecektir.
Kâbil Hâbil’i öldürmek isteyebilir bu onun
problemidir. Ancak Hâbil, hiçbir şekilde kendisini koruma adı altında da ona
saldırmayacaktır. Ölüme giden bir statü içerisinde, karşı koymayan birisinin
bîhakkın takva seviyesine ulaştığı kesindir.
Hz. Âdem zamanında da bu dîn vardı. Sadece
bir tek dîn vardı. Ruhu, vechi, nefsi ve iradeyi Allah’a teslim etmeyi anlatan
bir dîn. Hâbil, iradesini Allah’a teslim ettiğini bu sözleriyle kesin olarak
anlatır: “Sen beni öldürebilirsin ama ben sana silah çekmem. Ben serbest
iradenin sahibi değilim.” diyor.
Görüyoruz ki; Âdem (A.S) zamanındaki dîn,
insanları iradenin teslimine ulaştırıyor. Böyle bir noktadan itibaren, ilk
peygamber ve ilk insan olan Hz. Âdem’den bu tarafa geçen statü içerisinde, çok
sayıda peygamber gelmiştir.
Nebîlerle resûlleri birbirine karıştırmamamız
lâzım. Her kavimde, bütün devirlerde resûl mutlaka var olmuştur. Hiçbir kavim
hiçbir devirde resûlsüz kalmamıştır. Allahû Tealâ resûlleri ardarda, devamlı
gönderdiğini ifade etmektedir.
Bu muhteva içersinde resûllerin bütün
kavimlerde devamlı olarak bulunduğunu görüyoruz. Fakat nebîler devamlı olarak
var olmazlar. Resûller bütün kavimlerde, hiç ara olmaksızın ardı ardına
vazifelidirler. Allahû Tealâ bu konuda şöyle buyuruyor:
23/MU'MİNUN-44: Summe erselnâ rusulenâ tetrâ, kullemâ câe ummeten
resûluhâ kezzebûhu fe etbâ’nâ ba’dahum ba’dan ve cealnâhum ehâdîs(ehâdîse), fe
bu’den li kavmin lâ yu’minûn(yu’minûne).
Sonra Biz, resûllerimizi ardarda (arası kesilmeksizin) gönderdik. Her
ümmete resûlü geldiği zaman, her defasında onu yalanladılar. Biz de onları
birbiri arkasından (helâk ettik). Ve onları efsane kıldık. Artık mü’min olmayan
kavim (Allah’ın rahmetinden) uzak olsun.
Allahû Tealâ burada bütün kavimlere
kesintisiz olarak resûl gönderdiğini bildiriyor. Resûller devam eder ama
nebîlerin arasında fetret devirleri vardır. Hz. Musa, Hz. İbrâhîm’den birkaç
yüz sene sonra gelmiştir. Hz. Davut, Hz. Musa’dan birkaç yüz sene sonra
gelmiştir. Ardından Hz. İsa, O’ndan 600 yıl sonra Peygamber Efendimiz (S.A.V)
gelmiştir. 1400 yıldır dünya üzerinde nebî (peygamber) yoktur. Kıyâmete kadar
da hiç olmayacaktır. Peygamber Efendimiz (S.A.V) nebîlerin, peygamberlerin
sonuncusudur:
33/AHZAB-40: Mâ kâne muhammedun ebâ ehadin min ricâlikum, ve lâkin
resûlallâhi ve hâtemen nebiyyin(nebiyyine), ve kânallâhu bi kulli şey’in
alîmâ(alîmen).Muhammed (A.S),
sizin erkeklerinizden hiçbirinin babası olmamıştır (değildir). Fakat Allah'ın
Resûl'ü ve Nebîlerin (Peygamberlerin) Hatemi'dir (Sonuncusu). Allah, her şeyi
en iyi bilendir.
Buradaki muhtevaya dikkatle bakıyoruz. Allahû
Tealâ’nın dizaynı içerisinde bütün nebîler (peygamberler) gelmiş geçmiştir.
Allahû Tealâ Âli İmrân Suresinin 81. âyet-i kerimesinde bütün nebîlere kitap
verdiğini belirtiyor. Acaba o kitapları niçin veriyor? O kitapların hepsi, o
devirde yaşayan bütün insanlara aynı dîni, tek dîni anlatmıştır. Allah’a
ulaşmayı dilemekten başlayan, yani ruhu Allah’a ulaştırmayı dilemekten başlayan
dîni anlatmıştır. Bu din 7 safha 4 teslimden oluşan Hanif dînidir. Hanif dîninin
özellikleri şunlardır:
Allah’a ulaşmayı dilemek 1. safhadır.
Mürşide ulaşarak tâbiiyeti ihtiva eden 2.
safhadır.
Ruhun Allah’a teslim edilmesini ihtiva eden
3. safhadır.
Fizik vücudun Allah’a teslimini ihtiva eden
4. safhadır.
Nefsin Allah’a teslimini ihtiva eden 5.
safhadır.
İrşada ulaşmasını ihtiva eden 6. safhadır.
İradeyi Allah’a teslimi ihtiva eden 7.
safhadır.
Bu mukaddes kitaplar 7 safhayı anlatır.
Peygamberlere indirilen bütün kitaplar aslında tek bir dîni temsilen
indirilmiştir. Ancak iblis hiçbir devirde boş durmamıştır. Bir peygamber
hayattayken, ona indirilen kitaba tâbî olanlar, o öldükten sonra adım adım
değişen bir dîn tatbikatıyla karşı karşıya kalmışlardır. Çünkü artık nebî, yani
o Kitab’ı açıklayan ölmüştür. Geçen asırlar boyunca insanların çoğu bütün
kavimlerde Kitab’ın muhtevasına riâyet eden resûlleri dikkate almamışlardır.
Her kavimde çok az kişi o kavimdeki resûlün etrafında toplanır. Onlar kâinatın
tek dînini yaşarlar ama insanların geri kalanı, % 90’ından fazlası Allah’ın tek
dînini yaşamazlar.
Peygamber Efendimiz (S.A.V)’in tebliğ yaptığı
devrelerde, Kur’ân-ı Kerim’den yeni âyetler indikçe, Hristiyanların ve
Yahudilerin içinde de bir kısım insanlar, bu âyetlerden büyük sevinç ve
mutluluk duymuşlardır ve onlarla ferahlanmışlardır:
19/MERYEM-58: Ulâikellezîne
en’amallâhu aleyhim minen nebiyyîne min zurriyyeti âdeme ve mimmen hamelnâ mea
nûhin ve min zurriyyeti ibrâhîme ve isrâîle ve mimmen hedeynâ vectebeynâ, izâ
tutlâ aleyhim âyâtur rahmâni harrû succeden ve bukiyyâ(bukiyyen). (SECDE ÂYETİ)
İşte
onlar, Allah’ın kendilerine ni’met verdiği nebîlerdendir. Âdem (A.S)’ın
zürriyyetinden (neslinden) ve Nuh (A.S)’la beraber taşıdıklarımızdan ve İbrâhîm
(A.S) ve İsrail (A.S)’ın zürriyyetinden ve Bizim hidayete erdirdiklerimizden ve
seçtiklerimizdendir. Onlara, Rahmân’ın âyetleri okunduğu zaman ağlayarak ve
secde ederek yere kapanırlardı.
Hristiyanların içindeki küçük bir azınlık ve
Yahudilerin içindeki küçük bir azınlık, Peygamber Efendimiz (S.A.V)’le
sahâbenin yaşadığı İslâm’ı yaşadılar. Bu küçük azınlığın da ataları, elden ele
tâbîyet alarak o güne kadar gelmişlerdir. Hz. İsa zamanında yola girenler,
O’nun havarilerine tâbî olanlar, sonra tâbî olanlara tâbî olanlar, son tâbî
olanlara tâbî olanlarla… Asırlar boyunca tâbîyet yenilenmektedir.
Peygamber Efendimiz (S.A.V)’e Kur’ân âyetleri
inerken, onlar her âyet açıklandıkça büyük sevinç duyuyorlar; çünkü aynı
şeyleri yaşıyorlar. Allahû Tealâ Kur’ân-ı Kerim’de onlardan bahsediyor. Burada
çok açık bir hüviyet görüyoruz. Bu insanlar da Allah’ın dînini yaşamışlardır.
Allahû Tealâ peygamberler arasında fark gözetmediğini söylemektedir. Çünkü
hepsine aynı şeyleri öğretip aynı dîni emretmiştir. Eğer iblis evvelki
kitapları değiştirmeyi başaramasaydı ve o kitaplar olduğu gibi bugüne
ulaşsaydı, onların Kur’ân’daki bütün umdeleri aynen taşıdığını görecektik.
Öyleyse kutsal kitapların dînde önemi nedir?
Kitaplar, Allah’ın vahyini ifade eder. Allahû Tealâ’nın mukaddes kitaplar
hakkında söylediklerini dikkatle incelediğimiz zaman Kur’ân’ın da Tevrat’ın da
İncil’in de birer nur olduğu, birer şifa olduğu, birer hidayet rehberi olduğu
açık ve kesin bir şekilde belirtilmiştir. Hidayet rehberi olması zaten yeterli
bir sebeptir. Öteki özelliklerini de devam ettirmiştir. Kitaplar açısından bu
neticeye ulaşıyoruz.
Allahû Tealâ Tevrat’tan bahsediyor:
5/MAİDE-44: İnnâ enzelnet tevrâte fîhâ huden ve nûr(nûrun), yahkumu
bihen nebiyyûnellezîne eslemû lillezîne hâdû ver rabbâniyyûne vel ahbâru
bimestuhfizû min kitâbillâhi ve kânû aleyhi şuhedâe, fe lâ tahşevûn nâse
vahşevni ve lâ teşterû bi âyâtî semenen kalîlâ(kalîlen) ve men lem yahkum bimâ
enzelallâhu fe ulâike humul kâfirûn(kâfirûne).
Muhakkak ki Tevrat’ı Biz indirdik. Onda hidayet ve nur vardır. Kendileri
(Hakk’a) teslim olmuş peygamberler, yahudilere, onunla hükmeder. Rabbaniyyûn
(kendilerini Rab’lerine adamış )ve ‘ahbar’ olanlar da (zahidler, âlimler de)
Allah’ın Kitab’ından korumakla görevli oldukları ile hüküm verirler. Ve de
onlar, onun üzerine şahitler oldular. Artık insanlardan korkmayın, Benden korkun
ve Benim âyetlerimi az bir değere satmayın. Ve kim, Allah’ın indirdiği ile
hükmetmezse, işte onlar, onlar kâfirlerdir.
devam
ettiğinin kesin işaretlerine rastlıyoruz. Tevrat, kendisini tasdik edecek olan
Hz. İsa’nın geleceğini muhtevasına almıştır. İncil hem kendisini hem de
Tevrat’ı tasdik edecek olan ve övülmüş mânâsına gelen heraklius kelimesi ile
ifade edilir. ‘‘Muhammed’’ hamd edilen, övülmüş demektir. Muhtevaya baktığımız
zaman kitaplar arasındaki zincirin halkalarını yakalayabiliyoruz. Aynı dînin çeşitli
devirlerdeki aynı standartlarını vermekle kalmıyor, kitaplar dîni devam
ettirecek olan peygamberleri de iht
Allahû Tealâ bu âyet-i kerimede, Hz. Musa’ya
Tevrat’ı indirdiğini ve bu indirdiği Tevrat’ın hidayet ve nur içerdiğini
söylüyor. Peygamberlere indirilen kitapları bir araya getirdiğimiz zaman, aynı
dînin ivâ ediyor. Kitaplar, hem geçmişten geleceğe doğru uzanan bir köprü, hem
de gelecekten geçmişe doğru uzanan bir köprüdür.
Peygamber Efendimiz (S.A.V)’e indirilen
Kur’ân-ı Kerim, daha önce gelmiş olan peygamberlerden bahseder. Belki
peygamberlerin hepsinden bahsedilmemektedir ama bu konuda kesin bir bilgi de
yoktur. Kur’ân’da bahsedilen peygamberberlerin hepsinin nebî olduğu Kur’ân-ı
Kerim’de açıkça yer almıştır. Kur’ân-ı Kerim’de Peygamber Efendimiz (S.A.V)’in
son nebî olduğu vurgulanmaktadır.
Öyleyse geçmişe dayalı bir detay içerisinde,
Kur’ân-ı Kerim’in Hz. Âdem’den bu tarafa geçen bütün peygamberleri ihtivâ
ettiğini görüyoruz. Bütün peygamberleri muhtevâsına alması hasebiyle ve o
peygamberlerin yaptıkları şeyler anlatılırken hep Peygamber Efendimiz (S.A.V)
yaptıkları ve ona emredilenlerle ile eş değer sonuçlar elde ediyoruz.
Hz. Lût, Hz. İbrâhîm’e tâbiî oluyor ve “Şimdi
bana düşen, Rabbime hicret etmektir.” diyor. Yani ruhunu Allah’a ulaştırmasının
gerekliliğini ifade ediyor. Bütün mukaddes kitapların temelini bu teşkil eder.
Mutlaka emanet olan ruh Allah’a ulaştırılacaktır. Tevrat da İncil de bunu
ihtiva etmektedir. Hiçbir sayfası, kelimesi değiştirilememiş olan Kur’ân da
bunu ihtivâ etmektedir.
Tevrat, İncil’i gelecek bir kitap olarak
müjdelemektedir. İncil, Kur’ân-ı Kerim’i gelecek bir kitap olarak
müjdelemektedir. Tevrat, Hz. İsa’nın geleceğini söylemekte, İncil Peygamber
Efendimiz Hz. Muhammed Mustafa (S.A.V)’in geleceğini müjdelemektedir:
61/SAF-6: Ve iz kâle îsebnu meryeme yâ benî isrâîle
innî resûlullâhi ileykum musaddikan li mâ beyne yedeyye minet tevrâti ve
mubeşşiren bi resûlin ye’tî min bagdîsmuhû ahmed(ahmedu), fe lemmâ câehum bil
beyyinâti kâlû hâzâ sihrun mubîn(mubînun).
Ve Meryemoğlu İsa (A.S) şöyle demişti: “Ey İsrailoğulları! Muhakkak ki
ben, elimdeki Tevrat'ta olan herşeyi tasdik eden ve benden sonra gelecek, ismi
Ahmed olan Resûl ile müjdeleyen, size (gönderilmiş) Allah'ın Resûl'üyüm.” Fakat
onlara beyyineler (mucizeler, deliller) getirdiği zaman onlar: “Bu apaçık
sihirdir.” dediler.
Bu geçmişten geleceğe doğru uzanan bir
köprüdür. Gelecekten geçmişe dönük standarda baktığımız zaman ise, Kur’ân’da
bütün peygamberlerin yer aldığını görüyoruz. Yeter mi? Yetmez. O peygamberlerin
hiçbiri arasında Allah’ın bir fark gözetmediğini görüyoruz. Yani Allahû Tealâ
bütün peygamberlere aynı şeyleri öğretmiştir. Söz konusu olan her kitapta 7
safha içerisinde 4 tane teslimin ele alınmasıdır.
Kur’ân-ı Kerim her peygamberin kitabını,
tasdik eder. Zamanımızda 3 tane mukaddes kitap, sahîfeler ve Zebur kalmıştır.
Fakat Allahû Tealâ Hz. İbrâhîm’e de Kitap verdiğini söylüyor. Hz. İsmail’e de
Kitap verdiğini ifade ediyor, Hz. Yâkub’a da, Hz. Nuh’a da Kitap verdiğini
bildiriyor. Nebî olarak geçen bütün peygamberlere, Allahû Tealâ Kitap ve
nübüvvet vermiştir.
Bütün peygamberler aynı hüviyette şeriat
kitapları almışlardır. Yani Hz. Nuh’a verilmiş olan şeriatla, Peygamber
Efendimiz (S.A.V)’in Kitap’ındaki şeriat, birbirinin aynıdır. Günümüzden
geçmişe doğru bakıldığında Kur’ân-ı Kerim Hz. İsa’yı ve kitabı İncil’i tasdik
eder. Kur’ân-ı Kerim Hz. Musa’yı ve kitabı Tevrat’ı tasdik eder. Yetmez,
Kur’ân-ı Kerim bütün peygamberleri de tasdik eder. Allahû Tealâ onlara kitap
verdiğini ifade etmekte ve kitapları da tasdik etmektedir. Günümüzden geçmişe
doğru açılan köprüde de yine peygamberlerin birbirine bağlantısı açık bir
şekilde kitaplarla dizayn edilmiştir.
Mukaddes kitapların değişik olan yerleri
sakın sizi aldatmasın. İnsanlar zaman içersinde kitaplara ilâveler
yapmışlardır. Fakat Kur’ân’a dokunamamışlardır. Allahû Tealâ buyuruyor ki:
15/HİCR-9: İnnâ nahnu nezzelnez zikre ve innâ lehu le
hâfizûn(hâfizûne).
Muhakkak ki; zikri (Kur'ân-ı Kerim’i) Biz indirdik. O'nun koruyucuları
(da) mutlaka Biziz.
Allahû Tealâ, kimseye bu Kitab’ı değiştirme
yetkisi vermeyeceğini ifade etmektedir. Kur’ân, bütünlüğünü 14 asırdır
korumaktadır. Kur’ân, peygamberler açısından gelecekten geçmişe dönük bir
standardı içerir. Peygamberler açısından geleceğe dönük bir standardı içermesi
mümkün müdür? Mümkün değildir. Neden? Çünkü Hz. Muhammed Mustafa (S.A.V)
Peygamber Efendimiz Hatem-ül Enbiya’dır. Resûllerin sonuncusu değildir ama
nebîlerin, peygamberlerin sonuncusudur; mührüdür. Allahû Tealâ buyuruyor ki:
5/MAİDE-44: İnnâ enzelnet tevrâte fîhâ huden ve nûr(nûrun), yahkumu
bihen nebiyyûnellezîne eslemû lillezîne hâdû ver rabbâniyyûne vel ahbâru
bimestuhfizû min kitâbillâhi ve kânû aleyhi şuhedâe, fe lâ tahşevûn nâse
vahşevni ve lâ teşterû bi âyâtî semenen kalîlâ(kalîlen) ve men lem yahkum bimâ
enzelallâhu fe ulâike humul kâfirûn(kâfirûne).
Muhakkak ki Tevrat’ı Biz indirdik. Onda hidayet ve nur vardır. Kendileri
(Hakk’a) teslim olmuş peygamberler, Yahudilere, onunla hükmeder. Rabbaniyyûn
(kendilerini Rab’lerine adamış )ve ‘ahbar’ olanlar da (zahidler, âlimler de)
Allah’ın Kitap’ından korumakla görevli oldukları ile hüküm verirler. Ve de
onlar, onun üzerine şahitler oldular. Artık insanlardan korkmayın, Benden
korkun ve Benim âyetlerimi az bir değere satmayın. Ve kim, Allah’ın indirdiği
ile hükmetmezse, işte onlar, onlar kâfirlerdir.
Burada âyet-i kerime: “Muhakkak ki Tevrat’ı
Biz indirdik.” cümlesi ile başlıyor.
Kur’ân-ı Kerim’i indiren Allah, Tevrat’ı da Kendisinin indirdiğini ve O’nun da
hidayet ve nur olduğunu söylüyor. Kur’ân-ı Kerim nasıl bir nur olarak, bir
hidayet rehberi olarak indirildiyse, Tevrat da nur olarak indirilmiştir ama
daha önemlisi, hidayet rehberi olarak indirilmiştir.
7 tane hidayet kademesi ve bu hidayetlerin
her birinin gerçekleştiği safhalar vardır. Ruhun hidayeti 22. basamakta gerçekleşir,
ruh Allah’a teslim olur. Fizik vücudun hidayeti 25. basamakta gerçekleşir.
Fizik vücut Allah’a teslim olur. Nefsin hidayeti 26. basamakta gerçekleşir.
Nefs Allah’a teslim olur. İradenin hidayeti 28. basamağın 4. kademesinde
gerçekleşir. İrade Allah’a teslim olur. Böylece 7 hidayet safhasında 4 tane
teslim gerçekleşir. Bu hidayetler, Kur’ân’ın hedef hükümleridir. Ruhumuzun
Allah’a ulaşması ve Allah’a ulaşmayı dilememiz üzerimize tam 12 defa Allahû
Tealâ tarafından farz kılınmıştır.
Kur’ân-ı Kerim’de farz kılınan bu hususun
Tevrat’ta da farz kılındığını görüyoruz. Kitaplar arasındaki ilişkiye
baktığımızda, Tevrat’ın bir hidayet ve nur olduğunu görüyoruz. Allahû Tealâ
buyuruyor ki: “Hz. Musa devrinde, O’na tâbî olanlar, bu kitaplarla adalet
dağıtırlardı.” Yani bu kitaba tâbî olarak, oradaki şeriat üzere, adalet
dağıttıklarını, Allah’ın Kitabı’nı korumakla görevli olduklarını ve hüküm
verdiklerini söylüyor. Buradaki işarete dikkat edin. Tevrat’ta da hidayetin ve
nurun mevcut olduğu söyleniliyor.
Allahû Tealâ, İncil için de şöyle
buyurmaktadır:
5/MAİDE-46: Ve kaffeynâ alâ âsârihim bi îsebni meryeme musaddıkan limâ
beyne yedeyhi minet tevrâti ve âteynâhul incîle fîhi huden ve nûrun ve
musaddıkan limâ beyne yedeyhi minet tevrâti ve huden ve mev’ızeten muttekîn(muttekîne).
Onların izleri üzerine, Tevrat’tan ellerinde bulunanı tasdik edici olarak
Hz. Meryem’in oğlu İsa’yı gönderdik. Ve ona, içinde hidayet ve nur olan,
Tevrat’tan ellerinde bulunanı tasdik eden ve müttekiler (takva sahipleri) için,
hidayete erdiren ve bir öğüt olan İncil’i verdik.
Demek ki İncil de hidayete erdirendir. Aynı
zamanda bir öğüttür. Hz. Musa’nın arkasından Hz. İsa’nın görev alması ve
İncil’in, Tevrat’ı kabul eden ve tasdik eden bir hüviyet taşıması önemlidir.
Hidayet burada da vardır. Öyleyse 7 safha 4 teslim, Tevrat’ın da müktesebatı
içerisindedir.
Biliyoruz ki; 1. hidayet Allah’a ulaşmayı
dilemekle başlar. Dalâletin bittiği yer, Allah’a ulaşmayı dilemektir. Kim
Allah’a ulaşmayı dilerse o dalâletten kurtulmuştur. O kişi hidayet üzeredir.
Burası, 1. hidayettir.
14. basamakta mürşide ulaştığımız zaman, 2.
hidayetteyiz.
Ruhumuz vücudumuzdan ayrılır, Allah’a doğru
yola çıkar. O yola çıkan ruh Allah’a ulaştığı zaman Allah’ın Zat’ında yok olur.
Bu 3. hidayettir, 22. basamakta gerçekleşir.
Daha sonra fizik vücudumuz Allah’a teslim
olacaktır. Allah’ın bütün emirlerini yerine getiren bir hüviyet kazanacaktır.
Burası 25. basamaktır. Fizik vücudumuzun hidayeti bu noktada gerçekleşir. Daha
sonra daimî zikirde hikmet sahibi oluruz. Allahû Tealâ, 7 yer katını,
gösterdikten sonra nefsimiz de Allah’a teslim olacak. Bu 5. hidayettir ve 3.
teslimi içerir.
Burada nefsimiz hidayete ermiştir. Sonra
irşada ulaşırız.
İrşada ulaşanlar, salâh makamının 4.
kademesinde iradelerini de teslim ederler. Allahû Tealâ tarafından irşad
makamına tayin edilirler. Bu da 4. teslimdir. Salahın 5. kademesinde ise,
irşada memur ve mezun kılınır. Allah’ın Zatı’na şahit olunur. Burası,
hidayetlerin de 7. sidir.
Öyleyse Tevrat muhtevasında hidayet ve nur
taşır. İncil de muhtevasında hidayet taşır, öğüt ve nur taşır. Allahû Tealâ’nın
dizaynı bize açık bir şekilde, mukaddes kitaplar arasındaki irtibatı anlatıyor.
Unutmayın, Hz. İbrâhîm, Hz. Musa’dan da evveldi, Hz. İsa’dan da evveldi ve
Peygamber Efendimiz (S.A.V)’den de evveldi. Kur’ân-ı Kerim’de Hz. İbrâhîm’in Hanif
dîni, açık bir şekilde Peygamber Efendimiz (S.A.V)’in dîni olarak lanse
edilmektedir. Allahû Tealâ bu konuda net bir şekilde şöyle buyuruyor:
30/RUM-30: Fe ekim vecheke lid dîni hanîfâ(hanîfen), fıtratallâhilletî
fataran nâse aleyhâ, lâ tebdîle li halkıllâh(halkıllâhi), zâliked dînul kayyimu
ve lâkinne ekseren nâsi lâ ya’lemûn(ya’lemûne).
Hanif olarak kendini dîn için ikame et, Allah’ın hanif fıtratıyla ki;
Allah, insanları hanif fıtratıyla yaratmıştır. Allah’ın yaratmasında değişme
olmaz. Kayyim olan (kaim olacak, ezelden ebede kadar yaşayacak) dîn budur.
Fakat insanların çoğu bilmez.
Allahû Tealâ, burada Hz. İbrâhîm’in, Hanif
dîninin muhtevasını ifâde etmektedir ve Peygamber Efendimiz (S.A.V)’e hanif
olarak vechini dîne ikâme etmesini söylemektedir. Peygamber Efendimiz
(S.A.V)’in hanif olduğu kesindir. Hz. İsa’nın da Hz. Musa’nın da hanif olduğu
kesindir. “Hanif” üç esasa riâyet eden kişi demektir. Bu esaslar vahdet, tevhid
ve teslimdir.
Vahdet; tek Allah’a inanmaktır.
Tevhid; Allah’a ulaşmayı dileyenlerin
oluşturduğu tek bir toplumu kurtuluşa ulaştırır.
Hedef, Allah’a teslim olmak hedefidir. O
Allah’a ulaşmayı dileyenler Allah’a ruhlarını, vechlerini, nefslerini ve
iradelerini teslim etmek için devreye girmişlerdir.
Birbiriyle ilişkili kitapların hepsi hidayet
kavramının muhtevasını taşır. Tevrat da İncil de Kur’ân-ı Kerim de… Bu 3 kitabın
ruhu hidayettir. Allahû Tealâ buyuruyor ki:
10/YUNUS-57: Yâ eyyuhen nâsu kad câetkum mev'ızatun min rabbikum ve
şifâun limâ fîs sudûri ve huden ve rahmetun lil mu'minîn(mu'minîne).
Ey insanlar! Size, Rabbinizden öğüt (vaaz) ve göğsünüzde olana
(nefsinizin kalbindeki hastalıklara) şifa ve mü’minlere hidayet ve rahmet
gelmiştir.
Kur’ân-ı Kerim’in muhtevasında hem
Tevrat’taki hidayet ve nur hem İncil’deki evvelkileri tasdik eden hüviyet,
hidayet ve öğüt vardır. Allahû Tealâ buna rahmeti de ilâve etmiştir.
Öyleyse Tevrat da İncil de Kur’ân-ı Kerim de
bir hidayet rehberidirler. Yani bütün bunlar 7 safhada 4 teslimi mutlaka gerçekleştirecek
olan Tevrat’ın, İncil’in ve de Kur’ân-ı Kerim’in ortak özellikleridir. Aslında
değiştirilmemiş olsaydı mutlaka bunların önceki kitabların muhtevâsında
olduğunu görecektik. Yine de değiştirilmelerine rağmen aynı hakikâtler, âyetler
arasında arandığı zaman bulunuyor. Burada Allahû Tealâ’nın söylediği önemli
olan kavram, hidayet kelimesidir., Tevrat’ın hidayeti ihtiva ettiği (Maide-44),
İncil’in hidayeti ihtiva ettiği (Maide-46),Kur’ân’ın hidayeti ihtiva ettiği
(Yunus-57) sonucuna ulaşıyoruz.
Üç temel kitapta da aynı şeyler (7 safha 4
teslim) ifade ediliyor. Üçü de hidayet kitabı, hidayet rehberidirler. Allahû
Tealâ’ya nasıl ulaşmayı dileyeceğimizi, nasıl dalâletten kurtulacağımızı,
hidayet ehli olacağımızı, 4 tane teslimi nasıl gerçekleştireceğimizi
bildiriyorlar. Üç kitap da 28 basamaklık hidayeti nasıl yaşayacağımızı
anlatıyor.
Allahû Tealâ buyuruyor ki:
11/HUD-17: E fe men kâne alâ beyyinetin min rabbihî ve yetlûhu şâhidun
minhu ve min kablihî kitâbu mûsâ imâmen ve rahmeh(rahmeten), ulâike yu'minûne
bih(bihî), ve men yekfur bihî minel ahzâbi fen nâru mev'ıduh(mev'ıduhu), fe lâ
teku fî miryetin minhu innehul hakku min rabbike ve lâkinne ekseren nâsi lâ
yu'minûn(yu'minûne).
Artık O’nun (Allah) tarafından bir şahitin, onu okuduğu kimse mi Rabbinden
kesin bir delil üzerinde oldu ki; ondan önce bir imam (rehber) ve bir rahmet
olarak Musa (A.S)’ın kitabı var(dır)? İşte onlar, ona inanırlar. Ve bir
topluluktan onu inkâr eden, böylece ona vaat edilen yeri, ateş olan kimse mi
(Rabbinden kesin bir delil üzerinde oldu)? Bundan sonra ondan şüphe içinde
olma. Çünkü o, senin Rabbinden bir haktır. Lâkin insanların çoğu mü’min
olmazlar (inanmazlar).
İmam; rehber, hidayetçi, hidayete erdiren bir
müessese demektir. Aynı zamanda rahmeti de ifade eder.
Allahû Tealâ’nın Tevrat için imam, rehber
ifadelerini kullandığını görüyoruz. Her devirde devrin imamları insanları hidayete
erdiren özelliğin sahibidir. Tevrat’ın kendisine verildiği Hz. Musa da devrin
imamıydı ve aynı şeyi yaptı. Bütün kavmini hidayete yönlendirdi.
Allahû Tealâ buyuruyor ki:
42/ŞURA-52: Ve kezâlike evhaynâ ileyke rûhan min emrinâ, mâ kunte tedrî
mel kitâbu ve lel îmânu ve lâkin cealnâhu nûren nehdî bihî men neşâu min
ibâdinâ, ve inneke le tehdî ilâ sırâtın mustekîm(mustekîmin).
Ve işte böylece sana emrimizden bir ruh (Kur’ân-ı Kerim) vahyettik. Ve
sen, kitap nedir ve îmân nedir bilmiyordun. Ve lâkin O’nu “nur” kıldık.
Kullarımızdan dilediğimizi O’nunla hidayete erdiririz. Ve muhakkak ki sen,
mutlaka Sıratı Mustakîm’e hidayet ediyorsun (ulaştırıyorsun).
Hidayet mutlaka Sırat-ı Mustakîm’lerden
oluşur.
Allah’a ulaşmayı dilediğiniz anda 1. Sırat-ı
Mustakîm’in üzerindesiniz.
Mürşidinize ulaşmak üzere 7. basamaktan sonra
yola çıkıp, Allah’a yöneldiğiniz zaman 2. Sırat-ı Mustakîm’in üzerindesiniz.
Ruhunuz Allah’a doğru yükselerek, Allah’a
ulaştığı zaman 3. Sırat-ı Mustakîm’desiniz.
Fizik vücudunuzun teslimi 4. Sırat-ı
Mustakîm’dir.
Nefsinizin teslimi 5. Sırat-ı Mustakîm’dir.
İrşada ulaşmanız 6. Sırat-ı Mustakîm’dir
Allah’a iradenizi teslim etmeniz, 7. Sırat-ı Mustakîm’le
gerçekleşir.
Hidayet ve Sırat-ı Mustakîm iki paralel
mefhumdur. Allahû Tealâ buyuruyor ki: “Biz insanları Sırat-ı Mustakîm’le
hidayete erdiririz.”
2/BAKARA-142: Se yekûlus sufehâu minen nâsi mâ vellâhum an
kıbletihimulletî kânû aleyhâ kul lillâhil meşrıku vel magrıb(magrıbu), yehdî
men yeşâu ilâ sırâtın mustakîm(mustakîmin).
İnsanlardan sefih olanlar diyecekler ki: “Onları, üzerinde bulundukları
kıbleden çeviren nedir?” De ki: “Doğu da batı da Allah’ındır. O, dilediğini
Sıratı Müstakîm’e ulaştırır.”
2/BAKARA-213: Kânen nâsu ummeten vâhıdeten fe beasallâhun nebiyyîne
mubeşşirîne ve munzirîne, ve enzele meahumul kitâbe bil hakkı li yahkume beynen
nâsi fî mâhtelefû fîh(fîhi), ve mâhtelefe fîhi illellezîne ûtûhu min ba’di mâ
câethumul beyyinâtu bagyen beynehum, fe hedâllâhullezîne âmenû li mâhtelefû
fîhi minel hakkı bi iznih(iznihî), vallâhu yehdî men yeşâu ilâ sırâtın
mustakîm(mustakîmin).
İnsanlar bir tek ümmetti. Sonra Allah, müjdeleyici ve uyarıcı
peygamberler beas etti (hayata getirdi, gönderdi). Ve onlarla birlikte
insanların aralarında, ayrılığa düştükleri şey hakkında hüküm vermeleri için
hak ile kitap indirdi. Kendilerine (apaçık) beyyineler (belgeler) geldikten
sonra kendi aralarındaki çekememelik (ve haset yüzünden) onun hakkında ayrılığa
düşenler, sadece kendilerine (kitap) verilenlerdir. Bu sebeple âmenû olan
(Allah’a ulaşmayı dileyen) o kimselerin haktan yana ayrılığa düştükleri şeyi
(hidayeti) açıklamaları için Allah, Kendi izniyle onları hidayete erdirdi. Allah,
dilediği kimseyi Sıratı Mustakîm’e iletir.
Sırat-ı Mustakîm insanları hidayete erdiren
yolun adıdır.
Kur’ân-ı Kerim’in, Tevrat’ın, İncil’in ve
diğer peygamberlere indirilen kitapların hepsinin aralarında mutlaka muhteşem
bir bağ söz konusudur. Bu bağın ortaya koyduğu gerçek açık ve kesin olarak
hidayettir. Demek ki Allah’ın peygamberlere indirdiği kitapların temelini
hidayet oluşturuyor.
Hidayet nedir?
Hidayet, Allah’a ruhu teslim etmektir. Allahû
Tealâ bu konuda şöyle buyuruyor:
3/AL-İ İMRAN-73: Ve lâ tu’minû illâ li men tebia dînekum, kul innel
hudâ hudallâhi en yu’tâ ehadun misle mâ ûtîtum ev yuhâccûkum inde rabbikum,
kul innel fadla bi yedillâh(yedillâhi), yu’tîhi men yeşâ’(yeşâu), vallâhu
vâsiun alîm(alîmun).
Ve sizin dîninize tâbî olandan başka kimseye inanmayın. (Habibim) de ki:
“Hiç şüphesiz HİDAYET, Allah’ın (Kendisine) ulaştırmasıdır. (İnsan ruhunun
ölümden evvel Allah’a ulaşmasıdır.) Size verilenin bir benzerinin başka birine
verilmesi (sebebiyle mi) veya Rabbinizin katında (sizlerle) tartışacakları için
mi (böyle söylüyorsunuz)?” De ki: “Hiç şüphesiz fazl, Allah’ın elindedir. Onu
dilediğine verir.” Ve Allah, Vâsi’un Alîm’dir. (Allah herşeyi kuşatan ve her
şeyi bilendir.)
“innel hudâ hudallâhi: Muhakkak ki hidayet, Allah’a ulaşmaktır.”
Hidayet nedir? Ruhu Allah’a ulaştırmaktır.
2/BAKARA-120: Ve len terdâ ankel yahûdu ve len nasârâ hattâ tettebia
milletehum kul inne hudâllâhi huvel hudâ ve leinitteba’te ehvâehum
ba’dellezî câeke minel ilmi, mâ leke minallâhi min veliyyin ve lâ
nasîr(nasîrin).
Sen onların dînine tâbî olmadıkça (uymadıkça) ne Yahudiler ve ne de
hristiyanlar senden (asla) razı olmazlar. De ki: “Muhakkak ki Allah’a ulaşmak
(var ya) işte o, hidayettir.” Sana gelen bunca ilimden sonra eğer onların
hevalarına uyarsan andolsun ki; Allah’tan sana ne bir dost ve ne de bir
yardımcı olur.
“kul inne hudâllâhi huvel hudâ: Muhakkak ki, Allah’a ulaşmak işte o hidayettir.”
Hidayet ruhun teslimi ile bitmez; devam eder.
Fizik vücudun teslimi de nefsimizin teslimi de hidayettir. İrademizin teslimi
yine hidayettir. Hidayette olmak başka şey, hidayete ermek başka şeydir.
Allah’a ulaşmayı dilediğiniz zaman dalâletten
kurtulup hidayet üzeresinizdir. Hidayette olursunuz; hidayete ermiş değilsiniz.
3. basamakta furkanlar verilmeye başlar, günahlarınız örtülür. Ondan sonraki
ilk 7 basamak tamamlanır. 2. 7 basamakta Allah’a yönelen birisiniz. Burada da
yönelmişsiniz. Şimdi 2. hidayeti yaşamaktasınız. 7. basamaktan itibaren 2.
hidayet başlar. Yine hidayettesiniz ama hidayete ermediniz. İrşad makamına
ulaşırsınız, tâbîyetinizi gerçekleştirirsiniz. Ruhunuz vücudunuzdan ayrılır,
Allah’a doğru yola çıkar. Ruhunuz 21. basamakta Allah’a ulaşır ve 22. basamakta
Allah’ın Zat’ında yok olur. İşte şimdi hidayete erdiniz. Bu hidayet, ruhunuzun
hidayetidir.
Sonra fizik vücudunuzu 25. basamakta teslim
edeceksiniz, fizik vücudunuz hidayete erecek. Sonra nefsinizi Allah’a teslim
edeceksiniz, nefsiniz hidayete erecek. Sonra irşada ulaşacaksınız. Daha sonra
da iradenizi Allah’a teslim edeceksiniz. İradeniz hidayete erecek.
Öyleyse Kur’ân-ı Kerim’de bir hidayet dizisi
ardı ardına yer almıştır. Tevrat’ın aslında da İncil’in aslında da mutlaka aynı
statüde yer almıştır. Allahû Tealâ Kur’ân-ı Kerim’de, Tevrat’ın da İncil’in de
bir hidayet rehberi olduğunu açık ve kesin bir biçimde açıklamaktadır.
Kitapları indiren Yüce Allah olduğuna göre, o kitaplarda neyin var olduğunu
neyin olmadığını en iyi bilen de O ’dur.
Görüyoruz ki, dînler diyebileceğimiz bir
müessese mevcut değildir. Sadece dîn vardır. Allah’a hidayet eden bir dîn…
Hidayete erdiren bir tek dîn… Hz. Âdem’den Peygamber Efendimiz (S.A.V)’e kadar
bütün peygamberlerin ve onlara tâbî olanları yaşadığı, bütün kavimlerde, bütün
zaman parçalarında, o kavimlerin resûllerine tâbî olanların yaşadığı, hidayet.
İşte bu açıdan dînler yoktur. Sadece bir tek
dîn olmuştur.
Biz kendimize İslâm diyoruz. Bunun sebebi Hz.
İbrâhîm’in hanif dîninin, Arapça adı “İslâm” olmasıdır. Allahû Tealâ Peygamber
Efendimiz (S.A.V)’e: “Sen hanifsin.” ifadesini kullanıyor. Bizim için de aynı
şey söz konusudur. Bizler de hanifiz. Bütün toplumların içinde o resûllere tâbî
olup da ondan dînlerini öğrenen, hidayeti yaşayan herkes haniftir.
Herkes kâinatın tek dîninin sahibidir. Faket
ne yazık ki hidayeti yaşayan, hanif olan insanların toplamı dünya nüfusunun
%10’undan daima aşağıda kalacaktır. Şu ana kadar yaşanan devrede bu durum
geçerlidir ama gelecekte ne olacağı belli değildir. Hidayet yeryüzüne Allahû
Tealâ’nın emrettiği şekilde yaşanırsa o zaman dünyadaki pek çok şey
değişebilir. Dünya bir sulh ve sukûn cenneti olur.
Dünya, hidayetin bütün çevrelerde dizayn
edildiği bir yer olur. Mutlulukla ve adâletle dolar.
Her zaman parçasında, her insana, yaşarken
Allah’ın ilminin ulaştıran velî resûller vardır:
39/ZUMER-71: Vesîkallezîne keferû ilâ cehenneme
zumerâ(zumeran), hattâ izâ câuhâ futihat ebvâbuhâ, ve kâle lehum hazenetuhâ e
lem ye’tikum rusulun minkum yetlûne aleykum âyâti rabbikum ve yunzirûnekum
likâe yevmikum hâzâ, kâlû belâ ve lâkin hakkat kelimetul azâbi alel
kâfirîn(kâfirîne).
Kâfirler, zümre zümre cehenneme sürülürler.
Oraya geldikleri zaman, onun (cehennemin) kapıları açılır. Ve onun (cehennemin)
bekçileri onlara derler ki: “Size, sizden (sizin aranızdan) olan resûller
gelmedi mi ki, size Rabbinizin âyetlerini okusun, bugüne (buraya) geleceğinizi
(söyleyerek) uyarsın? (Cehenneme gidenler) dediler ki: “Evet (geldiler).” Fakat
azap sözü kâfirlerin üzerine hak oldu
Bu âyet her zaman parçasında yaşayan
insanlardan cehenneme gidecekler olduğu gibi, her zaman parçasında Allah’ın
resûllerinin var olduğunu ispat etmektedir.
Rabbimiz buyuruyor ki:
67/MULK-7: İzâ ulkû fîhâ semiû lehâ şehîkan ve hiye
tefûr(tefûru).
Oraya (cehenneme) atıldıkları zaman onun
kaynayan korkunç sesini (gürlemesini) işittiler.
67/MULK-8: Tekâdu temeyyezu minel gayz(gayzı), kullemâ
ulkıye fîhâ fevcun seelehum hazenetuhâ e lem ye’tikum nezîr(nezîrun).
(Cehennem) nerede ise öfkesinden çatlayacak
gibi olur. Oraya her bir grup atılışında onun (cehennemin) bekçileri onlara:
“Size nezir (uyarıcı) gelmedi mi?” diye sordu.
67/MULK-9: Kâlû belâ kad câenâ nezîrun fe kezzebnâ ve
kulnâ mâ nezzelallâhu min şey’(şey’in), in entum illâ fî dalâlin
kebîr(kebîrin).
Onlar (cehenneme atılanlar) dediler ki: “Evet,
bize nezir gelmişti. Fakat biz onu yalanladık ve Allah hiçbir şey
indirmemiştir, siz ancak büyük bir dalâlet içindesiniz, dedik.”
67/MULK-10: Ve kâlû lev kunnâ nesmeu ev na’kılu mâ
kunnâ fî ashâbis saîr(saîri).
Ve: “Eğer biz işitmiş veya akıl etmiş
olsaydık, alevli ateş halkı arasında olmazdık.” dediler.
Görülüyor ki Allah dostları her
devirde insanlara Allah’ın ilmini ulaştırıyorlar. Fakat insanlar, akıl ve
iradeleri ile bu tebliğe itibar ediyor veya etmiyorlar.
İsra Suresi 15. âyet-i kerimede
Rabbimiz buyuruyor ki:
17/İSRÂ-15: Menihtedâ
fe innemâ yehtedî li nefsih(nefsihî), ve men dalle fe innemâ yadıllu aleyhâ, ve
lâ teziru vâziretun vizre uhrâ, ve mâ kunnâ muazzibîne hattâ neb’ase
resûlâ(resûlen).
Kim hidayete erdiyse, sadece kendi nefsi için
(nefsini tezkiye ettiği için) hidayete erer. Öyleyse kim dalâlette ise
sorumluluğu sadece kendi üzerinde olarak dalâlette kalır. Yük taşıyan (günahı
yüklenen) bir kimse, bir başkasının yükünü (günahını) yüklenmez. Ve Biz, bir
resûl göndermedikçe azap edici olmadık.
Allah, bir resûl göndermedikçe
azap etmediğini hamdolsun ki bize iletiyor. Allahû Tealâ’nın hepinizi hem cennet saadetine hem dünya saadetine
ulaştırmasını Yüce Rabbimizden dileyerek sözlerimizi inşallah burada
noktalıyoruz.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder
Not: Yalnızca bu blogun üyesi yorum gönderebilir.