5 Nisan 2022 Salı

DÎNİN İNSAN HAYATINDAKİ ÖNEMİ NEDİR?

 DÎNİN İNSAN HAYATINDAKİ ÖNEMİ NEDİR?

 

Kâinatın sahibi Allahû Teâla, bu kâinatı insan için yaratmıştır. Rabbimiz Casiye Suresi 13. âyet-i kerimede buyuruyor ki:


45/CASİYE-13: Ve sahhare lekum mâ fîs semâvâti ve mâ fîl ardı cemîan minh(minhu), inne fî zâlike le âyâtin li kavmin yetefekkerûn(yetefekkerûne). 

Ve göklerde ve yerde olanların hepsini kendinden (bir lütuf olarak) size musahhar (emre amade) kıldı. Muhakkak ki bunda, tefekkür eden bir kavim için mutlaka âyetler (ibretler) vardır.’’

 

Yine Bakara Suresi 29. âyet-i kerimede Rabbimiz buyuruyor ki:


2/BAKARA-29: Huvellezî halaka lekum mâ fîl ardı cemîan summestevâ iles semâi fe sevvâhunne seb’a semâvât(semâvâtin), ve huve bi kulli şey’in alîm(alîmun). 

O (Allah) ki; yeryüzündeki şeylerin hepsini sizin için yarattı. Sonra (kudret ve iradesiyle) göğe yönelip, onları da yedi (kat) gök olarak düzenledi. Ve O, herşeyi en iyi bilen (Alîm)’dir demektedir. 

 

O halde Rabbimiz dîni de bizim için yaratmıştır. Günümüzdeki uzmanlar “Dîn nedir?” sorusuna şu şekilde cevap vermektedirler: “Din, insanları saâdet-i ebediyeye yani sonsuz saadete, huzura götürmek için Allahû Tealâ tarafından peygamberleri vâsıtasıyla gösterilen yol demektir.”

Ancak bu tarif yeterli değildir. Çünkü Allahû Teâla bizim hem bu dünyada hem de âhirette mutlu olmamız için dîni yaratmıştır. İnsanı da Kendisine kul olmak için yaratmıştır. Rabbimiz Zariyat Suresi 56. âyet-i kerimede buyuruyor ki:


5/ZARİYAT-56: Ve mâ halaktul cinne vel inse illâ li ya'budûn(ya'budûni).

Ve Ben, insanları ve cinleri, Bana kul olsunlar diye yarattım. 

 

O halde, insanın dîni yaşaması, onun var oluşunun sebebini bilmesine ve Allah’ın ilmini Allah’tan öğrenip, insanlara ulaştıran bir mürşidden alarak hayatına tatbik etmesine bağlıdır.

Adem (A.S)’ dan günümüze kadar geçen zaman parçasında , Allahû Tealâ yarattığı dîni insanlara ulaştırmak için peygamberler, resûller,evliyalar, nezirler ve imamlar göndermiştir.

Allah asla kullarını unutmamıştır. Ne zaman kulları Allah’ı unutmuş ve O’ndan uzaklaşmışlarsa o zaman bir kulunu peygamber tayin etmiş ve ona şeriati yeniden göndermiştir. Peygamberlerin olmadığı dönemlerde ise devrin imamlığına kavim resûllerinden birini devrin imamı olarak tayin etmiştir,

Allahû Tealâ bütün nebîlere, bütün peygamberlere kitap vermiştir. Bu konuda şöyle buyuruyor: 


3/AL-İ İMRAN-81: Ve iz ehazallâhu mîsâkan nebiyyîne lemâ âteytukum min kitâbin ve hikmetin summe câekum resûlun musaddikun limâ meakum le tu’minunne bihî ve le tensurunneh(tensurunnehu), kâle e akrartum ve ehaztum alâ zâlikum ısrî, kâlû akrarnâ, kâle feşhedû ve ene meakum mineş şâhidîn(şâhidîne).

Hani o zaman ki; Allah, peygamberlerin (nebîlerin) MİSAK’ini (yeminini) almıştı: “Andolsun ki; size Kitap ve hikmet verdim, sizlerden sonra sizinle beraber bulunanı (Allah’ın sizlere verdiği kitapları) tasdik eden Resûl gelince, O’na mutlaka îmân edecek ve O’na mutlaka yardım edeceksiniz. Bunu ikrar ettiniz mi ve bu ağır ahdimi üzerinize aldınız mı?” “İkrar ettik.” dediler. “Öyle ise şahit olun. Ben de sizinle beraber şahitlerdenim.” buyurdu.

 



21 Kasım 2021 Pazar

DÎN NEDİR? DÎNİN İNSAN HAYATINDAKİ ÖNEMİ NEDİR?

  


DÎN NEDİR? 

DÎNİN İNSAN HAYATINDAKİ ÖNEMİ NEDİR?

 

Kâinatın sahibi Allahû Teâla, bu kâinatı insan için yaratmıştır. Rabbimiz Casiye Suresi 13. âyet-i kerimede buyuruyor ki:


45/CASİYE-13: Ve sahhare lekum mâ fîs semâvâti ve mâ fîl ardı cemîan minh(minhu), inne fî zâlike le âyâtin li kavmin yetefekkerûn(yetefekkerûne). 

Ve göklerde ve yerde olanların hepsini kendinden (bir lütuf olarak) size musahhar (emre amade) kıldı. Muhakkak ki bunda, tefekkür eden bir kavim için mutlaka âyetler (ibretler) vardır.’’

 

Yine Bakara Suresi 29. âyet-i kerimede Rabbimiz buyuruyor ki:


2/BAKARA-29: Huvellezî halaka lekum mâ fîl ardı cemîan summestevâ iles semâi fe sevvâhunne seb’a semâvât(semâvâtin), ve huve bi kulli şey’in alîm(alîmun). 

O (Allah) ki; yeryüzündeki şeylerin hepsini sizin için yarattı. Sonra (kudret ve iradesiyle) göğe yönelip, onları da yedi (kat) gök olarak düzenledi. Ve O, herşeyi en iyi bilen (Alîm)’dir demektedir. 

 

O halde Rabbimiz dîni de bizim için yaratmıştır. Günümüzdeki uzmanlar “Dîn nedir?” sorusuna şu şekilde cevap vermektedirler: “Din, insanları saâdet-i ebediyeye yani sonsuz saadete, huzura götürmek için Allahû Tealâ tarafından peygamberleri vâsıtasıyla gösterilen yol demektir.”

Ancak bu tarif yeterli değildir. Çünkü Allahû Teâla bizim hem bu dünyada hem de âhirette mutlu olmamız için dîni yaratmıştır. İnsanı da Kendisine kul olmak için yaratmıştır. Rabbimiz Zariyat Suresi 56. âyet-i kerimede buyuruyor ki:


5/ZARİYAT-56: Ve mâ halaktul cinne vel inse illâ li ya'budûn(ya'budûni).

Ve Ben, insanları ve cinleri, Bana kul olsunlar diye yarattım. 

 

O halde, insanın dîni yaşaması, onun var oluşunun sebebini bilmesine ve Allah’ın ilmini Allah’tan öğrenip, insanlara ulaştıran bir mürşidden alarak hayatına tatbik etmesine bağlıdır.

Adem (A.S)’ dan günümüze kadar geçen zaman parçasında , Allahû Tealâ yarattığı dîni insanlara ulaştırmak için peygamberler, resûller,evliyalar, nezirler ve imamlar göndermiştir.

Allah asla kullarını unutmamıştır. Ne zaman kulları Allah’ı unutmuş ve O’ndan uzaklaşmışlarsa o zaman bir kulunu peygamber tayin etmiş ve ona şeriati yeniden göndermiştir. Peygamberlerin olmadığı dönemlerde ise devrin imamlığına kavim resûllerinden birini devrin imamı olarak tayin etmiştir,

Allahû Tealâ bütün nebîlere, bütün peygamberlere kitap vermiştir. Bu konuda şöyle buyuruyor: 


3/AL-İ İMRAN-81: Ve iz ehazallâhu mîsâkan nebiyyîne lemâ âteytukum min kitâbin ve hikmetin summe câekum resûlun musaddikun limâ meakum le tu’minunne bihî ve le tensurunneh(tensurunnehu), kâle e akrartum ve ehaztum alâ zâlikum ısrî, kâlû akrarnâ, kâle feşhedû ve ene meakum mineş şâhidîn(şâhidîne).

Hani o zaman ki; Allah, peygamberlerin (nebîlerin) MİSAK’ini (yeminini) almıştı: “Andolsun ki; size Kitap ve hikmet verdim, sizlerden sonra sizinle beraber bulunanı (Allah’ın sizlere verdiği kitapları) tasdik eden Resûl gelince, O’na mutlaka îmân edecek ve O’na mutlaka yardım edeceksiniz. Bunu ikrar ettiniz mi ve bu ağır ahdimi üzerinize aldınız mı?” “İkrar ettik.” dediler. “Öyle ise şahit olun. Ben de sizinle beraber şahitlerdenim.” buyurdu.

 

Peygamberler Kur’ân-ı Kerim’de “nebî” adıyla geçer. Yalnız nebîler peygamberdir. Peygamber, Farsça bir kelimedir; nebî, Arapça bir kelimedir. Kur’ân-ı Kerim’de Allahû Tealâ kime nebî olarak hitap etmişse, kimi nebî olarak vasıflandırmışsa, o mutlaka peygamberdir. Farsça’daki “peygamber” kelimesinin karşılığı Arapça’da “nebîdir.” 

Peygamber Efendimiz (S.A.V) nebîlerin sonuncusudur. Âli İmrân Suresinin 81. âyet-i kerimesi insanlar tarafından hep karıştırılır: “Bu âyette, Peygamber Efendimiz (S.A.V)’in geleceği bildiriliyor.” derler. Halbuki Allahû Tealâ buyuruyor ki:


33/AHZAB-7: Ve iz ehaznâ minen nebîyyîne mîsâkahum ve minke ve min nûhın ve ibrâhîme ve mûsâ ve îsebni meryeme ve ehaznâ minhum mîsâkan galîzâ(galîzan).

O zaman ki; Biz, nebîlerden onların misaklerini almıştık. Ve senden ve Hz. Nuh’tan ve Hz. İbrâhîm’den ve Hz. Musa’dan ve Meryemoğlu Hz. İsa’dan ve onlardan ağır bir misak aldık.

 

Son nebî, Peygamber Efendimiz (S.A.V)’dir. Buradan anlaşılıyor ki; bütün nebîlerle birlikte Peygamber Efendimiz (S.A.V) de bu toplantıya iştirak etmiştir. Kendisinden sonra gelecek resûle yardım edeceğine ve îmân edeceğine dair Allahû Tealâ’ya misak vermiştir. Bütün nebîlerden sonra gelecek olan bir resûl söz konusudur. 

Allah, bütün nebîlerine kitap vermiştir. Allahû Tealâ’nın bütün peygamberlere kitap vermekten muradı; kâinatın tek dînini, onların zamanlarında bir defa daha indirmektir, bir defa daha öğretmektir.

İlk insan ve ilk peygamber Hz. Âdem’dir. Hz. Âdem zamanında insanların bizim gibi standartlara sahip olduğunu görüyoruz. Allahû Tealâ Hz. Âdem’e ve etrafındaki kişilere çok şeyler öğretmiştir. Dînin tamamını öğretmiştir, yaşatmıştır. Böylelikle üst seviye takva sahiplerinin bulunduğu kesindir. 

İrşada tayin edilmiş olan takva sahiplerinden biri, Hz. Âdem’in katledilen oğludur. Onun takva sahibi olduğu kesindir. İki kardeşten biri çoban, diğeri çiftçidir. Çiftçi olan da çoban olan da Allah’a sunacaklarını sunarlar. Hâbil yani çoban olan bir kurban keser. Çiftçi olan Kâbil de kendisine ait mahsûlden verir ama onunki kabul edilmez sadece kurban kabul edilir. Bunun üzerine Kâbil, Hâbil’i öldürür. Hâbil’in sözlerine dikkatle bakın: “Sen silahını çekip, beni öldürmeye kalkıyorsun ya ben sana silah çekmem. Ben sana dokunacak değilim. Sen beni öldürmek istiyorsan bunu yapabilirsin ama şunu bilmeni istiyorum ki; Allah sadece takva sahiplerinin kurbanını, hediyesini kabul eder.” 

Bu takva sahipleri müessesesine dikkat edin. Burada bir öldürme olayı var. Kâbil kardeşini öldürecek. Fakat kardeşi onunla savaşmıyor. Biliyor ki ölüm kendisi için Allahû Tealâ tarafından kararlaştırılmış bir vetiredir ve O, kardeşine şu veya bu şekilde silah çekmeyecektir. 

Kâbil Hâbil’i öldürmek isteyebilir bu onun problemidir. Ancak Hâbil, hiçbir şekilde kendisini koruma adı altında da ona saldırmayacaktır. Ölüme giden bir statü içerisinde, karşı koymayan birisinin bîhakkın takva seviyesine ulaştığı kesindir. 

Hz. Âdem zamanında da bu dîn vardı. Sadece bir tek dîn vardı. Ruhu, vechi, nefsi ve iradeyi Allah’a teslim etmeyi anlatan bir dîn. Hâbil, iradesini Allah’a teslim ettiğini bu sözleriyle kesin olarak anlatır: “Sen beni öldürebilirsin ama ben sana silah çekmem. Ben serbest iradenin sahibi değilim.” diyor. 

Görüyoruz ki; Âdem (A.S) zamanındaki dîn, insanları iradenin teslimine ulaştırıyor. Böyle bir noktadan itibaren, ilk peygamber ve ilk insan olan Hz. Âdem’den bu tarafa geçen statü içerisinde, çok sayıda peygamber gelmiştir.

Nebîlerle resûlleri birbirine karıştırmamamız lâzım. Her kavimde, bütün devirlerde resûl mutlaka var olmuştur. Hiçbir kavim hiçbir devirde resûlsüz kalmamıştır. Allahû Tealâ resûlleri ardarda, devamlı gönderdiğini ifade etmektedir. 

Bu muhteva içersinde resûllerin bütün kavimlerde devamlı olarak bulunduğunu görüyoruz. Fakat nebîler devamlı olarak var olmazlar. Resûller bütün kavimlerde, hiç ara olmaksızın ardı ardına vazifelidirler. Allahû Tealâ bu konuda şöyle buyuruyor:


23/MU'MİNUN-44: Summe erselnâ rusulenâ tetrâ, kullemâ câe ummeten resûluhâ kezzebûhu fe etbâ’nâ ba’dahum ba’dan ve cealnâhum ehâdîs(ehâdîse), fe bu’den li kavmin lâ yu’minûn(yu’minûne).

Sonra Biz, resûllerimizi ardarda (arası kesilmeksizin) gönderdik. Her ümmete resûlü geldiği zaman, her defasında onu yalanladılar. Biz de onları birbiri arkasından (helâk ettik). Ve onları efsane kıldık. Artık mü’min olmayan kavim (Allah’ın rahmetinden) uzak olsun.

 

Allahû Tealâ burada bütün kavimlere kesintisiz olarak resûl gönderdiğini bildiriyor. Resûller devam eder ama nebîlerin arasında fetret devirleri vardır. Hz. Musa, Hz. İbrâhîm’den birkaç yüz sene sonra gelmiştir. Hz. Davut, Hz. Musa’dan birkaç yüz sene sonra gelmiştir. Ardından Hz. İsa, O’ndan 600 yıl sonra Peygamber Efendimiz (S.A.V) gelmiştir. 1400 yıldır dünya üzerinde nebî (peygamber) yoktur. Kıyâmete kadar da hiç olmayacaktır. Peygamber Efendimiz (S.A.V) nebîlerin, peygamberlerin sonuncusudur: 


33/AHZAB-40: Mâ kâne muhammedun ebâ ehadin min ricâlikum, ve lâkin resûlallâhi ve hâtemen nebiyyin(nebiyyine), ve kânallâhu bi kulli şey’in alîmâ(alîmen).Muhammed (A.S), sizin erkeklerinizden hiçbirinin babası olmamıştır (değildir). Fakat Allah'ın Resûl'ü ve Nebîlerin (Peygamberlerin) Hatemi'dir (Sonuncusu). Allah, her şeyi en iyi bilendir.

 

Buradaki muhtevaya dikkatle bakıyoruz. Allahû Tealâ’nın dizaynı içerisinde bütün nebîler (peygamberler) gelmiş geçmiştir. Allahû Tealâ Âli İmrân Suresinin 81. âyet-i kerimesinde bütün nebîlere kitap verdiğini belirtiyor. Acaba o kitapları niçin veriyor? O kitapların hepsi, o devirde yaşayan bütün insanlara aynı dîni, tek dîni anlatmıştır. Allah’a ulaşmayı dilemekten başlayan, yani ruhu Allah’a ulaştırmayı dilemekten başlayan dîni anlatmıştır. Bu din 7 safha 4 teslimden oluşan Hanif dînidir. Hanif dîninin özellikleri şunlardır:


Allah’a ulaşmayı dilemek 1. safhadır.

Mürşide ulaşarak tâbiiyeti ihtiva eden 2. safhadır.

Ruhun Allah’a teslim edilmesini ihtiva eden 3. safhadır. 

Fizik vücudun Allah’a teslimini ihtiva eden 4. safhadır.

Nefsin Allah’a teslimini ihtiva eden 5. safhadır. 

İrşada ulaşmasını ihtiva eden 6. safhadır.

İradeyi Allah’a teslimi ihtiva eden 7. safhadır. 

 

Bu mukaddes kitaplar 7 safhayı anlatır. Peygamberlere indirilen bütün kitaplar aslında tek bir dîni temsilen indirilmiştir. Ancak iblis hiçbir devirde boş durmamıştır. Bir peygamber hayattayken, ona indirilen kitaba tâbî olanlar, o öldükten sonra adım adım değişen bir dîn tatbikatıyla karşı karşıya kalmışlardır. Çünkü artık nebî, yani o Kitab’ı açıklayan ölmüştür. Geçen asırlar boyunca insanların çoğu bütün kavimlerde Kitab’ın muhtevasına riâyet eden resûlleri dikkate almamışlardır. Her kavimde çok az kişi o kavimdeki resûlün etrafında toplanır. Onlar kâinatın tek dînini yaşarlar ama insanların geri kalanı, % 90’ından fazlası Allah’ın tek dînini yaşamazlar. 

Peygamber Efendimiz (S.A.V)’in tebliğ yaptığı devrelerde, Kur’ân-ı Kerim’den yeni âyetler indikçe, Hristiyanların ve Yahudilerin içinde de bir kısım insanlar, bu âyetlerden büyük sevinç ve mutluluk duymuşlardır ve onlarla ferahlanmışlardır: 


19/MERYEM-58: Ulâikellezîne en’amallâhu aleyhim minen nebiyyîne min zurriyyeti âdeme ve mimmen hamelnâ mea nûhin ve min zurriyyeti ibrâhîme ve isrâîle ve mimmen hedeynâ vectebeynâ, izâ tutlâ aleyhim âyâtur rahmâni harrû succeden ve bukiyyâ(bukiyyen). (SECDE ÂYETİ) 

İşte onlar, Allah’ın kendilerine ni’met verdiği nebîlerdendir. Âdem (A.S)’ın zürriyyetinden (neslinden) ve Nuh (A.S)’la beraber taşıdıklarımızdan ve İbrâhîm (A.S) ve İsrail (A.S)’ın zürriyyetinden ve Bizim hidayete erdirdiklerimizden ve seçtiklerimizdendir. Onlara, Rahmân’ın âyetleri okunduğu zaman ağlayarak ve secde ederek yere kapanırlardı.

 

Hristiyanların içindeki küçük bir azınlık ve Yahudilerin içindeki küçük bir azınlık, Peygamber Efendimiz (S.A.V)’le sahâbenin yaşadığı İslâm’ı yaşadılar. Bu küçük azınlığın da ataları, elden ele tâbîyet alarak o güne kadar gelmişlerdir. Hz. İsa zamanında yola girenler, O’nun havarilerine tâbî olanlar, sonra tâbî olanlara tâbî olanlar, son tâbî olanlara tâbî olanlarla… Asırlar boyunca tâbîyet yenilenmektedir.

Peygamber Efendimiz (S.A.V)’e Kur’ân âyetleri inerken, onlar her âyet açıklandıkça büyük sevinç duyuyorlar; çünkü aynı şeyleri yaşıyorlar. Allahû Tealâ Kur’ân-ı Kerim’de onlardan bahsediyor. Burada çok açık bir hüviyet görüyoruz. Bu insanlar da Allah’ın dînini yaşamışlardır. Allahû Tealâ peygamberler arasında fark gözetmediğini söylemektedir. Çünkü hepsine aynı şeyleri öğretip aynı dîni emretmiştir. Eğer iblis evvelki kitapları değiştirmeyi başaramasaydı ve o kitaplar olduğu gibi bugüne ulaşsaydı, onların Kur’ân’daki bütün umdeleri aynen taşıdığını görecektik. 

Öyleyse kutsal kitapların dînde önemi nedir? Kitaplar, Allah’ın vahyini ifade eder. Allahû Tealâ’nın mukaddes kitaplar hakkında söylediklerini dikkatle incelediğimiz zaman Kur’ân’ın da Tevrat’ın da İncil’in de birer nur olduğu, birer şifa olduğu, birer hidayet rehberi olduğu açık ve kesin bir şekilde belirtilmiştir. Hidayet rehberi olması zaten yeterli bir sebeptir. Öteki özelliklerini de devam ettirmiştir. Kitaplar açısından bu neticeye ulaşıyoruz. 

Allahû Tealâ Tevrat’tan bahsediyor: 


5/MAİDE-44: İnnâ enzelnet tevrâte fîhâ huden ve nûr(nûrun), yahkumu bihen nebiyyûnellezîne eslemû lillezîne hâdû ver rabbâniyyûne vel ahbâru bimestuhfizû min kitâbillâhi ve kânû aleyhi şuhedâe, fe lâ tahşevûn nâse vahşevni ve lâ teşterû bi âyâtî semenen kalîlâ(kalîlen) ve men lem yahkum bimâ enzelallâhu fe ulâike humul kâfirûn(kâfirûne).

Muhakkak ki Tevrat’ı Biz indirdik. Onda hidayet ve nur vardır. Kendileri (Hakk’a) teslim olmuş peygamberler, yahudilere, onunla hükmeder. Rabbaniyyûn (kendilerini Rab’lerine adamış )ve ‘ahbar’ olanlar da (zahidler, âlimler de) Allah’ın Kitab’ından korumakla görevli oldukları ile hüküm verirler. Ve de onlar, onun üzerine şahitler oldular. Artık insanlardan korkmayın, Benden korkun ve Benim âyetlerimi az bir değere satmayın. Ve kim, Allah’ın indirdiği ile hükmetmezse, işte onlar, onlar kâfirlerdir.

 

Allahû Tealâ bu âyet-i kerimede, Hz. Musa’ya Tevrat’ı indirdiğini ve bu indirdiği Tevrat’ın hidayet ve nur içerdiğini söylüyor. Peygamberlere indirilen kitapları bir araya getirdiğimiz zaman, aynı dînin devam ettiğinin kesin işaretlerine rastlıyoruz. Tevrat, kendisini tasdik edecek olan Hz. İsa’nın geleceğini muhtevasına almıştır. İncil hem kendisini hem de Tevrat’ı tasdik edecek olan ve övülmüş mânâsına gelen heraklius kelimesi ile ifade edilir. ‘‘Muhammed’’ hamd edilen, övülmüş demektir. Muhtevaya baktığımız zaman kitaplar arasındaki zincirin halkalarını yakalayabiliyoruz. Aynı dînin çeşitli devirlerdeki aynı standartlarını vermekle kalmıyor, kitaplar dîni devam ettirecek olan peygamberleri de ihtivâ ediyor. Kitaplar, hem geçmişten geleceğe doğru uzanan bir köprü, hem de gelecekten geçmişe doğru uzanan bir köprüdür. 

Peygamber Efendimiz (S.A.V)’e indirilen Kur’ân-ı Kerim, daha önce gelmiş olan peygamberlerden bahseder. Belki peygamberlerin hepsinden bahsedilmemektedir ama bu konuda kesin bir bilgi de yoktur. Kur’ân’da bahsedilen peygamberberlerin hepsinin nebî olduğu Kur’ân-ı Kerim’de açıkça yer almıştır. Kur’ân-ı Kerim’de Peygamber Efendimiz (S.A.V)’in son nebî olduğu vurgulanmaktadır. 

Öyleyse geçmişe dayalı bir detay içerisinde, Kur’ân-ı Kerim’in Hz. Âdem’den bu tarafa geçen bütün peygamberleri ihtivâ ettiğini görüyoruz. Bütün peygamberleri muhtevâsına alması hasebiyle ve o peygamberlerin yaptıkları şeyler anlatılırken hep Peygamber Efendimiz (S.A.V) yaptıkları ve ona emredilenlerle ile eş değer sonuçlar elde ediyoruz. 

Hz. Lût, Hz. İbrâhîm’e tâbiî oluyor ve “Şimdi bana düşen, Rabbime hicret etmektir.” diyor. Yani ruhunu Allah’a ulaştırmasının gerekliliğini ifade ediyor. Bütün mukaddes kitapların temelini bu teşkil eder. Mutlaka emanet olan ruh Allah’a ulaştırılacaktır. Tevrat da İncil de bunu ihtiva etmektedir. Hiçbir sayfası, kelimesi değiştirilememiş olan Kur’ân da bunu ihtivâ etmektedir. 

Tevrat, İncil’i gelecek bir kitap olarak müjdelemektedir. İncil, Kur’ân-ı Kerim’i gelecek bir kitap olarak müjdelemektedir. Tevrat, Hz. İsa’nın geleceğini söylemekte, İncil Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed Mustafa (S.A.V)’in geleceğini müjdelemektedir: 


61/SAF-6: Ve iz kâle îsebnu meryeme yâ benî isrâîle innî resûlullâhi ileykum musaddikan li mâ beyne yedeyye minet tevrâti ve mubeşşiren bi resûlin ye’tî min bagdîsmuhû ahmed(ahmedu), fe lemmâ câehum bil beyyinâti kâlû hâzâ sihrun mubîn(mubînun).

Ve Meryemoğlu İsa (A.S) şöyle demişti: “Ey İsrailoğulları! Muhakkak ki ben, elimdeki Tevrat'ta olan herşeyi tasdik eden ve benden sonra gelecek, ismi Ahmed olan Resûl ile müjdeleyen, size (gönderilmiş) Allah'ın Resûl'üyüm.” Fakat onlara beyyineler (mucizeler, deliller) getirdiği zaman onlar: “Bu apaçık sihirdir.” dediler.

 

Bu geçmişten geleceğe doğru uzanan bir köprüdür. Gelecekten geçmişe dönük standarda baktığımız zaman ise, Kur’ân’da bütün peygamberlerin yer aldığını görüyoruz. Yeter mi? Yetmez. O peygamberlerin hiçbiri arasında Allah’ın bir fark gözetmediğini görüyoruz. Yani Allahû Tealâ bütün peygamberlere aynı şeyleri öğretmiştir. Söz konusu olan her kitapta 7 safha içerisinde 4 tane teslimin ele alınmasıdır.

Kur’ân-ı Kerim her peygamberin kitabını, tasdik eder. Zamanımızda 3 tane mukaddes kitap, sahîfeler ve Zebur kalmıştır. Fakat Allahû Tealâ Hz. İbrâhîm’e de Kitap verdiğini söylüyor. Hz. İsmail’e de Kitap verdiğini ifade ediyor, Hz. Yâkub’a da, Hz. Nuh’a da Kitap verdiğini bildiriyor. Nebî olarak geçen bütün peygamberlere, Allahû Tealâ Kitap ve nübüvvet vermiştir. 

Bütün peygamberler aynı hüviyette şeriat kitapları almışlardır. Yani Hz. Nuh’a verilmiş olan şeriatla, Peygamber Efendimiz (S.A.V)’in Kitap’ındaki şeriat, birbirinin aynıdır. Günümüzden geçmişe doğru bakıldığında Kur’ân-ı Kerim Hz. İsa’yı ve kitabı İncil’i tasdik eder. Kur’ân-ı Kerim Hz. Musa’yı ve kitabı Tevrat’ı tasdik eder. Yetmez, Kur’ân-ı Kerim bütün peygamberleri de tasdik eder. Allahû Tealâ onlara kitap verdiğini ifade etmekte ve kitapları da tasdik etmektedir. Günümüzden geçmişe doğru açılan köprüde de yine peygamberlerin birbirine bağlantısı açık bir şekilde kitaplarla dizayn edilmiştir. 

Mukaddes kitapların değişik olan yerleri sakın sizi aldatmasın. İnsanlar zaman içersinde kitaplara ilâveler yapmışlardır. Fakat Kur’ân’a dokunamamışlardır. Allahû Tealâ buyuruyor ki: 


15/HİCR-9: İnnâ nahnu nezzelnez zikre ve innâ lehu le hâfizûn(hâfizûne).

Muhakkak ki; zikri (Kur'ân-ı Kerim’i) Biz indirdik. O'nun koruyucuları (da) mutlaka Biziz.

 

Allahû Tealâ, kimseye bu Kitab’ı değiştirme yetkisi vermeyeceğini ifade etmektedir. Kur’ân, bütünlüğünü 14 asırdır korumaktadır. Kur’ân, peygamberler açısından gelecekten geçmişe dönük bir standardı içerir. Peygamberler açısından geleceğe dönük bir standardı içermesi mümkün müdür? Mümkün değildir. Neden? Çünkü Hz. Muhammed Mustafa (S.A.V) Peygamber Efendimiz Hatem-ül Enbiya’dır. Resûllerin sonuncusu değildir ama nebîlerin, peygamberlerin sonuncusudur; mührüdür. Allahû Tealâ buyuruyor ki:


5/MAİDE-44: İnnâ enzelnet tevrâte fîhâ huden ve nûr(nûrun), yahkumu bihen nebiyyûnellezîne eslemû lillezîne hâdû ver rabbâniyyûne vel ahbâru bimestuhfizû min kitâbillâhi ve kânû aleyhi şuhedâe, fe lâ tahşevûn nâse vahşevni ve lâ teşterû bi âyâtî semenen kalîlâ(kalîlen) ve men lem yahkum bimâ enzelallâhu fe ulâike humul kâfirûn(kâfirûne).

Muhakkak ki Tevrat’ı Biz indirdik. Onda hidayet ve nur vardır. Kendileri (Hakk’a) teslim olmuş peygamberler, Yahudilere, onunla hükmeder. Rabbaniyyûn (kendilerini Rab’lerine adamış )ve ‘ahbar’ olanlar da (zahidler, âlimler de) Allah’ın Kitap’ından korumakla görevli oldukları ile hüküm verirler. Ve de onlar, onun üzerine şahitler oldular. Artık insanlardan korkmayın, Benden korkun ve Benim âyetlerimi az bir değere satmayın. Ve kim, Allah’ın indirdiği ile hükmetmezse, işte onlar, onlar kâfirlerdir.

 

Burada âyet-i kerime: “Muhakkak ki Tevrat’ı Biz indirdik.” cümlesi ile başlıyor. Kur’ân-ı Kerim’i indiren Allah, Tevrat’ı da Kendisinin indirdiğini ve O’nun da hidayet ve nur olduğunu söylüyor. Kur’ân-ı Kerim nasıl bir nur olarak, bir hidayet rehberi olarak indirildiyse, Tevrat da nur olarak indirilmiştir ama daha önemlisi, hidayet rehberi olarak indirilmiştir. 

7 tane hidayet kademesi ve bu hidayetlerin her birinin gerçekleştiği safhalar vardır. Ruhun hidayeti 22. basamakta gerçekleşir, ruh Allah’a teslim olur. Fizik vücudun hidayeti 25. basamakta gerçekleşir. Fizik vücut Allah’a teslim olur. Nefsin hidayeti 26. basamakta gerçekleşir. Nefs Allah’a teslim olur. İradenin hidayeti 28. basamağın 4. kademesinde gerçekleşir. İrade Allah’a teslim olur. Böylece 7 hidayet safhasında 4 tane teslim gerçekleşir. Bu hidayetler, Kur’ân’ın hedef hükümleridir. Ruhumuzun Allah’a ulaşması ve Allah’a ulaşmayı dilememiz üzerimize tam 12 defa Allahû Tealâ tarafından farz kılınmıştır. 

Kur’ân-ı Kerim’de farz kılınan bu hususun Tevrat’ta da farz kılındığını görüyoruz. Kitaplar arasındaki ilişkiye baktığımızda, Tevrat’ın bir hidayet ve nur olduğunu görüyoruz. Allahû Tealâ buyuruyor ki: “Hz. Musa devrinde, O’na tâbî olanlar, bu kitaplarla adalet dağıtırlardı.” Yani bu kitaba tâbî olarak, oradaki şeriat üzere, adalet dağıttıklarını, Allah’ın Kitabı’nı korumakla görevli olduklarını ve hüküm verdiklerini söylüyor. Buradaki işarete dikkat edin. Tevrat’ta da hidayetin ve nurun mevcut olduğu söyleniliyor. 

Allahû Tealâ, İncil için de şöyle buyurmaktadır:


5/MAİDE-46: Ve kaffeynâ alâ âsârihim bi îsebni meryeme musaddıkan limâ beyne yedeyhi minet tevrâti ve âteynâhul incîle fîhi huden ve nûrun ve musaddıkan limâ beyne yedeyhi minet tevrâti ve huden ve mev’ızeten muttekîn(muttekîne).

Onların izleri üzerine, Tevrat’tan ellerinde bulunanı tasdik edici olarak Hz. Meryem’in oğlu İsa’yı gönderdik. Ve ona, içinde hidayet ve nur olan, Tevrat’tan ellerinde bulunanı tasdik eden ve müttekiler (takva sahipleri) için, hidayete erdiren ve bir öğüt olan İncil’i verdik.

 

Demek ki İncil de hidayete erdirendir. Aynı zamanda bir öğüttür. Hz. Musa’nın arkasından Hz. İsa’nın görev alması ve İncil’in, Tevrat’ı kabul eden ve tasdik eden bir hüviyet taşıması önemlidir. Hidayet burada da vardır. Öyleyse 7 safha 4 teslim, Tevrat’ın da müktesebatı içerisindedir. 

Biliyoruz ki; 1. hidayet Allah’a ulaşmayı dilemekle başlar. Dalâletin bittiği yer, Allah’a ulaşmayı dilemektir. Kim Allah’a ulaşmayı dilerse o dalâletten kurtulmuştur. O kişi hidayet üzeredir. Burası, 1. hidayettir.

14. basamakta mürşide ulaştığımız zaman, 2. hidayetteyiz. 

Ruhumuz vücudumuzdan ayrılır, Allah’a doğru yola çıkar. O yola çıkan ruh Allah’a ulaştığı zaman Allah’ın Zat’ında yok olur. Bu 3. hidayettir, 22. basamakta gerçekleşir. 

Daha sonra fizik vücudumuz Allah’a teslim olacaktır. Allah’ın bütün emirlerini yerine getiren bir hüviyet kazanacaktır. Burası 25. basamaktır. Fizik vücudumuzun hidayeti bu noktada gerçekleşir. Daha sonra daimî zikirde hikmet sahibi oluruz. Allahû Tealâ, 7 yer katını, gösterdikten sonra nefsimiz de Allah’a teslim olacak. Bu 5. hidayettir ve 3. teslimi içerir. 

Burada nefsimiz hidayete ermiştir. Sonra irşada ulaşırız. 

İrşada ulaşanlar, salâh makamının 4. kademesinde iradelerini de teslim ederler. Allahû Tealâ tarafından irşad makamına tayin edilirler. Bu da 4. teslimdir. Salahın 5. kademesinde ise, irşada memur ve mezun kılınır. Allah’ın Zatı’na şahit olunur. Burası, hidayetlerin de 7. sidir. 

Öyleyse Tevrat muhtevasında hidayet ve nur taşır. İncil de muhtevasında hidayet taşır, öğüt ve nur taşır. Allahû Tealâ’nın dizaynı bize açık bir şekilde, mukaddes kitaplar arasındaki irtibatı anlatıyor. Unutmayın, Hz. İbrâhîm, Hz. Musa’dan da evveldi, Hz. İsa’dan da evveldi ve Peygamber Efendimiz (S.A.V)’den de evveldi. Kur’ân-ı Kerim’de Hz. İbrâhîm’in Hanif dîni, açık bir şekilde Peygamber Efendimiz (S.A.V)’in dîni olarak lanse edilmektedir. Allahû Tealâ bu konuda net bir şekilde şöyle buyuruyor:


30/RUM-30: Fe ekim vecheke lid dîni hanîfâ(hanîfen), fıtratallâhilletî fataran nâse aleyhâ, lâ tebdîle li halkıllâh(halkıllâhi), zâliked dînul kayyimu ve lâkinne ekseren nâsi lâ ya’lemûn(ya’lemûne).

Hanif olarak kendini dîn için ikame et, Allah’ın hanif fıtratıyla ki; Allah, insanları hanif fıtratıyla yaratmıştır. Allah’ın yaratmasında değişme olmaz. Kayyim olan (kaim olacak, ezelden ebede kadar yaşayacak) dîn budur. Fakat insanların çoğu bilmez.

 

Allahû Tealâ, burada Hz. İbrâhîm’in, Hanif dîninin muhtevasını ifâde etmektedir ve Peygamber Efendimiz (S.A.V)’e hanif olarak vechini dîne ikâme etmesini söylemektedir. Peygamber Efendimiz (S.A.V)’in hanif olduğu kesindir. Hz. İsa’nın da Hz. Musa’nın da hanif olduğu kesindir. “Hanif” üç esasa riâyet eden kişi demektir. Bu esaslar vahdet, tevhid ve teslimdir.

Vahdet; tek Allah’a inanmaktır. 

Tevhid; Allah’a ulaşmayı dileyenlerin oluşturduğu tek bir toplumu kurtuluşa ulaştırır.

Hedef, Allah’a teslim olmak hedefidir. O Allah’a ulaşmayı dileyenler Allah’a ruhlarını, vechlerini, nefslerini ve iradelerini teslim etmek için devreye girmişlerdir. 

Birbiriyle ilişkili kitapların hepsi hidayet kavramının muhtevasını taşır. Tevrat da İncil de Kur’ân-ı Kerim de… Bu 3 kitabın ruhu hidayettir. Allahû Tealâ buyuruyor ki:


10/YUNUS-57: Yâ eyyuhen nâsu kad câetkum mev'ızatun min rabbikum ve şifâun limâ fîs sudûri ve huden ve rahmetun lil mu'minîn(mu'minîne).

Ey insanlar! Size, Rabbinizden öğüt (vaaz) ve göğsünüzde olana (nefsinizin kalbindeki hastalıklara) şifa ve mü’minlere hidayet ve rahmet gelmiştir.

 

Kur’ân-ı Kerim’in muhtevasında hem Tevrat’taki hidayet ve nur hem İncil’deki evvelkileri tasdik eden hüviyet, hidayet ve öğüt vardır. Allahû Tealâ buna rahmeti de ilâve etmiştir.

Öyleyse Tevrat da İncil de Kur’ân-ı Kerim de bir hidayet rehberidirler. Yani bütün bunlar 7 safhada 4 teslimi mutlaka gerçekleştirecek olan Tevrat’ın, İncil’in ve de Kur’ân-ı Kerim’in ortak özellikleridir. Aslında değiştirilmemiş olsaydı mutlaka bunların önceki kitabların muhtevâsında olduğunu görecektik. Yine de değiştirilmelerine rağmen aynı hakikâtler, âyetler arasında arandığı zaman bulunuyor. Burada Allahû Tealâ’nın söylediği önemli olan kavram, hidayet kelimesidir., Tevrat’ın hidayeti ihtiva ettiği (Maide-44), İncil’in hidayeti ihtiva ettiği (Maide-46),Kur’ân’ın hidayeti ihtiva ettiği (Yunus-57) sonucuna ulaşıyoruz. 

 

Üç temel kitapta da aynı şeyler (7 safha 4 teslim) ifade ediliyor. Üçü de hidayet kitabı, hidayet rehberidirler. Allahû Tealâ’ya nasıl ulaşmayı dileyeceğimizi, nasıl dalâletten kurtulacağımızı, hidayet ehli olacağımızı, 4 tane teslimi nasıl gerçekleştireceğimizi bildiriyorlar. Üç kitap da 28 basamaklık hidayeti nasıl yaşayacağımızı anlatıyor. 

Allahû Tealâ buyuruyor ki:


11/HUD-17: E fe men kâne alâ beyyinetin min rabbihî ve yetlûhu şâhidun minhu ve min kablihî kitâbu mûsâ imâmen ve rahmeh(rahmeten), ulâike yu'minûne bih(bihî), ve men yekfur bihî minel ahzâbi fen nâru mev'ıduh(mev'ıduhu), fe lâ teku fî miryetin minhu innehul hakku min rabbike ve lâkinne ekseren nâsi lâ yu'minûn(yu'minûne).

Artık O’nun (Allah) tarafından bir şahitin, onu okuduğu kimse mi Rabbinden kesin bir delil üzerinde oldu ki; ondan önce bir imam (rehber) ve bir rahmet olarak Musa (A.S)’ın kitabı var(dır)? İşte onlar, ona inanırlar. Ve bir topluluktan onu inkâr eden, böylece ona vaat edilen yeri, ateş olan kimse mi (Rabbinden kesin bir delil üzerinde oldu)? Bundan sonra ondan şüphe içinde olma. Çünkü o, senin Rabbinden bir haktır. Lâkin insanların çoğu mü’min olmazlar (inanmazlar).

 

İmam; rehber, hidayetçi, hidayete erdiren bir müessese demektir. Aynı zamanda rahmeti de ifade eder. 

Allahû Tealâ’nın Tevrat için imam, rehber ifadelerini kullandığını görüyoruz. Her devirde devrin imamları insanları hidayete erdiren özelliğin sahibidir. Tevrat’ın kendisine verildiği Hz. Musa da devrin imamıydı ve aynı şeyi yaptı. Bütün kavmini hidayete yönlendirdi. 

Allahû Tealâ buyuruyor ki:


42/ŞURA-52: Ve kezâlike evhaynâ ileyke rûhan min emrinâ, mâ kunte tedrî mel kitâbu ve lel îmânu ve lâkin cealnâhu nûren nehdî bihî men neşâu min ibâdinâ, ve inneke le tehdî ilâ sırâtın mustekîm(mustekîmin).

Ve işte böylece sana emrimizden bir ruh (Kur’ân-ı Kerim) vahyettik. Ve sen, kitap nedir ve îmân nedir bilmiyordun. Ve lâkin O’nu “nur” kıldık. Kullarımızdan dilediğimizi O’nunla hidayete erdiririz. Ve muhakkak ki sen, mutlaka Sıratı Mustakîm’e hidayet ediyorsun (ulaştırıyorsun).



Hidayet mutlaka Sırat-ı Mustakîm’lerden oluşur. 

Allah’a ulaşmayı dilediğiniz anda 1. Sırat-ı Mustakîm’in üzerindesiniz. 

Mürşidinize ulaşmak üzere 7. basamaktan sonra yola çıkıp, Allah’a yöneldiğiniz zaman 2. Sırat-ı Mustakîm’in üzerindesiniz. 

Ruhunuz Allah’a doğru yükselerek, Allah’a ulaştığı zaman 3. Sırat-ı Mustakîm’desiniz. 

Fizik vücudunuzun teslimi 4. Sırat-ı Mustakîm’dir.

Nefsinizin teslimi 5. Sırat-ı Mustakîm’dir. 

İrşada ulaşmanız 6. Sırat-ı Mustakîm’dir

Allah’a iradenizi teslim etmeniz, 7. Sırat-ı Mustakîm’le gerçekleşir.

Hidayet ve Sırat-ı Mustakîm iki paralel mefhumdur. Allahû Tealâ buyuruyor ki: “Biz insanları Sırat-ı Mustakîm’le hidayete erdiririz.” 


2/BAKARA-142: Se yekûlus sufehâu minen nâsi mâ vellâhum an kıbletihimulletî kânû aleyhâ kul lillâhil meşrıku vel magrıb(magrıbu), yehdî men yeşâu ilâ sırâtın mustakîm(mustakîmin).

İnsanlardan sefih olanlar diyecekler ki: “Onları, üzerinde bulundukları kıbleden çeviren nedir?” De ki: “Doğu da batı da Allah’ındır. O, dilediğini Sıratı Müstakîm’e ulaştırır.”







2/BAKARA-213: Kânen nâsu ummeten vâhıdeten fe beasallâhun nebiyyîne mubeşşirîne ve munzirîne, ve enzele meahumul kitâbe bil hakkı li yahkume beynen nâsi fî mâhtelefû fîh(fîhi), ve mâhtelefe fîhi illellezîne ûtûhu min ba’di mâ câethumul beyyinâtu bagyen beynehum, fe hedâllâhullezîne âmenû li mâhtelefû fîhi minel hakkı bi iznih(iznihî), vallâhu yehdî men yeşâu ilâ sırâtın mustakîm(mustakîmin).

İnsanlar bir tek ümmetti. Sonra Allah, müjdeleyici ve uyarıcı peygamberler beas etti (hayata getirdi, gönderdi). Ve onlarla birlikte insanların aralarında, ayrılığa düştükleri şey hakkında hüküm vermeleri için hak ile kitap indirdi. Kendilerine (apaçık) beyyineler (belgeler) geldikten sonra kendi aralarındaki çekememelik (ve haset yüzünden) onun hakkında ayrılığa düşenler, sadece kendilerine (kitap) verilenlerdir. Bu sebeple âmenû olan (Allah’a ulaşmayı dileyen) o kimselerin haktan yana ayrılığa düştükleri şeyi (hidayeti) açıklamaları için Allah, Kendi izniyle onları hidayete erdirdi. Allah, dilediği kimseyi Sıratı Mustakîm’e iletir.


Sırat-ı Mustakîm insanları hidayete erdiren yolun adıdır.

Kur’ân-ı Kerim’in, Tevrat’ın, İncil’in ve diğer peygamberlere indirilen kitapların hepsinin aralarında mutlaka muhteşem bir bağ söz konusudur. Bu bağın ortaya koyduğu gerçek açık ve kesin olarak hidayettir. Demek ki Allah’ın peygamberlere indirdiği kitapların temelini hidayet oluşturuyor. 

Hidayet nedir? 

Hidayet, Allah’a ruhu teslim etmektir. Allahû Tealâ bu konuda şöyle buyuruyor:


3/AL-İ İMRAN-73: Ve lâ tu’minû illâ li men tebia dînekum, kul innel hudâ hudallâhi en yu’tâ ehadun misle mâ ûtîtum ev yuhâccûkum inde rabbikum, kul innel fadla bi yedillâh(yedillâhi), yu’tîhi men yeşâ’(yeşâu), vallâhu vâsiun alîm(alîmun).

Ve sizin dîninize tâbî olandan başka kimseye inanmayın. (Habibim) de ki: “Hiç şüphesiz HİDAYET, Allah’ın (Kendisine) ulaştırmasıdır. (İnsan ruhunun ölümden evvel Allah’a ulaşmasıdır.) Size verilenin bir benzerinin başka birine verilmesi (sebebiyle mi) veya Rabbinizin katında (sizlerle) tartışacakları için mi (böyle söylüyorsunuz)?” De ki: “Hiç şüphesiz fazl, Allah’ın elindedir. Onu dilediğine verir.” Ve Allah, Vâsi’un Alîm’dir. (Allah herşeyi kuşatan ve her şeyi bilendir.)


 “innel hudâ hudallâhi: Muhakkak ki hidayet, Allah’a ulaşmaktır.” 

Hidayet nedir? Ruhu Allah’a ulaştırmaktır. 


2/BAKARA-120: Ve len terdâ ankel yahûdu ve len nasârâ hattâ tettebia milletehum kul inne hudâllâhi huvel hudâ ve leinitteba’te ehvâehum ba’dellezî câeke minel ilmi, mâ leke minallâhi min veliyyin ve lâ nasîr(nasîrin).

Sen onların dînine tâbî olmadıkça (uymadıkça) ne Yahudiler ve ne de hristiyanlar senden (asla) razı olmazlar. De ki: “Muhakkak ki Allah’a ulaşmak (var ya) işte o, hidayettir.” Sana gelen bunca ilimden sonra eğer onların hevalarına uyarsan andolsun ki; Allah’tan sana ne bir dost ve ne de bir yardımcı olur.


kul inne hudâllâhi huvel hudâ: Muhakkak ki, Allah’a ulaşmak işte o hidayettir.”

Hidayet ruhun teslimi ile bitmez; devam eder. Fizik vücudun teslimi de nefsimizin teslimi de hidayettir. İrademizin teslimi yine hidayettir. Hidayette olmak başka şey, hidayete ermek başka şeydir. 

Allah’a ulaşmayı dilediğiniz zaman dalâletten kurtulup hidayet üzeresinizdir. Hidayette olursunuz; hidayete ermiş değilsiniz. 3. basamakta furkanlar verilmeye başlar, günahlarınız örtülür. Ondan sonraki ilk 7 basamak tamamlanır. 2. 7 basamakta Allah’a yönelen birisiniz. Burada da yönelmişsiniz. Şimdi 2. hidayeti yaşamaktasınız. 7. basamaktan itibaren 2. hidayet başlar. Yine hidayettesiniz ama hidayete ermediniz. İrşad makamına ulaşırsınız, tâbîyetinizi gerçekleştirirsiniz. Ruhunuz vücudunuzdan ayrılır, Allah’a doğru yola çıkar. Ruhunuz 21. basamakta Allah’a ulaşır ve 22. basamakta Allah’ın Zat’ında yok olur. İşte şimdi hidayete erdiniz. Bu hidayet, ruhunuzun hidayetidir. 

Sonra fizik vücudunuzu 25. basamakta teslim edeceksiniz, fizik vücudunuz hidayete erecek. Sonra nefsinizi Allah’a teslim edeceksiniz, nefsiniz hidayete erecek. Sonra irşada ulaşacaksınız. Daha sonra da iradenizi Allah’a teslim edeceksiniz. İradeniz hidayete erecek. 

Öyleyse Kur’ân-ı Kerim’de bir hidayet dizisi ardı ardına yer almıştır. Tevrat’ın aslında da İncil’in aslında da mutlaka aynı statüde yer almıştır. Allahû Tealâ Kur’ân-ı Kerim’de, Tevrat’ın da İncil’in de bir hidayet rehberi olduğunu açık ve kesin bir biçimde açıklamaktadır. Kitapları indiren Yüce Allah olduğuna göre, o kitaplarda neyin var olduğunu neyin olmadığını en iyi bilen de O ’dur. 

Görüyoruz ki, dînler diyebileceğimiz bir müessese mevcut değildir. Sadece dîn vardır. Allah’a hidayet eden bir dîn… Hidayete erdiren bir tek dîn… Hz. Âdem’den Peygamber Efendimiz (S.A.V)’e kadar bütün peygamberlerin ve onlara tâbî olanları yaşadığı, bütün kavimlerde, bütün zaman parçalarında, o kavimlerin resûllerine tâbî olanların yaşadığı, hidayet. 

İşte bu açıdan dînler yoktur. Sadece bir tek dîn olmuştur.

Biz kendimize İslâm diyoruz. Bunun sebebi Hz. İbrâhîm’in hanif dîninin, Arapça adı “İslâm” olmasıdır. Allahû Tealâ Peygamber Efendimiz (S.A.V)’e: “Sen hanifsin.” ifadesini kullanıyor. Bizim için de aynı şey söz konusudur. Bizler de hanifiz. Bütün toplumların içinde o resûllere tâbî olup da ondan dînlerini öğrenen, hidayeti yaşayan herkes haniftir.

Herkes kâinatın tek dîninin sahibidir. Faket ne yazık ki hidayeti yaşayan, hanif olan insanların toplamı dünya nüfusunun %10’undan daima aşağıda kalacaktır. Şu ana kadar yaşanan devrede bu durum geçerlidir ama gelecekte ne olacağı belli değildir. Hidayet yeryüzüne Allahû Tealâ’nın emrettiği şekilde yaşanırsa o zaman dünyadaki pek çok şey değişebilir. Dünya bir sulh ve sukûn cenneti olur. 

Dünya, hidayetin bütün çevrelerde dizayn edildiği bir yer olur. Mutlulukla ve adâletle dolar.

Her zaman parçasında, her insana, yaşarken Allah’ın ilminin ulaştıran velî resûller vardır:


39/ZUMER-71: Vesîkallezîne keferû ilâ cehenneme zumerâ(zumeran), hattâ izâ câuhâ futihat ebvâbuhâ, ve kâle lehum hazenetuhâ e lem ye’tikum rusulun minkum yetlûne aleykum âyâti rabbikum ve yunzirûnekum likâe yevmikum hâzâ, kâlû belâ ve lâkin hakkat kelimetul azâbi alel kâfirîn(kâfirîne). 

Kâfirler, zümre zümre cehenneme sürülürler. Oraya geldikleri zaman, onun (cehennemin) kapıları açılır. Ve onun (cehennemin) bekçileri onlara derler ki: “Size, sizden (sizin aranızdan) olan resûller gelmedi mi ki, size Rabbinizin âyetlerini okusun, bugüne (buraya) geleceğinizi (söyleyerek) uyarsın? (Cehenneme gidenler) dediler ki: “Evet (geldiler).” Fakat azap sözü kâfirlerin üzerine hak oldu 

 

Bu âyet her zaman parçasında yaşayan insanlardan cehenneme gidecekler olduğu gibi, her zaman parçasında Allah’ın resûllerinin var olduğunu ispat etmektedir. 

Rabbimiz buyuruyor ki:


67/MULK-7: İzâ ulkû fîhâ semiû lehâ şehîkan ve hiye tefûr(tefûru). 

Oraya (cehenneme) atıldıkları zaman onun kaynayan korkunç sesini (gürlemesini) işittiler. 

67/MULK-8: Tekâdu temeyyezu minel gayz(gayzı), kullemâ ulkıye fîhâ fevcun seelehum hazenetuhâ e lem ye’tikum nezîr(nezîrun). 

(Cehennem) nerede ise öfkesinden çatlayacak gibi olur. Oraya her bir grup atılışında onun (cehennemin) bekçileri onlara: “Size nezir (uyarıcı) gelmedi mi?” diye sordu.

67/MULK-9: Kâlû belâ kad câenâ nezîrun fe kezzebnâ ve kulnâ mâ nezzelallâhu min şey’(şey’in), in entum illâ fî dalâlin kebîr(kebîrin). 

Onlar (cehenneme atılanlar) dediler ki: “Evet, bize nezir gelmişti. Fakat biz onu yalanladık ve Allah hiçbir şey indirmemiştir, siz ancak büyük bir dalâlet içindesiniz, dedik.”

67/MULK-10: Ve kâlû lev kunnâ nesmeu ev na’kılu mâ kunnâ fî ashâbis saîr(saîri). 

Ve: “Eğer biz işitmiş veya akıl etmiş olsaydık, alevli ateş halkı arasında olmazdık.” dediler.

 

Görülüyor ki Allah dostları her devirde insanlara Allah’ın ilmini ulaştırıyorlar. Fakat insanlar, akıl ve iradeleri ile bu tebliğe itibar ediyor veya etmiyorlar.




İsra Suresi 15. âyet-i kerimede Rabbimiz buyuruyor ki:


17/İSRÂ-15: Menihtedâ fe innemâ yehtedî li nefsih(nefsihî), ve men dalle fe innemâ yadıllu aleyhâ, ve lâ teziru vâziretun vizre uhrâ, ve mâ kunnâ muazzibîne hattâ neb’ase resûlâ(resûlen). 

Kim hidayete erdiyse, sadece kendi nefsi için (nefsini tezkiye ettiği için) hidayete erer. Öyleyse kim dalâlette ise sorumluluğu sadece kendi üzerinde olarak dalâlette kalır. Yük taşıyan (günahı yüklenen) bir kimse, bir başkasının yükünü (günahını) yüklenmez. Ve Biz, bir resûl göndermedikçe azap edici olmadık.

 

Allah, bir resûl göndermedikçe azap etmediğini hamdolsun ki bize iletiyor. Allahû Tealâ’nın hepinizi hem cennet saadetine hem dünya saadetine ulaştırmasını Yüce Rabbimizden dileyerek sözlerimizi inşallah burada noktalıyoruz. 

  


           


21 Aralık 2020 Pazartesi

ALLAH İLE İLİŞKİLERDE SULH VE SÜKÛN

 ALLAH İLE İLİŞKİLERDE SULH VE SÜKÛN


Nefs-i Emmare'deki kişide durum

Nefs-i Emmare'deki kişi Allah'ın emirlerini de dinlemez, yerine getirmez, yasaklarını da dinlemez. Yasak ettiği halde fiilleri işler.

İhlâstaki kişide durum

Ama ihlâstaki kişinin Allah'ın bütün emirlerini yerine fazlasıyla getirdiğini görüyoruz. Yasak ettiği fiilleri ise hiç işlemediğini görüyoruz. Nefsinde afetler olmadığı için, ruhun hasletleri sebebiyle.

Burada kişi Allah'a 3 vücudunu da teslim ettiği için İslâm olmuştur. Sulh ve sükûna yani selamete erdiği için, dünya saadetine erdiği için de İslâm olmuştur. Bu kişi teslim açısından da, selamete ermek açısından da İslâm olmuştur. Artık dünya saadetinin de sahibidir.

DIŞ ALEMDE SULH VE SÜKÛN

 DIŞ ALEMDE SULH VE SÜKÛN


Nefs-i Emmare'deki kişide durum

Nefs-i Emmare'deki kişi huzursuzdur. Bunun sebebi, o kişinin çevresindeki insanlara yanlış davranışlarda bulunmasıdır. O zaman çevresindeki insanlara zulmetmiş olur. Bu bir günah olduğu için huzursuz olur. Günah işlediği için arkasından ruhu nefsine azap eder, kişi yeniden huzursuz olur. Bu kişinin kendi aksiyonları sebebiyle huzursuz olmasıdır.

Daha ötede daha başka olaylar da vardır. Bu kişi çevresine zulmettiği için çevresi de ona zulmedecektir. Ve zulmettiği cihetle de bu kişi nefsindeki afetler sebebiyle, bu zulümden dehşetli huzursuz olacaktır. Arkasından intikam almayı deneyecektir. İntikamını alabilirse bir günah işlemiş olacağı için yeniden huzursuz olacaktır. Arkadan da ruhu nefsine azap edecek, bir defa daha huzursuz olacaktır. Eğer kişi intikamını alamazsa bu sefer de şuur altı birikimi oluşacak ve kişi bu sebeple huzursuz olacaktır. Kişi intikamını alsa da alamasa da huzursuzdur.

Öyleyse Nefs-i Emmare'deki bir kişinin başka insanlarla olan ilişkilerinde hep huzursuzluk duruma hakimdir. Sıkıntı duruma hakimdir. Kişi intikamını alsa da almasa da huzursuzdur.

İhlâstaki kişide durum

İhlâstaki kişi ise bunların hiç birine dücar olmaz! Çünkü nefsindeki bütün afetler yok olmuştur. Bu sebeple bu kişi yalnız ruhunun hasletleri istikametinde hareket edebilir. Öyleyse hiç kimseye zulmetmesi mümkün değildir. Zulmetmesi mümkün olmadığına göre, bütün davranışlarının arkasından (bütün davranışları hayır davranışları olduğu için) huzur duyacaktır. Tabiatıyla arkadan ruhunun nefsine azabı da sözkonusu değildir. Bu kişiden çevresine hep hayır yayıldığı için, kimseye zulmetmediği için, çevresinden de genel anlamda ona zulüm ulaşmadığı için de bu kişi huzurludur. Ama kendisine zulüm hiç mi ulaşmayacaktır? Ona da zulüm ulaştıranlar, zulüm yapanlar olacaktır. Ama bu kişi iki sebepten o zulmü başkaları gibi değerlendirmeyecektir:

1- Nefsinde öfke afeti olmadığı için huzursuz olmaz. İntikam afeti olmadığı için, intikam almayı düşünmez. Bu sebeple bu kişi başkasının kendisine yaptığı zulmü, bir zulüm olarak değerlendirip üzülmez, huzursuz olmaz.

2- Ayrıca başka bir sebebi daha vardır. Bilir ki kendisine zulmeden kişinin derecat kaybetmesi sözkonusudur. Günah işlemesi sebebiyle kendisinin de kul hakkı doğduğu için, o kişinin zulmü sebebiyle onun kaybettiği derecatın sahibi olması sözkonusudur. Ve böyle bir insanın Allah'ın huzurundaki durumu dünya üzerindeki durumundan daha değerli olduğu için, bu kişi dünya üzerinde kendisine yapılan kötülüğü değil, Allah'ın huzurunda derecat kazanmasını, hayra ulaşmasını ön planda tutar.

Bir insan ne zaman derecat kazanırsa hayır işlemiş, ne zaman da derecat kaybederse şer işlemiş sayılıyor. Mademki başka birisi, yaptığı zulümle bu insana derecat kazandırmıştır. Öyleyse ona hayır getirmiştir sadece. Bu kişi için de değerli olan işte budur. Bu sebeple başkası kendisine zulmetse bile, onu negatif olarak değerlendirmez ve intikam almaz. Bu sebeple huzursuz olmaz. Böyle bir kişide şuuraltı birikimi ve stres oluşması da mümkün değildir. Bu sebeple kişi hiç huzursuz olmayacak, hep huzur içinde yaşayacaktır.